Tip:
Highlight text to annotate it
X
30 bin dolarlık bursu kazanan,
Louisiana Güzeli, Erika Schwarz.
Ve yeni Amerika Güzellik Kraliçesi,
Kansas Güzeli, Tara Dawn Holland.
...burs
Louisiana Güzeli, Erika Schwarz.
Ve yeni Amerika Güzellik Kraliçesi,
Kansas Güzeli, Tara Dawn Holland.
Bu dünyada iki çeşit insan vardır:
kazananlar ve kaybedenler.
Her birinizin içinde,
varlığınızın derinliklerinde,
uyanmayı ve dünyaya salıverilmeyi
bekleyen bir kazanan var.
Dokuz aşamalı,
''Kaybetmeyi Reddet'' programımla,
kaybetmeyi unutmak için gereken araçlar,
bilgiler ve açıklamalar artık elinizde.
Böylece hayallerinizi
gerçekleştirebileceksiniz.
Tereddüt etmek yok.
Şikayet etmek yok.
Ve mazeret yok.
Artık dışarı çıkmanızı ve
kazananlar olmanızı istiyorum.
Teşekkürler.
Teşekkürler.
Yoldayım.
Ne kadar sürer bilmiyorum.
Bilmiyorum.
Richard, gidebileceği başka bir yer yok.
Sigara içmiyorum. İçmiyorum.
Hastaneye geldim. Hoşça kal.
Bayan Hoover? Ağabeyiniz iyi.
Onu, bıçak, makas gibi keskin
aletlerden uzak tutun.
Evinizde, ilaçlar, anti-depresanlar varsa,
saklayın.
- Onu burada tutmak isterdim, ama...
- Biliyorum. Sigorta konusu.
Onu görmek ister misiniz?
Merhaba, Frank.
Sheryl.
Hala burada olduğun için çok mutluyum.
Ben değilim.
...bu gece New Mexico üzerinden gelecek
nemli hava sayesinde serinleyeceğiz.
Albuquerque'de hava sıcaklığı
beş ila on derece düşebilir.
Konuşmak istiyor musun?
Hayır.
Merhaba.
Kimse yok mu?
Burada Dwayne'le kalacaksın.
Dwayne, merhaba. Frank amcan geldi.
Onun için bir sakıncası yok. Konuştuk.
Biliyorum, ama yalnız kalmana izin
veremeyiz. Doktor öyle söyledi.
Özür dilerim. Israr etmek zorundayım.
İyi anlaşırsınız. O çok sessiz bir çocuktur.
Yatağın burada.
Lütfen, Frank.
Lütfen.
Teşekkür ederim.
Akşam yemeğini hazırlayacağım.
Yerleştikten sonra gel.
Kapıyı açık bırak. Bu önemli.
Dwayne, tatlım. Arabada bir kova tavuk var.
Alır mısın? Ben salata yapacağım.
Olive?
Büyük baban yanında mı?
- Ne yapıyorsunuz?
- Prova yapıyoruz.
On dakika içinde yemeğe gelin.
Merhaba. Frank geldi.
Vay. Stan Grossman aradı mı?
Telesekreteri dinle.
Dwayne, lütfen. Hadi.
Tavuk arabada.
Masayı kur. Kağıt tabak koyabilirsin.
...bölgesel Little Miss Sunshine'da ikinci...
Kız kardeşin aramış.
S..tir.
Merhaba. Ben Richard Hoover,
Stan Grossman lütfen.
Ona ulaşmak için...
Şu aptal kitap anlaşmasını merak ediyorum.
Evet.
Hafta sonu beni aramasını söyler misiniz?
Cep telefonum onda var.
Ne durumda olduğumuzu bildirin.
Teşekkürler. Güle güle.
- Stan Grossman ne oldu?
- Scottsdale'deymiş.
- Neden aramamış?
- Bırak bunu ben düşüneyim lütfen.
Dwayne, Frank'e bak.
Yemek vakti olduğunu haber ver.
Olive. Akşam yemeği vakti.
Geliyorum.
Ne? Akşam yemeği mi?
Artık konuşmuyor musun?
Neden?
Konuşabiliyorsun,
ama konuşmamayı mı tercih ediyorsun?
Bu Nietzsche mi?
Friedrich Nietzsche
yüzünden konuşmuyorsun.
Vay be.
Frank, Dwayne'in yanına otur.
Salata burada.
Ben herkese Sprite getireyim.
Olive, hadi. Yemek hazır.
Kimlerle takılıyorsun?
Kimseyle mi?
HERKESTEN NEFRET EDİYORUM
Ya ailen?
- Richard.
- Seni gördüğüme sevindim.
Ben Olive'i çağırayım.
Olive? Baba?
Çocuklar, siz başlayın.
Frank, Sprite içer misin?
Herkes en azından biraz salata yesin.
Sağ ol, Sheryl.
Tatlım.
Dwayne'in konuşmayı kestiğini
görmeden edemedim.
Sessizlik andı içti.
- Sessizlik andı mı?
- Hava Harp Akademisi'ne gidecek,
test pilotu olacak ve hedefine ulaşana
kadar sessiz kalacağına ant içti.
- Merhaba Frank Amca.
- Olive. Vay.
Büyümüşsün.
Neredeyse gerçek insan kadarsın.
Kollarına ne oldu?
Ufak bir kaza geçirdim. İyiyim.
- Dans çalışman nasıl gidiyor?
- İyi.
- Neden bize göstermiyorsun?
- Bilmiyorum. Büyük babam karar verir.
Birkaç gün daha kaldı. Biraz daha çalışmalı.
Bu ne? Tavuk mu?
Her gece iğrenç tavuk. Yeter artık be!
Bir kez bile olsa, akşam yemeğinde,
iğrenç tavuğu yemesek olmaz mı?
Baba. Kendi yemeğini
pişirmek istersen, buyur pişir.
- Sunset Huzurevi'nde...
- Madem,
o kadar seviyordun,
oradan atılmasaydın.
Andına ne zaman başladın?
Dokuz ay oldu, Frank.
Bir kelime bile etmedi.
Bence müthiş disiplinli olduğunu gösteriyor.
Dwayne'den bir şeyler öğrenebiliriz.
Onun bir amacı var.
Bir hayali var.
Benim veya sizin hayaliniz olmayabilir,
ama o büyük bir kararlılık ve
inançla hayalinin peşinde koşuyor.
- Dokuz aşamayı ve...
- Yine başlama.
...Dwayne'in en az yedi tanesini
kendi isteğiyle kullandığını düşündüm.
- Lütfen.
- Sadece, gelin diyorum.
Bizim desteğimizden faydalanabilir.
Nasıl oldu?
- Ne nasıl oldu?
- Geçirdiğin kaza.
- Tatlım, al.
- Önemli değil.
- Sizin bir itirazınız yoksa.
- Ben dürüstlük taraftarıyım.
Sen kendin karar ver.
Sen anlat.
Olive, Frank Amca'n aslında kaza geçirmedi.
Olan şuydu, o kendisini öldürmeye çalıştı.
Öyle mi? Neden?
Bence bu uygunsuz bir konuşma.
Bırakın Frank Amca yemeğini yesin.
Neden kendini öldürmeye çalıştın?
Bu soruya cevap verme.
Cevap vermeyecek.
- Çünkü çok mutsuzdum.
- Dinleme. O kafadan hasta.
Bence bunlar yedi yaşında
bir çocuk için uygun değil.
Eninde sonunda öğrenecek.
Devam et, Frank.
Neden mutsuzdun?
Birçok sebebi vardı.
Ama asıl sebebi,
beni sevmeyen birisine aşık olmamdı.
- Kime?
- Üniversitedeki öğrencilerimden birine.
O çocuğa çok aşık olmuştum.
Çocuk mu? Bir erkek miydi?
- Bir erkeğe mi aşık oldun?
- Evet. Çok aşık oldum.
- Bu çok aptalca.
- Haklısın. Çok aptalcaydı.
Bunun için başka bir laf daha var.
Kendini o zaman mı öldürmeye çalıştın?
Benim aşık olduğum oğlan,
başka bir erkeğe, Larry Sugarman'a aşık oldu.
Larry Sugarman kim?
Amerika'da en çok saygı gören
ikinci Proust araştırmacısı.
- Birincisi kim?
- Benim, Rich.
Öyle mi?
O zaman mı oldu?
Hayır, şöyle oldu, biraz kızgındım,
söylememem gereken şeyler söyledim
ve yapmamam gereken şeyler yaptım.
İşimden kovuldum ve bir motel
odasına yerleşmek zorunda kaldım.
Ve o zaman kendini...
Aslında, bütün bunlar sorun değildi.
Şöyle oldu, iki gün önce,
MacArthur Vakfı, tuhaf bir şekilde,
Larry Sugarman'a bir deha ödülü verdi
ve o zaman ben...
Erken kaçmaya karar verdin.
O işi de beceremedim.
Burada anlaşılması gereken önemli konu şu,
Frank Amca kendini bırakmış.
Ard arda aptalca hatalar yapmış,
kendini bırakmış.
Bu kazananların asla yapmadığı bir şeydir.
Hikaye bitti.
Herkes yemeğini yesin ve...
Hep böyle midir?
Buna nasıl dayanabiliyorsun?
Ona dansını ve neden çalıştığını anlat.
Chili Pepper güzellik yarışması
Albuquerque'de herkese açıktır.
Ama, altı yedi yaşlarındaki
kızlar katılabilir.
- Kız kardeşim ayarladı.
- Cindy.
Yarı yıl tatilinde,
Dwayne Florida'ya babasına gitti
ve Olive de, Laguna'ya kuzenlerine gitti.
Orada iyi derece aldı.
- İkinci oldum.
- Sence kazanma şansın var mı?
Kazanabilirim,
bazı kızlar daha önce katılmış olabilir,
ama ben her gün prova yapıyorum.
- İyi şanslar.
- Şansın bir önemi yok.
Kaybedenler başarısızlıkları şansa bağlar.
Kazanmayı istemelisin.
Kazanmak için,
diğerlerinden daha çok istemelisin.
- İstiyorum.
- Öyleyse kazanacaksın.
Bu doğru.
Cindy telesekretere mesaj bırakmış.
Little Mrs Sunshine
yarışmasıyla mı ilgili...?
Ne? Little Miss Sunshine mı?
Ne?
Ben Cindy. Olive bölgesel
Little Miss Sunshine'da ikinci olmuştu ya?
Kazanan kız, tacını iade etmek zorunda kaldı...
Diyet hapı falan yüzündenmiş.
Redondo'daki eyalet yarışmasına
katılma hakkı kazandı...
- Numara...
- Kazandım.
- Yemeğini bitir.
- Ne oldu?
Telefon... Cindy. Şimdi aldık.
- Delirdi sayılır.
- Kazandım.
Duyamadım. Mesajın sonu kesildi.
Redondo Beach. Bu Pazar mı?
Siz gidiyor musunuz?
Evet.
- Erteleyemez misin?
- Mecburlar.
- Peki biz ne yapacağız?
- Biz gidemeyiz.
Anlıyorum, Cindy.
Bir yolunu bulurum. Güle güle.
- Pazar mı? Onlar neden götürmüyorlar?
- Binicilik bilmem nesi varmış.
Her hafta sonu aynı boku yiyorlar.
Ulusal yarışma.
İki atı da götürüyorlar, yani önemli bir şey.
Olive ne olacak?
Little Miss Sunshine. Kazandım.
Kazandım.
Gidiyorum. Gidiyoruz.
- Nasıl?
- Uçakla, Pazartesi döneriz.
- Orada nasıl dolaşacağız?
- Araba kiralarız.
- Otel parası?
- Paramız yeter.
- Bu bizim birikimimiz.
- Bize biraz getirisi olsaydı...
- Para dokuz aşamana gidiyor.
- Stan Grossman'la konuşacağım.
Bu anlaşmayı bitireceğiz ve gelirimiz olacak.
- Ama şimdilik...
- Tamam. Arabayla gideriz.
- Arabayla gitmem.
- Büyük baba Miata'ya sığacak mı?
- Onun gelmesine gerek yok.
- Ne?
Ona ders verdim, hareketleri öğrettim.
- Volkswagen'i al.
- Düz vites kullanamıyorum, denedim.
- Uçakla gideceğiz.
- Paramız yetmez.
Daha iyi bir fikrin yoksa, uçakla gidiyoruz.
Alın. Tatlı.
Kazandım.
Little Miss Sunshine.
Pekala. Minibüsü ben sürerim.
Frank'i kesinlikle yalnız bırakmamam
söylendi. Yanlış anlama.
- Sorun değil.
- Dwayne burada.
- Birbirlerine göz kulak olurlar.
- Eğer bir şey olursa...
Öyleyse, Dwayne ve Frank
bizimle gelmezse, gidemeyiz.
Anne. Mayom nerede?
Buldum.
Gidiyorum.
Hadi. Lütfen.
Kız kardeşini düşün.
Hadi, çok eğlenceli olacak.
Plaja gidersin...
''Bu adil değil.''
''Tek istediğim...
beni yalnız bırakmanız.''
Pilot okulu. Sana pilot okuluna
gitmen için izin veririm.
Geri dönmeliyim. Kazandım.
İnanmıyorum. Kazandım.
Bunu da kazanacağım.
''Ama hiç...
eğlenmeyeceğim.''
- Bu konuda hepimiz sana katılıyoruz.
- Büyük baba.
- Büyük babam California'ya geliyor mu?
- Hep birlikte gidiyoruz hayatım.
Bir saniye buraya gel. Gel. Otur.
Kazanacağına inanmıyorsan,
bir yarışmaya girmenin bir manası yok.
Little Miss Sunshine'ı
kazanabileceğine inanıyor musun?
Kazanacak mısın?
Evet.
California'ya gidiyoruz.
İyi geceler, Dwayne.
LÜTFEN BU GECE KENDİNİ ÖLDÜRME
Senin gözetiminde olmaz.
Bunu sana yapmam.
CEHENNEME HOŞ GELDİN
Teşekkür ederim, Dwayne.
Bunu senden duymak, çok anlamlı.
İyi geceler.
Of, çok yoruldum. Feci yoruldum.
Ne kadar yorgunum, biliyor musun?
Bir kız gelip, onu düzmem için yalvarsa,
beceremem.
- Baba.
- O kadar yorgunum.
- Kaba konuşma.
- Müzik dinliyor.
Kafanı çevirirsen, sana bir milyon dolar
veririm. Gördün mü?
- Peki ama, bizi de düşün.
- Bana ne!
Sana biraz tavsiye vereyim mi?
Yine de vereceğim.
Benim gençken yaptığım
hataları sen de yapma.
- Bunu duymak için sabırsızlanıyorum.
- Dwayne. Adın bu, değil mi?
Burada tecrübenin sesi konuşuyor.
Dinliyor musun?
Bir sürü kadın becer.
Sadece bir kadın değil. Bir sürü kadın.
- Yeter baba.
- Tık yok mu? Bana söyleyebilirsin.
- Hadi. Lütfen.
- Yapma ya. 15 yaşında mısın? Vay be.
Genç kızları becermelisin,
dünyadaki en iyi şeydir.
- Yeter. Sus.
- Lafımı kesme.
Şu anda sen de reşit değilsin, onlar da değil.
Mükemmel.
Sen 18 yaşına gelince,
kız reşit değilse, üç beş sene yatarsın.
- Minibüsü sağa çekeceğim.
- Beni susturamazsın. S..tir.
İstediğimi söylerim.
Kıçımda hala Nazi mermileri var.
Sen de Sunset Huzurevi'ndeki
gerzekler kadar kötüsün.
- Sunset Huzurevi'nde ne oldu?
- Onu cesaretlendirme.
Ne olduğunu sana anlatayım.
Paramı ödedim, aldılar.
- Ne istiyorsam yapabilmeliyim.
- Eroin kullanmış.
- Eroin mi?
- Ben yaşlıyım.
- O pislik adamı öldürür.
- Salak mıyım ben?
Sen o boku sakın kullanma.
Gençken böyle şeylere çok meraklı olunur.
- Ya sen?
- Ben yaşlıyım.
- Yaşlanınca, yapmıyorsan salaksın.
- Onu yatırmayı denedik. Fiyasko oldu.
- Adam iki yaşında çocuktan beter.
- Başka bir konuda konuşabilir miyiz?
- Sunset Huzurevi'ni sevmedin anlaşılan.
- Şaka mı yapıyorsun? Cennet gibiydi.
Havuz var, golf var.
Şimdi Bay Mutlu'nun evinde,
kanepede uyumaya mecburum.
Senin *** olduğunu biliyorum,
ama belki bunu anlarsın.
Her erkeğe dört kadın düşen
bir yere gidiyorsun.
- Hayal edebiliyor musun?
- Çok meşguldün herhalde.
Aletimde ikinci derece yanıklar vardı.
- Boş ver.
- Ne hakkında konuşuyorsunuz?
Politika.
Bir sürü kadın becer.
Yalan söylemek için sebebim yok.
Sadece bir kadın değil. Bir sürü kadın.
Söylediğimi duydun mu?
- Kafan aldı mı?
- Bence seni anladı.
Bana salak not defterini gösterme.
- Anne, ne kadar harcayabiliriz?
- Dört doların altındaki her şey olur.
Merhaba. Hazır mısınız?
Ben beş numara ve kahve alayım, lütfen.
Yedi numara, az pişmiş ve greyfurt suyu.
Ben bir meyve tabağı alayım...
Papatya çayı var mı?
Ballı olsun lütfen.
Ben bir Lumberjack menü ve kahve istiyorum.
Ve ilave domuz pastırması.
- İlave mi?
- Bence...
- Başlama.
- Kendini öldürecek.
- Kendi hayatı.
- Teşekkürler, Sheryl.
Mevsim salatası mı?
- Sen?
- Özür dilerim. Ben...
- Acele etme.
- Özür dileme. Bu bir zayıflık belirtisidir.
Peki... Ne istediğimi biliyorum.
Gözleme ve...
- ''à la modee'' ne demek?
- Dondurmalı demek.
- Á la modee, olsun.
- Kahvaltıda mı?
- Dört dolar dedin.
- Haklısın.
Hemen dönerim.
Aslında, à la mode, Fransızca,
''modaya uygun''un tam karşılığıdır.
Mode, Latince modus'dan, yani
''uygun veya yeterli ölçü''den gelir.
Frank, sus.
Sana dondurma hakkında
bir şey söyleyeyim mi?
Dondurma kaymaktan yapılır ve
kaymak da inek sütündendir.
Kaymak çok yağlıdır.
- Richard.
- Ne?
- Eninde sonunda öğrenecek, unuttun mu?
- Neyi öğreneceğim?
Dondurma yediğin zaman, dondurmanın
içindeki yağ, vücudunda yağa dönüşür.
- Yemin ederim...
- Ne oldu?
- Yok bir şey canım.
- O yüzden çok dondurma yersen,
şişmanlayabilirsin,
ama yemezsen, güzel ve zayıf kalırsın.
- Anne...
- Richard salağın teki.
- Ben etli butlu kadınları severim.
- Neden herkes bu kadar gergin?
Kimse gergin değil hayatım.
Şunu anlamanı istiyorum, zayıf olabilirsin,
eğer istiyorsan, şişman da olabilirsin.
Önemli olan senin ne istediğin.
Peki Olive, sana şunu sorayım.
Amerika Güzellik Yarışması'na
katılan kadınlar...
Zayıf mı, şişman mı?
Tatlım?
Şey...
Galiba zayıflar.
- Bence çok dondurma yemiyorlardır.
- Kahve?
- Greyfurt suyu.
- Teşekkürler.
Papatya çayı.
İşte dondurman.
Á la modee, değil mi?
Gözlemeyi birazdan getiriyorum.
Dondurmamı isteyen var mı?
Ben alırım. Dwayne? Frank?
Olive dondurmasını yemiyor.
- Biraz da ben alayım mı?
- Hadi dalın.
- Çok güzel görünüyor.
- Sabah erkenden,
dondurmasının tadını
çıkarmak istemeyenlere çok yazık.
İstemediğine emin misin?
Gözlemen yalnız kalacak.
- Şuna bak.
- Durun. Hepsini yemeyin.
Peki, Olive...
Stan?
Benim, yine Richard.
Meşgul olduğunu biliyorum,
ama kaç para kazanacağımızı
öğrenmek için can atıyoruz.
- Ona ulaştın mı?
- Bu zımbırtı çekmiyor.
- Ne kadar yolumuz kaldı?
- Daha çok var.
Biliyorum, ama ne kadar?
Bugün bin kilometre, yarın da üç yüz
kilometre yol yapmalıyız. Yolumuz uzun.
- Biraz ben kullanayım.
- Gerek yok.
Haklısın. Kullanmayı öğrenmeliyim.
Sen kullanıyorsun. Ne kadar zor olabilir?
- Vites kolunu sertçe bastır.
- Sertçe bastırıyorum.
Tamam. Şimdi debriyaj pedalı yere değsin.
Yere değiyor.
Yere değiyor.
İyice sıkışmış.
Daha hızlı bastır.
Bir sorununuz var.
Debriyajınız kırılmış.
- Değiştirebilir miyiz?
- Minibüs için, parça sipariş etmek lazım.
- Ne kadar sürer?
- Hafta sonundayız.
Yani...
Belki Perşembe.
Buralarda bir yetkili bayi var mı?
Muhtemelen kapalıdır.
Hafta sonu.
Evet, farkındayız.
Dinle. Bu eski minibüsler var ya...
Üçten, dörde atmak için
debriyaja basmana gerek yok.
Sadece birden, ikiye atarken debriyaj lazım.
Hep bir tepede park edersen
ve aşağı salarsan,
25, 30 kilometreye çıkınca,
üçe atıp çalıştırırsın,
sonra da üçten dörde atarsın.
Bir tepede değilsen?
Ya da tepe yoksa? O zaman...
Hey, bak...
Olive? Baba? İlk önce siz bineceksiniz.
- Biliyorum. Biliyoruz.
- Tamam. Hadi bakalım.
Herkes itsin.
Hadi. İtin.
Herkes şunu bilsin istiyorum,
ben Amerika'nın en önemli
Proust araştırmacılarından biriyim.
Vitese atıyorum.
- Hadi tatlım.
- Hadi, Olive, koş.
- Hadi.
- Sheryl, gel.
- Frank, hadi.
- Geride kalıyorlar. Yavaşla.
- Hadi salak piç.
- Yavaşlayamıyorum.
- Gidelim.
- Hadi.
Hadi, bin.
Kimse geride kalmaz.
Müthiş, asker.
Müthiş.
Eğlendin mi?
CAREFREE OTOYOLU
LOS ANGELES, PHOENIX, FLAGSTAFF
SADECE ÇIKIŞ
Sonra orada oturuyordum ve karar verdim,
''Bu Stan Grossman. Ne olacaksa olsun.''
Ona dokuz aşamadan bahsettim.
Yaklaşık iki dakika sonra,
lafımı kesti ve dedi ki, ''Bunu satabilirim.''
- İlginç.
- Bu adam bu işlerin nasıl yapıldığını bilir.
Bir kitapla başlarsın, sonra bir medya turu,
tanıtım günleri, DVD VHS diziler...
Bu işlerin nasıl yapıldığıyla ilgili,
inanılmaz bir ilim var.
O şu anda Scottsdale'de,
promosyon ve tanıtım yapıyor.
Profesyonellerin ''fiyat yükselten
açık artırma'' dediği şeyi yapıyor.
Vay canına!
Sesindeki alaycılığı hissettim.
- Ne alaycılığı? Ben...
- Ama bir şeyi bilmeni istiyorum.
- Senin için üzülüyorum.
- Öyle mi? İyi.
Evet. Alaycılık, kaybedenlerin sığınağıdır.
Öyle mi? Gerçekten mi?
Alaycılık, kaybedenlerin kazananları kendi
seviyelerine indirme çabasıdır. 4. aşama.
Ne kadar zavallı olduğumu fark etmemi
sağladın. Sana ne kadar borçluyum?
Bu benden ikram.
- Yeter.
- Bu benim ikramımdı.
- Bedava mıydı?
- Bir şey istemez.
- Durun.
- O başlattı.
Bir saniye.
Sessiz olun. O arıyor. Beklediğim telefon.
Alo?
Stan?
Stan Grossman. Richard Hoover.
Sonunda. Nasılsın?
Biliyorum. Otoyoldayız, telefon kesildi.
Önemli değil. Durumumuz nedir?
Ben tuvalete gideceğim.
Gelmek istiyor musun?
Ben burada dansımı çalışacağım.
Tamam, uzaklaşma.
Onunla biraz konuşmalıyım.
Hayır, sen...
Stan, dinle. Dur.
Ben içecek bir şey alacağım.
Bir şey ister misin?
Bana *** al.
Çok sapık bir şey olsun.
Sansürlü saçmalıklardan alma.
Al sana bir 20'lik. Kendine de bir hediye al.
Bir ibne dergisi.
Tamam. Alırım.
Şunu ve şunu.
Bir de şunu alayım... Hayır altındaki.
Evet, onu alayım.
Bir de ahududulu içecek.
Frank?
Aman Tanrım. Nasılsın?
Senin konferans için Santa Fe'de
olacağını sanıyordum. Seni aradım.
New Haven'da olman gerekmiyor muydu?
Larry'nin ''dahi'' meselesini duydun değil mi?
- Resmi olarak açıklandı.
- İyi.
Önümüzdeki hafta, Sedona'da
özel bir kaplıcaya gideceğiz...
- Larry burada mı?
- Depoyu dolduruyor.
- İşte orada.
- Vay.
- İnanamıyorum. Nasılsın?
- İyiyim.
İyi. Senin kovulduğunu duydum.
Hayır. İstifa ettim, çünkü artık yetti.
İyi.
Peki, şimdi neler yapıyorsun?
Seçenekleri değerlendiriyorum.
Biraz kafa dinliyorum ve...
Harika.
19.79, efendim.
Evet...
- Seni görmek harikaydı.
- Seni de.
- Kendine iyi bak.
- Sen de. Hoşça kal.
İçeceğinizi unuttunuz.
Şu anda Scottsdale'de misin?
Yanına gelebilirim.
Oradan geçeceğim.
Sana uğrayabilirim...
İşi alamadı.
Onunla konuştun mu? Denedin mi?
Beni dinle...
- Ne oldu?
- Hiç. Gidelim.
Bu anlaşmanın olduğunu söylemiştin.
- Anlaşmanın olduğunu o söylemişti.
- Hiçbir şey alamadın mı?
- Biz ne olacağız?
- Boku yedik.
İnanamıyorum.
Pazarlık yapmayı denemedin mi?
Elbette. Ne yaptım sanı...
Gidelim. Hadi.
Gidelim.
Olive nerede?
Tamam. Frank?
Hadi tatlım. Atla. Duramayız.
Yakaladım.
Ne olursa olsun, sen kendi başına
bir şey yapmayı denedin.
Birçok insan bu kadarını bile yapamaz,
ben kendimi de bu kategoriye sokuyorum.
Sen şansını zorladın, bunu yapmak
yürek ister ve seninle gurur duyuyorum.
Tamam baba. Teşekkürler.
Teşekkürler baba.
Tamam. 11 burası.
Frank, 12 numara senin.
- Büyük baban 13.
- Bu gece büyük babamla kalabilir miyim?
Büyük babana sormalısın.
İki yatak var. Biraz prova yapsan fena olmaz.
Ben de öyle düşünmüştüm.
Pekala. Yarın uzun bir gün olacak,
sabah yedide kapınızı çalarım.
Geyik yapmak yok.
Sabah 7:40'da yola çıkacağız.
- Frank, siz memnun musunuz?
- Biz iyiyiz.
- İyi geceler. İyi uykular.
- İyi geceler.
İğrenç bir kabus.
Richard, konuşmalıyız.
Lütfen, Sheryl,
şu yarışmayı atlatalım ve eve gidelim.
- Şimdi konuşmalıyız.
- Bu seyahate gücümüz yetmez demiştim.
- İflas edeceğimizi bilmiyordum.
- İflas etmedik.
Bunları dinleme.
Televizyonu açalım.
Ben dişlerimi fırçalayacağım.
Bakan Rumsfeld ile bu önemli seçim
için uzun ve dikkatlice düşündük.
Bu anlaşmanın kesin olacağını söylemiştin.
- Stan Grossman anlaşma kesin demişti.
- Ben Stan Grossman'la evli değilim.
Ona güvendim.
Güvenilmek için güven. Bu altıncı aşama.
Dokuz aşamadan bıktım.
Hiçbir boka yaramıyorlar.
Unut. Bitti. Bir daha dokuz
aşamayı duymak istemiyorum.
Mükemmel. Dünya kükreme şampiyonusun.
Güzellik uykusuna yatmalısın. Yatağa gir.
Hadi bakalım.
İyi geceler.
Büyük baba?
- Yarın için korkuyorum.
- Şaka mı yapıyorsun?
Onları mahvedeceksin.
Neyin çarptığını bile anlayamayacaklar.
Büyük baba?
Ben güzel miyim?
Sen bütün dünyadaki en güzel kızsın.
- Laf olsun diye söylüyorsun.
- Hayır.
Seni aklın veya kişiliğin için değil,
güzel olduğun için seviyorum,
hem içinde, hem dışında.
- Büyük baba?
- Ne?
- Ben bir kaybeden olmak istemiyorum.
- Değilsin.
- Bu fikir de nereden çıktı?
- Babam kaybedenlerden nefret ediyor.
Bir dakika dur.
Kaybeden ne demek biliyor musun?
Gerçek bir kaybeden, kazanmaktan
o kadar çok korkar ki, denemez bile.
Sen deniyorsun, değil mi?
Öyleyse bir kaybeden değilsin.
Yarın eğleneceğiz, değil mi?
Hepsine cehenneme gidin diyebiliriz.
İyi geceler hayatım. Seni seviyorum.
Ne yapıyorsun?
Bu işi çözeceğim.
Bu işi çözeceğim.
Hadi bakalım.
SCOTTSDALE 37 KM.
DİNAMİK STRATEJİLER FUARI'NA
HOŞ GELDİNİZ
Stan Grossman, lütfen.
Stan, ben Richard. Hangi cehennemdesin?
Oteldeyim. Beni ara.
Ofisimin önünde ve dedi ki:
''Bu bir biyografi kitabı.
Hayat tecrübelerim.'' Herif 20 yaşında.
Dedim ki: ''Hayat tecrübelerini
öğrenmek ister misin?''
''Benim tecrübelerime dair bir kitap yaz''.
Bana dedi ki...
Merhaba, Stan.
- Satacağını söylemiştin.
- O zaman öyle düşünmüştüm.
Bu harika bir program.
Kendin söyledin. Anlamıyorum.
Programda sorun yok. Sorun sensin.
Kimse seni tanımıyor.
Kimsenin umurunda değil.
- Bir sonraki aşama nedir?
- Yok öyle bir şey. Şansımızı denedik.
Tutmadı. Kendi işimize bakacağız.
Pes etmek mi?
Tek bir engel yüzünden pes mi edeceksin?
Dinle. Ben elimden geleni yaptım.
Onları iyice zorladım, kimse satın almadı.
İşine bakma zamanı geldi.
Bunu kazanamayacaksın.
Biliyor musun?
Mutluyum. Neden biliyor musun?
Çünkü dokuz aşama
böyle anlarda önemlidir.
- Richard, lütfen.
- Mahvettin. İşin bitti.
Anne?
Baba?
Ne var hayatım?
Büyük babam uyanmıyor.
Göz testi yapalım mı?
Frank Amca? Göz testi mi?
Buraya gel. Bırak onları.
Aile toplantısı yapacağız.
Birincisi, doktorlar büyük babanı
kurtarmak için ellerinden geleni yapıyorlar.
Uzun ve heyecanlı bir yaşamı oldu
ve ikinizi de çok sevdiğini biliyorum.
Ama Tanrı onu almak istiyorsa,
bunu kabullenmek için hazır olmalıyız.
Ne olursa olsun, biz bir aileyiz.
Önemli olan birbirimizi sevmemiz.
Çünkü ben sizi çok seviyorum.
ANNENE SARIL
Edwin Hoover'ın ailesi siz misiniz?
Üzgünüm. Elimizden geleni yaptık.
O... Çok fazlaydı.
Muhtemelen uykuya daldı ve hiç uyanmadı.
Defin işlemleri için size birini yollayacağım.
Teşekkürler.
Linda.
Anne?
- Büyük babam öldü mü?
- Evet hayatım. Vefat etti.
Ben cenaze görevlisi, Linda.
- Taziyelerimi iletirim.
- Teşekkürler.
Bu formları doldurmanız gerekiyor.
Ölüm belgesi.
Ölüm raporu.
Pembe Adli Tıp formu.
Lütfen mümkün olduğunca ayrıntılı yazın.
Bu, yas tutan yakınlara destek
grubumuzun broşürü,
size işlemlere başlamanız için
bir cenaze şirketi önerebilirim.
Albuquerque'de ön işlemler yapıldı bile.
- Albuquerque mi?
- California'ya gidiyorduk.
Eğer ceset eyalet sınırlarını geçecekse,
cenaze taşıma izni almanız gerekiyor.
Saat üçte Redondo Beach'e
varmayı planlıyorduk.
Bugün üçte mi? Mümkün değil.
Bir saniye...
Biraz tuhaf olacak biliyorum,
ama şimdi gitsek ve daha sonra geri gelsek
ve evrak işlemlerini halletsek...
- Cesedi terk edemezsiniz.
- Kimse cesedi terk etmeyecek.
- Hastanenin sorumluluğu var.
- Geri geleceğiz.
- Başka bir şekilde...
- Beni dinlemiyorsunuz.
Bugün bir yakını ölen sadece siz değilsiniz.
Cesedi görmemiz mümkün mü acaba?
Onu aşağıya indirecek vaktimiz olmadı.
Birkaç dakika içinde, onu zemin kata
götürmek için birisi gelebilir.
- Kim olduğunuzu söyleyin, beklesinler.
- Teşekkürler.
Evrak işleri bittiğinde,
beni hemşire odasında bulabilirsiniz.
Teşekkürler.
Lanet olsun baba.
Aptal...
Little Miss Sunshine'a seneye gideriz,
tamam mı hayatım?
1000 km. yol geldik. Bu yarışmaya
ulaşamazsak, Tanrı belamı verir.
Onu burada bırakamayız.
Onu bırakmayacağız.
Ne yapıyorsun?
S..tir.
- Dwayne, dışarı çık.
- Ne düşünüyorsun?
- Onu yanımızda götüreceğiz.
- Mümkün değil.
Bu insanların yanında kalmasından iyidir.
Bu pencerenin altına git.
- Frank, onunla git.
- Kıpırdamayın.
Sen kal. Biz Olive'i götürürüz.
Frank arabayı kullanır.
İki saatte orada oluruz. Dinle.
Oraya varınca, bir cenaze şirketi ararım.
Babamın tek istediği şey, Olive'in
bu yarışmada dans ettiğini görmekti.
Eğer şimdi pes edersek, onun anısına
büyük bir saygısızlık etmiş oluruz.
Bu dünyada iki çeşit insan vardır,
kazananlar ve kaybedenler.
Aradaki fark nedir biliyor musunuz?
Kazananlar pes etmezler.
Peki biz neyiz?
Kazananlar mı, kaybedenler mi?
Tamam. Yapalım.
Siz gidin. Olive, perdenin arkasına bak.
Başka türlü olacağına inanmıyorum.
İzle. Arkaya bak.
Hadi.
Saat beşte.
Çok ağır. Dikkat et.
Bir, iki...
Üç.
Durun.
Hadi.
- Dizi...
- Tuttum. Hadi.
Baba, çabuk ol.
Tuttun mu? Kayıyor.
Tuttum.
Dikkat et.
Çabuk ol.
İzle, Olive.
Basamağa dikkat.
Kafasına dikkat edin.
Anahtar?
- Bu tarafa doğru itin.
- Olive, bin.
Gidelim.
- Gidelim, Frank.
- Amerika'nın
en önemli Proust araştırmacılarından
biri olduğumu söylemiş miydim?
- Gidiyoruz.
- İyi misin?
- Baba?
- Evet, hayatım?
Büyük babama ne olacak?
Frank Amca?
Sence cennet var mı?
Bilemiyorum.
Kimsenin kesin cevabı bildiğini sanmam.
Biliyorum, ama sence?
- Şey...
- Bence var.
Sence ben gider miyim?
Söz mü?
- Orospu çocuğu.
- Ne oldu?
Beni sıkıştırdı.
- Bırak.
- Takıldı galiba.
- Buradan çek.
- Bırak.
- Oraya varınca düzeltiriz.
- Peki.
Lanet olsun.
Olamaz.
Tanrım. Polis çeviriyor.
Hadi bakalım.
Herkes normal davransın.
Sanki her şey normalmiş gibi.
Nasılsınız?
İyiyiz...
- Kornada sorun mu var?
- Ne?
Kornada sorun mu var?
Ufak bir sorun. Pardon.
Araçtan iner misiniz?
Bu tarafa lütfen.
- Ne?
- Yapmayın.
Ne?
- Bagajınızda bir şey mi var efendim?
- Yok bir şey. Açmayın.
Bagajınızı aramam için bana
geçerli bir mazeret verdiniz.
- Ellerinizi araca dayayın.
- Ben...
Kıpırdamayın.
- Yasadışı değil.
- Çenenizi kapamanızı öneririm.
Ne yapıyor?
- Yasadışı değil.
- Lanet olsun.
Efendim, buraya gelir misiniz?
Bunlara bayılırım.
Tanrı seni korusun.
- Korkma, seni tutuklamayacağım.
- Teşekkürler.
Nasılsınız?
- Sevimli aile.
- Teşekkürler.
Bir yandan da bunlar.
Biraz ondan, biraz bundan...
- Çok tatlı.
- Çok.
- Hem de müstehcen.
- Bu en sevdiklerimden biri.
İyi.
KASELER & MÜHİMMAT
Bu değişik bir seçim.
Öyle mi?
Bu sizde kalsın.
İyi günler.
Ne oldu?
Bilincime yeniden kavuşunca anlatırım.
Frank, Dwayne, inin ve itin.
İşte geldik. Redondo Beach, 46.
2:15. Birkaç dakika gecikmiş olabiliriz.
Saat tam üçte dediler.
Bizi beklemezler. İnan bana.
- Anne, Dwayne 20'de 20 gördü.
- Eminim görmüştür.
Şimdi renk körü müsün
diye kontrol edeceğim.
Gerzek.
Dairenin içindeki harf nedir?
Hayır, içindeki harf.
Gördün mü?
''A'' harfi. Görmedin mi? Orada.
Parlak yeşil.
Olamaz.
NE?
Galiba sen renk körüsün.
Renk körüysen, jet pilotu olamazsın.
Burada acil bir durum var.
- Ne acil?
- Kenara çek.
Tamam.
- Kenara çek. Ciddiyim.
- Tamam.
- Kenara çekmesini söyle lütfen.
- Kenara çek.
Kenara çekiyoruz.
Lütfen. Otur.
Umarım buna değer. Kenara çekiyorum.
- Tamam.
- Arabayı durdur.
- Sakin ol.
- Durmadan kapıyı açmayın.
S..tir.
- Ne oldu?
- Renk körüymüş. Pilot olamaz.
Olamaz.
Ona bir saniye müsaade edin.
Tatlım, çok üzgünüm.
- Hadi. Gitmeliyiz.
- Ben gelmiyorum.
Gelmiyorum dedim.
Umurumda değil.
O minibüse binmeyeceğim.
Ne olursa olsun, biz senin aileniz.
Siz ailem değilsiniz.
Ben bu ailede olmak istemiyorum.
Sizden nefret ediyorum. Nefret ediyorum.
Boşanma! İflas! İntihar!
Siz kaybedenlersiniz.
Lütfen beni burada bırakın anne.
Lanet olsun.
Ne yapacağımı bilmiyorum.
Saat geç oldu. Belki...
Biri onunla burada kalabilir mi?
- Ben kalırım.
- Olmaz.
Pekala...
Gecikmekten korkuyorum.
Olive? Onunla konuşmayı
denemek ister misin?
Söyleyecek hiçbir şey yok.
Beklemek zorundayız.
Tatlım...
Gidelim.
Söylediklerim için özür dilerim.
Kızgındım, içimden gelerek söylemedim.
Önemli değil. Hadi.
Gidelim.
2:55. Herkes çıkışa baksın.
- İşte kavşak.
- Redondo Suites'i gören var mı?
Otel orada. Little Miss Sunshine.
İşte. Yetişeceğiz.
Oraya nasıl gidiliyor?
Geçiyorsun.
- Geri dönmelisin.
- Geçtin. Geride kaldı.
Dönemem. Bir dönüş yolu gören var mı?
Bu yol tek yönlü.
- Otopark sağda.
- Kemerini tak canım.
- Ne yapıyorsun?
- Yavaşlayamam.
- Saat kaç, Frank?
- 2:59.
- Baba.
- Az kaldı. Başaracağız.
- Çıkmaz sokak.
- Geri dönmüyorum.
Bu yol tek yönlü.
Otoyola geri gidiyor.
Sola dönmemi söyleyen sendin.
Geri dönmüyorum.
Ne yapıyorsun? Bunu yapamazsın.
İşte otel.
- Giriş nerede?
- Burada.
- Geçiyorsun.
- Tutunun.
Bir kez daha. Ufak bir kasis.
Hadi.
LITTLE MISS SUNSHINE YARIŞMASI
İKİNCİ KAT
- Merhaba. Kayıt olmak istiyoruz.
- Üzgünüm. Kapattık.
Yarışmacımız burada.
Kayıt yaptırmak istiyoruz.
- Kayıtlar saat üçte bitti.
- Şu anda saat üç.
Vicdanınız yok mu? Dört dakika geciktik.
Albuquerque'den geldik.
Saat üçte burada olmalıydınız.
- Bu işi halletmenin bir yolu olmalı.
- Herkes saat üçten önce geldi.
- Haksız bir avantaj vermek istemem.
- Avantaj istemiyoruz,
- yarışmaya girsin yeter.
- Bana bağırmayın.
Sizi ben geciktirmedim. Bir programımız var
ve bilgisayarları kapattık.
Liste tamamlandı
ve saç kontrolü yapmalıyım.
Geciktiğiniz için üzgünüm,
ama size yardımcı olamam.
Lütfen.
Başımıza neler geldiğini bilmiyorsunuz.
Bayan Jenkins.
Ben kayıt yapabilirim.
- Kirby, mecbur değilsin.
- Sorun değil. Beş dakikada hallederim.
Sen bilirsin. İzninizle.
- Teşekkürler, Kirby.
- Bu bizim için ne kadar önemli, bilemezsin.
Sadece beş dakikamı alır.
Seneye bu insanlarla çalışmayacağım.
Hepsi delirmiş.
- Peki, adın ne?
- Olive.
Güzel bir isim. Siz babası mısınız?
- California Güzeli. Gerçekten o.
- Merhaba demek ister misin?
Teşekkürler.
- Merhaba. Senin adın ne?
- Olive.
- Yeteneğin nedir, Olive?
- Dans etmeyi severim.
Dans etmek benim için çok zordu.
Ben şarkıcıyım.
- İyi bir dansçı olmalısın.
- Öyleyim. Çok iyiyim.
Eminim öylesindir.
Geldiğin için teşekkürler, Olive.
İyi şanslar.
- Bayan California. Dondurma yer misiniz?
- Dondurmaya bayılırım.
En çok Çikolatalı Kirazlı Garcia severim,
aslında teknik olarak,
bu donmuş yoğurt sayılır.
Teşekkürler. Hoşça kalın.
- Anne. Dondurma yiyormuş.
- Duydum.
Paketin içinde biletleriniz
ve yaka numarası var.
Başka bir şey var mı?
Buralarda bir cenaze şirketi var mı?
Mayonu giy.
Perdenin arkasında giyin.
Son rötuşları yapın.
SÜRPRİZ: BİR NUMARALI PROUST
ARAŞTIRMACISININ ÇOK SATAN KİTABI
PROUST'U ANLAMAK
- Bekle.
- Beklerim.
Buradan çıkalım.
Olive Hoover?
Müziğini verir misin?
Müzik. Tamam.
- Alın.
- Bu mu?
- Bunu sen mi seçtin?
- Büyük babam seçti.
Büyük baban mı?
- Kaçıncı şarkı?
- 12.
Beş, altı saattir yoldaydık...
Uyukluyor sandık.
Farkına vardığımızda...
Çok geç olmuştu.
Ceset nerede?
- Özel eşyalar.
- Teşekkürler.
Kendinize iyi bakın.
Siz de.
Bayanlar ve baylar, 24. Little Miss
Sunshine yarışmasına hoş geldiniz.
Lütfen alkışlarla,
12 güzel yarışmacımızı sahneye davet edelim.
Sevgili yarışmacılarımızı alkışlayalım.
Bu akşamın sonunda, bu kızlardan biri
Little Miss Sunshine tacını takacak.
- Olive, tatlım? İyi misin?
- İyiyim.
Ne?
Yarışmada çocuğun mu var?
İlk gelişin mi?
Ne kadar güzel.
Bazen 18 yaşına gelene
kadar uyumayı diliyorum.
Bütün bu saçmalıkları,
liseyi ve bu günleri atlamak istiyorum.
- Marcel Proust'u duydun mu?
- Hakkında ders verdiğin adam.
Fransız yazar. Tam bir kaybeden.
Asla düzgün işi olmamış.
Karşılıksız, eşcinsel aşkları varmış.
Kimsenin okumadığı bir kitap için
20 sene uğraşmış,
ama aynı zamanda Shakespeare'den
sonraki en büyük yazardır. Her neyse,
hayatının sonuna gelir,
geçmişe bakar ve acı çektiği senelerin,
hayatının
en güzel yılları olduğuna karar verir,
çünkü o yıllarda kendini bulmuştur.
Mutlu olduğu seneler, hep boşa gitmiş.
Hiçbir şey öğrenmemiş.
Yani 18 yaşına kadar uyursan...
Kaçıracağın acıları düşün.
Lise... Bunlar ilk acı çekme yıllarındır.
Bundan daha iyi acı çekemezsin.
Biliyor musun?
Güzellik yarışmalarını s...yim.
Hayat zaten peş peşe
güzellik yarışmalarıyla dolu:
okul, üniversite, sonra iş.
S..tir. Hava Harp Akademisi'ni de.
Eğer uçmak istiyorsam, bir yolunu bulurum.
Sevdiğin şeyi yap ve gerisini s..ir et.
Yeniden konuşmaya başlamana sevindim.
Göründüğün kadar salak değilsin.
- Geri gitmek ister misin?
- Sanmıyorum.
Gitsek iyi olur.
Şimdi, hepimizin beklediği an geldi:
yetenek yarışması.
Bayan Carly Nugent.
Harikaydı.
Vay. Çok havalı.
- Ben kulise gidiyorum.
- Tamam, görüşürüz.
Bu ne güzellik...
Kostümün bu mu?
Al.
- Ne oldu?
- Olive'e iyi şanslar dilemeye geldim.
- Nasılsın canım?
- İyiyim.
- Gergin.
- Çok başarılı olacaksın. Biliyorum.
Bir saniye konuşabilir miyiz?
Ne var?
Sahneye çıkmasını istemiyorum.
- Kulise giriş izniniz var mı?
- Soyunma odaları nerede?
- Buraya girme iznin var mı?
- Soyunma odaları nerede?
- Artık Albuquerque'de değiliz.
- Nasılsın?
- Daha iyiyim. Olive nerede?
- Ne oldu?
- Olive'in bunu yapmasını istemiyorum.
- Tanrım.
- Etrafına bak. Burası boktan bir yer.
- Haklı.
Bu insanların Olive'i yargılamasını
istemiyorum. Canları cehenneme.
- Artık çok geç.
- Değil. Sen onun annesisin
ve onu korumak senin görevin.
Herkes ona gülecek.
Bunu yapmasına izin verme.
Olive Hoover, iki dakikan kaldı.
O bir güzellik kraliçesi değil.
Değil. Ona söyleyeceğim.
Dinle. Olive'in kendi aklı var.
O bunun için çok çalıştı,
her şeyini buna verdi.
Bunu onun elinden alamayız.
Onu korumak istediğini biliyorum,
ama Olive'in Olive olmasına izin ver.
Olive Hoover. Ailesi siz misiniz?
Olive, sıran geldi. İyi misin?
- Hemen gitmeliyiz.
- Dur.
Olive, bana bak.
Bunu yapmak istemiyorsan, sorun değil.
Bundan vazgeçmek istersen,
bizim için uygun.
- Biz seninle yine de gurur duyuyoruz.
- Gitmeliyiz.
Vakit geldi.
Hazır mısın? Gidelim.
İyi şanslar tatlım.
Anlaşıldı. 25 numara hazır,
yaklaşıyoruz.
Acele ediyoruz.
- Çıkacak mı?
- Çıkacak.
Saf peri masalı sihiri.
Bayan Charisma Whiteman.
Çok romantik değil miydi?
Teşekkür ederiz.
Sabırlı izleyicilerimiz,
bir yarışmacımız daha var,
sonra kazanana tacını takacağız.
Lütfen Bayan Olive Hoover'ı alkışlayın.
Her şey yolunda mı?
Bunu bana bu hareketleri öğreten
büyük babama ithaf etmek istiyorum.
Çok tatlı.
Büyük baban şu anda burada mı, nerede?
Arabamızın bagajında.
Başla.
İğrençsin.
Küçük piçler. Onları öldüreceğim.
İğrençsin.
Kızın ne yapıyor?
Ortalığı dağıtıyor. Evet öyle.
Buraya gel.
O küçük canavarı sahneden indir.
Onu yakala.
- Hemen.
- Ona dokunma.
Dansın bitti.
Dur. Tatlım...
Bırak kızımı.
Hadi be.
Bırak bitirsin.
Bırakın beni.
- Sorumlu olun.
- Dans et. Baban iyi.
Kızınızı hemen sahneden indirin.
Hemen.
Tatlım?
Bravo.
Oda servisi, yirmi-üçü arayın.
Uygun bütün personel ana girişe.
Çıkabilirsiniz, ama bir şartla.
Kızınızı bir daha asla
California'da güzellik
yarışmasına sokmayacaksınız.
Asla.
Sanırım bu bizim için büyük bir sorun olmaz.
Tamam. Çalışıyor.
Yüklenin.
Büyük baban seninle
gerçekten gurur duyardı.
- Harikaydın.
- Harikanın da ötesindeydin.
- İnanılmazdın.
- Teşekkürler.
Hadi gidelim.
Vitese taktım.
Ne oluyor...
REBECCA ANNITTO
ANISINA İTHAF EDİLMİŞTİR
İÇİ DE, DIŞI DA GERÇEK BİR GÜZELLİK
Visiontext Altyazıları:
Can Çelik
TURKISH