Tip:
Highlight text to annotate it
X
Yakalanamayacak bazı balıklar vardır.
Diğer balıklardan hızlı veya
güçlü olduklarından değil...
Sadece onlarda diğerlerinde
olmayan bir nitelik vardır.
Canavar, işte böyle bir balıktı.
Ben doğduğumda, o çoktan
bir efsane olmuştu bile.
Yüz dolarlık yemlerden, Alabama'daki
tüm balıklardan daha çok yemişti.
Bazıları bu balığın 60 yıl önce
bu nehirde boğulan...
bir hırsızın hayaleti olduğunu söyler.
Diğerleri de Cretaceous zamanından
kalan bir dinozor olduğu söyler.
Bütün bu yorumlarla ve batıl
inançlarla pek ilgilenmedim.
Bütün bildiğim senin yaşında bir
çocuk olduğum zamanlardan beri...
o balığı yakalamaya çalıştığım.
Ve senin doğduğun gün...
sonunda onu yakaladığım gündü.
Onu yakalamak için
her şeyi denemiştim.
Kurtlar, sahte yemler, fıstık ezmesi,
fıstık ezmesi ve peynir.
Ama o gün bir anda
farkına vardım...
O balık Henry Walls'un hayaletiydiyse
normal yemler işe yaramazdı.
Onun gerçekten istediği bir şeyi
kullanmam gerekecekti.
Parmağını mı?
-Altın!
Yüzüğümü üretilmiş en güçlü
misinaya bağladım...
Sadece bir kaç dakikalığına bile
olsa bir köprüyü taşıyabildiği söylenirdi.
Ve sonra nehirden yukarıya
doğru ilerlemeye başladım.
Yüzük daha suya değmeden
canavar sıçrayıp onu kaptı...
Ve aynı hızla misinadan kurtuldu.
Düştüğüm durumu anlayabilirsin.
Nikah yüzüğüm,
yakında çocuğumun annesi olacak...
karıma duyduğum sadakatin sembolü...
-Sustursana onu.
yakalanamaz bir balığın
midesinde kaybolmuştu.
Peki ne yaptın?
-O balığı takip ettim.
Nehirden yukarı ve aşağı...
Bu balık, Canavar...
biz onu erkek sanıyorduk...
ama aslında dişiydi.
Hamileydi ve her an yumurtlayabilirdi,
zor bir durumda kalmıştım.
Balığın karnını yarıp
nikah yüzüğümü geri alabilirdim...
Ama böyle yaparsam
Ashton Nehri'nde yaşayan...
en zeki Kedi balığını
öldürmüş olurdum.
Oğlumu böyle bir balık yakalama
şansından mahrum etmek ister miydim?
Bu dişi balık ve ben...
Kaderlerimiz birleşmişti.
Aynı denklemin parçalarıydık...
Şimdi sorabilirsiniz...
Sevgilim bu hala senin gecen.
-Madem ki bir hırsızın hayaleti değildi...
Neden altına hızla hü*** etti?
Hem de başka hiçbir şey
ilgisini çekmezken...
O gün öğrendiğim ders buydu.
Oğlumun doğduğu gün...
Bazen yakalanamayacak
bir kadını...
yakalamanın tek yolu...
ona bir nikah yüzüğü sunmaktır.
Ne yani, bir baba oğlundan
bahsedemez mi?
Ben o hikayede bir
dipnotum baba...
Senin büyük maceranın
bağlamıyım.
Ki bu hiç yaşanmadı, doğduğum gün
Wichita'da yeni ürünler satıyordun sen.
Yapma Will! Herkes o
hikayeye bayılır.
Hayır baba sevmiyor.
Artık ben de sevmiyorum o hikayeyi.
Bin kez dinledikten sonra
artık sevmiyorum.
Hikayenin her yerini
biliyorum baba...
ben de en az senin kadar
iyi anlatabilirim.
Hayatında bir gece,
sadece bir gece...
evren Edward Bloom'un
etrafında dönmedi.
Bunu nasıl anlamazsın?
Seni utandırdığım için üzgünüm
Sen kendini utandırıyorsun baba.
Bunun farkında değilsin.
O geceden sonra babamla üç yıl
boyunca bir daha konuşmadım.
Ben United Press International'dan
William Bloom acaba...
Sanırım dolaylı yollardan
iletişim kuruyorduk.
Mektuplarda ve yılbaşı kartlarında,
annem ikisi adına da yazıyordu.
Aradığımda annem babamın ya dışarıda
araba kullandığını ya da yüzdüğünü söylerdi.
Konuşmamamız hakkında hiç konuşmazdık.
Gerçek şu ki babamda bana
benzer hiçbir şey görmüyordum...
ve onun da bende kendini
gördüğünü sanmıyorum.
Birbirlerini çok iyi tanıyan
yabancılar gibiydik.
Babamın hayat hikayesini anlatırken
gerçekleri öykülerden ayırmak güç...
Adamı onu çevreleyen söylenceden...
Yapabileceğim en iyi şey onun
bana anlattığı biçimde anlatmak.
Bu öykünün bazı kısımları mantıksız
ve çoğu olaylar asla olmadı.
Bana yüzüğümü geri ver.
Teşekkürler.
Ama işte bu öyle bir öykü...
Sıradışı hayatının temposu
doğumuyla belirlenmiş.
Diğer insanlarınkinden daha uzun
değil ama daha büyük...
Ve hikayeleri ne kadar
tuhaflaşırsa tuhaflaşsın...
hikayelerin sonları daima en
şaşırtıcı yanları olmuştur.
Alo?
Evet. Evet burada...
Annen arıyor.
Merhaba!
Peki Dr. Bennet ne diyor?
Hayır. Elbette, onunla konuşurum.
Bekliyorum.
Kötü müymüş?
-Daha beter hayatım.
Kemoterapiyi keseceklermiş.
Gitmen gerek.
-Muhtemelen, bu gece...
Ben de geleceğim.
-Yo, yo, yo...
Gerek yok.
-Seninle geleceğim.
Peki hangisi olsun?
Ahırdaki maymun mu
yoksa yoldaki köpek mi?
Cadıyla ilgili olan.
Annen artık onu anlatamayacağımı söyledi.
Sonra kabus görüyorsun.
-Ben korkmuyorum ki.
Ben de korkmuyordum, ama ilk başta.
Hepsi Ashton'ın dışındaki
bir bataklıkta gerçekleşti.
Çocukların bataklığa gitmesi yasaktı
çünkü orada yılanlar, örümcekler...
ve çığlık atmana fırsat bırakmadan
seni yutabilecek balçık vardı.
O gece orada beş kişiydik.
Ben, Ruthie, Wilbur Freely
ve Price kardeşler...
Don ve Zacky.
Ve hiçbirimizin bizi
neyi beklediğinden haberi yoktu.
Belirli büyüklükteki her kasabanın
bir cadısı olduğu düşünülür.
Terbiyesiz çocukları ve arka bahçesine
giren köpek yavrularını yesin diye.
Cadılar bu kemikleri büyü yapmak ve
toprağı verimsizleştirmek için kullanırlardı.
Camdan bir gözü olduğu doğru mu?
Onu çingenelerden aldığını duydum.
Çingene ne demek?
-Senin annen bir çingene.
Senin annen de orospu!
Buralarda bir kadın var,
küfür etmemelisin.
Lanet olsun. -Hass..tir
-S...yim.
Şu feneri kapatsana seni görecek.
Alabama'daki bütün cadılar arasında...
en çok korkulan bir tanesi vardı.
Çünkü mistik güçleri olduğu söylenen
camdan bir gözü vardı.
Eğer direk ona bakarsan
nasıl öleceğini görürmüşsün.
Bu çok saçma.
O gerçek bir cadı bile değil.
O kadar eminsen
neden o gözü almıyorsun?
Onu baş ucu sehpasında sakladığını duydum.
Yoksa çok mu korkuyorsun?
-Şimdi gidip alacağım.
Yap o zaman!
-Peki yapacağım.
Peki yap o zaman.
-Peki yapıyorum işte.
Edward yapma!
Senden sabun yapacak.
Çünkü o hep böyle yapar.
İnsanlardan sabun yapar.
Hanımefendi benim adım
Edward Bloom.
Gözünüzü görmek isteyen
bazı arkadaşlar var.
Gözü aldın mı?
-Getirdim.
Görelim o zaman.
Nasıl öleceğimi gördüm.
Yaşlıydım ve düşüyordum.
Ben hiç de yaşlı değildim.
Ölümü falan düşünüyordum da,
yani nasıl öleceğini görmek...
yani bir yandan eğer
tek düşündüğün ölümse...
hayatın mahvolur.
Ama bir yandan yardımcı da olur.
Olmaz mı?
Yani geri kalan her şeyi
atlatabileceğini bilirsin.
Yani galiba bilmek istiyorum.
Demek böyle öleceğim.
Selam anne.
Bu Dr. Bennet'in arabası mı?
Evet, kendisi yukarıda
babanla beraber.
Peki ya o nasıl?
-Şey...
Tamam ben aldım.
O çok zor biri. Yemek yemiyor
yemediği için de güçsüz düşüyor.
Ve güçsüz düştüğü için de
yemek istemiyor.
Ne kadar vakti kaldı?
Bu konuda konuşma.
Henüz değil...
Will!
Dr. Bennet!
Sizi gördüğüme sevindim.
Karım Josephine.
Memnun oldum.
Yedi aylık mı?
-Hem de tam tamına.
O bir oğlan.
Bunlardan bir tane içirmeye çalış
gerçi içmez ama...
yine de git ve dene.
Baba!
Biraz su mu istiyorsun?
Seni bir sürpriz bekliyor.
-Öyle mi?
Bir çocuğunun olması her şeyi değiştirir.
Altını değiştirmek, gazını çıkartmak,
gece yarısı maması...
Sen bunlardan birini yaptın mı?
-Hayır.
Ama berbat olduğunu duydum.
Yıllarca bu çocuğu bozmaya
yanlış yönlendirmeye...
kafasını saçmalıklarla
doldurmaya çalışırsın...
ama o yine de son derece
sağlıklı biri oluverir.
Sence ben buna hazır mıyım?
Sen en iyisinden ders aldın.
Yarısını iç, anneme hepsini içtiğini
söylerim, herkes mutlu olur.
İnsanların endişelenmesine gerek yok.
Benim vaktim dolmadı.
Ben böyle ölmeyeceğim.
-Gerçekten mi?
Kesinlikle.
O gözde gördüm.
Bataklığın yanındaki kadın mı?
O bir cadıydı.
-Hayır o yaşlı ve muhtemelen de bunaktı.
Ben o gözde ölümü gördüm.
Böyle değildi.
Peki nasıldı?
Bu sürpriz sonu mahvetmek istemem.
Annen bir daha konuşmayacağımızı sanıyordu.
Bak, her şey gayet yolunda.
İkimiz de hikaye anlatıcılarıyız.
Ben benimkini anlatıyorum...
sen seninkini yazıyorsun.
Aynı şey.
Baba ben...
Ben buradayken bazı konuları
konuşabiliriz diye umuyordum.
Yani ben buradayken demek istiyorsun.
Bazı şeylerin...
Bazı şeylerin gerçekte
nasıl olduğunu bilmek istiyorum.
Bazı olayların, hikayelerin.
Senin!
Annen uzun süredir havuzla ilgilenmiyor.
Eğer istersen...
Tamam ilgilenirim.
Temizlik malzemelerinin
nerede olduğunu biliyor musun?
Sen yokken ben yapardım
hatırlar mısın?
Ben pek evde olmazdım Will.
Çok kısıtlayıcı bir şey.
Ve şimdi bu yatağa yapışıp...
ölmeyi beklemek
başıma gelen en korkunç şey.
Ölmeyeceğini söylediğini sanıyordum.
Ben, böyle ölmeyeceğimi söyledim.
Son kısmı oldukça acayip.
Bana bu konuda güven.
Dr. Bennet bir hafta
yataktan çıkamayacağımı söyledi.
Bu hiçbir şey değil. Bir defasında
tam üç yıl yataktan çıkamamıştım.
Su çiçeğine mi yakalanmıştın?
-Keşke öyle olsaydı.
İşin aslı, kimse sorunun ne
olduğunu anlamamıştı.
İnsanlar genellikle
yavaş yavaş büyürler.
Bense acele etmiştim.
Kaslarım ve kemiklerim bedenimin
hırsıyla başa çıkamıyordu.
Ben de sonraki üç yılın büyük
kısmını yatakta geçirdim.
Tek keşif aracım bir
ansiklopediydi.
Gittikçe devleşmeme bir açıklama
bulmaya çalışarak G'lere kadar gelmiştim.
Burada yaygın bir Japon balığı
ile ilgili bir maddeye rastladım.
Küçük bir kapta tutarsanız
Japon balığı küçük kalır.
Alanı geniş olduğunda,
balık iki katı...
...üç katı, hatta dört katı
büyüklüğüne ulaşır.
O zaman düşündüm ki belki de
büyümemin sebebi...
belki de daha büyük bir
şey için varolmamdı.
Neticede dev bir adamın sıradan
bir hayatı olamazdı.
Kemiklerim yetişkin boyutlarına
ulaşır ulaşmaz..
Ashton'da kendime daha büyük bir
yer edinme planıma koyuldum.
Edward Bloom!
Ben Ashton'ın gördüğü
en büyük adamdım.
Ta ki bir gün bir yabancı
ortaya çıkana dek...
Sakin olun! Herkes sakin olsun!
Sakin olun!
Bu kadarı yeter.
-Başkan Bey, bir mısır tarlasını yedi.
Köpeğimizi yedi...
-Eğer onu durdurmayacaksan başkan...
biz durdururuz.
Bu kasabada toplu şiddete
izin veremem.
Kimse onunla konuşmayı denedi mi?
-Onunla konuşmak imkansız.
O bir canavar.
-Ben yaparım.
Ben onunla konuşur, buradan
gitmeye ikna etmeye çalışırım.
Evlat, o yaratık seni hiç çaba
göstermeden ezebilir.
Güvenin bana, çaba göstermek
zorunda kalır.
Merhaba!
İsmim Edward Bloom ve seninle
konuşmak istiyorum.
Git buradan...
Kendini gösterene dek buradan
bir yere ayrılmayacağım.
Sana git buradan dedim.
Kendi sonumu önceden biliyor
olmakla silahlandığımdan...
devin beni öldüremeyeceğini
biliyordum.
Yine de kemiklerimin
kırılmamasını tercih ederdim.
Buraya neden geldin?
Beni ye diye...
Kasaba bir insan kurban etmeye
karar verdi ben de gönüllü oldum.
Kollarım biraz sıska ama
bacaklarımdan iyi yemek olur.
Yani ben bile
onları yemek isterdim.
Yani, bu yüzden...
İşimi çabuk bitirsen iyi olur,
acıya pek katlanamam.
Yapma hadi, geri dönemem ki...
Ben bir kurbanım.
Eğer geri dönersem bir korkak
olduğumu düşünürler.
Korkak olmaktansa akşam
yemeği olmayı tercih ederim.
Al işte...
Elimle başlayabilirsin.
İştah açıcı olur.
Seni yemek istemiyorum.
Hiç kimseyi yemek istemiyorum.
Sadece çok acıkıyorum.
Çok büyüğüm.
Hiç düşündün mü, belki de
sen çok büyük değilsindir.
Sadece bu kasaba çok küçüktür.
Duyduğuma göre yeni kurulan
şehirler öyle büyüklermiş ki...
binaların tepesini göremiyormuşsun.
Gerçekten mi?
-Sana yalan söylemem.
Ve dilediğin kadar
yiyebildiğin büfeler.
Sen çok yemek yiyebilirsin,
öyle değil mi?
Yiyebilirim.
Öyleyse neden vaktini küçük
bir kasabada vakit harcıyorsun?
Sen büyük bir adamsın,
büyük bir şehirde olman gerek.
Sen sadece buradan gitmemi
sağlamaya çalışıyorsun, değil mi?
Senin adın ne, dev?
Karl.
-Benimki de Edward.
Ve işin aslı gitmeni
gerçekten istiyorum Karl.
Ama ben de seninle
gelmek istiyorum.
Bu kasabanın senin için çok
küçük olduğunu mu düşünüyorsun?
Benim hırsıma sahip bir adam
için de çok küçük...
Ne diyorsun?
Bana katılacak mısın?
Tamam.
Tamam.
Şimdi, önce seni şehre
hazırlamamız gerek.
Edward Bloom...
Ashton'un sevgili evladı...
gittiğini görmekten dolayı
çok üzgünüz.
Ama bu şehrin anahtarını
yanına al.
Ve şunu bil ki,
ne zaman dönmek istersen...
kapılarımız sana daima açık olacaktır.
O akşam üzeri, Ashton'dan ayrılırken
herkesin bir tavsiyesi vardı.
Kendine iyi bir kız bul.
Gururunu koru, Edward Bloom!
Ama vereceği tavsiyeyi diğerlerinden
üstün tuttuğum birisi vardı...
Bana dedi ki,
nehirdeki en büyük balık...
o boya asla yakalanmayarak ulaşır.
Ne dedi?
-Boyumu aşar.
Ashton'dan çıkan iki yol vardı.
Biri asfalt kaplı yeni bir yol,
diğeri de asfaltsız eski bir yol.
İnsanlar artık
eski yolu kullanmıyorlardı...
ve hakkında hortlaklı olduğu
söylentisi çıkmıştı.
Ashton'a bir daha asla
dönmeyi düşünmediğim için...
bu yolda ne olduğunu görmek
için iyi bir vakit diye düşündüm.
Bu yoldan giden herhangi
birini tanıyor musun?
Norther Winslow adındaki,
şu şair gitmiş.
Paris'e, Fransa'ya gidiyormuş.
Sanırım oradan hoşlanmış,
kimse bir daha ondan haber alamamış.
Bak ne diyeceğim,
sen bu yoldan git...
ben de bu yoldan gideceğim,
seninle yolun sonunda buluşuruz.
Benden kaçmaya çalışıyorsun,
öyle değil mi?
Al!
Emin olmak istiyorsan,
çantamı alabilirsin.
Seni piç!
Hayır! Hayır!
Öyle bir an gelir ki, mantıklı
bir adam gururunu bir yana bırakıp...
"DİKKAT!
Zıplayan Örümcekler"
korkunç bir hata yaptığını
kabul etmesi gerekir.
Gerçek şu ki...
ben hiçbir zaman
mantıklı bir adam olmadım.
Ve Pazar günleri gittiğim
kilise okulundan anımsadığım...
bir şey ne kadar zorlaşırsa...
sonundaki ödülün de o kadar
büyük olduğuydu.
Dostum!
Hoş geldin.
Adın ne?
Edward Bloom.
Bloom?
Çiçeklerde olduğu gibi mi?
İşte! İşte tam buradasın.
Edward Bloom...
Seni henüz beklemiyorduk.
Beni bekliyor muydunuz?
-Henüz değil.
Kestirmeden gelmiş olmalısın.
Evet, öyle yaptım.
Neredeyse ölecektim.
Hayat insana böyle yapar.
Ve işin aslı uzun yol daha kolaydır.
Ama daha uzundur...
Çok daha uzundur.
-Ama sen şimdi buradasın...
Ve önemli olan da bu.
Burası da neresi?
-Spectre kasabası...
Alabama'nın en iyi saklanan sırrı.
Burada senin Ashton'lı olduğun
yazıyor, doğru mu?
Ashton'dan buraya son gelen
Norther Winslow'du.
Şair mi?
Ona ne oldu?
Hala burada... Sana bir içki
ısmarlayayım.
Sana her şeyi anlatırım.
Hatta o anlatır.
Birisiyle buluşmam gerek ve
çok geç kaldım bile...
Evlat sana bunu söyledim,
sen erken geldin...
Söyle bakalım, bu yediğin en
güzel turta değil mi?
Gerçekten de öyle...
Burada her şey daha lezzetlidir,
su bile daha tatlıdır.
Asla çok sıcak olmaz,
ya da çok soğuk...
ya da çok rutubetli...
Ve geceleri rüzgarın ağaçların arasında
esişinin sadece senin için çalınan...
bir senfoni olduğuna
yemin edebilirsin.
Hey! Jenny!
Geri dön!
Jenny!
Hey! Onlara ihtiyacım var.
Kasabadan daha yumuşak,
yoktur başka toprak...
Güzel uyak oldu.
-O bizim şairimiz.
Hadi gel!
Öğleden sonrayı onlarla
geçirmeyi kabul ettim.
Bir yerin nasıl olup da hem bu kadar
yabancı hem de çok tanıdık...
bir his uyandırdığını
anlamak için.
On iki yıldır bu şiir
üzerinde çalışıyorum.
Gerçekten mi?
Beklentiler çok yüksek...
Arkadaşlarımı hayal kırıklığına
uğratmak istemiyorum.
Bakabilir miyim?
Çayırlar öyle yeşil, gökyüzü
öyle mavi, Spectre harika bir yer...
Sadece üç dize var...
İşte bu yüzden asla bitmemiş
bir işi göstermemelisin!
Yakaladım!
Orada sülükler var.
Oradaki kadını gördün mü?
Neye benziyordu?
O şey...
-Çıplak mıydı?
Evet, çıplaktı.
O bir kadın değil,
bir balık.
Daha önce kimse onu yakalayamadı.
Balıklar farklı insanlara
farklı biçimlerde görünürler.
Babam kendisine çocukken sahibi
olduğu marsık köpek şeklinde...
gözüktüğünü söylemişti.
Sanki yeniden canlanmış gibi...
Lanet olsun!
Kaç yaşındasın?
-18.
Ben de sekiz yaşındayım.
Yani ben 18 olduğumda...
sen 28 olacaksın.
Ve ben 28 olduğumda...
sen sadece 38 yaşında olacaksın.
Aritmetiğin oldukça iyi.
Ve ben 38 yaşındayken
sen 48 olacaksın.
Ve bu pek de büyü
bir fark etmez.
Ama şimdi çok büyük fark,
öyle değil mi?
Güller kırmızıdır...
Menekşeler mavi...
Spectre'yi seviyorum.
Jenny senin büyük bir balık olduğunu
düşünüyor, hepimiz öyle düşünüyoruz.
Ne?
-Büyük balık olduğunu söyledim.
Gitmem gerek.
Bu gece...
Neden?
Bu kasaba herkesin
hayallerini süsler.
Ve sonunda buraya geleceksem,
kendimi şanslı sayarım.
Ama gerçek şu ki henüz
hiçbir yere yerleşmeye hazır değilim.
Ama bugüne kadar kimse
buradan ayrılmadı.
Ayakkabıların olmadan nasıl gideceksin?
Sanırım canım yanacak,
hem de çok...
Üzgünüm, ama...
Hoşçakalın!
Buradan daha iyi bir yer
bulamazsın.
Bulmayı ummuyorum.
Geri döneceğine söz ver.
Söz veriyorum.
Bir gün...
gerçekten gelmem gerektiğinde.
O geceden iki sonuç çıkardım.
Birincisi, karanlık tehlikeli bir yolu
daha da tehlikeli kılar.
İkincisi, geri dönülemez bir biçimde
ve umutsuzca kaybolmuştum.
Bu ağaçlar
benim mezarlığım olacaktı.
Spectre'ye varmak
ne kadar zorduysa...
en sonunda oraya
varmak kaderimdi.
Neticede hiç kimse hayatının
sonundan kaçamazdı.
Sonra bir anda farkına vardım...
Hayatımın sonu bu değildi.
Ben böyle ölmeyeceğim.
Arkadaşım!
Ayakkabılarına ne oldu?
Benden önde gittiklerini
söyleyebiliriz.
Gördünüz mü bilmiyorum
ama Newsweek'in son sayısında...
Josephine'in bazı fotoğrafları
yayınlandı.
Öyle mi?
Bu harika!
Bu hikaye için iki hafta
Fas'ta kaldım.
İnanılmazdı.
Dergiden bir tane almalıyız.
Bundan haberin var mı bilmem,
Josephine...
Afrika papağanları, Congo'daki
anavatanlarında...
sadece Fransızca konuşurlar.
Gerçekten mi?
Ağızlarından dört İngilizce
kelime çıkmaz.
Ama Orman'da yürüyecek olsan...
en güzel Fransızcayı
konuştuklarını duyarsın.
Bu papağanlar her şeyden
bahsederler; politika...
sinema, moda...
her şeyden, din hariç.
Neden dinden bahsetmezler, baba?
Dinden bahsetmek kabalık sayılır,
kimi gücendireceğin belli olmaz.
Josephine geçen yıl Kongo'ya gitti.
Öyleyse bunu biliyorsundur.
Merhaba!
-Selam!
Kendini nasıl hissediyorsun?
Rüya görüyordum.
Rüyanda ne görüyordun?
Genellikle hatırlamam...
tabi kötü bir şeyin
habercisi değillerse.
Bunun ne anlama geldiğini
biliyor musun?
Bu gerçekten olacak bir
şeyin rüyasını görmektir.
Bir gece...
rüyamda bir karga gördüm...
ve "teyzen ölecek" dedi.
Öyle korkmuştum ki...
annemle babamı uyandırdım
ama onlar sadece rüya gördüğümü...
ve yatağa geri dönmemi söylediler.
Ama ertesi sabah teyzem
Stacy ölmüştü.
Bu korkunç...
Onun için korkunçtu,
bir de beni düşün.
Öyle bir gücü olan
küçük bir çocuk...
Üç hafta geçmemişti ki rüyamda
kargayı tekrar gördüm...
bana "baban ölecek" dedi.
Ne yapacağımı bilemiyordum.
Sonunda bunu babama söyledim.
Ama o boş ver dedi...
endişelenecek bir şey olmadığını
söyledi ama sarsıldığını görebiliyordum.
Ertesi gün kendisinde değildi...
etrafına bakıp duruyordu, kafasına
bir şey düşecek diye bekliyordu.
Karga nasıl olacağını söylememişti...
sadece o kelimeler çıkmıştı ağzından
"Baban ölecek."
O gün evden erken ayrıldı
ve bir türlü geri dönmedi.
Sonunda geri döndüğünde
berbat durumdaydı...
sanki bütün gün baltanın
düşmesini beklemiş gibi...
Anneme dedi ki, "hayatımın
en berbat gününü geçirdim."
"Kötü bir gün geçirdiğini mi
sanıyorsun" dedi annem.
Bu sabah sütçü verandada
düşüp öldü.
Çünkü annem sütçüyle yatıyordu.
Bir fotoğrafını çekebilir miyim?
Fotoğrafa ihtiyacın yok...
sözlükte "yakışıklı" kelimesine bak.
Lütfen...
Pekala...
Size göstermek istediğim düğün
resimleri var.
Sizin babamla çekilmiş
harika bir fotoğrafınız var.
Sizin düğününüzün fotoğraflarını
görmek isterdim.
Hiçbirini görmedim.
Çünkü düzgün bir düğünümüz
olmadı bizim.
Kayın validenin benimle
asla evlenmemesi gerekiyordu.
Bir başkasıyla nişanlıydı.
Bunu bilmiyordum.
-Will sana anlatmadı mı?
Belki de daha iyi olmuştur.
Zaten yanlış anlatırdı.
Sadece gerçekleri anlatır,
hiç tat katmazdı.
Demek ki bu uzun bir öykü.
Kısa olmadığı kesin.
Spectre'den yeni ayrılmıştım
ve kaderimi bulma yolunda ilerliyordum.
Bunun tam olarak ne
olacağını bilmiyordum.
Karşıma çıkan her fırsatı
değerlendiriyordum.
İşte buradalar!
Bayanlar! Baylar!
Sıradışı şeyler gördüğünüzü
düşünebilirsiniz...
Tuhaf şeyler gördüğünüzü
sanabilirsiniz...
Ama ben dünyanın beş
kıtasını da gezdim...
Ve size bir şey söyleyeyim mi...
Bunun gibi bir şeye
hiçbir yerde rastlamadım.
Bu adamla tanıştığımda Florida'da
portakal topluyordu.
Birlikte çalıştığı işçiler ona
"El Panumbra" diyorlardı.
Gölge!
Çünkü yanında çalıştığınızda...
gün ışığını kesiyordu.
Sizi korkutmak istemem Bayan...
Ama bu adam istese...
kafanızı parmakları arasında
ezebilirdi.
Sanki küçük bir cevizmiş gibi.
Ama böyle bir şey yapmaz.
Hayır!
Hayır, bayanlar ve baylar...
ona zarar vermez.
Çünkü o bizim
yumuşak kalpli devimiz.
Bayanlar ve baylar...
İşte karşınızda "Colossus."
Bayanlar baylar,
kızlar ve oğlanlar...
geldiğiniz için teşekkürler.
Sağlıcakla kalın millet.
Geldiğiniz için teşekkürler.
Karl o gece kaderiyle karşı karşıya geldi.
Ben de benimkiyle.
Yani neredeyse.
Hayatının aşkıyla karşılaştığında
zamanın durduğunu söylerler.
Ve bu doğru.
Ama söylemedikleri bir şey var.
Zaman tekrar başladığında...
arayı kapatmak için çok daha hızlı
hareket eder.
Senin adın ne?
Adım Karl.
Karl!
Söyle bana Karl hiç gönülsüz kölelik
diye bir şey duydun mu?
Hayır.
-Bilinçsizce imzalanmış anlaşma?
Hayır.
-Harika.
Al bakalım.
Bay Islakgöt.
Söyle arkanızı dönün ki
sırtında imzalayabilsin.
Teşekkürler.
Hey evlat! Arkadaşın şimdi
kendini bir yıldız yaptı.
Bu çok iyi.
Avukatım bay Islakgöt.
-Memnun oldum.
Tanıştığımıza memnun oldum.
Sorun nedir evlat? Hiç bu kadar
baskı altında bir müşteri görmemiştim...
Filin çiftçinin karısının üstüne
oturmasından beri.
Baskı altında!
Gördün mü büyük çocuk beğendi.
Biraz önce evleneceğim
kadını gördüm, biliyorum.
Ama onu kaybettim.
Zor bir durum.
Bir sürü erkek karılarını kaybetmeden
evlenmek zorundadır.
Hayatımın geri kalan her anını
onu arayarak geçireceğim.
Ya bulurum ya da tek başıma ölürüm.
Kahretsin evlat!
Dur tahmin edeyim,
çok güzel...
kızıl, sarı saçlı...
mavi elbiseli.
Evet!
Onun amcasını tanıyorum.
Ailenin bir arkadaşı.
Kim o?
Nerede yaşıyor?
Unut bunu evlat. Vaktini harcama
sen onun kalemin değilsin.
Ne demek istiyorsun?
Beni tanımıyorsun bile.
Tabii ki tanıyorum.
Hödükköy'de de çok popüler biriydin.
Ama burada, gerçek dünyada
bücürün tekisin.
Bir planın yok, işin yok. Üstündeki
kıyafetler dışında hiçbir şeyin yok.
İçi kıyafet dolu bir sırt çantam var.
Biri sırt çantamı çalmış!
Evlat sen küçük bir göldeki
büyük bir balıktın. Ama burası okyanus.
Ve sen boğuluyorsun!
Tavsiyemi dinle Gölcükköye dön.
Orada daha mutlu olursun.
Palnım olmadığını söylüyorsun ama var.
O kızı bulup onunla evleneceğim.
Ve hayatımı onunla geçireceğim.
İşim yok ama
sen verirsen bir tane olur.
Hiçbir şeyim olmayabilir...
ama senin görebileceğin her adamdan
daha azimli bir adamım ben.
Pardon evlat ama
hayırsever biri değilim ben.
Haydi koca adam.
Dinle senin için gece gündüz çalışırım.
Ve bana para ödemene gerek yok.
Bana sadece onun
kim olduğunu söylesen yeter.
Benim için çalıştığın her ay
sana onunla ilgili bir şey söylerim.
Bu son teklifim.
Haydi başlayalım.
O andan sonra bay Colloway'ın
dediği her şeyi yaptım.
Yemek arası bile vermeden üç gün...
ve uyumadan dört gün çalıştım.
Devam etmemi sağlayan tek şey
karım olacak kadınla karşılaşacak olmamdı.
Birbirimizden ayrılmayacağız,
böyle devam edecek.
Hep böyleydi bundan
sonra da böyle olacak.
Bay Colloway efendim!
Bu gün bir ay oldu efendim.
Bu kız, hayatının aşkı...
onun en sevdiği çiçek nergis.
Yani...
Nergis!
Nergis!
Nergis!
Söz verdiği gibi...
Amos her ay bana rüyalarımın
kadınıyla ilgili yeni bir şey söyledi.
Üniversiteye gidiyor.
-Üniversite!
Üniversiteye gidiyor.
Müzik sever.
-Müzik! O müzik sever.
Aylar boyunca evleneceğim
kadın hakkında çok şey öğrenmiştim.
Ama ne adını ne de
onu nerde bulacağımı...
Sonunda zamanı gelmişti,
daha fazla bekleyemeyecektim.
Bay Calloway!
Ben Edward Bloom!
Sizinle konuşmam lazım.
Bay Calloway!
Hayır! Lütfen!
O gece keşfettim ki kötü
ya da şeytani sandığınız çoğu şey...
sadece yalnızlık çekiyordur...
Ve sosyal inceliklerden haberdar
değildir.
Kimseyi öldürmedim, değil mi?
Bir kaç tavşan...
ama galiba bir tanesi
zaten ölüydü.
Şimdi neden hazımsızlık
çektiğimi anladım.
Sağol.
Hakkında yanılmışım evlat,
çok şeye sahip olmayabilirsin...
Ama sahip olduğun şeyden
fazlasıyla var sende.
İstediğin her kızı elde edebilirsin.
Benim istediğim tek bir kız var.
Onun adı...
Sandra Templeton.
Auburn'e gidiyor.
Sömestr neredeyse bitecek.
Acele etsen iyi olur.
Teşekkür ederim, teşekkürler!
İyi şanslar evlat.
-Teşekkürler, efendim!
Günaydın!
Hoşçakalın!
Herkese hoşçakalın dedikten sonra
üç trene binmem gerekti.
O öğleden sonra
Auburn'e vardım.
Beni tanımıyorsun.
İsmim Edward Bloom.
Ve seni seviyorum.
Son üç yılı senin kim olduğunu
öğrenmeye çalışarak geçirdim.
Bir kaç kez vuruldum, bıçaklandım
ve ezildim...
iki kere kaburgalarım kırıldı.
ama hepsine değdi,
seni şimdi burada görmek...
ve sonunda seninle konuşabilmek.
Çünkü seninle evlenmek
benim kaderim.
Bunu seni sirkte ilk gördüğümde
anlamıştım ve şimdi daha da eminim.
Üzgünüm...
-Benden özür dilemen gerekmiyor...
bugün görebileceğin en şanslı
insan benim.
Hayır, üzgünüm ben nişanlıyım.
Ama yanılıyorsun,
ben seni tanıyorum.
En azından hakkında
söylenenleri biliyorum.
Ashton'dan gelen Edward Bloom.
Aslına bakarsan ben Ashton'lı
bir çocukla nişanlıyım.
Don Price'la...
Senden bir kaç yaş daha büyük.
Öyleyse...
Tebrik ederim.
Seni rahatsız ettiğim
için üzgünüm.
Kesin şunu
hiç komik değil.
Zavallı çocuk.
Kader acımasız bir biçimde
etrafınızda halkalar çizer.
Ashton'dan ayrılmak için bu
kadar uğraştıktan sonra...
sevdiğim kız oranın en büyük
sersemlerinden biriyle nişanlanmıştı.
Bir adamın savaşması gereken
zamanlar vardır..
ve kaderinde olanı kaybettiğini
kabul etmesi gereken zamanlar.
Geminin limandan ayrıldığını ve
sadece aptalların devam edeceğini...
Gerçek şu ki ben
hep bir aptaldım...
Sandra Templeton, seni seviyorum
ve seninle evleneceğim.
Görebileceğiniz gibi bu kuralları
gündelik hayatımıza uygularsak...
arz ve talep ilişkisi
daha anlamlı gelecektir.
Bir sonraki grafiğe bakarsak,
bunun etkisini daha iyi görebiliriz.
Nergisler...
-En sevdiğin çiçekler...
Bu kadar çoğunu nereden buldun?
Beş eyaletteki herkesi aradım...
onlara karımın benimle evlenmesini
sağlamanın tek yolu bu dedim.
Beni tanımıyorsun bile.
Seni tanımak için önümde
koca bir hayat var.
Sandra!
Bu Don!
Onu incitmeyeceğine söz ver.
Eğer istediğin buysa
sana söz veriyorum.
Bloom!
-Don!
Ne yapıyorsun sen?
O benim kız arkadaşım.
Benim.
Herhangi birine ait olduğunun
farkında değildim.
Sorun ne?
Dövüşmekten korkuyor musun?
Dövüşmeyeceğime söz verdim.
Kes şunu!
Don! Dur!
Ben hayatımın dayağını yedim ama
bu Don'un sonu oldu.
Fiziksel aktivite doğuştan gelen
bir kapakçık problemini kötüleştirmişti.
Basit kelimelerle söylersek,
kalbi yeterince güçlü değildi.
Don, seninle asla evlenmem.
Ne?
Yani bu herifi seviyor musun?
O neredeyse bir yabancı
yine de onu sana tercih ederim.
Sandra, önceden ayarlanan
günde kilisedeydi...
sadece damat değişmişti.
Bir kilisede evlenmediğinizi
söyledin sanıyordum.
Aslında evlenmeye hazırlanıyorduk
ama bir sorun çıktı...
Seni susatan aldığın ilaçlar mı?
Gerçek şu ki ben hayatım boyunca
hep susamıştım...
hiçbir zaman sebebini bilemedim.
Bir keresinde on bir yaşındayken...
-Düğününüzden bahsediyordun...
Unutmadım. Sadece ona teğet
geçen bir hikayeyi düşünüyordum.
Çoğu adam bir hikayeyi
baştan sona sırayla anlatır.
Karmaşık olmaz ama ilgi
çekici de olmaz.
Hikayelerini seviyorum.
Ben de seni seviyorum.
Şimdi... Bir sirkte çalıştığında
sabit bir adresin olmaz.
Üç yılın sonunda elime ulaşmamış
pek çok mektup birikmişti.
Hastanede geçirdiğim dört hafta
içinde postacı nihayet beni buldu.
Görünüşe göre kalbim Sandra'ya aitken...
vücudumun geri kalan
Amerikan Hükümetine aitti.
O zamanlar orduda görev süresi
üç yıla kadar çıkabiliyordu.
Sadece Sandra ile tanışmak için
zaten üç yıl beklemişken...
ondan bu kadar süre
uzak kalamayacağımı biliyordum.
Ben de her tür tehlikeli görevi...
bu süreyi bir yıldan aza
indirmek umuduyla kabul ettim.
Lon Kai Teng santralinin planlarını çalma
görevi teklif edildiğinde...
ülkeme hizmet etme fırsatını kaçırmadım.
Haydi, haydi!
Nasıl gireceğin yeri kaçırırsın?
Orada yalnız bir aptal gibi
görünmeme sebep oldun.
Yalnız değildin.
Sen ne kimsin?
Size zarar vermeyeceğim.
Tabi ki vermeyeceksin.
Nöbetçi!
Adamlarına bizi rahatsız etmemelerini söyle!
Ve o perdeyi kapat!
Lütfen, yardımınıza ihtiyacım var.
Sana yardım edeceğimizi nereden çıkardın?
Sonraki bir saat boyunca
Sandra Kay Templeton'a olan aşkımı açıkladım.
Ve beni onların karşısına getiren
zorlu vazifeyi.
Her zaman olduğu gibi bu
benim kurtuluşumdu. Böyle olması kaderimdi.
Beraberce ayrıntılı bir
kaçış planı hazırladık.
Planda bir balina gemisiyle Rusya'ya,
oradan bir mavnayla Küba'ya...
ve küçük bir kanoyla Miami'ye geçmek vardı.
Hepimiz tehlikeli olacağını biliyorduk.
Peki Amerika'ya vardığımızda ne yapacağız?
Size iş ayarlayabilirim. Şov dünyasının
en büyük adamını tanıyorum.
Bob Hope mu?
Daha da büyük.
Hazır mısınız?
Böylece ikizlerle zorlu seyahatimize başladık.
Dünyanın yarısını kat ettik.
Maalesef Amerika'ya
mesaj göndermenin yolu yoktu.
Yani ordunun ölü olduğuma
inanmış olması şaşırtıcı değildi.
Dört ay sonra Sandra
en kötü kabusları atlatmıştı.
Telefon çaldığında arayanın
ben olduğumu düşünmedi bile.
Araba geçerken kalkıp,
pencereyi de kontrol etmedi.
Dün gece babanla konuştum.
Annenle babanın nasıl tanıştıklarını
hiç anlatmamıştın.
Auburn'de tanışmışlar.
Peki ya detaylar?
Nasıl aşık oldukları,
sirk, savaş...
Bana bunların hiçbirini anlatmadın.
Çünkü bunların çoğu hiç olmadı.
Ama çok romantikler.
Bir Fransız kadınla romantizmi
tartışmamak gerektiğini bilirim ben.
Babanı seviyor musun?
Herkes babamı sever.
O sevilesi bir adamdır...
Sen onu seviyor musun?
Anlaman gerek. Ben büyürken yanımda
olduğundan daha çok uzaktaydı.
Başka bir yerde ikinci bir hayatı
olabileceğini düşünmeye başladım.
Başka bir aile, başka bir ev,
bizi bırakıp onlara gidiyor...
Ya da daha kötüsü...
belki de ikinci bir aile yoktu,
belki asla bir aile istememişti.
Her ne olursa olsun bu ikinci
hayatını daha çok seviyordu...
ve hikayeler anlatmasının sebebi
bu sıkıcı yere katlanamamasıydı.
Ama bu doğru değil.
Doğru olan ne?
Bana tek bir doğru şey anlatmadı.
Baksana...
Ondan niye hoşlandığını biliyorum.
Herkesin ondan
niye hoşlandığını biliyorum.
Ama bana delirmediğimi
söylemene ihtiyacım var.
Deli değilsin.
Ve bence onunla konuşmalısın.
Size anlatmış mıydım?
-Evet.
Akçaağaç ve Buick hikayesini,
dinlemiştik.
Dinlememiş birini biliyorum.
Ağaç arabanın üstüne devrilmiş
ve şerbeti arabaya bulaşmış...
Bu da sinekleri cezp etmiş,
arabaya yapışmışlar...
ve sonunda arabayla birlikte
uçup gitmişler.
Ama gerçek hikaye,
arabayı nasıl aldığımdı.
Şimdi... -Baba!
-Oğlum!
Konuşabilir miyiz?
Sanırım ben bulaşıklara
başlasam iyi olacak.
Sana yardım edeyim.
Buzdağlarını bilirsin değil mi baba?
-Bilmez miyim?
Bir keresinde
bir buzdağı görmüştüm.
İçme suyu yapmak için
Texas'a götürüyorlardı.
Ama içinde donmuş bir fil
olduğunun farkında değillerdi.
Yünlü olan türden...
Bir mamut...
Baba!
-Ne var?
Benim sözlerim bir metafordu...
Öyleyse soruyla başlamamalıydın çünkü
insanlar soruları yanıtlamak isterler.
Şöyle başlamalıydın "Buzdağının
özelliği şudur..."
Buzdağının özelliği sadece
%10'unu görebilmendir...
kalan %90'ı suyun altında
göremeyeceğin bir yerdedir.
İşte...
Seninle ilgili sorun da bu baba.
Sadece küçük bir parçanı
görüyorum...
suyun üzerinde kalan.
Ne yani, burnumdan aşağısını
görmüyor musun? Ya da çenemden?
Baba kim olduğun hakkında
hiçbir fikrim yok...
Çünkü bana asla tek bir
gerçek olay anlatmadın.
Sana binlerce gerçek anlattım
Will, ben bunu yaparım...
Hikayeler anlatırım.
Sen yalan söylüyorsun baba,
ilginç yalanlar anlatıyorsun.
Hikayeler beş yaşındaki
çocukları uykuya yatırırken anlatılır.
Bunlar oğlun 10, 15, 20 ya da 30
yaşındayken de anlatmayı sürdürdüğün...
ayrıntılı mitolojik öyküler değildir.
Ve...
Ben sana inanmıştım.
Hikayelerine gerekenden çok daha
uzun süre inandım.
Tabi sonra anlattığın her şeyin
imkansız olduğunu fark ettiğimde...
sana güvendiğim için
kendimi aptal gibi hissettim.
Sen Noel Baba'yla Paskalya
tavşanının birleşimi gibiydin.
Aynı ölçüde etkileyici ve
aynı ölçüde sahte...
Benim sahte olduğumu mu
düşünüyorsun?
Sadece yüzeyde baba,
ama ben bir tek bunu gördüm.
Bak!
Yakında benim de...
kendi çocuğum doğacak.
Ve eğer bütün hayatını beni
anlamadan geçirirse çok üzülürüm.
Demek bu seni öldürür, ha?
Ne istiyorsun Will?
Kim olmamı istiyorsun?
Kendin olmanı. İyi, kötü, her neyse
sadece bir kez kim olduğunu göster.
Ben doğduğum günden beri
sadece kendim oldum.
Ve eğer bunu göremiyorsan bu
senin hatandır, benim değil.
Baban bir ofise ihtiyacı olduğuna
karar verdi.
Tabi evde bulunması
uygun olmazdı.
Sen neyin önemli olduğunu
benden iyi bilirsin.
Nedir o?
Savaş sırasında baban kaybolmuştu,
onun öldüğünü sanmışlardı.
Bu gerçekten oldu mu?
Babanın her anlattığı tamamen
uydurma değil.
Gidip ona bir bakacağım.
Benim biraz uzanmam gerek.
Tamam, git hadi.
Savaştan sonra Alabama'nın evlatları
yuvaya dönüp iş aradılar.
Hepsi benden daha avantajlıydı,
çünkü onlar yaşıyorlardı.
Ben resmen ölüyken
onlar hayattaydılar.
Seçeneklerim kısıtlı olduğundan
gezgin satıcı olarak işe girdim.
Bu bana uygundu.
Edward Bloom'la ilgili söylenebilecek
bir şey varsa...
o da sosyal bir tip olduğumdur.
Tebrik ederim.
-Teşekkürler, efendim.
Her seferinde haftalarca süren
yolculuklara çıkardım.
Ama her iki haftada bir Cumaları,
kazandığım bütün parayı...
düzgün bir ev almak için açtırdığımız
bir banka hesabına yatırırdım.
Beyaz ahşap çitleri olacaktı.
Bir süre sonra yeni ürünler
ve yeni şehirler eklendi, ta ki...
gezdiğim bölge Sahil şeridinden
Texas'a varana dek.
Edward!
Edward Bloom!
Benim Norther Winslow.
-Buna inanamıyorum!
Texas'ın dışında,
Ashton ve Spectre'nin...
en büyük şairiyle karşılaştığıma
çok şaşırmıştım.
Bilmeni isterim ki Spectre'den ayrılman...
benim gözlerimi açtı. Dışarıda
yaşamadığım koca bir hayat vardı.
Ben de seyahat ettim.
Fransa'yı gördüm. Afrika'yı
Güney Amerika'nın yarısını...
Her gün yeni bir macera.
Benim sloganım bu.
Bu çok iyi North
senin adına sevindim.
Peki şimdi ne yapıyorsun?
Burayı soyuyorum!
Pekala, herkes yere yatsın!
Hey!
Onu bu tarafa kaydır.
Şunu alır mısın lütfen?
Ne?
Al şunu!
Ben para çekmecelerini temizleyeceğim
şuradaki arkadaşım da...
kasayı halledecek!
Hey sen!
Arkadaşıma yardım et, tamam mı?
Gidelim!
Üzgünüm bayan, ben...
gerçekten kimsenin
canının yanmasını istemiyorum.
Konu bu değil.
Sadece...
burada hiç para yok!
Tamamıyla iflas ettik!
Sakın kimseye söyleme!
Görünüşe göre tasarruf ve krediler
çoktan soyulmuştu.
Hem de silahlı haydutlar tarafından değil...
Texas emlak piyasası
spekülatörleri tarafından.
Gidelim!
Norther!
Burada 400 $'a yakın para olmalı!
Ve bu sadece çekmelerden çıkanı.
Haydi senin kasadan ne aldığına bakalım.
Hepsi bu mu?
Bütün kasadan çıkan bu mu?
Korkarım öyle.
Edward üstünde senin hesap makbuzun var.
Elin boş gitmeni istemedim.
Bak, bilmen gereken bir şey var.
Tasarruf ve kredilerin...
Norther'a Texas'daki petrol
parasının acayipliklerini...
ve bunun emlak piyasasına
etkilerini anlattım.
Mutemet işlemlerinin
uygun yapılmamasının...
tasarruf ve kredileri nasıl
korumasız hale getirdiğini de.
Bunları duyduktan sonra Norther
tek bir sonuca varabilirdi.
Ben Wall Street'e gitmeliyim.
Bütün para orada.
O andan sonra
benim suç günlerim biterken...
Edward yardımın için sağ ol.
...Nother'ınkiler daha yeni başlıyordu.
Norther ilk milyon dolarını kazandığında
bana 10bin$'lık bir çek yolladı.
Ben karşı çıktım ama o bunun...
kariyer danışmanlığı
ücretim olduğunu söyledi.
Karıma düzgün bir ev almak
için yeterliydi. Beyaz çitli bir ev.
Bu bir erkeğin isteyebileceği
zenginliklerin hepsi demekti.
Çok kurumuştum.
Görüyorum.
Sanırım sana...
şu bitki spreylerinden almalıyız.
Eğrelti otuymuşsun gibi sana sıkarız.
Yapma.
Ben hiç kuruyacağımı sanmıyorum.
Siz devam edin..
Merhaba.
Jennifer Hill siz misiniz?
Evet benim.
Sen de Will'sin.
Senin bir resmini görmüştüm.
Oradan tanıdım.
Kenny neden bu gün
dersi iptal etmiyoruz?
Haftaya tekrar yaparız.
Parayı anneme vermek zorunda mıyım?
Sen söylemezsen ben de söylemem.
Babamı nereden tanıyordunuz?
Burası onun satış rotasının üzerindeydi.
Yani buraya çok sık gelirdi.
Kasabadaki herkes onu tanırdı.
Onunla bir ilişkiniz var mıydı?
Çat diye söyleyiverdiniz!
Ben bir yarım saat daha boş boş
konuşuruz diye düşünmüştüm.
Onu kadınlarla görmüştüm.
Çok flört ederdi.
Hep etmiştir.
Ve bazı durumlarda...
annemi aldattığını düşünürdüm.
Ama hiç kanıtım olmadı.
Size bir soru sorabilir miyim?
Bu kadar merak ediyorduysanız
neden gidip Eddie'ye sormadınız?
Çünkü o ölüyor.
Bunların ne kadarını
bilmek istiyorsun bilmiyorum...
ama senin zaten kafanda
babanla ilgili bir görüntü var...
benim bunu değiştirmem yanlış.
Özellik de oyunun sonuna
bu kadar gelmişken.
Babam hiç yapmadığı
bir sürü şey anlattı...
eminim ki yapıp hiç anlatmadığı
bir çok şey vardır.
Ben sadece bu ikisini
birleştirmek istiyorum.
Anlaman gereken ilk şey...
babanın en son olarak buraya
gelmeyi hiç istemediğidir.
Ama yine de geldi.
İki kez.
İlkinde erken gelmişti.
İkincisinde geç kalmıştı.
O günlerde baban serbest çalışıyordu.
Edward Bloom ile ilgili söylenebilecek
bir şey varsa o da...
onun sosyal bir insan olduğu
ve insanların onu sevdiğidir.
Bir gece
üç haftalık bir işten dönerken...
daha önce gördüklerine hiç benzemeyen,
bir fırtınaya yakalandı.
Kader dönüp dolaşıp bu adamı bulurdu.
Hem de hep sürpriz yaparak.
Bir erkek olayları hayatının değişik
dönemlerinde değişik biçimde görür.
Artık yaşlı olduğu için bu kasaba
gözüne aynı biçimde gözükmüyordu.
Yeni bir yol dış dünyayı
Spectra'ya getirmişti.
Ve beraberinde bankaları,
ipotekleri ve borçları...
Nereye bakarsan bak
iflas etmiş insanları görürdün.
Bu günkü açık arttırma Spectra'nın
caddeleri, arazileri binaları için.
Açılış fiyatı 10 bin dolar...
Ve Edward Bloom kasabayı
satın almaya karar verdi.
50 bin dolar!
O hiçbir zaman çok zengin bir adam olmamıştı.
Ama başka insanları zengin yapmıştı.
Şimdi de onlardan
iyilik yapmalarını istiyordu.
Bir çoğu Spectra'yı hiç görmemişti.
Ve sadece Edward'ın
anlattıklarından tanıyorlardı.
Tek ihtiyaçları olan da buydu.
Onlara bir rüya satmıştı.
Böylece ilk önce çiftlikleri aldı.
Sonra evleri...
sonra da dükkanları.
Satın aldığı yerlerdeki insanlardan
oralardan çıkmalarını, kira ödemelerini...
veya başka bir şey yapmalarını
hiç istemedi.
Onlardan sadece daha önce ne yapıyorlarsa
onu yapmaya devam etmeleri istendi.
Böylece kasabanın hiçbir zaman
ölmeyeceğinde emin olabilirdi.
Altı ay içinde kurduğu fon
bütün kasabayı satın almıştı.
Ama bir istisna vardı.
Sen Edward Bloom olmalısın.
Nereden bildiniz?
Eğer bir işleri yoksa
kimse buraya gelmez.
Senden başka da kimsenin
benimle bir işi yok.
Sen kasabayı satın alıyorsun.
Ama anlaşılan burayı atlamışım
ve bunu halletmek istiyorum.
Kasabanın korunması için fonun
bütün kasabaya sahip olması gerekiyor.
Ben de öyle duydum.
Size değerinden fazlasını teklif edeceğim
ve tabii ki çıkmanıza gerek yok.
Tapudaki isim hariç hiçbir şey değişmeyecek
bana inanabilirsiniz.
Bakalım doğru anlamış mıyım.
Siz burayı benden satın alacaksınız
ama ben içinde yaşamaya devam edeceğim,
Eve siz sahip olacaksınız
ama hala benim olacak...
Ben burada olacağım ve siz de
istediğiniz gibi gidip geleceksiniz.
Doğru anlamış mıyım?
Bir sürü anlamda evet.
Öyleyse sanmıyorum bay Bloom.
Eğer bir şey değişmeyecekse,
her şeyin bunca zamandır...
değişmediği gibi kalmasını tercih ederim.
Hiçbir şey kaybetmiyorsunuz ki,
kasabadaki herkese sorabilirisiniz.
Burayı neden almak istiyorsunuz bay Bloom?
Bir çeşit orta yaş krizi falan mı?
Üstü açık bir araba yerine
bir kasaba mı satın alıyorsunuz?
İnsanlara yardım etmek
beni mutlu ediyor.
Mutlu olmanız gerektiğinize
pek inanmıyorum.
Pardon, sizi gücendirdim mi?
-Hayır.
Tam söz verdiğinizi yaptınız.
Geri geldiniz.
Sadece sizi daha erken bekliyordum.
Sen Beaman'n kızısın.
Ama soyadınız değişmiş,
siz evlendiniz mi?
Ben 18 yaşındaydım,
O 28.
Ortaya çıktı ki
bu büyük bir farklılıkmış.
Size bu evi satmayacağım bay Bloom.
Anlıyorum.
Zaman ayırdığınız için teşekkürler.
Sıkışmış!
-Evet.
Çok özür dilerim.
Önemli değil.
Bırakın.
Hayır.
-Lütfen! Gidin!
Ama...
-Gidin!
Bu durumdaki bir çok erkek
başarısızlığı kabul edip devam ederdi.
Ama Edward
diğer erkekler gibi değildi.
İkisinin de tamamen değişik
karakterleri...
ama sadece bir çift ayakları vardı.
Aylar geçtikçe gittikçe daha çok
tamir edecek şey buluyordu.
Ev artık tamamen değişene dek...
Tabii ki en iyi kısmı
yeni malzemeler kullanmaktı.
İkizler ve ben Havana'ya gelene dek
tamamen yeni bir rutini çalışmıştık...
hem de sadece bir ukulele
ve armonika kullanarak.
Şey...
-Onu orada bırakabilirsin.
Hayır!
Yapma!
Utanma lütfen...
Asla böyle düşünmenize...
Ben karıma aşığım.
Biliyorum.
Ve onu ilk gördüğüm günden
ölene dek...
bir tek o olacak.
Şanslı kız.
Üzgünüm Jenny.
Bekle!
Edward!
Bir gün, Edward Bloom gitti.
Ve kurtardığı kasabaya
bir daha geri dönmedi.
Kıza gelince...
onun delirip bir cadı olduğuna inanılır.
O da bir efsane haline dönüşmüştü.
Ve hikaye başladığı yerde
sona erdi.
Mantıken sen cadı olamazsın
çünkü o gençken, kız yaşlıydı.
Hayır. Sadece baban gibi
düşünürsen mantıklı.
Onun için sadece iki kadın vardı.
Annen...
ve geri kalan herkes.
Ve bir gün...
farkettim ki beni asla sevemeyecek
bir adama aşık olmuştum.
Ben bir peri masalında yaşıyordum.
Sana bunları söylemeli miydim
bilmiyorum.
Hayır, hayır ben bilmek istedim.
Öğrendiğime seviniyorum.
Senin onun için olduğun kadar
önemli olmak istiyordum.
Ve ben...
asla olamayacaktım.
Kendimi kandırıyordum.
Ve...
Onun öteki hayatı, yani sen...
sen gerçektin.
Anne!
Josephine!
Josephine!
Will!
Ne oldu?
-Babana felç geldi.
Şimdi annen ve Dr.Bennet
ile beraber yukarıda.
Düzelecek mi?
Sanırım ben burada
onunla kalmalıyım...
yani eğer uyanırsa
ben gerçekten burada olmalıyım.
Ben kalırım.
Sen neden Josephine'le eve gitmiyorsun
ben bu gece kalırım.
Bu olabilir mi.
Tabii.
Eğer bir şey olursa ararsın...
-Ararım, ararım.
Biraz daha onunla kalmak ister misin?
-Evet. Teşekkür ederim
Onunla yürekten konuşmalar
yapmamana sevindim.
Benim en sinir olduğum
şeylerden biridir...
insanların onları duyamayacak
olanlarla konuşmaya çalışmaları.
Şey bizim bir avantajımız var.
Babam ve ben hiç konuşmazdık.
Baban sana doğduğun günle
ilgili bir şey anlattı mı?
Evet. Binlerce kez.
Asla yakalanamayacak bir balığı yakalamış.
O değil.
Gerçek hikaye.
Sana onu hiç anlattı mı?
-Hayır.
Annen öğleden sonra üç gibi geldi.
Baban işte olduğu için
onu bir komşunuz buraya getirmiş.
Wichita'da
Sen bir hafta erken doğdun.
Ama hiç bir sorun yoktu.
Mükemmel bir doğumdu.
Baban orada olmadığı için üzgündü.
Ama o zamanlar erkeğin
doğum odasında olması...
alışıldık bir şey değildi. Yani orada
olsa ne değişirdi bilemiyorum.
İşte nasıl doğduğunla ilgili
gerçek hikaye bu.
Çok heyecanlı değil
öyle değil mi?
Sanırım gerçek hikayeyle...
içinde balık ve yüzüğün olduğu hikaye
arasında seçim yapmam gerekse...
sanırım ben
süslü halini tercih ederdim.
Ama bu benim tabi.
Ben sizin anlattığınızı sevdim sanırım.
Baba!
Baba!
Hemşireyi çağırmamı ister misin?
Ne istersin?
Ne yapabilirim?
Biraz su ister misin?
Belki biraz su istersin.
Nehir!
Nehir mi?
Söyle bana...
nasıl olacağını söyle?
Ne nasıl olacak?
Nasıl gideceğim?
Yani gözde ne gördüğünü mü?
O hikayeyi bilmiyorum baba.
Onu bana hiç anlatmadın.
Tamam, tamam denerim.
Ama yardımına ihtiyacım var.
Bana nasıl başladığını söyle.
Bunu gibi...
Tamam, tamam.
Peki. Bir sabahtı ve...
sen ve ben hastanedeyiz ve
ben sandalyede uyuya kalıyorum.
Uyanıyorum ve sen bir şekilde
daha iyisin.
Baba!
Farklısın.
Baba!
Haydi gidelim buradan.
Ve ben...
Baban durumun iyi...
Şu tekerlekli sandalyeyi getir!
Acele et fazla vaktimiz yok.
Bu kattan çıkarsak
kurtulduk demektir.
Ve sandalyeye binip...
-Daha hızlı!
Sanki hastaneden kaçıyormuşuz gibi...
Will ne yapıyorsun sen?
Dr. Bennet bizi durdurmaya çalışıyor ve...
Güvenlik durdur onu!
Koridordan aşağı uçuyoruz...
Ve o da bizi kovalıyor ve...
annemle Josephine
koridorun sonundalar.
Açıklayacak vakit yok!
Durdur onları!
frene bir an bile basmadan giderken...
senin eski kırmızı Charger'ın orada.
Ama yeni.
Yepyeni!
Ve seni kaldırıyorum...
nasılsa hiç ağırlığın yok.
Açıklayamam ama...
Bırak, ona ihtiyacımız yok!
Su, suya ihtiyacım var!
Nereye gidiyoruz?
-Nehire!
Kilise trafiğinden kaçmak için Gladville
yolunu kullanmamız gerekiyor...
çünkü lanet kilise insanları
çok yavaş araba kullanıyor.
Ve biz...
ve biz nehre yaklaştıkça...
İşte geldi!
Herkesin zaten orada olduğunu görüyoruz.
Yani...
herkes.
Bu inanılmaz!
Benim hayatımın hikayesi.
İlginç olan şey
kimsenin hiç üzgün olmayışı.
Herkes seni gördüğüne son derece memnun.
Ve seni doğru şekilde yolluyorlar.
Güle güle millet!
Elveda!
Adieu!
Benim nehirdeki sevgilim!
Her zaman olduğun şey
haline geliyorsun.
Çok büyük bir balık.
İşte böyle oluyor.
Kesinlikle.
Anne!
Bir çok kez niye komik olduğunu
unuttuğunuz bir şaka oldu mu?
Birden tekrar duyarsınız ve...
ve artık yenidir.
Ona en başta niye
güldüğünüzü hatırlarsınız.
Sonra dört metrelik devle savaşmış...
-Olamaz!
Baba! Doğru değil mi?
-Hemen hemen.
Gördün mü devmiş işte.
Bu galiba babamın son şakasıydı.
Bir adam hikayelerini
o kadar çok anlatıyor ki...
hikayeleri haline dönüşüyor.
Ve ondan sonra da
yaşamaya devam ediyorlar.
Ve bu şekilde ölümsüzleşiyor.