Tip:
Highlight text to annotate it
X
MIDNIGHT IN PARIS (2011)
Çeviren: blanquista
handsofblanquista@hotmail.com
Bu... Bu inanılmaz,
şuna bir bak.
Dünyada bu şehrin bir eşi
benzeri daha yok.
Hiç olmadı.
Sanki buraya daha önce
hiç gelmemiş gibi konuşuyorsun.
Buraya yeterince sık gelemiyorum,
sorun da bu zaten.
Bu şehrin yağmurda ne kadar nefes kesici
görüneceğini hayal etsene.
Bu şehri 1920'lerde hayal etsene,
1920'lerde Paris...
yağmurda, sanatçılar ve
yazarlar.
Neden her şehir yağmur
altında olmak zorunda?
Islanmanın nesi harika?
Evlendikten sonra buraya taşındığımızı
hayal edebiliyor musun?
Ah Tanrım hayır. Amerika'dan başka bir yerde
asla yaşayamam.
Keşke burada kalabilseydim ve
romanlar yazabilseydim
ve senaryolara saplanıp
eziyet çekmeseydim.
Sana bir şey söyleyeyim; Beverly Hills'deki evi, havuzu ve
diğer her şeyi bir saniyede bir kenara atardım.
Bak! Burası Monet'in yaşadığı ve
resim yaptığı yer.
Şehirden 30 dakika uzaktayız!
Düşünsene buraya yerleşebiliriz.
Bunu yapabiliriz, yani eğer kitabım tutarsa.
Sen bir hayale aşıksın.
Ben sana aşığım.
Şehre geri dönmeliyiz, akşam yemeği için
annem ve babam bekliyor.
Hadi onlara gidelim.
İşte turistlerimiz de geldi.
Eğer bir tane daha büyüleyici bulvar görürsem,
yemin ederim...
Burada yaşayabileceğimi düşünüyorum.
Parislilerle aynı telden çalıyormuşuz gibi geliyor.
Kendimi koltuğumun altında bir baget ile Rue Gauche'de,
kitabıma dalıp gitmek için
Cafe de Flore'a yürürken hayal edebiliyorum.
Hemingway buna "yürüyen şölen" diyordu.
Bu trafikte hiçbir şey yürümüyor.
John'un buradaki yeni işine
kadeh kaldıralım.
Şerefe... Şerefe...
-Tebrikler.
- Teşekkür ederim.
Açıkçası, dürüst olmam gerekirse,
bizim firmamızla Fransız firması arasındaki...
bu şirket birleşmesi nedeniyle
oldukça heyecanlıyım...
ama gerçek şu ki,
ben pek Fransız hayranı sayılmam.
John onların politik görüşlerinden
nefret ediyor.
Sonuçta Amerika'nın dostu sayılmazlar.
Ama onları, Irak'taki tavşan deliğine kadar
bizi izlemedikleri için...
suçlayamazsın, değil mi?
-Lütfen, tekrar bu tartışmaya girmeyelim.
-Yo yo lütfen, hayatım...
Ayrıca, babanla benim bu konuda hemfikir
olmamamız sorun değil. Sonuçta demokrasi budur.
Baban sağ kanat,
Cumhuriyetçi Parti'yi savunuyor bense...
ben de bunu savunmak için tam bir
çatlak olunması gerektiğini düşünüyorum.
-Peki, peki...
-Bu zaten birbirimizin fikirlerine...
...saygı duymadığımız anlamına gelmez,
haksız mıyım?
Aslında... Evlilik planları hakkında
konuşabiliriz, değil mi?
Evet, lütfen, ondan konuşalım.
Baban buradaki...
-Inez?
-Paul ve Carol?
-Siz burada ne arıyorsunuz?
-Esas siz burada ne arıyorsunuz?
Paul ve Carol Bates,
sizi anne ve babamla tanıştırayım.
Tanıştığımıza memnun oldum.
Ve zaten Gil'i tanıyorsunuz.
Buraya geleceğinizden
bahsetmemiştiniz.
Hayır, çok çabuk oldu. Paul, buraya Sorbonne'daki
bir seminere katılmak için davet edildi.
Sorbonne.
Ne kadar harika!
Babam buraya iş için gelmişti,
biz de onlara takılalım dedik.
Harika, beraber biraz zaman geçirebiliriz.
Aslında bizim bir çok yere sözümüz var ama
eminim ki...
Ne...?
Yarın ne yapıyorsunuz?
Biz Versailles'e gideceğiz.
Ah, Versailles'i görmeye can atıyorum.
Ama, yarın "Brasserie Lipp"'te
öğle yemeği yemeyecek miydik.
Evet, evet çoktan yer ayırttık.
Orada akşam yemeği yerken James Joyce'ı
bizzat görmüş olan bir hocam vardı.
Evet, sanki milyonlarca yıl önce ve Joyce,
et ve Alman sosisi yiyormuş.
Peki hikayen bitti mi?
Evet, ama bu bir hikaye değildi,
bir anektottu.
-Versailles'i görmeyi çok istiyoruz.
-Harika.
Umarım yarın Versailles'te de
bu kadar antisosyal olmazsın.
Ben mi antisosyaldim?
Lütfen! Oraya gitmek istemediğini
açıkça söyleyebilirdin.
Ama onlar senin arkadaşların.
Ve açıkçası onlardan
senin kadar çok hoşlanmıyorum.
Paul çok zekidir!
Ona üniversitedeyken vurgundum.
-Ayrıca Carol da çok akıllıdır.
-O tam bir kofti entel.
Gil, bence eğer kofti bir entel olsaydı onu Sorbonne'a
seminer vermek için davet etmezlerdi.
Ona okuması için kitabını vermelisin.
Hadi ama! Ne diye?
Çünkü belki yazdıklarını eleştirebilir...
ve sana neden bu kadar
zorlandığını söyleyebilir.
Zorlanıyorum çünkü ben bu zamana kadar
edebiyat dünyasına...
girememiş bir Hollywood yazarıyım.
Gil, hayatım, bana bir söz ver.
Eğer bu kitap tutmazsa, sen bunu
kafana takmaya bir son vereceksin...
ve en iyi yaptığın şeyi yapmaya
geri döneceksin.
Demek istediğim,
film stüdyoları sana hayran, seni...
Tüm bunları bu inat için
bir kenara mı atmak istiyorsun?
Neden dediğimi yapmıyorsun?
Hatırladığım kadarıyla Louis sarayını buraya
1682'de taşımıştı.
Aslında tüm buralar bataklıktı, ayrıca
eğer yanılmıyorsam eski Fransızcada...
Versailles, "otların sabanla koparılıp,
sürüldüğü yer" anlamına geliyor.
Ciddi misin?
Burası merkez kısım...
Fransa'nın altın çağındaki klasik stil.
- Buradaki eserler sanırım
şu kişilere ait: Louis Le Vau... - Evet.
...de Mansard ve
Charles Le Brun.
Evet, doğru.
Böyle bir yazlık benim de hoşuma giderdi.
-Elbette.
-Benim de.
Tabi, bir şey dışında, o günlerde sadece küvet vardı,
bense tam bir duş müptelasıyım.
Siz ikiniz evlendikten sonra nereye
taşınmayı düşünüyorsunuz?
-Malibu, Malibu'yu düşünüyoruz.
-Ben aslında şöyle geniş gökyüzü gören...
Paris'te bir çatı katında ısrar ediyorum..
-Geriye sadece veba kalıyor.
-Aynen. Teşekkür ederim.
Aslında, mesele şu ki o bir roman
yazabileceğine inanmıyor.
Ciddi misin?
Yani herkes onun filmlerini
senaryolarını...
seviyor ama...
Onlara neden şu aralar üzerinde çalıştığın
ana karakterden bahsetmiyorsun?
Çalışmalarım hakkında konuşmayı
pek sevmiyorum.
Tüm hikayeyi anlatmak zorunda değilsin,
sadece karakteri.
-Hayır, hayır. -Pekala, karakter
bir "nostalji dükkanında" çalışıyor.
Nostalji dükkanı nedir?
Sakın bana şu Sherley Temple bebekleri ve
eski radyo ekipmanları....
...satılan dükkanlardan biri olduğunu söyleme.
-Aynen öyle.
Bunları kim satın alır hep merak etmişimdir.
Geçmişte yaşayan insanlar.
Eğer geçmişte yaşıyor olsalardı daha mutlu
olacaklarına inanan insanlar.
Peki sen hangi zamanda yaşamayı
tercih ederdin?
1920'lerde Paris'te. Yağmur altında.
Yağmur yerine asit yağmazken.
Anlıyorum, küresel ısınma, televizyon,
intihar bombacıları, nükleer silahlar ve...
uyuşturucu kartelleri yokken.
Klişe korku hikayelerinin konuları.
Mesele şu ki nostalji inkar demektir.
Şimdiki acı veren zamanın inkarı.
Gil tam anlamıyla bir romantiktir,
eğer ebedi bir inkar...
devletinde yaşıyor olsaydı
çok mutlu olurdu.
Ve bu hurafeye de
"Altın Çağ safsatası" deniyor.
-Hah! Tam üstüne bastın.
-Evet.
Yanlış bir biçimde geçmiş bir dönemin,
günümüzden daha iyi...
olduğuna inanmak.
Bu romantik hayal yanılsaması,
bu insanların şimdiki zamanla...
yüzleşirken zorluk çekmelerinden
kaynaklanıyor.
Evet bu şu ana kadar
gördüğümüz en güzel yüzük.
Kesinlikle. Düğün için kesinlikle elmas.
Böyle bir şey almak gerek.
Herkes bize bakacak.
Parmağıma bunu geçirirken.
Harika bir düğün olacak.
-Sadece isterdim ki...
-Bunu tekrar tartışmak istemiyorum.
-Senin seçimin. Ben ne diyebilirim ki?
-Hayır, Gil, akılllıdır...
oldukça da başarılı.
Ama her şeyi fırlatıp atıp
buraya taşınmaktan bahsediyor.
-Evet, bundan bahsediyor.
-Bu da beni korkutuyor.
Ve bu da elbette Rodin'in en ünlü heykeli.
Bir kopyası da Rodin'in mezarının yanına,
onun mezartaşını temsil etmesi...
-... için kondu.
-Bu doğru mu?
Yanılmıyorsam, 1917'de gripten ölmüştü.
-Oldukça birikimli biri değil mi?
-Evet.
Rodin bir çok çalışmasında
eşi Camille'den ilham almıştı.
Evet, Camille'den ilham almıştı,
ancak Camille onun eşi değil, metresiydi.
-Rose onun eşiydi.
-Hayır, o Rose ile hiç evlenmedi.
-Evet, henüz ölmeden önce Rose ile evlenmişti.
-Sanırım yanılıyorsunuz.
-Sen rehberle mi tartışıyorsun?
-Evet, öyle.
Hayır, ben eminim Mösyö.
Aslına bakarsan, rehber hanım haklı. Rodin'in iki ciltlik
bir biyografisini daha yeni okudum...
ve Rose'dan eşi, Camille'den ise
metresi olarak bahsediyordu.
Okudun mu, bunu nerede okudun?
Evet, daha yeni okudum ve aslında ben de şaşırdım,
çünkü ben de önce senin gibi düşünüyordum.
Karıştırmak gayet doğal.
Ayrıca bu gece babam sizleri
şarap tatmaya davet etti.
Ah evet, harika olacak...
Paul Fransız şarapları konusunda uzmandır.
Şaka yapıyor olmalısın. Gerçekten mi?
Uzman demek...
Rodin'in biyografisini
hangi ara okudun sen?
-Ben mi?
-Evet.
Rodin'in biyografisini ne diye
okuyayım yahu?
Aslına bakarsanız ben her zaman Kaliforniya şarabını tercih ederim,
ama Napa vadisi ta 9600 km. uzakta.
Merhaba, nasılsınız?
-Gidiyor muyuz?
-Bu adama tahammül edemiyorum.
Biraz daha şarap denemeye ne dersin?
-Evet, buradan başlayalım.
-Buradan hangisini tercih edersin?
Bence olaya bilimsel yaklaşmalı...
ve hepsinden içmeliyiz.
Bilemiyorum...
Yanakların niye öyle kızardı?
Neden bahsediyorsun? Yanaklarım kızarmadı.
Gayet kızarmışlar.
Belki de bu havadaki feromonlar yüzündendir, senin
havaya yaydığın ve beni deli eden feromonlar yüzünden.
-Aha! Seks ve alkol.
-Evet.
"Tutkuyu ateşler ama performansı azaltır"
demiş şair.
Bu 1961 tarihliyi denediniz mi?
Harikulade.
Paul seçti, ben değil...
Ne? Ne oldu, ne oldu?
1959'a göre birazcık daha buruk,
kekremsi bir tadı var.
Ben daha tatlı yerine,
daha dumanlı bir tadı tercih ederim..
Aynen dediğim gibi...
Carol ve ben dansa gideceğiz, harika bir
yer biliyoruz siz de gelmek ister misiniz?
-Tabi, olur.
-Hayır, hayır rezil olmak istemiyorum.
-Biraz temiz havaya ihtiyacım var.
- Hadi ama!
Hayır, hayır...
Orada oturup yangın çıkışlarının
nerede olduğuna kafayı takabilirsin.
Eğer gelmek istemezse, Paul'u seninle paylaşabilirim.
Bu konuda oldukça özgür düşünceliyim.
Paul harikulade bir dansçıdır.
Yo, yo benim için sorun olmaz.
Ben sadece kısa bir yürüyüş yapmak...
sonra yatağıma girmek istiyorum.
Başka bir gece yaparız.
Peki tamam ama ben gidebilirim değil mi?
Gitmek mi istiyorsun?
Evet.. Evet! Yani o kadar da yorgun değilim
ve dans etmek istiyorum.
-Seninle sonra otelde görüşürüz.
-Ona iyi bakarım.
Peki o zaman.
Bir taksi çevireyim.
Peki, sen de bir taksi çevirmelisin.
-Hayır, hayır ben taksi tutmayacağım.
Ben yürürüm. - Ama kaybolursun.
Sorun değil. Ben yürürüm.
Baksana, o iyi bir yazar mı?
Yazdıklarını hiç okudun mu?
Aslına bakarsan...
Kimsenin okumasına izin vermez.
Kimsenin mi?
İstersen, onun romanını okuyup...
eleştirebilirim.
-Bu harika olur.
-Evet.
-Aslına bakarsan, bence ihtiyacı olan şey bu.
-Evet, çok yardımcı olur.
Yazdıklarını başka birinin okuması...
Sen de onu yerden yere vurmazsın...
Biliyorsun bunu yapmam.
Yapmayacağımı biliyorsun.
Bundan eminim.
Sorun şu ki, iş yazmaya geldiğinde
başka kimsenin görüşlerine...
saygı duymaz.
Gerçekten mi?
-Afedersiniz... İngilizce biliyor musunuz?
-Hayır.
Bristol Oteli?
-Hadi! Hadi!
-Ne? Sizi duymamadım...
Hadi gel! Hadisene!
Arabaya bin!
Sanırım beni başka
biriyle karıştırdınız.
Had! Gidiyoruz! Allez!...
Ne? Sizi anlamıyorum.
Hepiniz sarhoşsunuz.
Bu da ne? Eski bir Peugeot mu?
Beverly Hills'de bunları toplayan bir arkadaşım var.
Hadi! Bir içki al! Bizimle gel!
Parti mi? Peki.
Otur, şöyle... Şimdi Paris'i turlayalım!
Hadi!
Peki siz beni nereye götürüyorsunuz?
Bu gece bayağı ağır oldu,
çok şarap içtim.
Şampanyayı severim.
İsterseniz, şu tarafa da geçebilirsiniz.
Kaybolmuş gibi bir halin var.
Kaybolmadım diyemem.
Amerikalı mısınız?
Eğer Alabama Amerika'daysa, evet.
Cini biraz fazla kaçırdım.
Ne yapıyorsun...
-Ben mi? Ben bir yazarım.
- Ne yazarsın?
Bu aralar bir roman
üzerinde çalışıyorum.
Öyle mi? Bu arada benim adım Zelda.
Scott, Scott, buraya gel!
Burada bir yazar var, şeyden... nereden?
Kaliforniya.
Scott Fitzgerald.
Ve siz?
Gil... Sizin isminiz şeyle aynı...
şeyle...
Kiminle?
Scott Fitzgerald ve...
Scott ve Zelda Fitzgerald...
Fitzgerald ailesi.
-Güzel değil mi?
-Evet. Evet!
Tesadüfe bak.
Gözlerin acayip bakıyor...
taş kesilmiş, antestezi yapılmış,
lobotomi yapılmış gibisin.
Yo, yo, yo... Piyano çalan adama
dalıp gitmişim sadece...
...ister inanın ister inanmayın ama
yüzünü eski nota kağıtlarında görmüştüm sanki.
Biliyorum, bir gün harika bir
söz yazarı olabilirim...
gerçi bestelemekten pek anlamam ama
deniyorum.
Sonra onun yazdığı şarkıları dinliyorum ve
asla harika sözler yazamayacağımın farkına varıyorum...
ve benim yeteneğim çoğunlukla
içkiye dayanıyor.
Elbette öyledir.
Sonuçta bu müziği o yazmadı değil mi?
Bu mümkün değil.
Pekala, nasıl kitaplar yazıyorsunuz?
Bir... Bir tanesi üzerinde çalı...
Neredeyim ben?
Ah, afedersin.
Parti sahibini tanımıyor musun?
Bazı arkadaşları Jean Cocteau için
bir parti düzenlediler.
Hadi ama... Benimle dalga mı geçiyorsun?
Ne düşündüğünü biliyorum.
Çok sıkıcı, katılıyorum.
Ve ben gitmek istiyorum... Hadi...
Hadi Bricktop'a gidelim.
Ben sıkıldım, o sıkıldı,
hepimiz sıkıldık.
Hepimiz çok sıkıldık.
Hadi Brickstop'a gidelim.
Neden Cole ve Linda'ya gelmek isterler mi
diye sormuyorsun?
Gil... sen de geliyor musun?
Burası Paris'teki
en iyi mekanlardan biridir.
Özel içkilerinin ismi "dinamit".
"Bonsoir tout monde le"
Selamlar ve saygılar...
Beni affedin, tahılı ve üzümü birbiriyle karıştırdım.
Burada bir yazar dostumuz var...
Gil... değil mi?
-Gil Pender.
-Hemingway.
Hemingway?
Kitabımdan hoşlandın mı?
Hoşlandım mı? Çok sevdim!
Hepsini hem de.
Evet iyi bir kitaptı,
çünkü dürüst bir kitaptı.
İşte savaş erkeklere bunu yapar...
ve çamur içinde ölmenin
onurlu hiçbir tarafı yoktur...
zerafet içinde ölmedikten sonra.
Sadece onurlu değil...
aynı zamanda cesur da olarak da.
Hikayemi okudun mu?
Ne düşünüyorsun?
İyi kısımları vardı,
ancak içi boş.
Nefret edeceğini biliyordum.
Hayatım çok hassassın.
Sen benim hikayemden hoşlandın
ama o benden nefret ediyor.
Lütfen, işleri çok zorlaştırıyorsun.
Ben gidiyorum,
birden buranın havası bozuldu.
Hop! Sen nereye gidiyorsun?
Saint Germain'de
bir arkadaşımla buluşacağım.
-Saint Germain'e gidiyormuş,
ben de onunla gidiyorum. -Zelda...
Sen burada kal, otur onunla iç,
ben matadorla gidiyorum.
Onu makul bir saatte geri getirebilir misin?
Seni çılgına çeviriyor.
Etkileyicidir ve yetenekli de.
Bu ay yazıyor,
geçtiğimiz ay başka bir şey yapıyordu.
Sen bir yazarsın, senin yazmak için zamana ihtiyacın var,
böyle etrafta boş boş takılmaya değil.
Seni harcıyor, çünkü o tam bir rekabetçi.
Sen de öyle düşünmüyor musun?
-Ben mi?
-Konuş be adam...
soruyorum çünkü arkadaşım
trajik bir hata yapmak üzere.
Gerçek şu ki
ben Fitzgerald'ları pek bilmiyorum...
Sen de bir yazarsın, gözlemler yaparsın,
hem bütün gece onlarla beraberdin.
Benim özel hayatımı uluorta konuşmasak?
Onun yeteneğini kıskanıyor ve bu harika bir yetenek.
Nadir rastlanan cinsten.bulunmaz bir yetenek.
Onun çalışmalarını beğeniyor musun?
Dur! Lütfen dur!
-Mark Twain'den hoşlanır mısın?
-Ben gidip Zelda'yı bulacağım.
Şu İspanyoldan hoşlanmadım.
Oturabilir miyim?
Evet, Mark Twain'in büyük bir hayranıyım.
Bence diyebiliriz ki
tüm modern Amerikan edebiyatı...
Huckleberry Finn'den türemiştir.
Boks yapar mısın?
Yo, hayır... Hayır, pek sayılmaz.
Ne yazıyorsun?
-Bir roman.
-Ne hakkında?
Nostalji dükkanında çalışan
bir adam hakkında.
Nostalji dükkanı da ne?
Eski şeyler satan bir dükkan,
hediyelik gibi.
Ve bu adam...
Kulağa çok kötü geliyor değil mi?
Hikaye gerçekse hiçbir yazı kötü değildir.
Eğer yazı temiz ve
dürüst ise ve baskı altında...
ve cesaretle yazılmışsa.
Senden dünyadaki en büyük iyiliği
isteyebilir miyim?
Nedir?
-Okuyabilir misin?
-Romanını mı?
Evet, yaklaşık 400 sayfa kadar ve
benim sadece bir görüşe ihtiyacım var.
-Görüşüm şu ki nefret ettim.
- Ama daha okumadın bile.
Eğer kötüyse, nefret ederim.
Çünkü kötü edebiyattan nefret ederim.
Hele bir de iyiyse, kıskanırım ve daha fazla nefret ederim.
Başka bir yazarın görüşünü almak istemezsin..
Anlıyorum. Biliyor musun...
...ben değerlendirmesi için
kimseye güvenemiyorum aslında.
-Yazarlar rekabetçidir.
-Ben seninle rekabet edemem.
Sen çok yumuşaksın,
bu erkekçe değil.
Eğer bir yazarsan, en iyi yazar olduğunu
iddia etmelisin. Tabi ben etraftayken değil...
-Yoksa eldivenleri giyip
bunu çözmemiz gerekir? -Hayır, istemem...
Senin romanını okumayacağım,
ama ne yapman gerektiğini söyleyeceğim.
-Nedir?
-Onu Gertrude Stein'a götürürüm.
Yazdıklarım konusunda sadece ona güvenirim.
Benim romanımı
Gertrude Stein'a mı göstereceksin?
-Onu bana ver.
-Tabi, sana getireceğim.
-Yarın İspanya'dan dönüyor.
-Harika, gidip getireceğim...
ne kadar heyecanlı olduğumu anlatamam.
Bu beni çok memnun etti,
kalp atışlarım hızlandı.
Nasıl yapalım...?
Tamam tamam ben gidip getireyim.
Ah, Gil sakin ol... sakin ol....
Rahatla.
Harika bir gece geçiriyorsun.
Fitzgerald, Hemingway...
Hemen gi..
Nerede buluşacağımızı söylemedi.
İyi ki dün gece gelmedin,
müzikten nefret ederdin...
ve kalabalıktan.
Ama ben eğlendim.
Ne düşünüyorsun?
Hayal görüyor gibisin.
Eğer sana geçtiğimiz geceyi...
Ernest Hemingway and Scott Fitzgerald
ile geçirdiğimi söylesem ne derdin?
Bunun mu hayalini kuruyordun?
Edebi idollerinin mi?
Evet ama ya hayal değilse...
Ne anlama geliyor bu?
Hemingway, Fitzgerald ve Cole Porter
ile vakit geçirdiysem...
Beyninde bir tümör olduğunu düşünürdüm.
Sana şunu söyleyeyim,
Zelda Fitzgerald aynen...
kitaplarda ve makalelerde
okuduğumuz gibi.
Büyüleyici fakat dengesiz.
Hemingway'e hiç benzemiyor ve Scott,
Hemingway'in Zelda hakkında haklı olduğunu biliyor.
Ama onun çıkmazını da görebiliyorsun,
çünkü ona aşık.
Hadi, kalk.
Şu saçmalığı keselim...
çünkü geç kalacağız.
Aslında, ben biraz burada kalıp
romanım üzerinde çalışacağım...
çünkü yapmam gereken biraz düzeltme var.
Hayır. Bunu daha sonra da yapabilirsin.
Annem senin dekoratörünün indiriminden
faydalanabileceğimizi söyledi.
Kalk.
Gel şunlara bak Inés. Malibu'daki
yazlık evde harika durmazlar mı?
Bu ne kadar bayım?
18,000 avro.
Teşekkür ederim.
-Ne kadarmış?
-Kelepir, 18 bin dolar.
Bu mu 18 bin dolar?
-Hayır, dur...Avro olduğuna göre daha fazla...
- 20, 20 bin dolar kadar.
Daha fazla tutar bence.
Biliyorum ama Amerika'da
böyle şeyler bulmak çok zor.
Annem haklı, Gil.
Ama biliyorsun ki daha henüz bir ev bulamadık,
biz masrafları biraz kısmaya çalışıyoruz...
bu şekilde ben de redaksiyon gibi
angarya işler yapmaktan kurtuluyorum.
Ne kadar para o kadar köfte.
Ucuz ucuzdur.
Yürümek ister misiniz?
Yürümek mi? Hayır. Yağmur başladı.
Hayır, yağmurda yürümek güzeldir.
Harikadır.
Hayır, yağmurda yürümenin
harika bir tarafı yok.
Akşam yemek randevumuz var,
sakın unutma.
Ah doğru.
Ayrıca akşam yemekten sonra sizin için
harika bir sürprizim var.
Nedir?
-Hayır. Ben sürprizlerden hoşlanmam.
- Ama bunu seveceksin.
Yağmurda yürümek istemediğinize
emin misiniz?
-Bu son şansımız.
-Hayır! Biz yürümüyoruz.
Öyle olsun.
Anlamıyorum, nereye gidiyoruz?
-Neredeyse geldik.
Akşam yemeğini aceleye getirdik, babam
daha profiterolünü bile bitirmemişti.
Hayatındaki en harika macera
için hazırlansan iyi olur.
-Tamam mı?
-Nerede?
Inez... Lütfen...
-Notlarını neden yanında taşıyorsun?
-Göreceksin...
Ve gördüğünde, çenen düşecek.
Biliyorsun ki ben hiçbir şeyi abartmam,
eğer inanılmaz diyorsam...
Tamam.
Ben... anlamıyorum.
Bütün gün neden garip davrandığımı
öğrenmek istiyor musun?
-Evet.
-Öğrenmek üzeresin.
Ve öğrendiğinde neden daha
garip davranmadığımı merak edeceksin.
- Bu çok...
-Güven bana... Biliyorum biliyorum.
Bilmiyorum ne bekliyorsun
ama bu benim...
"en inanılmaz maceram" değil.
Yoruldum, spor salonuna gidip, masaj yaptıracağım.
Ben şu taksiyi çeviriyorum. Taksi!
Hayır, Inez... Bekle, bekle...
Biraz daha bekleyelim.
Bak, eğer sen gece vakti yürümek ve Paris
sokaklarını keşfetmek istiyorsan sorun değil,
ama ben bu kitapta yokum.
10 dakika daha bekleyebiliriz,
sonra geri dönebiliriz.
Geldiğinde uyuyorsam,
beni uyandırma.
Neyi yanlış yapıyorum?
Sorunun varsa bir nörolojisti
görmen gerekir.
Şarap tadımından çıktım, biraz çakırkeyiftim,
ama kontrolüm yerindeydi.
Kayboldum, yürüdüm,
buraya geldim.
Tek seferlik bir şey gibi duruyor.
Gece çanları çaldı.
Merhaba.
Ah merhaba Bay Hemingway.
Şöyle geçeyim.
Görevimiz tepeyi ele geçirmekti.
Dört kişiydik.
Vincent'i de sayarsak beş, fakat o
elini bir el bombası patlaması sonucu kaybetmişti...
ve onunla ilk karşılaştığımda dövüşemiyordu.
Genç ve cesurdu.
Ve tepe günlerce yağan yağmurdan
çamur içindeydi ve orada...
yolda bir çok Alman askeri vardı.
Amacımız önce ilk grubu hedeflemek...
ve eğer iyi nişan alabilirsek,
onları devredışı bırakmaktı.
Korkmuş muydun?
Neyden?
Öldürülmekten.
Ölümden korkarsan
asla iyi bir yazar olamazsın.
-Korkuyor musun?
-Evet, evet.
Aslında bu benim en büyük korkum.
Bu senden önce herkesin başına gelmiş
ve senden sonra da gelecek bir şey.
Biliyorum, biliyorum.
Hiç gerçekten harika bir kadına
aşık oldun mu?
Gerçek şu ki, nişanlım
oldukça seksidir.
Ve onunla sevişirken gerçek ve harika bir tutku
hissediyor musun...
en azından o an için
ölüm korkunu yenebiliyor musun?
Hayır, bu olmuyor.
Bence gerçek aşk
ölüm ile bir ateşkes yaratır.
Tüm korkaklık sevgisizlikten,
sevgisizlikten de ondan.
Gerçek ve cesur bir adam
ölümün gözlerinin içine bakar...
gergedan avcıları veya Belmonte gibi,
gerçek cesur adamlar.
Çünkü aşkları, yeterli tutkuya ölümü
onların aklından söküp atar.
Ta ki her adamın başına geleceği gibi,
geri dönene kadar.
Ve her adam tekrar sevmek zorundadır.
Bunu bir düşün.
-Alice, nasılsın?
-Merhaba, fena değil.
O burada, beni takip et.
Bu Gil Pender, Bayan Stein.
Genç bir Amerikalı yazar.
Tanışmanız gerektiğini düşündüm.
Geldiğinize sevindim. Hangimizin haklı, hangimizin
haksız olduğuna karar vermemize yardım edebilirsiniz.
Tam da şimdi Pablo'ya bu tablonun
Adriana'ya benzemediğini söylüyordum.
Evrensel, fakat
objektif değil.
Hayır hayır, anlamıyorsun, Adriana'yı
tanımıyorsun.
Şu hareketliliğe bak, bu çizim,
tam anlamıyla onu temsil ediyor.
Hayır, bu doğru değil.
Bak ne yapmış.
Cinsel imalarla,
şehvetli kapsamlarla doldurmuş...
ve evet, o güzeldir...
ama çok ince bir güzelliği
ve örtük bir şehveti vardır.
Senin Adriana hakkındaki
ilk izlenimin nedir?
Çok hoş gözüküyor.
Bak, o görüyor. Güzel.
Daha fazla açıklamaya gerek yok Pablo.
Bayan Stein, elbette neden objektifliğini
kaybettiğini anlayabiliyoruz.
Place Pigalle'den bir ucube yaptı.
Volkanik zevklerin bir fahişesi.
Hayır öyle düşünmüyorum,
ama isterseniz...
Evet biliyoruz, çünkü o senin sevgilin,
fakat biz öyle görmüyoruz.
Sen küçük burjuva bir yorumla,
onu bir şehvet nesnesine çevirdin.
Bu bir portreden daha çok
bir natürmorta benziyor.
Hayır hayır, aynı fikirde değilim.
Şu duyduğum kitabın da neyin nesi?
Bu mu?
-Evet, bu.
-Bir bakayım.
Hemingway, sen okudun mu?
Hayır, bunu sana bırakıyorum.
Hep adil bir eleştirmen oldun.
Dükkanın ismi "Geçmişe Dönüş"'tü ve...
ürünleri hatıralar ihtiva ediyordu.
Bir nesle bayağı ve aşağılık gelen şeyler...
yıllarla beraber
bir sonraki nesil ile basit ve...
bir büyülü bir zamana dönüşüyorlardı.
Bayıldım.
Kapıldım.
Sen de kapıldın mı?
Bu gece başlarım.
Ancak ondan önce, seninle
bir şey konuşmam gerekiyor.
İki aydır o editörden bir cevap bekliyorum.
Ona ihtiyacı olan materyalleri verdim,
ama bu adam...
Şey, sen gerçekten başlangıç
cümlesine kapıldın mı?
Geçmiş her zaman
bana çok karizmatik gelmiştir.
Bana da öyle. Çok karizmatik gelir.
Hep çok geç doğduğumu söylerim.
Ah, evet.
Benim için Belle Epoque dönemi
harika olurdu.
-Gerçekten mi? Şimdiden daha mı iyi?
-Evet.
Sokak lambalarındaki, sirklerdeki
o duyarlılık.
Faytonlar... ve dönemin
vecizeleri.
İngilizceyi harika konuşuyorsun.
-Hayır, pek sanmıyorum.
-Ben ciddiyim..
Picasso'yla ne zamandır
çıkıyorsun?
Aman Tanrım, dediğim şeye bak.
Şey... Burnumu sokmak istememiştim.
Paris'te mi doğdun?
Hayır, Bordeaux'ta doğdum.
Moda tasarım okumak için buradayım.
Fakat bunları duymak istemezsin.
Hayır, isterim.
Devam et,
buraya moda tasarım okumak için geldin...
Coco Channel ile
çalışmak için geldim...
ve Paris'e aşık oldum.
Ve ayrıca...
...İtalyan-Yahudisi, siyah gözlü
kederli bir ressama.
Amedeo'nun başka bir kadınla
olduğunu biliyordum...
ama her ısrar ettiğinde
onun dairesine gitmeden edemedim.
Çok güzel altı aydı.
Modigliani'yi kastetmiyorsun değil mi?
Sen Modigliani ile beraber mi yaşadın?
Sen sordun ben de
ıstırap dolu hikayemi anlattım.
Ama sonuçta başka bir kadın vardı...
Kadınlar.
Şimdi de Pablo ile beraberim.
Yani o evli...
Ama her gün...
Gidip, geliyorum.
Ona katlanabilecek bir kadın var mı,
bilemiyorum, çok zor.
Tanrım, sen "sanat groupiesi" kavramına
yeni bir boyut kazandırdın.
-Pardon?
-Hiçbir şey, geveliyordum.
Bana kendinden bahset.
Bilmem ki, ne diyebilirim.
Paris'e yazmaya mı geldin?
Bilirsin, bugünlerde
buralarada çok Amerikalı var...
buraya gelme ihtiyacı
hissediyorlar.
Hemingway çekici mi?
Yazılarını seviyorum.
Evet, biliyorum.
Aslında ben sadece ziyaret için geldim.
Burada kalmalısın.
-Öyle mi?
-Evet.
Burası harika bir şehir,
yazarlar, sanatçılar...
Biliyorum, çok isterdim.
Ama o kadar kolay değil.
ve...
senin kitabına delicesine
aşık oldum.
-Gerçekten mi?
-Evet, geri kalanını merak ediyorum.
Cidden hoşlandın mı?
Çünkü hala biraz düzeltmeler yapıyorum...
Pender. Montmartre'ye gidip
bir şeyler içelim.
Tamam... Olur.
Bitirir bitirmez kitabın
hakkında tartışacağız.
-Seni nerede bulabilirim?
-Eğer sorun olmazsa...
bitirdiğinizde uğrayabilirim,
tekrar yani.
-Evimiz herkese açıktır.
-Harika.
Bizimle geliyor musun?
Evet... Ah isterdim, fakat gelemem.
-Umarım, seni tekrar görebilirim.
-Evet, iyi olurdu.
Hadi gidelim.
Bir gün senin kızını ellerinden alacağım,
harikasın ama yeterince değil.
Benim adım Gil Pender. Hemingway
ve Picasso ile beraberdim.
Pablo Picasso ve Ernest Heminway.
Ben Pasadena'dan Gil Pender.
Küçük izci.
Edebiyata ilk girişim.
Küçük Gil Pender romanını yayımladı,
ve Gertrude Stein redakte etti.
Tanrım, o kız
çok hoştu.
Bizimle dün gece sinemaya
gelememen yazık oldu.
Harika bir Amerikan filmi
izledik.
Kim oynuyordu?
Bilmiyorum, adını unuttum.
Harika ama unutuluyor.
Bana gördüğüm bir filmi hatırlattı.
Kesin ben yazmışımdır.
Aslında, biraz çocukça ve salakçaydı.
Ama John ile
yine de güldük.
-Buraya daha önce gelmiş miydik?
-Ne?
Dün gece kaçta geldin?
Ah, o kadar da geç değil.
Şu gece yürüyüşleri...
Benim yaratıcılığımı tetikliyor,
gündüzün dikkat dağıtmasının tersine.
Muhtemelen bu gece de
yürüyüşe çıkarım.
-Peki, görürüz.
-Evet, bakarız.
-Bak, şunları gördün mü?
-Şu harika bardaklara bak.
-Beğendiniz mi?
-Evet. Çok güzel.
-Siz Amerikalısınız.
-Evet.
Cole Porter'ı sever misiniz?
Severim, büyük bir
hayranıyım.
Linda ve Cole ile çok yakınımdır aslında.
Şaka yapıyorum.
Sözleri çok güzel.
Evet. Büyüleyici.
Gil! Gil!
-Efendim, efendim.
-Gitmemiz gerek.
Şimdi mi gidiyoruz?
Özel sergi için Paul ve Carol ile
müzede buluşacağız,
Biliyorsun, Paul Monet konusunda bir uzman,
belki ilgini çekebilir.
Hadi biraz kültür edinelim.
Renklerin dizilişi harika.
Bu adam soyut dışavurumculuğun
gerçek babası.
Bunu geri alıyorum, belki Turner'dı.
Turner'ı çok severim, ama bence bu
karşı konulamaz.
Eğer yanılmıyorsam, bunu bitirebilmek
tam iki yılını aldı...
ve Giverny köyünde çalıştı.
Duyduğuma göre Monet'in yapmak
istediği şeylerden biri...
Şşt... Paul'un ne söylediklerini
duymak istiyorum.
...orada Callebaut onu
sıklıkla ziyaret etti.
Callebaut, bence hakettiği değeri
görememiş bir sanatçı.
Ah, evet. Burada da enfes bir Picasso.
Eğer yanılmıyorsam
bu harika tabloyu...
Fransız metresi Madeleine Liessu'dan
ilham alarak 1920'lerde yaptı.
Paul bunda seninle aynı
fikirde değilim.
Gil, Gil... Sadece dikkatini ver, belki
bir şeyler öğrenebilirsin.
Eğer yanılmıyorsam, bu,
Adriana isimli Bordeaux'lu bir Fransızın...
başarısız bir tablo
girişimiydi.
O kız Paris'e, tiyatrolar için kıyafet
tasarlamaya gelmişti.
Ayrıca oldukça eminim ki önce Modigliani,
daha sonra Braqueile bir ilişkisi vardı.
En sonunda da Pablo ile tanıştı.
Picasso yani...
Tabi siz burada onun,
ince güzelliğini...
göremiyorsunuz.
Bir tokat gibiydi.
Ne içtin sen?
Açıkçası bu resme
"harika" demek biraz zor... olsa olsa...
Picasso'nun küçük burjuva bakış açısıyla
ne gördüğünün bir ifadesi olabilir. Görmüş olduğunun yani...
Kızın yatakta tam bir volkan olması
nedeniyle dikkati dağılmıştı.
Eh tatsız.
-Gil nerede?
-Çalışıyor.
Paris sokaklarında yürüyor,
gece vakti şehrin...
ona ilham verdiğini söylüyor.
Ama sorun değil, çünkü ben de
Paul ile dansa gidiyorum.
Carol nerede?
- Hasta yatıyor.
Sizinle daha sonra görüşürüz.
Yemek için teşekkürler baba.
Hoşçakal, tatlım.
Sence Gil, her gece
nereye gidiyor?
Söyledi ya, yürüyormuş
aklına fikirler geliyormuş.
Şüpheci
gözüküyorsun.
Hayır, biliyorum... Sadece bazen bir kaç tahtasının
eksik olduğunu düşünüyorum.
Ayrıca Cumhuriyetçilere karşı olan
muhalifliğinden hoşlanmıyorum.
Onlar ülkeyi düzeltmek isteyen
doğru dürüst insanlar.
Onlar gerizekalı, faşist zombiler değil.
Beni anlıyor musun?
Evet. Ayrıca senin fikirlerine pek önem
verdiğini hiç sanmıyorum.
Her gece nereye gittiğini
bilmek isterdim.
Bir şeyi biliyoruz.
Dansa gitmiyor.
Afedersin.
Bu bey size rahatsızlık mı
veriyor?
Nasılsın?
İyi. Sizi görmeyi beklemiyordum.
Harika bir parti bu.
Evet. Seni görmek güzel.
Christine!
Gil, seninle sonra
görüşürüz tamam mı?
İyi geceler bayan!
Ne güzel sürpriz.
Evet tamamiyle rastlantı.
Gertrude Stein'in evindeydim...
romanımı neredeyse bitirmek üzereydi. Sonra
bir adama rastladım ve partiden...
bahsetti, ben de geldim...
ama senin burada olacağını
söylememişlerdi.
Sen ve Pablo...
Biraz tartıştık.
Djuna Barnes ile eğleniyor
gibi bir halin vardı...
Oh evet. Bir dakika
o Djuna Barnes mıydı?
Burası parti vermek için
harika bir yer, değil mi?
Bunu sadece Fitzgeral'lar
yapabilir.
-Sana bir şey göstermek istiyorum.
-Öyle mi? Peki.
-Kitabın nasıl gidiyor?
-Kitap mı? Fena değil.
Şuna bir bak.
Yüzyılın başlarından kalma...
En sevdiğim dönem.
O dönemle ilgili her şeyi çok
seviyorum. Her şey harika.
Seni burada görmek
çok güzeldi.
Ben de seni gördüğüme
çok sevindim.
İşte buradasın benim
küçük Adriana'm.
Bu bir Paris rüyası değil mi?
"Yürüyen" bir "şenlik"?
Dediklerimi bir kenara yaz...
seni bir şekilde o kaçak Malagalıdan
çalacağım.
Belmonte ve ben arasında
hangimizi seçerdin?
Bir şey diyemem.
Ama o daha cesurdur.
Ölümle daha çok ve doğrudan yüzleşti.
Eğer onu seçersen, hayal kırıklığına uğrarım,
ama aynı zamanda anlarım.
Ama o zaten Pablo'yu seçti.
Evet, Picasso'yu seçti ama
Pablo için kadınlar...
ya sevişmek için
ya da resmini yapmak için vardır.
Peki ya senin için?
Bence cesaret bir erkek için
ne demekse kadın da odur.
Hiç üzerine doğru koşan
bir aslana ateş ettin mi?
-Hiç.
-Nasıl bir his olduğunu bilmek ister misin?
-Sanmıyorum.
-Hiç avlanmaya gittin mi?
-Hayır.
- Peki ya sen?
Sadece kelepir
eşyalar için.
Hadi birer tane
daha alalım.
Burası çok gürültülü,
daha sessiz bir yere gidelim mi?
Hoşçakalın.
Kim dövüşmek ister?
Umarım Pablo ve aranızdaki
çok ciddi bir tartışma değildi.
O dengesiz ve
sahiplenici.
Ben çocuk isterdim.
Tüm bu adamların niye senin resmini
yapmak istediklerini anlayabiliyorum.
Çünkü gördüğüm en iyi
yüzlerden birine sahipsin.
Hatta daha çok
en ilgi çekici...
Sen de ilgi çekicisin.
-Kayıp bir haldeyken.
-Kayıp?
Evet, sanırım kayboldum.
Bana kitabından biraz
daha bahset.
Kitabım biraz...
Biliyor musun?
Şu anda kitabımın hiçbir önemi yok.
Sadece seninle Paris'te yürümek istiyorum.
Senin sadece bir turist
olduğunu unutuyorum.
Oldukça belli ha.
Paris'in gündüz mü yoksa gece mi daha
güzel olduğuna karar veremiyorum.
Veremezsin. Seçmek zor.
Ben sana ayrı ayrı
özelliklerini sayabilirim.
Bak, bazen düşünüyorum da iyi bir kitap,
bir resim, bir heykel, bir senfoni yaratan bir...
sanatçı nasıl olur da harika
bir şehirle rekabet edebilir?
Edemez. Etrafına bir bak!
Her sokak, her cadde...
hepsinin özel bir sanatsal
biçimi var.
Ve bilirsin ki bu soğuk, vahşi ve anlamsız
evrende...
Paris diye bir yer var.
Şu ışıklara bak. Jüpiter veya Neptün'de
bir halt olduğu yok.
Ama uzaydan bile
buradaki ışıkları...
kafeleri, insanların içki içip,
şarkı söylediklerini görebilirsin.
Hepimiz biliyoruz ki Paris evrenin
gözbebeği.
Bu çok şairaneydi.
Ah, çok naziksin, ama ben bu
gevelemelerime şairane demezdim.
Ama aslında
fena iş çıkarmadım değil mi?
Hoşlandığın bir
tanesi çıktı mı?
Söylemeye utanıyorum ama
hepsinden etkilendim.
Ucuz seksi severim,
beni sığ gösterse de.
Katolik okulundayken,
bir haftasonu ben ve oda arkadaşım...
bir kadına bize tecrübelerini
öğretmesi için para ödedik.
-Ciddi misin?
-Evet.
Vay be. Bu... Bu biraz...
Ben bunu biraz
düşüneyim.
Seninle yürümeyi
çok seviyorum.
-Harika görünüyorsun.
-Teşekkür ederim.
Tanrım, ne yaptığını
sanıyor?
Suyun yanında
ne yapıyor bu?
Zelda, sen ne yapıyorsun?
Onu güzel bir kadınla
gördüm.
Benim hakkımda
fısıldaşıyorlardı, biliyorum.
Ne kadar fazla içersem o kadar
çok aşık oldu ona.
Scott sadece seni seviyor.
Bundan kesinlikle eminim.
-Hayır, benden sıkıldı.
-Yanlış düşünüyorsun.
-Yanlış düşünüyorsun, eminim.
-Nasıl?
Güven bana, biliyorum. Biliyorum.
Bazen hissedersin...
-Derim yanıyor. Yaşamak istemiyorum!
-Hayır, hayır.
Bunu yapma!
Bunu iç.
-Bu nedir?
-Bu ***, daha iyi hissetmeni sağlar.
Sen ilaç mı kullanıyorsun?
Hayır, hayır. Sadece Inez
ile nişanladığımdan beri...
arada bir panik atak
geçiriyorum, eminim...
düğünden sonra bitecektir.
*** diye bir şey duymamıştım.
Nedir bu?
Bu geleceğin hapı.
Evlenmek üzere olduğunu
söylememiştin.
Evet. Gelecekte olacak
bir şey bu.
Sana düğününde
iyi şanslar.
Teşekkür ederim.
Inez'den hoşlanırsın bence,
sivri bir mizah anlayışı vardır ve çekicidir.
Bu her konuda uzlaştığımız anlamına
gelmiyor. Ama...
Ama bunlar
önemli şeyler.
Aslında, küçük şeyler.
Bazen büyük şeyler
konusunda farklı düşünüyoruz.
Malibu'da oturup benim Hollywood'da
çalışmamı istiyor.
Ama ikimiz de Hindu yemeklerini
seviyoruz diyebilirim.
Hepsini de değil,
Pita ekmeğini mesela.
İkimiz de pita ekmeğini
severiz.
Gitmem gerek.
Pablo beni özlemiştir.
-Eve kadar eşlik edeyim.
-Hayır, hayır. Sen içkini bitir.
Şu köşede oturuyorum.
Aslında bir süre yalnız kalmak
istiyorum.
Akşam için teşekkürler,
hoşçakal.
Bayım... Yazık, yazık...
Sizinle bu gece tanıştık...
partide.
-Dali, Dali.
-Evet, hatırladım.
-Dali, Evet?
-Evet.
Bir şişe kırmızı şarap daha!
Teşekkür ederim.
Beyefendi için bir kadeh daha.
Seviyorum...
bu dili, Fransızcayı!
Peki garsonları? Hayır.
Gergedanları
sever misin?
Gergedanları mı?
Bilmem, hiç düşünmedim.
Ben gergedan
resimleri yaparım.
Senin resmini yapayım,
kederli gözlerin...
Dolgun dudakların,
aşağıya doğru bükülmüş...
bir gözyaşı damlası... Evet...
ve bir gözyaşı damlası...
Evet, ama yüzün olmadan!
İsa Mesih'in yüzü!
Evet ve bir gergedan.
Evet, muhtemelen
üzgün gözüküyorum...
oldukça karmaşık
bir durumdayım.
Ve bu da Luis.. Luis hey!
Dostlarım.
-Bay Bunuel.
-Bunuel mi?
Evet. Bunuel.
Bu da Bay Man Ray.
Bunuel, aman Tanrım!
Bu da Pender!
Evet. Bu...
-Penderrrrr!
-Evet.
-Ben de Dali.
-Dali Evet.
Hatırlayasın diye.
Pender karmaşık
bir durumda.
Kulağa çok delice gelecek.
Benim sarhoş olduğumu düşüneceksiniz.
Yine de birine
anlatmak zorundayım.
Ben başka bir zamandan,
başka bir dönemden geliyorum.
Gelecekten. Ben bu zamana
2000'lerden geliyorum.
Bir arabaya biniyorum ve
zamanda yolculuk ediyorum.
Kesinlikle doğru.
İki dünya buldun.
Bunda garip bir şey yok.
Tamam ama sen gerçeküstücüsün.
Bense normal bir adamım.
Bir hayatta, sevdiğim kadınla
nişanlıyım...
en azından sevdiğimi
onu düşünüyorum.
Tanrım, umarım onu seviyorumdur,
çünkü onunla evleneceğim.
Gergedanlar... Dişinin üzerine
binerek sevişirler.
Lakin... arada bir fark var.
İki gergedanın aşkında.
-Başka bir kadın mı var?
-Evet. Adriana.
Ondan çok
etkilendim.
Bence çok büyüleyici.
Ayrıca, bilirsiniz diğer adamlar...
Sanatçılar, dahiler...
Onu büyüleyici buluyorlar.
O da onları öyle görüyor.
Başka zamandan bir kadına
aşık olan bir adam.
-Fotoğrafı görebiliyorum.
-Ben filmi görüyorum.
Ben aşılmaz bir sorun görüyorum.
Bense bir...
gergedan görüyorum.
Dün gece çalışabildin mi?
Evet. Düşündüm de sanki
kitabım biraz fazla gerçekçi...
hayalgücümü biraz yitirdiğimi düşünüyorum.
Hepsi çok...
çok mantıklı.
Vay canına. Sen neden
her sabah böyle güzel gözüküyorsun?
-Hayır, hayır. Giyinmemiz gerekiyor.
-Bir saniye bekle, gel buraya.
Bu işi bitirmem gerekiyor...
ama sabahları seni böyle
görünce dayanamıyorum.
Paul şehir dışına gitmemiz
gerektiğini söylüyor.
Bizi çok güzel bir hana
öğle yemeğine götüreceğini söyledi.
Ancak eğer gelmek
istemezsen, gelme.
Çünkü senin yüzünden
ben kaçırmayacağım.
Merhaba! Bonjour!
Selam, çok kısa bir şey
soracağım.
Anladığım kadarıyla Rodin, hem karısını
hem metresini seviyordu değil mi?
Evet.
Peki sence bu mümkün mü?
İki kadını birden sevebilmek?
İkisini de seviyordu ama
başka şekillerde.
-Anladın mı?
- Anladım... Bu çok Fransız.
Siz... Bu konuda bizden
daha iyi evrimleştiniz.
Beni hatırladın mı?
Şey... şeyin grubundaydım...
Evet. Ukala beyefendinin grubunda...
Evet. Ukala.
En doğru kelime.
İşte fotoğraf burada.
Her gece nereye gidiyor bilmek istiyorum.
Şüpheleriniz mi var?
Kızımın nişanlısı.
Evlenecekler. Doğru kararı
verdiğinden emin olmak istiyorum.
İhtiyatlı olmak
çok önemli.
Doğru yere geldiniz Bayım.
Bay Tissau, bizzat beyefendiyi
takip edecek.
Gece bulunduğu yerleri
size bildirecek.
Hey, hey. Durduğun için teşekkürler.
-Merhaba, ben Pender!
-Tom Eliot.
Tom Eliot.
Thomas Stearns Eliot?
T. S. Eliot? T. S. Eliot?
Senin şiirlerin benim battaniyem gibidir.
Üzgünüm...
Merhaba, Bayan Stein?
Ah, Pender. Kitabına şimdi geliyorum,
bitirdim.
Şimdi kişisel bir
krizin ortasındayız.
Anladım, daha sonra mı geleyim?
Araya girmek istemem.
Hayır, bu sır değil.
Adriana Pablo'yu terketti.
ve Hemingway ile Afrika'ya kaçtı.
O kabadayının ona kafayı
taktığını biliyordum.
Bunu konuşmuştuk.
Eminim ki geri dönecektir.
Eminim.
Onu ava götürdü,
geri gelecektir, dayanamaz.
Geceleri çakalların ulumaları,
sen çadırında uyumaya çalışırken...
seni deliye çevirir. Kilimanjaro Dağı
Paris'e hiç benzemez.
Onu Kilimanjaro Dağı'na mı
götürdüğünü söylüyorsun?
Şimdi kitabına gelelim.
Kesinlikle sıradışı.
Bir tarafta neredeyse bilimkurgu.
Hepimiz ölümden korkuyor ve
evrendeki yerimizi sorguluyoruz.
Sanatçının görevi umutsuzluğa düşmek değil,
bilakis varlığın boşluğunun...
panzehirini bulmaktır.
Senin berrak ve güçlü bir dilin var.
Yenilgiyi kabul etme.
Gil'e takım elbisesini getimesini söyle,
çünkü yarın ciddi bir akşam yemeğimiz var.
Sana söylemeyi unuttum,
Gil Saint Michel Tepesi'ne gelmiyor.
Neden gelmiyor?
Anlamıyorum.
Çünkü yazıyor, tekrar yazıyor
ve yine yazıyor.
Anlıyor musun? Picasso işini hiç yarım bırakmazmış...
Ben de dedim ki...
senin Picasso ile hiçbir ortak noktan yok.
Bana öyle bakakaldı.
Neyse harika bir
haftasonu kaçıracak.
Elinizde hiç Cole Porter var mı?
-Merhaba.
-Selam.
-Seni hatırlıyorum.
-Öyle mi?
Senin dostundu.
Cole Porter mı? Evet.
Ayrıca Linda'yı da unutma.
O da dostumdu.
-Şaka yaptığımın farkındasın değil mi?
-Evet, farkındayım. Biraz gençsin.
Evet. Sense onun eserleriyle
ilgilenmek için biraz genç değil misin?
Çünkü Paris hakkında
bir çok şarkı yazdı.
Peki senin hikayen ne?
Bu şehre aşık gibisin.
Sen Paris'in yerlisi misin?
-Evet, Mösyö.
-Evet, Mösyö.
Bana Gil diyebilirsin.
Borcum ne kadar?
Bu mu? 18 avro.
Bunu çevirebilir misin?
Şey... İngilizce
biliyor musun?
Peki, peki. Teşekkür ederim.
Paris dururken yaşamak için...
dünyanın başka bir yerini seçen herkes.
Benim için tam bir gizemdir.
Pablo ve Henri Matisse ile akşam yemeği.
Pablo daha büyük bir sanatçıdır fakat
Matisse daha büyük bir ressamdır.
Paris'te yaz zamanı. Sevgilinin karşı...
karşıya oturmak için en...
iyi zamandır.
Henüz yeni tanıştığım Amerikalı bir yazara
aşık oldum, ismi Gil Pender.
Birden bir büyü
sanki beni ele geçirdi.
Picasso ve Hemingway'in bana aşık
olduklarını biliyorum.
Fakat... açıklanamaz...
açıklanamaz bir nedenden dolayı,
Gil'e tüm kalbimle tutuldum.
Belki naif ve mütevazı göründüğü içindir.
Şu kederli hayatta hep olduğu gibi...
Inez isimli biriyle evlenmek üzere.
Bir rüya görmüştüm, bir gece
bana gelip bir hediye getiriyor...
bir çift küpe ve sevişiyoruz.
Küpeler!
Aman Tanrım! Siz ne yapıyorsunuz?
Babamın göğüs ağrısı başladı.
Eminim hazımsızlıkla ilgilidir.
Bu riski alamazdık.
Üç yıl önce anjiyo olduğunu
bilmiyor muydun?
Ah, tabi.
İçime bir balon soktular,
çok mühim sanki.
Balon mu?
Evet, otel doktoru mu?
Lütfen, oda numarası 728.
Doktoru çağırma.
Gil, sen niye böyle giyindin?
Ben mi? Hayır, sadece yazıyordum.
Yazıyordum.
Ne? Yazmak için niye
giyindin ve parfüm sürdün ki?
Hayır, hayır sadece duşa girmiştim.
Duşta daha iyi düşündüğümü biliyorsun.
Pozitif iyonları aldığımı biliyorsun.
Tam Saint Michel Tepesi'ne giden yolu yarılamıştık ki
babamın birden ağrısı başladı.
Bizi çok korkuttu, biz de hemen geri
döndük.
Hey John, senin için
yapmamı istediğin bir şey var mı?
Rengin iyi gözüküyor ama
ben doktor değilim sonuçta.
Hayır, ben iyiyim. Herhalde bana
zorla içirdiği şampanya yüzündendir.
O da ne?
Ne ne?
Elindeki şey ne?
Bir şey değil.
-Bu bir hediye.
-Biliyorum, biliyorum.
Hayır değil... Yani biliyorum evet öyle...
Benim için mi?
Öyle evet. Yani bir şey değil,
bit pazarından öylesine...
Açabilir miyim?
Hayır, hayır, tatlım şimdi değil.
Sana bunu özel bir
akşam yemeğinde verecektim.
Mücehver mi?
Umarım zevkime uygundur.
Çünkü o aytaşı kolye...
Aytaşını seversin sanıyordum.
Mütevazı ama aynı zamanda zariftir.
Sen hep böyle dersin.
"Ucuz, ucuzdur" derim hep.
Sen o kolyeyi hiç görmedin,
aslında hiç takmadım.
Göstereyim de niye olduğunu gör.
Birdenbire herkes aytaşından
nefret etmeye başladı.
Yani... Biraz basit kaçıyor.
Zaten basitliğini
sevdiğini sanıyordum.
Zaten sorun da bu,
çok basitler.
Neyse, nerden bileyim.
Çok basitmiş.
Benim inci küpelerim nerede?
Onları yanında getirdin mi?
Onları getirdiğini bile bilmiyordum.
Evet getirdim, buraya koymuştum.
Öyle mi? Düşmüş olmalılar.
İkisi birden mi?
Delikli küpelerdi onlar.
Sana her şeyini otelin
kasasına koymanı söylemiştim.
-Sence temizlikçi mi?
-Her zaman temizlikçidir.
Bu sabah burada gördüğümü
biliyorum.
Hırsızlığı hemen bildiriyorum.
Biliyor musun, dün oldukça garip
gözüküyordu, ona...
Hemen bir yargıya varmayalım,
biliyorsunuz hırsızlık suçlaması...
Bir hırsızlık bildirmek
istiyorum.
Inez, hayır.
Otel dedektifini arayıp buraya
gönderebilir misiniz? Teşekkürler.
Bu cadı avı ama!
Bunu insanlara yapamazsınız.
Eğer çalmışlarsa yaparsın.
O temizlikçiden hoşlanmamıştım.
En başından beri hoşlanmamıştım.
Çok iyiydi, nazikti.
Hep onların tarafını tutuyorsun.
Babam sana bu yüzden komünist diyor.
İyi akşamlar, ben Doktor Gerard.
Ben iyiyim, iyiyim.
Teşekkür ederim.
Anjiyo olmuştu...
Evet.
Bak... Bunlar değil mi?
Bunlar olabilir.
Nerede buldun bunları?
Banyoda.
-Banyo mu?
-lEvet lavabonun üzerinde.
Banyoda ne arıyor bunlar?
Bilmiyorum... Belki, belki
düşürmüşsündür işte...
belki de temizlikçi alıp oraya kaldırmıştır.
Görmemiz için.
Düşürmedim... Düşürmedim.
Önemli olan çalınmamış olmaları...
Tamam anlaştık...
istediğin fiyatı vereceğim.
Ah, Pender,ben de Matisse'ye...
yeni tablolarından birini satın alacağımı
söylüyordum, koleksiyon için.
-500 frank uygun sanırım..
-Matisse için 500 frank mı?
Evet, kulağa
uygun geliyor.
Düşündüm de ben de
bunlardan altı yedi tane...
Ne getirdin?
Kitabımın ilk bir kaç bölümünün
son halini getirdim, merak ettim de...
belki bana doğru yolda olup olmadığımı
söyleyebilirsin. Çok makbule geçer.
-Bırak bakalım.
-Tamam, harika.
Hemingway'den haber var mı?
Oh, çoktan döndüler,
gezi pek yaramamış...
böyle olacağını biliyordum.
Bitti, Picasso ile de.
-De Roulle'da... tek başına.
-Tek başına mı?
Şu gerçeküstücü çılgın
ressamlardan biri evleniyor.
Kutlama yapıyorlar.
Seni gördüğüne çok sevinir.
Burada ne arıyorsun?
Seni bulmaya geldim.
Öyle mi?
Evet. Belki biraz
garip gelecek...
Diyelim ki yazar olarak
insanların...
titreşimlerini hissetmekte oldukça iyiyim,
özellikle kadınların.
Belki biraz karmaşık duygular
beslediğini hissediyorum...
benim için yani.
Sen evlenmeyecek miydin?
Şu anda her şey
biraz muallakta.
Ne olacağını bilmiyorum.
Konuşabileceğimiz daha
sessiz bir yer var mı?
-Elbette
-Hadi.
Ah, Bay Bunuel, filminiz için
harika bir fikrim var.
Evet?
Bir grup insan gayet ciddi bir akşam yemeğine
katılıyorlar ancak gecenin sonunda...
odadan çıkmak istediklerinde,
çıkamıyorlar.
Neden çıkamıyorlar?
Sadece kapıdan
çıkamıyorlar işte.
Ama neden?
Bir dakika. Odada kalmaya
zorlandıklarında...
medeniyet yok oluyor ve
geriye aslında oldukları şey kalıyor...
hayvan.
Anlamıyorum? Niye çıkıp
gidemiyorlar?
Sadece söylüyorum, bir düşünün.
Belki bir gün daha çekici bir hale getirirsiniz.
Anlamıyorum.
Onları odada tutan ne?
Ne yapıyorsun?
Bilmiyorum...
Bir an için ölümsüz
hissettim.
Çok üzgün görünüyorsun.
Çünkü hayat
çok gizemli.
Yaşadığımız zaman böyle.
Her şey çok hızlı
hareket ediyor.
Hayat gürültülü ve karmaşık.
Ama ben hep mantıklı
bir insan oldum.
Hiç çılgınca şeyler yapmadım.
İlk geldiğimde burada
kalmak istememiştim.
Yazar olmayı çok da ciddiye almıyordum...
Hollywood'un basit kiralık
kalemlerinden biriydim..
Her şeyi bırakıp
gitmek istiyorum.
Senin için.
Bu çok büyüleyici.
-Taksana.
-Bunlar çok değerli.
Bak.
Bay, Bayan lütfen gelin!
Siz de kimsiniz?
Gezintiye çıkıyoruz.
Hadi binin, gidiyoruz!
Aman Tanrım, bu çok güzel.
İnanılmaz, aynı
resimlerdeki gibi.
İşte bu Belle Epoque.
Bu şehrin nesi var böyle
bilemiyorum.
Sanırım Maliye Bakanlığı'na
bir yazı yazmam gerekiyor.
İyi geceler.
İyi geceler.
Hoşgeldiniz.
Teşekkür ederim.
Aman Tanrım! Çok şıksınız.
Daha önce hiç böyle bir şey görmedim.
Lütfen, şampanya alın.
Harika değil mi? İlk tanıştığımızda sana
bu yerden bahsetmiştim...
ve Belle Epoque'tan.
Ve şimdi buradayız.
Niye böyle hissediyorum
bilemiyorum.
Yani... Şu şansıma
inanamıyorum.
Buradan sonra nereye gitmem
gerektiğini çok iyi biliyorum.
Yolu göster.
-Oh.
-Bu inanılmazdı.
Bak...
Aman Tanrım!
Pablo ona tapardı.
Merhaba demeliyim.
Dur, dur. Rahatsız etmemeliyiz.
-Ciddi misin?
-Ama...
adam yalnız
başına oturuyor.
Biraz arkadaş hoşuna
gidecektir.
Tamam, hadi gidelim.
-Bay Lautrec?
-Evet?
Yakşamlar, sizi gördüğümüze
çok sevindik.
Teşekkür ederim, bayan.
Size katılabilir miyiz?
Memnun olurum.
Buyrun, oturun.
Masasına davet etti.
Fransızcayı jestlerden
biraz anlıyorum.
-Amerikalı mısınız?
-Evet, Amerikalıyım.
Danstan hoşlanır mısınız?
Evet, oui oui.
Sizi gördüğümüze çok
mutlu olduk.
Çizimlerinizi çok beğeniyorum.
Bunlar Bay
Gauguin ve Bay Degass.
-İyi geceler, sevgilim.
-Paul Gauguin.
Onun eserleriyle kimse
boy ölçüşemiyor.
Ne Picasso, ne Matisse.
Bu inanılmaz. İngilizce biliyor musunuz?
-Hayır, bayım, o bilmez.
- O da çok az bilir.
Hayır, ben İngilizce konuşabilirim.
Ama doğru, birazcık.
Degass ve ben tam da bu neslin
hayal gücünü...
nasıl kaybettiğini
konuşuyorduk.
O bu neslin boş olduğunu ve
hayal gücüne sahip olmadığını söylüyor.
Belki Rönesans döneminde
yaşamak daha iyi olurdu.
Hayır! Altın Çağ ama bu.
-Güvenilmez.
-Güvenilir.
Rönesans daha iyidir.
Paris'te ne yapıyorsunuz?
Kıyafet tasarlıyorum.
Ah! İlginç.
Yardımcı olabileceğimi
düşünüyorum.
Onu Richard ile tanıştırabilirsin.
Franz Richard ile konuşabilir,
son balesi için...
kıyafet arıyordu.
İlgilenir misin?
Bale için kostüm mü?
Aman Tanrım. Ama burada
yaşamıyorum. Elbette ilgilenirim.
Daha fazla detaya girmene gerek yok.
Geçici olarak buradayız.
Seninle bir dakika konuşabilir miyim?
İzin verirseniz.
Bu pek sana göre değil gibi.
20'lere geri dönmeyelim.
Neden bahsediyorsun?
Burada Belle Epoque'de kalalım.
Bu Paris'in en iyi, en güzel
zamanları.
Fakat 20'lerin nesi var?
Sonra... Charlestone, Fitzgerald ve Hemingway,
bu insanları seviyorum.
Fakat bu şimdiki zaman.
Sıkıcı.
Sıkıcı mı?
Bu benim şimdiki zamanım değil.
Ben 2010'dan geliyorum.
Ne demek istiyorsun?
Aynı 1890'lara geldiğimiz gibi,
ben de senin...
zamanına geldim.
Ne yaptın?
Ben de aynen senin gibi...
kendi zamanımdan, altın çağa
kaçmak istedim.
Gerçekten 1920'lerin altın çağ olduğunu
düşünmüyorsun değil mi?
Evet, benim için öyle.
Ben 1920'lerdenim ve sana altın çağın...
"Belle Epoque" olduğunu söylüyorum.
Ama şu adamlara bak,
onların da altın çağı Rönesans.
Onlar Belle Epoque'yi Titian ve...
Michelangelo ile beraber resim yapmaya
tercih ederler.
Ve diğer ikisi de muhtemelen hayatın...
Kubilay Han zamanında daha iyi
olduğunu düşünüyorlardı.
Şimdi farkına varıyorum,
cılız da olsa farkına varıyorum...
gördüğüm rüyadaki
kaygımı anlayabiliyorum.
Hangi rüya?
Geçen gece bir rüya gördüm,
daha çok bir kabustu...
antibiyotiğim bitmişti, dişçiye gittim ve
dişçide hiç novokain kalmamıştı.
Anlıyor musun?
Bu insanların antibiyotikleri yok.
Sen neden bahsediyorsun?
Adriana, eğer burada kalırsan bu senin
şimdiki zamanın olur...
ve kısa süre sonra başka bir zamanın
hayalini kurmaya başlarsın.
O zamanı "altın çağ" sanarsın.
Yani, sonuçta şimdi ki zaman...
seni tatmin etmez, çünkü zaten
hayatın kendisi memnun etmez.
İşte yazarların problemi de bu.
Hep kelimelerle dolusunuz.
Ama ben daha duygusalım.
Ve ben burada Paris'in en şaşaalı
zamanında kalacağım.
Paris'i bir kez terkettin ve
bundan pişman oldun.
Evet pişman oldum, kötü bir tercihti.
Ama en azından bir seçimdi.
Gerçek bir seçimdi.
Ama şuna bak bence bu çılgınca.
Eğer bir gün kaydadeğer bir şey
yazmak istiyorsam...
ilüzyonlarımdan kurtulmalıyım...
ve geçmişte
daha mutlu olacağımı sanmam eminim...
bu ilüzyonlardan biri.
O zaman, hoşçakal Gil.
Hoşçakal.
Pender, düzeltilmiş halini okudum ve doğru yoldasın.
Beni çok iyi anlamışsın.
Eğer devamını da böyle getirirsen,
bittiğinde değerli bir şey olacak.
Bu harika haber.
Seninle tanıştığımdan beri...
yani gelişme gösterdiğime
çok sevindim.
Bu benim için çok şey ifade ediyor.
Hemingway de ilk bölümleri okudu,
harika bir kitap olacağını düşünüyor
ancak bir noktada bir şey öneriyor.
Ne öneriyor?
Karakterin nişanlısının gözünün önünde
bir ilişki yaşadığını...
görememiş olması pek inandırıcı değil.
Kiminle?
Diğer karakterle, ukala olan.
Buna "inkar" deniyor.
Teşekkür ederim.
Deli misin sen? Paul ve ben mi?
Bu saçma fikre de nasıl kapıldın?
Nasıl mı? Ernest Hemingway sayesinde. O çözdü.
Biliyor musun, oldukça da mantıklı.
Gil, beyin tümörün yine harekete geçti.
Hayır, hayır!
Hemingway, Fitzgerald, Gertrude Stein ve...
Salvador Dali ile delice olan bir şey yok.
Hayır yok!
Yıllar önce ölmüş olmaları dışında!
Hayır, geçmiş ölmedi.
Aslına bakarsan hiç geçmedi bile.
Bunu kim söylemiş biliyor musun?Faulkner.
Ve haklıydı.
Ayrıca onunla da bir partide tanıştım.
-Gil, sen kafayı yedin!
-Hayır, yemedim.
Evet öyle!
Hayır kendine güvenim tam,
kıskancım ve kendime güvenim tam.
Bu kavramsal uyumsuzluk.
Scott Fitzgerald bahsetti.
Inez, bak beni kandırabilirsin,
ama Hemingway'i kandıramazsın.
-Biliyorum!
-Bir deliyle uğraşıyorum burada!
Peki evet! Yaptım!
Paul ile bir kaç gece geçirdim.
Çünkü o romantik, Fransızca konuşabiliyor
ve sen hep çalışıyorsun.
Belki bu mistik şehir yüzünden
ama boşver bunları Gil.
Döndüğümüzde olan biteni
daha iyi anlayacaksın.
Ben dönmüyorum.
Anlamadım, ne?
Burada kalıyorum.
Senin bu romantik kaçamağınla da ilgili değil,
Paris'te olan Paris'te kalır.
Yani sen ve ben...
çok açık ki birbirimizin için...
doğru insanlar değiliz.
-Ne?
-Bence...
Ne diyorsun? Neden bahsediyorsun sen?
Yüzmeye gitmeye hazır mısınız?
-Merhaba.
-Biz ayrılıyoruz.
-Ne?
-Evet. Gil Paris'e taşınacakmış.
-Biliyordum, söylemiştim.
- Peki ne oldu birden?
Paris'te kalacağım çünkü...
yani mutsuz olursam geri dönerim
ama şimdilik kalıyorum.
Kiminle? Kiminle peki Gil?
Şu halüsilasyon arkadaşlarınla mı?
Annem senin hakkında haklıymış biliyor musun?
Senin birkaç tahtan eksik.
Evet, önce ben söylemiştim.
Kim oyuncak tabancalar falan satan
bir karakter yaratır ki...
çünkü gerçekten...
Dinleyin, ben iyiyim.
Açıkçası bensiz daha iyi olacağını
düşünüyorum sadece.
Evet bunda haklısın.
-İnanamıyorum.
-Devam et!
Devam et!
Sokaklarda yürü, Paris'in ışıklarına ve
çatılarına kaptır kendini.
Hoşçakal Inez.
Troçki'ye selam söyle.
Biliyor musun?
Onu takip etmesi için özel bir
dedektif tutmuştum.
İyi olmadığını biliyordum.
-Yaptın mı?
-Tabi ki yaptım.
Onu her geceyarısı bir arabaya
binerken görmüş ve yakından takip etmiş.
Peki ne olmuş?
Bilmiyorum. Dedektiflik firması
dedektifin kayıp olduğunu söyledi.
Sen de kimsin?
Ben sadece kayboldum da, çıkışı arıyordum.
Muhafızlar! Muhafızlar!
Kafasını koparın!
Selam!
Merhaba!
İşe bak.
Seni görmek güzel.
Burada ne yapıyorsun?
Arkadaşlarımla yemekten dönüyordum.
-Peki.
-Şurada oturuyorum.
Ya sen, sen ne yapıyorsun burada?
Sadece yürüyüşe çıkmıştım.
Aslında Paris'e taşınmaya karar verdim.
-Gerçekten mi?
-Evet.
Seveceğinden eminim.
-Öyle mi dersin?
-Evet.
Biliyor musun geçen gün seni düşündüm.
Çünkü patronum Cole Porter'ın
başka bir albümünü daha aldı.
Ben mi aklına geldim?
Böyle düşünmene sevindim.
-Şu anda evine mi gidiyorsun?
-Evet.
Seninle yürüyeilir miyim
veya bir fincan kahve...
İşe bak, yağmur başladı.
Hayır, sorun değil. Islanmaktan çekinmem.
-Gerçekten mi?
-Evet.
Aslında Paris yağmur altında daha güzeldir.
Gerçekten mi?
Ben de hep bunu söylerim,
tamamiyle katılıyorum.
Evet daha güzeldir.
Bu arada benim adım Gabriela.
Gil.
Çok hoş bir isim.