Tip:
Highlight text to annotate it
X
JACOB'S LADDER
İyi mal, dostum!
Nerede bu kahrolası çekik gözlüler?
Dışarıda olduklarını sanmıyorum.
Tanrım, bu mal adamı uçuruyor.
Hey, profesör!
Saatte kaç kez sıçabiliyorsun?
Dostum, ishal oldu.
Pantolonunu niye kaldırıyorsun?
Yine mastürbasyon mu yaptın, Jake?
Gel buraya, bana yap!
Siyah kuşumu eline al!
Lütfen!
Nazikçe rica etti.
- Yanımda cımbızım yok, dostum!
Orman kenarında hareket var!
Kahretsin!
- Orman kenarında hareket var!
Kendimi iyi hissetmiyorum!
- Neyin var?
Başım!
Yardım edin!
Kalk!
Kalk!
Neyin var, kalk ayağa!
Sıhhiye!
Ne oluyor?
- Sıhhiye!
Sıhhiye!
New York çılgın bir şehir olabilir,
ama can sıkıntısından ölmezsin.
Cehennem. Uyuşturucu alırsan hayat
böyle olur. Yardım edilebilir.
Affedersiniz!
"Bergen Street"'i geçtik mi acaba?
Bergen Street...
Uyuyakalmışım.
Tamam, tamam!
Kahretsin!
Selam, Chester.
Haydi, uyumaya devam et.
Yine uykusuzluk mu çekiyorsun?
Jake, sen misin?
Mobilyaların yerini mi değiştirdin?
Sadece sandalyeyi, hepsi o kadar.
Bu yardım eder mi?
Evet, sağ ol!
Eh, ne düşünüyorsun?
- Ne hakkında?
Oda için!
Bunu bana yarın sor.
- Zaten yarın oldu.
Niye bu kadar geç kaldın?
- Bednash yine gelmedi.
Hastaymış, rapor aldı. O hep hasta.
Dolayısıyla, ben çalıştım.
Fazla mesai ücreti alacağım.
Pantolonuna ne oldu?
Sorma.
Korkunç görünüyorsun.
- Sağ ol.
Yardım edin.
Yardım edin!
Kahretsin!
Uyandın mı?
Kahretsin.
Bu ne?
- Oğlun getirdi.
Kim? Jed mi?
- Hayır, ufak olanı.
Eli.
Neden isimlerini aklında tutamıyorsun?
Bunlar garip isimler.
İncil’den alınma isimler.
Onlar peygamberdi. - Şahsen
dini isimlerle aram iyi değildir.
Ne? - Jezebel'in
nereden geldiğini sanıyorsun?
Kimse bana böyle hitap etmiyor.
Kafir birisin, Jezzie!
Nasıl böyle bir budala ile
beraber olabiliyorum?
Bana söylediğine göre ruhunu sattın.
Evet, ne için?
- İyi bir sevişme için.
Karşılığında ne aldım?
- En iyisini!
Pakette ne var? - Fotoğraflar.
Karın onları atmak istemiş.
Dolayısıyla, adı neydi...?
Okula giderken buraya bıraktı. - Eli.
Bunlar şahane!
Şu bebeğe bak!
Kim bu? - Şirin, değil mi?
- Ufak bir tombiş.
O benim.
- Bu sen misin? Bakayım!
Ufak bir tombiş işte.
Bakmana gerek yok.
Ya bu kim?
Sarah.
Ne demek istediğini görüyorum.
Ne?
- Onu terk etme nedenini.
Ne demek istiyorsun?
- Gerçek bir fahişe gibi görünüyor.
O zamanlar iyiydi.
Benim için değil!
- Onunla sen evlenmedin.
Selam, bebeğim!
Nasılsın?
Sorun nedir?
Bu, Vietnam'a gitmeden önce ölen mi?
Bu Gabe.
Ah, Tanrım!
Üzgünüm.
Çok ani oldu.
Onu bugün görmeyi beklemiyordum.
Ne yapıyorsun? Yapma!
Seni ağlatan şeyleri sevmiyorum.
Ağlamadım ki ben.
Yine mi yemek yiyorsun?
Amma da obur herifsin.
Nasıl gidiyor?
- Şimdi daha iyiyim.
Eve gidiyorum.
- Ne oldu?
Sırtım beni öldürecek,
Louis'e gideceğim.
Hayır, yine mi, şefin seni öldürecek.
Ne yapabilirim?
Seninle beraber
eve gitmeyi özleyeceğim.
Dört gözle bekliyordum.
- Sırtıma dikkat et!
Haydi Jake, bu acımamıştır!
Nereden biliyorsun?
- Seni tanıyorum.
Neden bugün bu kadar gerginsin?
- Bilmiyorum.
Geçen gün Sarah buradaydı.
- Öyle mi? Dizi sorun mu yaratmış?
Biraz.
Yine ne anlatıyordu?
- Sağ tarafına dön.
Öbür sağ tarafını!
Siz filozofları anlayamıyorum.
Dünyayı anlatabiliyorsunuz ama sağla
sol arasındaki farkı bilmiyorsunuz.
Her neyse, ne dedi?
- Fazla bir şey değil.
O da senin gibi ketum biri.
Evliliğinizin yürümediğine şaşmamalı.
Derin nefes al.
Nefesini yavaş yavaş bırak.
İyi. Şimdi de sol tarafına dön.
Çocuklar hakkında konuştu mu?
Bir orospu çocuğu olduğunu ve seninle
tanıştığı günü lanetlediğini söyledi.
Hani fazla bir şey söylememişti.
- Bu kadardı. Elini kalçana koy!
Nefes al.
Gevşe!
Sırt üstü yat.
Seni hala seviyor.
- Sanmıyorum.
Sadece senden bahsediyor.
Bu aşk, Jake.
Sanırım ona geri dönmelisin.
- O beni kovdu, hatırlıyor musun?
6 yılını filozofi doktoru olmak için
harcıyorsun ve postacı oluyorsun.
Ne diyebilirim? Vietnam'dan sonra
artık düşünmek istemiyorum.
Söz konusu senin beynin olmasaydı
aynı fikirde olurdum. Gevşe!
Gevşe, biraz sert olacak.
Böyle iyi...
Birini buldum. Sanırım hala yaşıyor.
Bana ne yaptın?
Derine girmem gerekiyordu.
Biraz dinlen, yerleşmesi gerekiyor.
- Garip bir anımsama yaşadım.
Ne?
Bilmiyorum.
Son zamanlarda çok sık oluyor.
Meleğe benziyorsun.
Aşırı büyümüş bir meleğe.
Bunu sana daha önce söyleyen oldu mu?
- Evet, sen. Her geldiğinde.
Sen bir cankurtaransın, Louis.
- Biliyorum.
Bay Postacı!
- Mektupların nerede, bebek?
Çantan nerede?
Nereye gidiyorsun?
Sözleri hatırlayamıyoruz...
Dikkat et!
Singer!
Dr. Carlson'nu görmem gerek.
Carlson? Burada yeni mi?
Hayır, yıllardır burada.
Benim listemde yok.
Randevunuz var mı?
Hayır. Ama onu görmeliyim.
Odasının nerede olduğunu biliyorum.
Bana sadece bir ziyaretçi kartı verin.
Randevunuz olmadan
doktorlarla görüşemezsiniz.
Kahretsin! Gazi olarak
tedavi gördüm. Beni tanıyor.
Adınız neydi?
- Singer, Jacob Singer.
Bunca iş içerisinde...
Daha öğle yemeği bile yemedim.
Üzgünüm ama bizde
Jacob Singer adına bir kayıt yok.
Ne demek kayıt yok?
Daha nasıl açıklayabilirim?
Hiçbir şey yok!
Dalga mı geçiyorsunuz!
Yıllardır buraya geliyorum.
Dinleyin, ben...
Ben... Dr. Carlson'u görmem gerekiyor.
Acil bir durum ise,
sosyal yardım psikiyatrlarımız var.
Sadece bu formu doldurun.
- Sosyal yardımdan birini istemiyorum!
Dr. Carlson'ı görmek istiyorum,
o beni tanıyor.
Hey, buraya geri gel!
Hey, buraya gel!
Yardım edebilir miyim?
Dr. Carlson nerede?
Bir dakika müsaade edin.
Dışarı çıkalım.
Herşey yolunda.
Çok üzgünüm. Dr. Carlson öldü.
Öldü mü?
Araba kazasında.
Oh, Tanrım!
Ne zaman?
Bir ay oluyor, Şükran Günü'nden önce.
Nasıl oldu? - Kimse bilmiyor.
Havaya uçmuş diyorlar.
Havaya mı uçmuş?
Ne demek havaya uçmuş?
Gerçekten bilmiyorum.
Sizin için bir şey yapabilir miyim?
Birini çağırmamı ister misiniz?
Hayır! İyiyim.
Belki baskı altında olduğundandır.
Para, ya da buna benzer bir şey.
Ya da karın.
Onu nereden çıkardın şimdi?
Devamlı onu düşünüyorsun.
Onun hakkında konuşmuyorum bile.
Konuşmayla ilgili değil zaten.
Belki de savaştandır.
2 yıl Vietnam'da kalıpta...
- Oh, Jezzie yapma!
Bu metro istasyonunda olanları
ve yaratıkları açıklamaz.
Yaratıklar? New York bunlarla dolu.
Ve bir sürü istasyon da kapalıdır.
Onlar...
sanki şeytandı.
Şeytan mı? Jake, tatlım,
onlar ayyaş, evsiz barksız serseri.
Sokaklar bunlarla dolup taşıyor.
Onların
başka bir şey olduğunu düşünme.
Herifler beni öldürmeye çalıştı,
üstüme doğru sürüyorlardı.
Gezintiye çıkmış çocuklar,
bu her zaman olan bir şey.
Onlar insan değildi.
Ne? Şimdi saçmalıyorsun!
Peki neydiler?
Beni hala seviyor musun?
Efendim?
- Beni seviyor musun?
Hey, nereye gidiyorsun? Benimle gel.
Sevgilin var mı?
Onu çok seviyor musun?
Yeni bir sevgili ister misin?
Yakında oturuyorum.
Ve çok yalnızım.
Ellerine bir bakayım.
- Hayır, sağ ol.
Haydi Jake, o gerçekten iyi.
Eğlenceli. - Sağ elini mi,
sol elini mi kullanırsın?
Sağ elimi.
- Ver bana.
Evlisin.
Lütfen!
Yo, hayır!
Oh, boşanmış! Bundan hoşlandım!
Bunu görüyor musun?
Şu yarığı?
- Nerede? - Şurada!
Bu bir kağıt kesiği.
Ayrıca esprilisin de! Bunu sevdim!
Jake, gel benimle dans et! Bir kere!
Flört mü ediyorsun?
Bakalım.
Bu kalp çizgin.
Akıl çizgin.
Ve hayat çizgin.
Burada garip bir çizgi var.
Hayır, komik değil!
Buna göre sen ölüsün.
Sen artık aramızda değilsin, bebek.
Gitmeden önce, son kez
bana mavi gözlerini göster.
Bekle! Jake, haydi gel! Haydi!
Haydi, yapabilirsin!
Haydi, salla!
Haydi, bebek, bacaklarını kaldır!
Bebek mezarlarını hareket ettir!
Bunlar çok büyük ayak!
Bağırsakları çıkmış.
- Tekrar içeri sokalım.
Hayatım boyunca
hiç bu kadar utanmamıştım.
Böyle bağırmak!
Sana ne olduğunu anlayamıyorum, Jake?
Davranışların normal değil.
Yeteri kadar delilerle beraberdim,
artık istemiyorum.
Kendini kaybeden erkeklerden bıktım.
Çıldıracaksan, tek başına yap.
Ne gösteriyor?
Oh, Tanrım! Bir doktor çağıracağım.
Ne gösteriyor?
En yüksek dereceyi!
İyi!
Dr. First, rahatsız ettiğim için
üzgünüm, ben 14-G'den Jezzie Pipkin.
Jake'in ateşini ölçtüm,
41 derece gösteriyor. Bu olabilir mi?
Aman Tanrım!
Yataktan kalk!
Yapamam, donuyorum.
Yataktan hemen kalk!
Doktor ne dedi?
Hastane yolunda öleceğini.
Haydi! Kalk!
Haydi, böyle iyi! İyileşeceksin.
Ne yapıyorsun?
Gir şuraya! Biraz daha buz gerekli!
- Donuyorum!
Ne oluyor?
Buza ihtiyacım var. 41 derece
ateşi var! Acil bir durum. Buz!
Haydi, Sam!
Aman Tanrım!
Elimin altında ölüp gitme!
Haydi! Sam, bana yardım et! Sam!
Dikkat edin!
Tutun onu!
Nasıl oldu?
Bunu sevmedi.
- Sevmez tabii.
İmdat!
Yapmayın!
Durun! Beni öldürüyorsunuz!
O neydi?
- Dondum.
Ben üşümüyorum.
Tabii, bütün yorgan sende.
Burası -10 derece falan herhalde.
Sana söylüyorum Sarah,
temiz hava istiyorsan,
yangın merdiveninde uyu.
Bundan sonra pencere kapalı kalacak.
Bu sağlıklı değil.
Sağlık mı? Buna "sağlık" mı diyorsun?
Zatürreeden gebereceğim.
Acayip bir rüya görüyordum!
Başka bir kadınla yaşıyordum.
Kim olduğunu biliyor musun?
- Bilmek istemiyorum.
Postanedeki Jezebel.
Hatırlıyor musun?
Noel partisinde tanışmıştın.
Onunla yaşıyordum.
Ne kabus ama!
Orada yaratıklar vardı
ve ben yanıyordum.
Buzlardan dolayı yanıyordum.
Suçluluk duygusu.
Beni aldattığın zaman,
ne olduğunu görüyorsun.
Yatakta çok iyiydi.
Uyu şimdi.
Şahane kalçaları vardı.
Bana kabus olduğunu söylemiştin.
Öyleydi, öyleydi.
Korkunç, korkunç bir kabustu.
Baba, o gürültü neydi?
Neden ayaktasın?
Soğuk.
Bunu annene söyle.
- Yatağına dön, canım.
Üstümü örter misin?
Kim? O mu?
Hayır, babam.
Kahretsin!
- İyi geceler.
Tamam, gözlerini kapat.
Baba?
- Evet, Jed?
Cep harçlığımı unuttun.
Cep harçlığın mı? Saat sabahın beşi.
Kahvaltıda konuşuruz.
- İyi, ama unutma.
Seni seviyorum, baba.
Nedir bu? Bir toplantı mı?
Ben de seni seviyorum, Pickels.
Uyuyun artık.
Bekle!
Gitme!
Bir yere gitmiyorum.
Buradayım.
Haydi, gözlerini kapat.
Sabah görüşürüz.
Kapatma!
Biraz daha aç.
Birazcık daha.
İyi!
Seni seviyorum, Sarah.
Kafasına dikkat!
Yaralanalı ne kadar oldu?
Burada açık bir göğüs var. Acil durum.
Çok şanslı birisiniz.
Yukarıda iyi arkadaşların olmalı.
İyileşeceksin, Jake.
İyi olacaksın.
Evde miyim?
- Evet.
Buradasın, evdesin.
Beynin pişmediği için şanslısın.
Ne geceydi ama, he?
Bağırıyordun, tekmeliyordun.
Ve hep:
"Sarah, pencereyi kapat!" diyordun.
Sürekli tekrarladın.
Çocuklarınla konuşuyordun.
Ölü olanla bile.
Ürkütücüydü, değil mi?
Biliyor musun, 25 kg buzu 8 saatte
erittin.
Ben öldüm mü?
Yo, hayır.
Buradasın.
Doktor dinlenmen gerektiğini söyledi.
Virüs kaptığını söylüyor.
Ne olduğunu anlamadıkları zaman
hep bunu söylerler.
Buradan kalkma, tamam mı?
Bu gün biraz çıksan iyi olur.
Sürekli
içeride oturman sağlıklı değil.
Kafan için iyi değil.
Biraz dolaş, falan.
Bir şeyler yap.
Sinemaya git!
Eğlen biraz. En azından birimiz
iyi zaman geçirmeli.
Kimse var mı?
Evde kimse var mı?
Kimsin sen?
Allahın cezası!
İki haftadır seni çekiyorum!
Yetti artık! Burada kal da küflen!
Sana boktan günler!
Alo?
- Jake?
Ben Paul, Paul Grunegar.
Paul, Paul Grunegar!
Tanrım, nasılsın?
Aradan 5-6 yıl geçti.
Evet, uzun bir zaman.
Ne var ne yok?
Hiç. - Aynen.
- Seninle görüşmeliyim.
Ben de görüşmek isterdim ama,
yatıyorum, hastaydım.
Seninle görüşmeliyim.
Tamam.
Garip şeyler oluyor, Jake.
Ne olduğunu bilmiyorum.
Bu konu hakkında
kimseyle konuşamıyorum.
Seninle konuşabileceğimi düşündüm.
Sen beni her zaman dinlerdin.
Cehenneme doğru gidiyorum.
Daha açık anlatamam.
Deli olduğumu söyleme,
çünkü olmadığımı biliyorum.
Peşimdeler.
Kim?
Beni takip ediyorlar.
Duvarlardan bile çıkıyorlar.
Kimseye güvenemiyorum.
Ama biriyle konuşmam gerek.
Biriyle konuşmam gerek,
yoksa kafayı yiyeceğim!
Siz işinize bakın.
Kim ya da ne olduklarını bilmiyorum,
ama beni yakalayacaklar.
Korkuyorum, Jake.
Artık hiçbir şey yapamıyorum,
kız kardeşimi bile ziyaret edemiyorum.
Eve bile
gidemiyorum.
Ne yapacağımı bilmiyorum.
- Paul!
Neden bahsettiğini biliyorum.
Ne?
Onları ben de gördüm.
Gerçekten mi?
Onları ben de gördüm.
Her yerdeler, bela gibi.
Aman Tanrım,
tek olduğumu düşünüyordum.
Ben de. Çıldıracağımı sanıyordum.
- Biliyorum!
Bunları hep yanımda taşıyorum.
Ama işe yaramıyor.
Hiçbir şey işe yaramıyor.
O gece ne oldu?
Neden bize anlatmıyorlar?
Bu gün şanslı günüm.
İniş alanına 5 dakika!
Çocuklar için güçlü olmalısınız.
- Onu dinleyin.
Polis raporunu gören oldu mu?
Bir bombaymış.
Gazeteye göre elektrik kontağıymış,
yani bir kaza! - Saçma!
Biri bir şeyleri gizlemeye çalışıyor.
Kaza değildi, cinayetti.
Neden?
Kimse Paul'dan nefret etmiyordu ki.
Sana ne anlattı?
Endişeliydi.
Takip edildiğini düşünüyordu.
Kim?
Bilmiyordu. Yaratıklar.
Neden bahsediyorsun? Yaratıklar!
- Cehenneme gideceğini sanıyordu!
Hangi nedenle böyle bir şey söyledi?
Bu çok garip.
Başka ne söyledi?
Korkuyordu,
o şeyler duvarlardan bile çıkıyormuş.
"Beni yakalamaya çalışıyorlar!" dedi.
Neye benzediklerini söyledi mi?
Affedersiniz.
Aynı anda doldurup boşaltıyorsun, ha?
Hala kahrolası bir spastiksin.
Umarım aletini şişeden daha iyi tutar.
Ne?
Garip bir şeyler oluyor.
Paul ilk ölü değil.
Dr. Carlson'ı hatırlıyor musunuz?
Onun da arabası havaya uçtu.
- Dr. Carlson öldü mü?
Paul'daki gibi bir patlamayla.
Burada altı kişi çıldırıyor.
Ben değil!
İyi, sen değil, Rod!
Ama kalanlar kafayı yiyor.
O geceyle ilgili olabilir mi?
- Herhangi bir şeyle ilgili işte.
Askeriyeyi bir ziyaret edip
ne gizlediklerini
öğrenmeye çalışsak iyi olur.
Askeriyenin sana bir şey
söyleyeceğini nereden çıkarıyorsun?
Duvara karşı yürüyorsun.
- Bir avukat bulmalıyız.
Bir psikolog daha iyi olur.
Hepiniz paranoyaksınız!
İçtiğimiz ot kötüydü, o kadar.
Yaratıklar diye bir şey yok! Haydi!
Carol, 15 dakika sonra
size bloknotunuzla ihtiyacım var.
Üzgünüm, Bay Singer, ama
dünyanın haksızlıkları ile ilgili
bir sürü insan bana geliyor
ve kalbim parçalanıyor.
Dinleyin, bu çok önemli, askeriyenin
bize ne yaptığını öğrenmeliyiz.
Askeriye mi?
Size ne oluyor çocuklar?
Bu çocuk oyuncağı değil!
Bu direk ABD hükümetiyle ilgili!
Bu evrak savaşı demek!
Bu nedenle buradayız.
Yardım edebileceğinizi düşünüyoruz.
Beni Perry Mason'mu sandınız?
İyi, bir bakacağım.
Şansımız var mı?
Yeminli ifadenize ve takımınızın
isim listesine ihtiyacım olacak.
Çok iyi!
Bir şey daha, askeriyenin ilgisi
varsa, dünya kadar para alırsınız.
Nasıl sonuçlanacağını bilmiyorum,
ama genelde bu tür davaların sonucunda
yüksek tazminatlar verilmiştir.
Fena olmaz değil mi, Bay Singer?
Bunu para için yapmıyoruz.
Tamam, beyler.
Kim başlamak ister?
Fırında hazır yiyeceklerden var.
Çeyrek kala hazır olur.
Ve buzdolabında da salata var.
Ayrıca sana elma suyu aldım.
"Red Cheek" olmasın.
Hepsini birden içme.
Tamam.
Avukatın aradı.
- Ne zaman?
Sen duştayken.
- Neden beni çağırmadın?
Fırsat mı oldu, hemen kapattı.
Sinirlenme Jake, tamam mı?
Davanızı almamaya karar vermiş.
- Ne?
Bilgileri dava için yeterli bulmamış.
- Ne demek istedi?
Bilmiyorum. Sadece,
arkadaşların ifadelerini geri çekmiş.
İnanamıyorum!
Çok üzgünüm, bebeğim.
Kalırdım ama, geciktim.
Sonra konuşuruz, tamam mı?
İyi misin?
- Evet, iyiyim.
Emin misin?
Öp beni!
Sonra görüşürüz.
Alo?
Frank, selam! Ben Jake.
Geary aradı ve sizin ifadenizi geri
çektiğinizi söyledi. Ne demek bu?
Evet, doğru.
Neden?
Açıklaması zor.
Dene!
Biliyorsun, savaş savaştır,
bazı şeyler olur.
Bazı şeyler olur mu? Bu da ne demek?
Bir şeyler yapmaya çalışıyorduk
- Yapılacak bir şey yok, Jake.
Kim seninle konuştu?
Neler oluyor?
Diğerlerini arayacağım!
- Onlar ilgilenmiyorlar.
Ne demek istiyorsun?
- Onlar ilgilenmiyorlar.
Bu konuyu konuşmuştuk,
hepimizde aynı belirtiler var.
Askeriye bizden bir şey gizliyor.
Ne olduğunu bulmalıyız.
Kapatmalıyım.
Hayır! Bekle, kapatma!
Bir daha arama.
- Bekle!
Tek başıma yapamam... Frank.
Bay Geary!
- Affedersiniz.
Sizinle kim görüştü? Askeriye mi?
Onlar mı görüştü sizinle!
Kimseyle konuşmadım!
Bana dokunmayın! Rahat bırakın beni!
Bunu yapamazsınız!
Yardımınıza ihtiyacımız var.
Sizin bir doktora ihtiyacınız var!
- Orada bir şey yapıldı! Yardım edin!
Benim yapacağım bir şey yok!
Beni rahat bırakın!
Benden bir şey gizliyorsunuz.
Sorun nedir?
Söyleyeyim size: Ben sizi tanımıyorum!
Garip hikayenizi
araştırmamı istediniz,
ben de araştırdım. Aptal değilim,
beni kullandınız ve ben bunu sevmem.
Askeri bilgilere göre
hiçbir zaman Vietnam'da değildiniz.
Ne demek oluyor bu?
- Hepinizin de deli olduğu.
Psikolojik nedenlerden dolayı
Tayland'da atıldınız.
Tayland? Anlamıyor musunuz?
Bu bir yalan! Biz Da Nang'daydık!
Defol git!
İmdat! Yardım edin!
Gir şuraya!
Pislik herif!
Bay Singer!
Çenesini tutamayan biri için,
çok uygun bir isim.
Kimsiniz? Ne istiyorsunuz?
Seni ve arkadaşlarını
uzun zamandır gözetliyoruz.
Askeri deneyler hakkındaki aptalca
konuşmalarla insanları korkutuyorsun.
Bu konu seni aşar.
Bu nedenle çok insan öldü.
Askeriye başka bir hayattı.
Unut gitsin artık.
Umarım,
ne demek istediğimi anlamışsındır.
Şu pisliği gebertin!
İmdat!
Fakir ailelere yardım edin!
Zavallı adam!
Ağır yaralı.
- Ben Dr. Stewart.
Ne oldu?
- Sırtım.
Hareket edemiyorum.
Ortopedistim...
- Sırtınız mı? Düştünüz mü?
Kaydığını söylüyor.
Belki başını çarpmıştır.
Kimliği var mı?
- Cüzdanı yok.
O çaldı.
- Kim?
Noel Baba!
O piçi yakalayacağım.
İçinde oğlumun resmi vardı.
Gabe'nin resmi.
Elimdeki tek resimdi.
Ortopediden birine ihtiyacımız var.
Dr. Davis'i çağırın.
Tamam.
Kendi ortopedistimi arayın.
- Elimizden geleni yapacağız.
Louis DeNardo.
Nostrand Avenue.
Sizi biraz hareket ettirmem gerek.
Yapmayın!
- Bu biraz acıtabilir.
Umarım bunu hissetmişsinizdir.
- Kahretsin, Louis'e ihtiyacım var.
Kime?
Aşağıya röntgene götürün.
Gabe?
Çıkar beni buradan!
Nereye gitmek istiyorsun?
- Eve.
Evin burası, sen ölüsün.
Ölü mü? Hayır!
Sadece sırtımı incittim.
Ben ölü değilim.
- Nesin peki? - Yaşıyorum.
O zaman burada ne arıyorsun?
- Bilmiyorum.
Bunlar gerçek değil.
- Ne?
Çıkart beni buradan.
- Buradan çıkış yok.
Seni öldürdüler. Hatırlamıyor musun?
Acele edin, onu kaybediyoruz!
Hala kendine gelemedi.
Sizi tanımayabilir.
Onu sadece görmek istiyorum.
- İhtiyacınız olursa, dışarıdayım.
Baba? Merhaba!
Biziz.
İyi misin?
Jake, benim. Olanları duyduk.
Ben ölü değilim.
- Ne?
Yaşıyorum.
Ben ölü değilim.
Yo, hayır! Tabii ki değilsin.
Sırtını incittin, iyileşeceksin.
Biraz zaman alacak.
Söylediklerine göre, bir ay.
Kendini askıya alma!
Sus! Bu hiç komik değil!
Tanrım!
Ne boktan bir durum!
Jacob, seni hala seviyorum.
Bu senin için bir şey ifade ediyorsa.
Rüyana devam et.
Tanrım, hayır!
Ne oldu?
Ne yapabilirim? Söyle bana!
Yardım et!
Bayım, bağırmayın!
- Jacob Singer nerede?
Buradayım!
Neredesin, Jake?
Oraya giremezsiniz!
- Yardım edebilir miyim?
Tanrım, sana ne yaptılar?
- Yardım edebilir miyim?
Orta çağda mı yaşıyoruz?
- Dokunmayın!
Buna modern tıp mı diyorsunuz?
Bu barbarlık! Barbarlık!
Sakin olun!
Neden onu yakıp da
acılarına son vermiyorsunuz.
Bayım, gidin buradan!
- Geri çekilin! Yaklaşmayın bana!
Geri çekilin! Bir adım daha atarsanız
bunu kafanıza geçiririm!
Sakin olun!
- Geri çekilin!
Bunu yapmayın!
Bunu yapamazsınız!
- Çekilin!
Kızgınım!
Gerçekten kızgınım.
Çıldırmış!
- Aşağıda yakalarlar.
Ayak parmaklarına dikkat et!
Bu sefer gerçekten başardın.
Ölüyor muyum?
İncinmiş omurlardan mı?
İlk sen olurdun.
Cehennemdeydim.
Ölmek istemiyorum.
Bakalım bu konuda ne yapabilirim.
Bütün bu acılar!
Başını öne doğru uzat.
Gevşe!
Hiç Meister Eckhart'ı okudun mu?
Hayır.
Eckhart'ı okumadan
nasıl doktoranı yaptın?
Güzel! Şimdi dikkatlice dön.
Sağ tarafına.
Diğer sağına.
Sen gerçekten çılgınsın,
biliyor musun?
Eckhart da cehennemi gördü.
Ne dediğini biliyor musun?
Cehennemde yanacak tek şey,
senin hayata sarılan parçandır.
Hatıraların ve sevdiklerin.
Bunları yakacaklar. Ama bu bir ceza
değil. Ruhunu kurtarıyorlar.
Gevşe!
İyi.
O böyle görüyor:
Eğer ölmekten korkuyorsan
ve hayata sarılıyorsan,
hayatını almaya çalışan
şeytanları görürsün.
Ama kendinle barışırsan,
o zaman şeytanlar gerçek bir melek
olup seni bu dünyadan kurtarırlar.
Her şey bakış açına bağlı.
Onun için korkma, tamam mı?
Gevşe!
Gevşe!
Ve ayak parmaklarını oynat.
Haydi, ayak parmaklarını oynat.
Çok iyi! Başardık!
Başardık!
Sırt üstü yat.
Yavaş!
Deneyelim bakalım.
Bakalım ayakta durabiliyor musun?
Tek başıma mı?
Yapabilirsin.
Haydi!
Sadece bir dene. Haydi!
Haydi.
Bu iyi! Devam et!
Devam et!
Şükürler olsun!
ŞEREF TEZKERESİ
SANAT MASTI RI
ŞEREF TEZKERESİ
"Sevgili Baba,
seni seviyorum. Lütfen eve dön.
Jed bir kurbağa aldı,
Eli anahtarımı kaybetti.
Annem de para göndermeni istiyor.
Sevgiler, Gabe."
Ne oldu?
Benim.
İyi misin?
Neredeydin?
Seni çok merak ettim!
İki gündür telefon bile etmedin!
Hastanedeydim.
Ne hastanesi?
Hangi hastanede?
Bütün hastaneleri aradım.
Açma!
Ne oluyor? - Ben burada değilim
ve sen beni görmedin.
Alo?
- Jacob Singer lütfen!
Bütün gece görmedim.
- Ne zaman dönecek?
Bilmiyorum.
- Ona bir şey söyler misiniz?
1968'de Vietnam'daydım...
- Vietnam mı? Hangi deneyler?
Ben Jacob Singer.
Saygon'daki
kimyasal savaş birliğindeydim.
Gizli deneyler yapıyorduk.
Fazlasını bilmek istiyor musunuz?
- Nerede buluşabiliriz?
128. Cadde ve
West Side Highway'in köşesinde.
Nasıl tanıyacağım?
- Beni tanıyorsunuz.
Takip edilmediğinize emin olun.
Biliyordum.
Kimdi o?
Bir kimyager.
Saygon'daki
kimyasal savaş bölüğündeymiş.
Bir şeyler döndüğünü biliyordum.
Lütfen gitme.
Üzgünüm.
Selam! Ben Michael Newman.
Beni tanıyacağını söylemiştim.
Seni takip ediyordum.
Keşke seninle daha önce konuşsaydım.
Neden beni takip ediyordun?
- Sen kurtulanlardan birisin.
Gel, burada konuşamayız.
Önce tutuklandım.
Yaptığım en iyi LSD çöpe gitti.
Şanslıysam, 20 yıl ceza yiyeceğimi
düşünüyordum. Bu 1968'deydi.
Kendimi "Rikers Adası"'nda buldum!
Oraya hiç gittin mi?
Bir gün beni hücremden aldılar.
Kurşun geçirmez
camlı bir odaya soktular.
Öbür tarafta da
dört tane madalyalı albay vardı.
Bana, iki yıl Vietnam'a gidip,
bir laboratuarda çalışırsam bütün
davayı düşüreceklerini söylediler.
Hapisteydim ve Vietnam'ın
daha kötü olacağını düşünmüyordum.
Bu bir şey bilmediğini gösteriyor.
- Evet, ellerindeydim.
Kendimi birden Saygon'da buldum.
Gizli bir laboratuarda bilinçaltını
değiştiren uyuşturucu üretiyordum.
Normal uyuşturucu değil,
belli özellikleri izole ediyorduk.
Kara tarafını, anladın mı?
İnsanlardaki agresifliği artıran
bir uyuşturucu istiyorlardı.
Onların korkuları
sizlerin çok yumuşak olmanız ve
elinizden geleni yapmayacağınızdı.
Sizi kızdıracak bir şey istiyorlardı.
Ve bunu dışarı vurduracak bir şey.
Onu icat ettik.
Gördüğüm en etkili uyuşturucuydu.
Kötü bir uyuşturucu yolculuğu
"Ladder"'ın etkisi yanında hiç kalır.
"Ladder"?
- Evet, adını öyle koyduk.
Merdiven aşağı hızlı bir yolculuk.
Doğruca korkunun ve öfkenin merkezine.
Gerçekten etkileyiciydi.
Ama bunu zaten biliyorsunuz.
Maymunlar üzerinde deneyler yaptık.
İşe yarıyordu.
Birbirlerinin kafalarını kırıp
gözlerini oyuyorlardı.
Komutanlar çok heyecanlanmıştı.
Sonra bunu
Vietkong'lular üzerinde denediler.
Savaş esirlerini denek olarak aldık.
Onlar daha çocuktu.
Onları avluya soktuk ve
yüksek bir doz o uyuşturucudan verdik.
Maymunlardan daha kötüydüler.
İnsanların böyle şeyleri
yapabileceğini bilmiyordum.
Büyük bir hü*** olacaktı.
Herkes biliyordu.
Üstlerimiz korkuyordu.
Kazanamayacağımızı biliyorlardı.
Moral sıfırdı ve evdeki
durumlar da kötüydü. Hatırlarsın.
Dolayısıyla birkaç gün sonra
"Ladder"'ı bir deney taburunda
kullanmaya karar verdiler.
Sizin taburunuzda.
Gıdanızdaki çok ufak bir dozla.
Sadece etkisini ispatlamak için.
Taburunuzun en yüksek öldürme
oranına sahip olacağından emindiler.
Gerçekten de öyleydi.
Ama onların beklediği gibi değil.
Kimse o geceyi hatırlayamıyor.
Kopuk kopuk anımsamalar var ama,
anlam çıkaramıyorum. Ne oldu?
Hü*** oldu mu? - Evet,
birkaç gün sonra, çok şiddetliydi.
Ama siz hücumu yaşamadınız.
- Ama bir çatışma oldu, değil mi?
Evet, ama Vietkong'la değil.
Peki kiminle?
Birbirinizi öldürdünüz.
Ne?
Kardeş kardeşe karşı.
Herhangi bir fark yoktu.
Birbirinizi parçaladınız.
Tanrım!
Böyle olacağını biliyordum.
Onları uyarmıştım.
Onları o kadar da uyarmıştım!
Kahretsin!
Sadece Hippi-Kimyageriydim,
ne biliyordum ki zaten?
Cesetleri toplayan adamlarla konuştum.
Onların durumu seninkinden berbattı.
Onlar kalanları gördüler.
Seni bulmam gerekiyordu.
Kendimi sorumlu hissediyorum.
"Ladder" benim bebeğimdi.
Brooklyn'e gidiyorum.
Benimle değil, orada kaybolurum.
Ben yolu biliyorum.
Dinleyin, bütün param bu.
Beni lütfen eve götürün.
Eviniz nerede?
Dr. Singer! Uzun zaman oldu!
Merhaba, Sam.
- İyi misiniz?
Evet, iyiyim.
Yardıma ihtiyacınız var mı?
Yukarıyı arayabilirim.
Hayır, gerek yok. Sağ ol, Sam.
Eğer ölmekten korkuyorsan
ve hayata sarılıyorsan,
hayatını almaya çalışan
şeytanları görürsün.
Ama kendinle barışırsan,
o zaman şeytanlar gerçek bir melek
olup seni bu dünyadan kurtarırlar.
Gabe?
Selam, baba.
Herşey düzelecek.
Haydi, yukarı çıkalım.
Haydi gel!
Öldü.
Mutlu görünüyor.
Bütün gücüyle mücadele etti.
Adı neydi?
Singer, Jacob Singer.
Raporlara göre, hayal görme
etkisi yapan sinir maddesi BZ, Vietnam
savaşında askerler üzerinde denendi.
Pentagon bu hikayeyi inkar etti.