Tip:
Highlight text to annotate it
X
New York Borsası dalgalanma
belirtileri gösterirken...
...olumlu havada bir
değişiklik yaşanmadı.
İşte bekârlara güzel bir haber.
Güzel kızlar için olan rekabet
artık kesinlikle kolaylaşacak...
...çünkü ünlü kadın avcısı
Nickie Ferrante sahadan ayrılıyor.
Uzun bekleyişin ardından düğün
çanları onun için çalıyor olacak.
Bay Ferrante bugün Avrupa'dan
gemiyle yola çıkıyor.
Bayan Lois Clarke onu
New York'ta bekliyor olacak.
Lois ve onun tatlı 600 milyon doları.
Ne para ama!
Hem parası var, hem de güzel!
Vay canına!
Şimdi magazin haberleri.
(İtalyanca)
Usta gönül avcısı
Nickie Ferrante...
...600 milyon dolarlık muazzam
bir servetin varisi...
...Amerikalı Lois Clarke ile
evliliğe hazırlanıyor.
600 milyon dolar!
Milyarlarca İtalyan Lirası ediyor.
Vay Anacım!
İşte size leziz, seçme bir haber.
Nickie Ferrante, Amerika'nın zengin
şirketlerinden birinin varisiyle...
...izdivaç yapmak için
bu gece gemiyle yola çıkıyor.
Rock & Gravel şirketiydi sanırım.
Bu kişi Bayan Lois...
...Clarke.
Evet.
Şey.
Şey... duydunuz işte.
Bay Ferrante?
Gemide mi?
Delikanlı. Buradayım.
Bay Ferrante siz misiniz?
Paris'ten telefon görüşmeniz var.
Bay Ferrante, bir imzanızı
alabilir miyim, lütfen?
Telefona bekleniyorum.
Teşekkür ederim.
Alo. Evet, ben Ferrante.
Kim arıyor?
- Bağlayın.
- Seni hayvan.
Alo, Gabriella.
- Benimle konuşma sen!
- Şey, öyleyse neden aradın?
Bana aşktan bahsedip, onca güzel
söz söyledikten sonra...
...nasıl evlenirsin?
Sana o sigara tabakasını verirken
ne demiştin hatırlıyor musun?
Elbette, canım. Dedim ki...
Dedim ki...
Alo! Beni duyabiliyor musun?
Sanırım hat koptu.
- Hat falan kopmadı.
- Operatör!
Ah, çok yazık!
Sahtekar! Şu elimdeki bıçak...
...keşke sırtına saplı olsaydı.
Yalancı, korkak! (Fransızca)
Utanmaz adam!
Oo, Bay Ferrante!
Adım Hathaway. Ned Hathaway.
- Sahi mi?
- Hoş geldiniz.
Karım, kızım ve ben briç oynayacaktık,
bize katılmak ister miydiniz?
Üzgünüm, Bay Hathaway,
ben hileciyimdir.
Alışkanlık işte.
Affedersiniz, sanırım elinizdeki
sigara tabakası bana ait.
Ben de itiraf edebilirim.
Mücevher hırsızıyım.
- Buna inanmıyorum.
- Yetkiliye teslim etmeye götürüyordum.
Bunu arka tarafta...
Bir saniye.
Senin olduğu ne malum?
İçinde bana atfen
bir yazı var.
"Nicolo'ya..."
Siz sakın şu meşhur...
Oh, hakkınızda çok şey okudum.
Life dergisinde, Look dergisinde...
Ve belki Good Housekeeping dergisinde?
- Artık tabakamı alabilir miyim?
- Hayır, bir saniye.
Bu epey kişiselmiş. Öyle övünülecek
bir Fransızcam yok.
Gerçekte ne yazdığını
özetle söyleyebilir misiniz?
Şey, gerçekte şöyle yazıyor...
"La Gabirella'daki üç unutulmaz gecenin
anısına." La Gabriella onun yatı oluyor.
Sanırım bu sen oluyorsun.
Söylesene, "Bir daha asla gülümsemeyeceğim"
şarkısını sen mi yazdın?
Hayır.
Ama "La Gabriella'da Mehtaba Dalarken"
adında bir şarkı yazmayı düşünüyorum.
Sence beysbol kadar popüler
olma ihtimali var mı?
Bekleyin, lütfen.
Bir derdim var,
büyük bir dert.
Evet, yatlarda oynaşmanın ucuz
bir şey olduğunu size söyleyebilirim.
- Biriyle konuşmam lazım.
- Şey, o tür işlerden pek anlamam.
- Çok konuşuyorum ve bunu bırakmaya çalışıyorum.
- Güvenilir bir yüzünüz var.
- Öyle mi?
- Size güvenebilirim, değil mi?
- Evet, zannederim öyle.
- Güzel. Benimle gelin.
Kaptanın da güvenilir bir yüzü var,
neden dertlerini ona anlatmıyorsun?
- Senin kabinine mi yoksa benimkine mi
gidiyoruz? - Hayır, benimkine.
- Benimki hemen şu köşede.
- Benimki burada.
Öyle iffet taslayanlardan değilim...
...ama annem bana yılın son aylarında bir
erkeğin odasına girmememi söylerdi hep.
Öyle mi derdi?
Ah, iyi. Anneniz sadece güzel değil,
aynı zamanda zeki de.
- Adınız nedir?
- Terry McKay.
Terry McKay ve yalnız
seyahat ediyorum.
- Dert ettiğiniz bu olabilir mi acaba?
- Evet.
- İzin verir misin?
- Evet.
Teşekkür ederim.
Sanırım onu şuraya
bırakabilirsin.
Daha iyisi olamazdı.
Hayatımı kurtardınız.
Sıkıntıdan ölmek üzereydim.
Gemide tek bir çekici kadın görememiştim.
Korkunç, değil mi?
Dehşete kapılmıştım.
Kendi kendime dedim ki "Artık güzel
kadınlar seyahat etmiyor mu?"
Ve sonra seni gördüm...
Kurtulmuştum. Umarım, yanılmam.
Söyle bana. Bu yolla hiç
sonuç aldığın oldu mu?
Yoksa şaşırmalı mıydım?
Şaşırsaydın, şaşardım zaten.
Kötü bir denemeydi.
- İsteseydim ben de bunu yapabilirdim.
- Tabi ya, yapabilirdin.
- Pekâlâ, sanırım yapacağım.
- Dinliyorum.
Nişanlının şu Gabirella yatındaki
hanımefendiden haberi var mı?
Elbette. Onun en yakın dostudur.
Ne samimi bir grup.
Şey, bu gemi acayip
hızlı gidiyor.
Her anın değerini bilmeliyiz.
Sence de hayatın şampanya gibi neşeli,
fıkır fıkır olması gerekmez mi?
- Pembe şampanyayı severim.
- Ben de pembe şampanya demek istemiştim.
Bu seyahatin pembe şampanya
tadında olmaması için bir sebep var mı?
Ne var?
Oo, deme ya.
- Bu onun hoşuna gitmezdi, ha?
- Gitmezdi.
- Kocan mı?
- Hayır.
- Yine de bundan hoşlanmazdı?
- Evet.
Neden seninle birlikte değil?
Bir şirket birleştirme işi için
Texas'a gitmek zorundaydı.
Bu büyük işi bitirene kadar bir seyahate
çıkmamın uygun olacağını düşündü.
Çünkü ticareti hiç aklım almaz.
Bir şirketin ne kadar
zarar ederse...
...kimi alavere dalavereyle, o kadar
çok kazanmasına aklım ermiyor.
İşin sırrı zayıf olanı, büyük, sağlam bir
şirketle birleştirmekmiş gibi görünüyor.
- Ve sonra her şey düzeliyor.
- Aptalca, değil mi?
Aptal olmadığımı biliyor ama bu türden
konularda pek parlak olmadığımı söylüyor.
- Buna hiç gerek yok, değil mi?
- Teşekkür ederim.
Önemli değil.
- Demek sana güveniyor?
- Kesinlikle.
- Hata yok? Yaramazlık yok?
- 5 sadık yıl.
İnanılmaz geliyor, değil mi?
Ama doğru.
Evet, ya. Öyle işte.
- Sigara?
- Hayır, teşekkürler.
Kibritim...
O yazının ateşiyle yakabilirsin,
ne dersin?
Harikasın ya! Sanırım senin
frekansında kalmalıyım.
O çok şanslı bir adam.
Eşsiz biri olmalı.
Bir düşün, nasıl çekici bir adam ki,
böyle büyüleyici bir adama direnebiliyorum...
Evet, evet. Anlıyorum.
Şey, hoş vakit geçirdik,
değil mi?
Şey, yine de tombala var,
tenis gibi güverte oyunları var.
Sakın bana bozulduğunu söyleme!
Evet. Evet, aslında öyle.
- Oh, üzgünüm.
- Önemli değil. Özre gerek yok.
Umarım egonuz zedelenmedi!
- Hayır, lütfen bunu aklınızdan geçirmeyin.
- Egomu alıp yürüyüşe çıkacağım.
- Tabi eğer canınız...
- Akşam yemeği mi?
Çok isterim.
Bakın dostum Ferrante geliyor.
Bay Ferrante, sizi kızım
ve karımla tanıştırmak isterim...
Peki, küçükken dadın sana
yatmadan önce ne okurdu?
- Bir düşüneyim...
- Casanova'nın hayatını mı?
Her gece. Ve sonra
ışıkları kapatırdık.
- "Biz"?
- Sadece şu kadardım.
Mutlu bir çocukluk
geçirmiş olmalısın.
Ah, evet.
- Ya kadınlar...
- Oh, kadınlar.
- Hayatında pek çok kadın oldu, değil mi?
- Bilmiyorum.
- Belki "çok" doğru sözcük değil.
- Biraz muğlâk kaçıyor.
Affedersiniz, Bay Ferrante. Bu masayı
her gece size ayırtmamı ister misiniz?
- Neden olmasın?
- Teşekkür ederim.
- Ee, nerede kalmıştık?
- Sanırım hepsi de sana delice âşıktı.
- Buna şüphem var.
- Onlara pek değer vermiyordun.
- Tam tersine.
- Ama yine de değerlerini biliyordun.
Hatta daha fazlası.
Onları idealleştirdim.
Her tanıdığım kadını,
yükseklerde tuttum.
Elbette, ilişki uzadıkça ve
onu daha iyi tanıdıkça...
- Onları yukarıda tutmak zor, değil mi?
- Evet, öyle.
Çok geçmeden, taban sallanır...
...ve sonra da tavan çöker.
Hayat böyle, ne yaparsın.
(Fransızca)
Hadi, şimdi biraz da
senden konuşalım.
Hayır, bu gece olmaz.
Başka bir zaman konuşuruz.
- Yarın için bir planımız yok.
- Benim var.
- Olmaz.
- Yarın benden konuşacağız.
- Hava güzelleşti, değil mi?
- Gerçekten sıcak.
Teşekkür ederim.
Ee, neredeydik? Bana nerede
doğduğunu mu anlatacaktın?
- Haklısın. Şey...
- Bay Ferrante? Telgraf.
Teşekkür ederim.
İzninizle, Bayan McKay.
- Bayan McKay?
- Evet?
Size de var.
- Teşekkür ederim.
- Bir şey değil.
İzninizle, Bay Ferrante.
- Ondan mı?
- Ondan mı?
Şey, nerede kalmıştık?
Nerede doğduğumu
anlatmak üzereydim.
Boston'da doğmuşum.
Bir an önce büyümeni
bekliyorum.
Sabırlı ol. Çabuk büyüdüm...
New York'a gittim ve bir gece kulübünde
işe başlayıp, gece ondan üçe şarkı söyledim.
Menajer 4'e kadar peşimde dolanır...
sonra ben eve tüyerdim.
- Hiç sana...
- Oh, hayır.
Ve sonra bir akşam... O çıkageldi.
Adamımız bu oluyor.
Ve dedi ki: "Sen böyle bir
yere ait değilsin."
- Sahi mi?
- Ve ben dedim ki: "Değil miyim?"
Ve sonra... Ne?
- Ne, ne?
- Bir şey söyledin sandım.
- Hayır, hiçbir şey söylemedim.
- Özür dilerim. Haklısın.
Bana East Nehri'nin enfes
manzarasına bakan...
...Park Avenue'deki teras katlarından
birine layık olduğumu söyledi.
- Kendini geliştirmen için ideal bir yer.
- Evet. Sıkı ders çalıştım.
- Şan dersi mi?
- Ve müzik...
...sanat, edebiyat.
Böylece günün birinde kusursuz,
alımlı bir eş olacaktın.
Evet, asıl niyet oydu.
- Bu sence kötü bir şey mi?
- Hayır. Hayır, değil.
Ben de öyle düşünmüştüm.
Şey, bir bakıma modernleşiyoruz.
Artık hayatımı kitap
gibi biliyorsun.
Bu sadece ilk sayfası.
İlk ve son sayfası.
İzin verir misiniz?
Teşekkür ederim.
- Hayır, hayır. Bu çok kötü.
- Bir dakika.
- Çok ilginç bir fotoğraf makinesi.
- Oo, evet.
Yeni, değil mi?
Lütfen! Yapmayın!
Ne talihsizlik, değil mi?
Bu hiç hoş değildi.
- Bunu yapmamalıydın.
- Biliyorum.
Birlikte görülmemizin
bize yararı olmayacağı çok açık.
İnsanlar yalan yanlış konuşacaklardır.
Sanırım vedalaşsak iyi olacak.
- Çok yazık olacak.
- Hoşça kal.
Sorun nedir? Korkuyor musun?
- Senden mi?
- Evet.
Hayır.
Bu yolculuk birkaç gün daha sürecek,
monoton geçmesine katlanamam.
Şey, açık havada uzun yürüyüşler
yapabilirsin istersen.
Ya hava yağarsa?
Hayır, yararı olmaz dedim.
- Özellikle kendi açından demek istiyorsun.
- Evet.
Seninle görülmek haber olur ve
gazetelerde resimlerinin çıkmasını istemem.
Bu yüzden, ben yoluma...
...sen yoluna.
Yardım edin!
İşte, bırak da... Ne ağırsın!
- Sorun mu var?
- Evet, bir el atsana. Gerçekten ağır.
Hadi, ahbap.
Şimdi, bırak.
- Diğer tarafa çevirmeyi dene, babası.
- Sağ ol. Çok yardımcı oldun.
Söyle, bu nasıl oldu?
Elim ayağım karıştı.
Aşağı inemedin, ha?
- Sen iyi bir adamsın.
- Sen de iyi bir adamsın.
- Öyle mi? Neden?
- Gemideki herkes senden bahsediyor.
- Dalga geçme! Ne diyorlar ki?
- Bilmiyorum.
Nerede senden bahsetmeye başlasalar
hemen orayı terk ediyorum.
- Bunu anlamıyorum.
- Senin sıran.
Kendini kollamalısın, yoksa
kendine zarar verebilirsin.
Senin yaşlarında bir çocukken,
düşüp, bacağımı kırmıştım.
Peki şimdi nasıl?
- Şey, sanırım iyi. - Öyleyse neden
mızmızlanıp duruyorsun?
Mızmızlandığım falan...
Affedersin.
Şampanya kokteyl, lütfen.
- Sigaranız var mı?
- Sigara bu tarafta, efendim.
- Pembe şampanyanız var mı?
- Elbette.
Bir tadına bakayım.
İyi akşamlar.
Şampanya kokteyl
alabilir miyim, lütfen?
- Pembe şampanyanız var mı?
- Elbette.
Teşekkür ederim.
Merhaba.
Masamı tek kişilik
masayla değiştirdim.
Ben de.
Birlikte yediğimizi o leziz akşam
yemeğinden sonra, oldu mu yani?
- Gaelce biliyor musun?
- Hem de nasıl.
"Buradan gidelim" nasıl deniyor?
Vay, vay, vay!
Vay!
Vay, vay, vay. İşe bak.
Buna göz boyama diyorlar.
- Ne dedin?
- "Buna göz boyama diyorlar." dedim.
Ne dediğini duyamıyorum.
Kimden gizlendiğini sanıyorsun?
Herkes gözünü bize dikmiş. Korkunç!
- Rezalet! Ben gidiyorum.
- Hayır, önce ben...
Sen otur.
- Affedersiniz, efendim. O bayana ait.
- Biliyorum, ben sadece...
Hayır, bekle lütfen. Sonuncusu...
Oh, ne küçük bir havuz, değil mi?
- Konuyu değiştirme. Tabakamı almışsın.
- Üzerimde değil!
Villefranche'de 4 saat
molamız var.
- Evet. Sahile çıkacak mısın?
- Evet. Bir bayanı ziyaret edeceğim.
- Her sahilde, ha?
- Bu seferki büyükannem.
- Bana inanmıyor musun?
- Evet!
- Onunla tanışmak ister misin?
- Evet, tanışmak isterim.
İyi, bir randevun oldu.
- Şaşırdın mı?
- Tamam.
- Büyükanne için küçük bir hediye mi?
- Evet, evet, öyle.
Aşağısı ne güzel, değil mi?
- Evet, hani eski bir espri vardır.
- Neymiş?
Aşağısı o kadar güzelse...
Niye beni yukarı getirdin?
Evet, eski bir espridir.
Büyükannenin de eski bir espri
olmadığına emin misin?
Oh, bana güvenebilmeni dilerdim.
Ne görkemli bir yer.
Mükemmel. Bir büyükannen
olduğuna inanmaya başlıyorum.
Buna şaşırdım.
Onu bulup, sana kanıtlayacağım.
İçeride değil.
İşte, şu küçük kilisede olmalı.
Nasılsın, ahbap?
Bu yerin gizemi nedir? Burada insanın
fısıldayarak konuşası geliyor.
Burası çok huzur verici.
Bambaşka bir dünya.
Evet, öyle. Burası
büyükannemin dünyası.
Bana ondan bahsetsene.
Büyükbabam dışişlerinde çalışıyordu.
Birlikte dünyayı dolaştılar.
Emekli olunca, buraya yerleştiler.
Büyükbabam kilisenin
yanında gömülü.
Büyükannem ise onu
yalnız bırakmadı.
Sanırım, sabırsızlıkla yeniden bir araya
gelecekleri günü bekliyor olmalı.
(Fransızca)
Neden önceden haber vermedin?
Sana sürpriz yapmak istedim!
- Evleneceğin doğru mu?
- Evet, öyle görünüyor.
- Ya sen! Gittikçe gençleşiyorsun.
- Yalancı!
- Kız bu mu?
- Hayır.
Canım, bu Terry McKay.
Merhaba, nasılsınız?
Janou senin evleneceğim
kız olduğunu sandı.
Güzel bir kız, onu sevdim.
Pardon. Sizden hoşlandığımı
söylüyordum sadece.
Teşekkür ederim.
Memnun oldum.
Şey, izin verirseniz,
oturmam lazım.
Son günlerde dualarımı
daha uzun tutuyorum.
Ah, dizlerim!
Benim kadar yaşlılar.
Dünyanın en güzel
yerine sahipsiniz.
Teşekkür ederim.
- Sanırım burada bir ömür kalabilirim.
- Hayır! Bunun için çok gençsin.
Oturup, anıları yâd etmek
için güzel bir yer...
...ama senin daha o anıları
yaratman lazım…
Kilise çok güzel görünüyor.
- İçeri girmek ister misin?
- İzin verir misiniz?
- Lütfen.
- Teşekkür ederim.
Oh, Nicolo!
Ya sen, Nicolo? Bir kiliseye
uğramayalı ne kadar oluyor?
Şey, ben...
- Papaz yardımcılığını bıraktığından beri.
- Biliyorum.
- Sen de git. Sana zarar vermez.
- Pekâlâ.
- Çay demleyeyim.
- Sana yardım edeyim.
Hayır, hayır, sen oraya.
Marius! Kim geldi tahmin et.
- Kim geldi, Madam?
- Bak.
Oh, Bay Nicolas!
Çok sevindim!
Büyükannenin yanına geçelim.
- Bu Marie.
- Hey, merhaba!
- En küçüğü mü?
- Evet, en küçüğü o.
- Kaç oldu?
- Yedi.
Senden sonra bu üçüncü.
Bu dostum Marius.
Marius'un son gördüğümden
bu yana 3 çocuğu olmuş.
Marius, Fransa'nın erkeğe
ihtiyacı var diyor.
Bu yüzden, yedi kızı var.
- Ailemin geri kalanını görmeye gelin.
- Evet, sen git.
Emin misin? Bayan McKay'la
baş başa kalmak istiyorum.
Janou, lütfen insaflı ol.
Korkma seni ele vermem.
- Yardım edebilir miyim?
- Sağ ol, canım.
Senin de ev işinden hiç anlamayan çoğu
zamane genci gibi olmadığına sevindim.
Ailemiz 10 kişiydi. Payına düşen işi
yapmayan yatağına aç giderdi.
Ne muhteşem bir salon.
Ah, evet. Kocam büyük
bir koleksiyoncuydu.
Güzel şeyleri severdi.
Ben de öyle.
Bir kâhya bulmalıyım ama
zaten iki tane eskittim.
...Ve yeni birine alışmak
için çok yaşlıyım.
Hem ben 80 yıl yaşamayı
planlamıştım.
Şu an 82 yaşındayım. Ölmeyeceksem,
ilerisi için para artırmalıyım.
Çok akıllısınız.
- Güzel mi?
- Evet. Büyüleyici.
Nickie?
Evet. Yıllar önce yapmıştı onu.
Ama bu çok güzel!
Çok yeteneklidir.
Bağışlayın. Bundan
hiç haberim yoktu.
Ne yazık ki, aynı zamanda
çok tenkitçidir.
Sanatçı tarafı yaratır,
tenkitçi tarafı yok eder.
- Bu sebeple, uzun süredir hiçbir
şey yapmadı. - Ne yazık!
Diyorlar ya: "yaşamakla meşgul"
- Ben koysam?
- Oh, teşekkür ederim, canım.
Alın.
Bu ziyaret beni çok
heyecanlandırdı.
Sakin görünmeye çalışıyorum.
- Sence belli ediyor muyum?
- Hiç belli etmiyorsunuz.
- İşte buyurun.
- Teşekkür ederim.
Nicolo'yu çok seviyorum.
Küçük bir çocukken, bizi
piyano çalarak neşelendirirdi.
Sonra resme merak saldı.
En kötüsü bu ya,
her şeyi iyi yapıyor.
Bir elinde on marifet yani?
Her şey ona kolay geliyor.
Her zaman, denemediği sanatlar,
görmediği yerler...
...tanışmadığı kızlar
ilgisini çekmiştir.
Öyleyse, onunla tanışmasaydım
belki daha iyiydi.
Hayır, canım. Sen farklısın.
Sana açılmakta bir sakınca görmüyorum.
O beni endişelendiriyor.
- Bazen korkuyorum bile.
- Neden?
Hayat tarzı Nicolo'ya bir gün
ödeyemeyeceği bir hesap kesecek diye.
Ama seni onunla görünce,
şimdi daha iyi hissediyorum.
Beni mi? Öyle mi?
Evet, sen.
Bu inancınıza ortak
olmak isterdim.
Gerektiğinde olacaksın.
Bu senin karakterinde var.
Nicolo'nun iyi bir kadının adam
edemeyeceği öyle kötü bir yanı yok.
Marius'un tüm ailesini gördüm.
7 kız!
- Eşiyle hoş bir sohbetimiz oldu.
- Hoş sohbeti kocasıyla yapmış olmalıydın.
Şapkama oturma.
Söylesene, siz ikiniz ne
konuşuyordunuz?
- Duysan, şaşardın.
- Buna eminim.
Bahse girerim hep
Janou konuşmuştur.
Bana dedi ki, sen küçük bir çocukken,
istediğini alamadığında...
...yüzü kızarmış halde yere yatıp,
tekmeler savuruyormuşsun.
Sahi mi?
Öbür gözünü kırpmalıydın.
- Sen ne dedin?
- Artık bunu yapmıyor dedim.
- Öyle mi?
- Evet.
Şimdi ise istediğini elde edemeyince
sadece hicap duyuyorsun.
Biraz çay?
Bunu sana sonra
sormamı bana hatırlatıver.
Evet, çay isterim.
Janou, sana bir hediyem var.
Gel de bak.
- Hediye almak için çok yaşlıyım.
- Kimse hediye almak için yaşlı değildir.
- Paranı çarçur etmemelisin.
- Fazla tutmadı. Yardım edeyim.
- Bunu nasıl yaptın?
- Zihnimden yaptım.
Teşekkür ederim.
Bu André! Kocam.
Çok gerçek.
Tıpkı o.
Ne çarpıcı bir yüz.
- Bunu zihninden mi yaptın?
- Evet.
Beğendin mi?
Harika!
Aslında onu uzun süre önce yapmıştım
ama sana verip vermemekte kararsızdım.
Yetenekli olduğunu söylemiştim.
- Şey, bu sana.
- Bana mı? Teşekkür ederim.
Teşekkür ederim.
Bu da bana.
Şimdi ne var?
Şerefe kadeh kaldırmak istiyorum.
Ama ne diyeceğimi tam
toparlayamıyorum.
Şey, mutlu bir evlilik geçirmesi
ile ilgili olabilir mi?
Şöyle diyelim mi:
Eve dönüş yolculuğunuz
güzel geçsin.
Teşekkür ederim.
Şey, korkarım birazdan
gitmek zorundayız.
Güzel bir gün oldu.
Gitmeden önce, bize
piyano çalacaksın.
- Hadi gel.
- Lütfen.
- Ellerime bak.
- Bahane bulma, hadi ama.
Janou bir piyanistti.
Öyleydi.
Unutma, bunu sen istedin.
Gemilerin kalkış düdüğünü
sevmiyorum.
Bunu omzuna atsan
daha iyi olmaz mı?
Teşekkür ederim, canım.
- Çok güzel, değil mi?
- Beğendin mi?
Evet.
Bir gün onu sana göndereceğim.
Oh, hayır.
Bunu çok isterim.
Benden buraya kadar.
Küçük dünyamın sınırına geldik.
Mükemmel bir dünya bu.
Bizi içeri aldığınız
için teşekkürler.
Hoşça kal.
Selametle kalın.
Hoş çakal, sevgili Janou.
Çok yakında ziyaretine geleceğim,
ve sana sık sık yazacağım.
- Lütfen bunu yap.
- Tamam.
- Mutlu günler, canım.
- Hoşça kal, bebeğim.
Hoşça kal.
Her yerde seni arıyordum.
Odana defalarca telefon...
Ağlamışsın.
Güzellikler beni böyle yapar.
Nickie, Ben...
Bana hayatımın en güzel...
...en unutulmaz gününü yaşattığın
için teşekkür etmek istiyorum.
Büyükanneme karşı
çok iyi davrandın.
- Ona mektup yazacağım.
- Bu hoş olur.
Hadi yürüyelim.
Ağlama artık.
Dedim ya, güzellikler
beni böyle etkiler.
Fırtına yaklaşıyor, Nickie.
Biliyorum. Bugün rotamızı
değiştirdik.
Seni görmeye odana
gelebilecek miyim?
Sanmıyorum.
İyi geceler.
Bir saniye.
- Niye geldin? Riskli olduğunu biliyorsun.
- Konuşacak çok şeyimiz var.
Farkındayım ama birlikte görülmemizin
ikimiz için yıkıcı etkileri olabilir.
Acil düşünmemiz gereken şeyler var.
Bir sorun yarattık.
Evet, biliyorum ve bunu
daha da büyütmeyelim.
Kadın olduğum için doğal olarak daha tedbirliyim
ve sen yokken daha mantıklı düşünebilirim.
Bu yüzden, sen odana git düşün,
ben de odamda düşüneyim...
- Tamam.
- Birbirimizi de özlemiş oluruz.
Bu söylediğin çok tatlıydı.
- Sabah şerifleriniz hayırlı olsun.
- Sizin de gününüz aydın olsun. Dinle...
- Sen dön.
- Peki, canım!
Bir dakika. Gitme.
- Bir karara varabildin mi?
- Hayır. Dönmeye devam.
- Seni özledim.
- Ben de seni özledim.
- Neden daha sık telefon etmiyorsun?
- Denerim, ama işte...
- Bir şey mi diyecektin?
- Hayır, yok bir şey.
En azından yemeği beraber yiyemez miyiz?
Senin ya da benim odamda?
Hayır. Daha biz salatamızı yemeden
haberi tüm gemiye yayılır.
- Doğru.
- Mürettebat da pek geveze.
- Diğer tarafa dön, başımı döndürdün.
- Evet, benim için de iyi olur.
Bir dakika. Canım!
Dinle, canım. Ben...
Ne tuhaf.
- İyi akşamlar.
- İyi akşamlar. Bayan McKay yemekte mi?
- Evet, efendim. Ona katılmak ister misiniz?
- Hayır, yalnız yemeği tercih ediyor.
Bitirmek üzere.
- Balık çorbasını dene. Mükemmel ötesi.
- Çok mersi.
- Pas de quoi.
- Oh, kapa çeneni.
Girin.
- Merhaba!
- Merhaba, Bay Hathaway.
Bayan McKay.
Ferrante nerede?
Nereden bileyim?
Hadi ama! Kuşlar bana burada
olabileceğini söyledi.
Sahi mi! Bu yaptığınız kabalık olmuyor mu?
Bay Ferrante'yi görmeyeli...
Merhaba, Terry.
- Bu kitabı sevebileceğini düşündüm.
- Onu okumuştum.
Günlerdir seni görmemiştim.
Gemiden inmiş olduğunu sandım.
Nasıl olsun! Daha limana
bile uğramadık.
Şey, sizi tekrar göremezsem
Bayan McKay, mutluluklar dilerim.
Teşekkür ederim, Bay Ferrante.
Sakın bunun bir...
Bir durun. Siz ikinizin bana bir iyiliği
dokunabilir diye düşünüyordum.
- Neymiş o?
- Bu fotoğrafları imzalar mısınız, lütfen?
Karım, kızım ve ben
farklı farklı aldık.
- Satın mı aldınız?
- Kimden?
Gemi fotoğrafçısından.
Güvertede büyük bir sergi açtı.
Toptan satış yapıyor.
Bay Hathaway, biz bunu bir düşünelim.
Sizi nerede bulabilirim?
Ya kokteyl salonunda,
ya da yemek salonundayımdır.
Evet, elbette.
- Bu fena değil. Oldukça iyi.
- Hadi canım sen de.
Bu korkunç! Yakalanmamak için
onca eziyete katlandık.
Evet. Özellikle senin
adına üzülüyorum.
Aslında, korktuğum
kadar üzülmüş değilim.
- Kaçak gibi saklanmak aptalcaydı.
- Evet, biliyorum.
Yeni bir klişe bulmak için,
diğerlerine katılalım mı?
Şey, pekâlâ.
Neden olmasın?
Kaybedecek neyimiz var?
Son gecemiz.
Bunun tadını çıkaralım.
Selam, Hathaway.
Bana bir iyilik daha yap. Eşleri değiştirelim.
Bu son gece. Herkes öyle yapıyor.
Öyle mi? Ne güzel. Bu durumda,
bize bir istisna tanıyın.
Bu adamı anlamıyorum.
Güzel tutuş.
Merhaba.
- Biraz hava alalım.
- Gel sana dümeni göstereyim.
Ceketimi alayım.
Neden buna sonsuza
dek devam etmiyoruz?
- Kaptanla konuştum. İşe yaramadı.
- Yaramadı mı?
Gemiyi öylece etrafta
dolaştıramayacağını söyledi.
Hoş karşıladı ama insanların evlerine gitmek
istediklerini söyledi. Aptalca değil mi?
Neyi sorun ettiğini
anlayabiliyorum.
Bir tek ikimizle koca
okyanusu dolaşmak.
"Ne düşündüğünü bilmek isterdim"
dersen denize atlarım.
Şey.
Yarın sabah: New York.
Evet.
Seni bekliyor olacak mı?
Senin ki?
Ya, evet.
Hayatı böyle zor yapan nedir?
İnsanlar mı?
Ona aşık mısın?
Artık değilim.
Hayatımda bir işgünü
bile çalışmışlığım yok.
Biliyorum. Bunu düşünüyordum.
- Ne dedin?
- Bir şey demedim.
- Evet, dedin.
- Ne?
Pahalı şeylere düşkün
olduğumu söyledin.
Kürkler, elmaslar, o türden şeyler.
- Öyle mi dedim?
- Ve pembe şampanya.
İkimiz de bu tarz
bir hayata alışığız.
Bizim için biraz zor olabilir...
Bira sever misin?
Farklıdır.
Babam bira içerdi.
Sabahları.
Bira mı içerdi?
Günün geri kalanında
hiçbir şey içmezdi.
Sıcacık anıları olmayanlar için
kışlar soğuk geçiyor olmalı.
Baharı kaçırdık bile.
Evet, belki de bu son şansımdı.
Benim de.
Ya şimdi, ya hiç.
"Hiç" korku verici bir sözcük.
Mutluluğun yanımızdan gelip geçmesini
seyretmek aptallık olur.
- Ve sırf sen hiç çalışmadın diye...
- Bu çalışamam anlamına gelmez.
Elbette gelmez.
Farz edelim ki ben...
Biraz zaman alacaktır tabi,
mesela 6 ay, bu sürede eğer ben...
- Eğer ne?
- Şey, farz edelim ki...
- Gerçekçi ol.
- Pekâlâ.
6 ay boyunca, çok sıkı
çalışırsam...
...sonra seni nerede bulabilirim?
Ne söylemeye çalışıyorsun, Nickie?
Ben sadece... Sana evlenme teklif
etmeye layık biri olmak istiyorum.
Nickie, bu duyduğum en hoş...
Sesin titriyor.
- Çünkü ben...
- Evet, biliyorum.
Şimdi yatmaya gidiyorum.
Kılı kırk yarıp, sadece
bunu düşüneceğim.
Sana sabah açıklarım.
Uzun bir gece olacak.
Benim için de.
Evlilik benim gibi bir kız
için çok ciddi bir adım.
Evet, biliyorum.
- Çocukları sever misim?
- Evet, severim.
- Seni merak ediyordum...
- Giyinmek için bile vakit bulamadım.
- Sabah 5'e kadar uyumadım.
- Ben hiç uyumadım.
Şimdi dikkatli dinle. Her şey yolunda giderse,
yani ikimiz için, bu 6 ay zarfında...
İşte, buraya yazmaya başlamıştım.
Şimdi okuyayım mı?
"Sevgilim." Ben mi oluyorum?
"Bir randevun var, sevgilim. 1 Temmuz,
saat 5'te." Nerede olduğunu yazmamışsın.
- Yerini de sen söyle.
- Bilmiyorum. Aklıma bir şey gelmiyor.
Empire State Building'in
zirvesine ne dersin?
Ya, evet! Mükemmel. Orası
New York'taki cennete en yakın yer.
102. kat.
Asansöre binmeyi unutma.
Hayır, unutmam.
- Eğer işler yolunda gitmezse...
- Öyle konuşma.
- Olur da birimizin...
- Orada olacağız.
Sözünü unutma.
Sözünü unutma.
Kendine iyi bak.
Sen de.
Nickie, sevgilim!
Hoş geldin.
- Seni görmek ne güzel. Yolculuk nasıldı?
- Fena değil. Yer yer kötü ama güzeldi.
Kıpırdamayın, lütfen.
- Buraya da, lütfen!
- Tamam. Bu nasıl?
Bir poz daha, lütfen!
Bu güzeldi.
Teşekkür ederim.
İzninizle. Önemli bir
randevum var.
Seni gördüğüme çok sevindim.
Ben de seni gördüğüme, Ken.
Sevgilim, araba şu tarafta.
- Neyin var? Gidelim mi?
- Evet.
Araba şurada.
Konuşmamız gereken bir şey var.
Şurada baş başa konuşabiliriz.
- Burada neler oluyor böyle?
- Sana bahsetmedim mi?
TV'den arkadaşlar röportaj
yapmak istediler.
Hayır kurumuma bağışta bulunmaları
koşuluyla kabul ettim.
- Kızmadın, değil mi? Hayırlı bir iş için.
- Keşke haberim olsaydı.
Seni tanıyorum! Haber verseydim,
gemiden inmezdin bile.
- Kamera 1, yakın çekim yap. - Nickie, bu
Bay Lewis. Ropörtajı gerçekleştirecek.
- Bay Fulton Q Lewis.
- Robert.
- Robert Fulton, nasılsınız? - Hayır,
Robert Q. Lewis. Herkes karıştırıyor.
Azıcık geciktiniz, Bay Ferrante,
hemen yayına girmek zorundayız.
Hemen geçin, oturun.
Birkaç soru soracağım ve sonra...
Yüzü nasıl? Parlıyor.
Biraz makyaja ne dersiniz?
Harry, kurulayıver.
- Kusura bakma, canım. Birazdan biter.
- Öyle umarım.
Aklıma gelmişken, bu beyaz gömlek.
Nesi var? Parıldıyor.
- Mavi bir gömleğiniz var mı acaba?
- Hayır, yanımda yok.
Tamam, bak. Sorun değil.
İdare ederiz.
Ne yapacağımızı anlatayım.
Size birkaç soru soracağım.
Nasıl tanıştınız, neler
planlıyorsunuz türünden sorular.
Keyfini çıkarın.
5 saniye, Bay Lewis.
Son bir şey. Kameraya bakın.
Kırmızı ışık yanınca yayındayız.
- Tamam mı?
- Yanıyor zaten.
Oh, merhabalar. Yeni bir Evden Eve
programına hoş geldiniz.
Benton bebek maması şirketinin
katkılarıyla ekranlarınızdayız.
Unutmayın, Benton bebek mamasıyla
bebeğiniz daha çabuk büyür.
Bugün kameralarımız Amerika'nın...
...en büyük servetlerinden birinin
varisi Bayan Lois Clarke'ın evinde.
Birazdan Bayan Clarke ve nişanlısı
Bay Nickie Ferrante ile tanışacağız.
Ve onlarla ülkenin dört bir
yanındaki...
...gazetelere manşet olan büyük
aşklarını konuşacağız.
Tüm dünyanın düşlerini
süsleyen bir aşk. Ama önce...
Sence birbirlerini seviyorlar mı?
Bunu bilemem, Gladys.
Şu Nickie Ferrante'yi
görmeye can atıyorum.
64 milyon dolar nasıl bulursun sorusunun
cevabını ben bilmiyorum ama o iyi biliyor.
Hay musibet.
Terry, sevgilim.
Bana öpücüklerinin neden eskisi gibi
olmadığını sormamı sonra bir hatırlatırsın.
Pratik yapmadığımızdan
olduğunu umuyorum.
Bu zımbırtının açık kalmasına
gerek yok, değil mi?
Daha üstünü değişmemişsin. Bunun
için sana bolca zaman tanıdığımı...
Ken, konuşacak çok şeyimiz var.
Bu halimle daha iyi
düşünebilirim.
Sevgilim, yolculuğun sana
iyi gelmesini umuyordum ama...
...korkarım ki, pek iyi
görünmüyorsun.
Neyin var?
Yolculuk zor mu geçti?
Evet. Öyle oldu biraz.
Şey, Ken, şu program eğlenceli
olabileceğe benziyor.
Lois Clarke ve Nickie Ferrante
programa çıkmak üzereydi.
- Benim ilgimi çekmiyor ama senin
hoşuna gidecekse... - Evet, lütfen.
Tamam.
Avrupa'da güzel vakit
geçirmiş olmalısın.
Doğru.
Bunu biraz açmak ister misiniz?
Hayır.
Bak unutmuşum. Ferrante
seninle aynı gemideydi, değil mi?
- Evet, öyle.
- Onunla tanıştın mı?
Çekici biri miydi?
Büyüleyici?
Karşı konulmaz?
Affedersin.
Bana yakışmadı.
Sözümü geri alıyorum.
Söyleyin, Bay Ferrante, ilk kez mi
evliliğin saadetine kavuşuyorsunuz?
Soruyu tekrarlayabilir misin, lütfen?
Sana bu ilk evliliğin mi
diye soruyor.
Evet.
Güzel. Evin geçimini sağlamak da
niyetinizde var mı?
Evet.
- Amma da komik.
- Ne yapacaksın ki?
Yeniden resme başlayacağım.
Karıma bu şekilde destek
olmak niyetindeyim.
Bir dünya tablo çizeceğe benzer.
Zaten eviniz şaheser tablolarla dolu.
Evet, öyle. Resim çizeceğini bana...
- Doğru, çizeceğim.
- Ya, sahi mi?
- Artık tümden bıraktığını sanıyordum.
- Biliyorum, hata etmişim.
- Nickie'nin bir sürü planı olduğuna eminim.
- Evet, var.
Peki, güzel.
Ne zaman evleniyorsunuz?
- En kısa süre içinde evlene...
- Bir saniye, canım.
Altı ay içinde.
"Altı ay!" Asla onu avucuna
alamayacağına bahse girerim.
Altı ay mı? Peki, güzel.
Çok teşekkür ederim, Bayan Clarke.
Size de, Bay Ferrante.
Dostlar, böylece programımızın
sonuna geldik...
Terry.
Yeniden o soruyu sormak istiyorum.
Sence Ferrante'yi karşı
konulmaz biri mi?
Oh, Ken, üzgünüm.
Böyle şeyler, düşünmeden,
aniden oluverir.
Sevgilim, bu çok saçma.
Biliyorum, öyle.
- Gerçekçi olmak zorundasın.
- Aşk konusunda mı?
- Herkes onun için ne diyor biliyorsun.
- Evet, biliyorum.
Ne yapmayı düşünüyorsun?
Bilmiyorum, Ken.
Sanırım Boston'a dönüp, iş arayacağım.
Belki yeniden...
...şarkı söylerim, ta ki o...
Ta ki o, ne?
Sevgilim, o asla sana bakamaz.
Terry, beni dinle.
Seninle evlenmek istiyorum.
Bu çok daha önce
söylemeliydim, biliyorum.
Bu benim hatam. Çok mu geç artık?
Öyle olmuş olamaz.
Terry, yüzüme bak.
Âşığım, görmüyor musun?
Ben de aşığım.
Ne dersin, satabilir misin?
Elbette, deneyeceğim.
- Model olmadan mı yaptın?
- Evet, modele verecek param yoktu.
Nesi var?
Hafızamın bir eksiği mi var?
Nahoş bir belirsizlik var.
Hayır!
- Ya bu? - Onu da zihnimden çizdim.
Öğle yemeğimdi.
- O bir kadın resmi.
- Evet.
Onunla görülmek hoşuna
gitmez miydi yani?
Buna kuş*** var. İnsanlar,
özellikle de kadınlar...
...bu resmi kimin yaptığını bilirse,
onu ve daha birçoğunu satabilirim.
Hayır, olmaz.
Eski Ferrante öldü.
"Rossi" diye imzalamanın bir manası
yok. Kendi adını kullanırsan...
Eski Ferrante ödü,
yeni Rossi ise aç.
3 ayda ne yapabilirsin ki?
Unutma, fırçayı el kumanda eder.
Her istediğini elde etmeye
alışkın olduğunu bilemez.
Şımarıksın.
Ama fırça buna bakmaz.
Kaprislerine boyun eğmez.
Biliyorum, birkaç parça
satabileceğini umuyordum.
İlk paramı kazanmanın hazzını yaşamak
istiyorum. Kendime bir iş bulacağım.
Ne? Resmi bırakıyor musun?
Bırakmıyorum. Tek yapabildiğim şey bu.
Ama acil para kazanmak zorundayım.
Elbette! Bu arada, sana bir
yemek ısmarlayayım.
Meşhur olunca sen de
bana ısmarlarsın.
İlk kez yüreklendirici
bir laf ettin.
Olağanüstü değil mi? Aklımdan çıkmayan
bir şey olduğunu görmüyor musun?
Haberlerim var.
Kadınlarından birini sattım.
Hani şu hatları olan...
Onu 200 dolara sattım.
İşte ilk paran.
Senin neyin var? Dostum, ben mutlu
bir adamın. Bir ressamım ben.
Ee, ne olmuş? Ben de yıllardır resim
yapıyorum ama mutlu değilim.
Teşekkür ederim,
baylar ve bayanlar.
Bu son gecem, bu yüzden
size çok sevdiğim...
...bir şarkıyı söylemek
istiyorum.
- Kemerinizi bağladınız mı?
- Bağlı.
Bakın, Empire State Building.
Teşekkür ederim.
Bayan McKay, en seçkin
müşterim. Hoş geldiniz!
- Teşekkür ederim.
- Bayan Webb, bakın kim gelmiş.
Tam da "Bayan McKay'e ne oldu"
diyorduk ki, işte geldiniz.
- Çok şık görünüyorsunuz.
- Evet, biliyorum. Ama buradan değil.
- Bunca ay nerelerdeydiniz?
- Boston'da.
- Sizi özledik. - Teşekkür ederim.
Ben de sizi özledim, Bayan...
- Lane.
- Evet, Bayan Lane.
Çok, ama çok özel bir şey istiyorum...
Bayan Webb sizinle ilgilenecek,
Bayan Miss McKay.
İzninizle, ofiste yapacak
bir işim vardı.
Elbette, sizinle ilgilenmekten
mutluluk duyarım.
- Nasıl bir şey düşünüyorsunuz?
- Büyüleyici, ucuz...
- ...ve pembe bir şey.
- Tabi ya. Ondan var.
En güzeli.
Sırf sizin için onu ayırtmıştım.
Bayan McKay ne istiyorsa verin.
Ben oraya varana kadar oyalayın.
- Tek bilmek istediğimiz buydu. - Güzel.
Ödeyemez diye endişe etmiyordunuz, ya?
Beni şaşırttınız! Hoş çakalın.
- Bu harika.
- Biraz kısa, değil mi?
- Bu da var.
- Oh, hayır.
Şuna bakın, bunsuz olmaz.
Evet, hoş ama ben sadece seçtiğim
o küçük parçayı istiyorum.
- Peki, onu göndeririz.
- Nereye göndereceğinizi size iletirim...
...çünkü henüz ben de bilmiyorum.
- Sanırım bu yeter.
- Hesaba yazsaydık?
Hayır.
Biliyorum, ama... Hayır.
- Ken!
- Terry, nasılsın?
Burada ne işin var?
Burada olduğumu nereden...
Anladım.
Sizinle iş yapmak güzeldi.
Beni bağışla, Ken.
Çok geç kaldım.
- Saat kaç?
- Beşe beş var.
- Seni gördüğüme sevindim, Ken.
- Ben de, Terry. Konuşacak çok şeyimiz var.
- Üzgünüm. Çok acelem var.
- Bir yerlerde bir şey içemez miyiz?
- Gerçekten acelem var.
- Sana söyleyeceklerim vardı.
Neden daha sonra aramıyorsun...
O da olmaz çünkü evleni...
- Evleniyor musun?
- Evet, öyle ve de geç kaldım.
- Saat kaçtı?
- Beşe dört var.
Hoşça kal, Ken.
Umarım gerçekten mutlu olursun.
Olur da, bir şeye ihtiyacın olursa...
...sevecek biri gibi mesela,
tereddüt etmeden ara.
Hayır, etmem.
- Hoşça kal, Ken.
- Hoşça kal. Bol şans.
Nasıl bir yer burası! Empire State Building
bu tarafta sanıyordum ama bu taraftaymış.
Ben burada iniyorum
çünkü acelem var.
- İşte paran. Üstü kalsın.
- Bu aceleniz nedir?
Evleniyorum ve senin beni tebrik eden
ilk kişi olmanı istiyorum. Teşekkür ederim.
Evlenmeye acele edilir mi?
102. kat.
- Aşağı?
- Hayır, teşekkür ederim.
Kule.
- Aşağı?
- Hayır, saatiniz kaç?
Beşi on geçiyor.
Ne yaptığımı biliyorum.
Kendi yoluma gitmek istiyorum.
Döndürün şu gemiyi.
Gemiyi döndürmek istiyorum.
Nickie, gemiyi döndürmeme
yardım et.
Benden çok daha güçlüsün.
Bunu yalnız yapamam. Yapamam.
- Sakin olmalısınız.
- Ama ona ihtiyacım var.
Oh, Nickie,
Sana ihtiyacım var.
Yardım et!
Gemiyi döndürmeme yardım et.
Döndürmeliyim...
Aşağı?
Röntgenleri pek iç açıcı değil.
Tekrar yürümesi çok zor.
Bekleyip göreceğiz.
Çok kötü.
Sayıklayıp durduğu adamın
ben olmadığını anlamışsındır.
Onunla evlenmeye gidiyordu.
- Onun durumdan haberi var mı?
- Hayır.
Bekleyip görmemiz gerektiğini
söylemiştin ya, o yüzden...
...onun bilmemesini daha
iyi olacağını söyledi.
İyi birine benziyor.
Evet, öyledir.
Seni görmek istiyor.
Sen git. Ben birazdan geliyorum.
- Merhaba, Ken.
- Merhaba, Terry.
Ona bugün bizimle geleceğinden
haberim olmadığını söylüyordum.
Seni kandırdım, peder.
Ken, pedere aramızda
olanlardan bahsettim.
Bana bir iş bulacak.
Değil mi, peder?
Önce sen bir iyileş, Terry. Haklı.
Sonra bir şeyler ayarlamaya çalışırız.
Rahatına bak sen.
- Bayan McKay.
- Evet?
Oğlum Tyrone'a yaptıkların için
sana teşekkür etmek istiyorum.
Benim gibi bir avanak
olmayacak artık.
Çok mütevazısınız, Bay Bugsy.
Hayır, aptalın tekiyim,
cahilden de öteyim.
- Tekrar teşekkürler. - Peder McGrath'a
teşekkür et. Bana işi o buldu.
Teşekkürler, peder.
Herkes buraya baksın. Bildiğiniz gibi, Molly
kızamık oldu. Onun kısmını ben söyleyeceğim.
Öyleyse, hazır mıyız?
İşte şimdi hazırız.
Beni iyi izleyin.
Bugün hata yapmayalım.
Vay!
İçeri gel!
Nickie! Senin görmek
ne güzel. Girsene.
- Acımasız eleştirmenimiz nasıllar?
- Oh, şey, bakacağız.
Bakıyorum da hepsini dizmişsin.
En kötüyü duymaya hazırım.
Altı aylık emek. Vaktini
boşa harcamamışsın, Nickie.
Sağ ol. Uçurumdan attığım
50 tabloyu da bir görseydin.
- Bunu da atsaydın olurdu hani.
- Aynı fikri paylaşıyorum.
Bu resimlere bakarak ruh halini
anlayabiliyorum aslında.
Bunu yaparken çok üzgünsün.
Onu Ağustosta yapmıştım.
Burada kızgınsın.
Kırık kalbin kendini toparlıyor.
Kırık kalp mi? Öyle şeyler
bana göre değil.
- Bunu duyduğuma sevindim.
- Şu sonuncuya gelelim.
Ona geliyorum.
Ona geliyorum.
Burada, Nickie, gerçek bir
ressam olmuşsun.
Teşekkür ederim. Onu yaptığım
için hiç pişman değilim.
Söyleyecek çok sözüm vardı
ve ben de bunu resme döktüm.
Uzun bir süre, uzakta ve
yalnız oluşun sana büyük bir...
Ben bakarım. Sözünü unutma.
Duymak istiyorum.
Alo. Courbet'in Boya Badana Dükkânı.
Nickie? Bugün döndüğünü okudum.
Lois! Ne hoş.
Burada olduğumu nasıl bildin?
Otelini aradım.
Bu numarada olduğunu söylediler.
Nickie, gece gündüz, her daim
seni düşünüyordum.
Belki öğleden sonra bir yere...
Şey...
Hayır, fikir güzel, hoşuma gitti.
Ama öğleden sonra olmaz.
Olmazsa ne yapalım... Keşke olsaydı.
Yine de teşekkürler.
Bugün duyduğum en güzel şeydi.
Bu geceki gösteriye gelebilirsin.
Her halükarda biletini alacağım.
Gelmeye çalış.
Ve Nickie...
Ne yaparsan yap ama gösteriden
sonraya bir plan yapma, tamam?
- Yerimizi sevdim.
- Ne?
"Yerimizi sevdim." dedim.
- Çok güzel vakit geçirdik.
- Davet ettiğiniz için teşekkürler.
Şeref duyduk. Müsaade ederseniz,
Bay Ferrante beni eve bırakacaktı.
İyi geceler.
- Nereye gitmek istersin? - Sanırım buna
sen karar vermelisin. Bu senin gecen.
Uzun zamandır buralarda yoktum.
İnsanlar nerelere takılıyor, bilmiyorum.
Montum.
Merhaba.
Terry. İzin ver ona anlatayım.
Hayır.
- Gidip ona yetişeyim.
- Hayır, hayır, lütfen.
Bu çok zor.
İlk kez dışarı çıkabiliyorsun
ve ona rastlıyorsun.
Ve tek söyleyebildiğim
bir "Merhaba." oldu.
Gösteri bitti.
Oğlan sevdiğine kavuştu.
Gidelim mi, artık?
Sadece bir dakika.
- İyi geceler, Lois.
- Teşekkür ederim.
Bu gece buraya gelmekten
hoşlanmadın, değil mi?
- Mutlu Noeller, Lois.
- Mutlu Noeller, Nickie ve...
Hoşça kal. (Almanca)
Herkes bir yerlere giderken seni eve
götürmek zorunda oluşum ne kötü.
Ne yaparsın, hayat böyle!
(Fransızca)
Terry, yeniden sormama izin ver.
Neden sana yardım
etmeme izin vermiyorsun?
Peki, öyleyse, bir daha
tekrarlayayım.
Tedavim için para verirsen, bu onun hoşuna
gitmez, dolayısıyla benim de gitmez.
Sonra beni tedavi ettirir de iyileşir ona
gidersem, bu sefer de, bu senin hoşuna gitmez.
- Ama bunu bilmesi gerekir.
- Hayır! Haberi olursa...
...tedavim için ısrar edecektir,
parası varsa tabii, ki bunda şüpheliyim.
Üstelik bir de iyileşmezsem...
Bu korkunç olurdu.
Hayır. Ben iki ayağımın üzerinde
duramadıkça bunu asla bilmeyecek.
Ben iyiyim. Bir işim ve gelirim var.
Her şey yolunda gider
ve de iyi bir kız olursam...
...gelecek Noel'e istediğimi
alabilirim. Anladın mı?
Mutlu Noeller.
Nasıl oldunuz, Bayan McKay?
Çocuklar, size kötü haberlerim var.
Doktor sizinle gelmeme izin vermiyor.
Doktor, birkaç saate kalmaz, döneriz.
Noel'de o kadar ayrıcalığımız olsun.
İlk kez halk arasına çıkacaklar.
Bu benim korom.
- O bizim koçumuz, Dok.
- Norman! "Doktor." de.
O bizim koçumuz, Doktor.
Bunun ona zarar vereceğini bilseydiniz
gelmesini ister miydiniz?
Hayır.
Şey, bakın. Neden ben olmadan
bir denemiyorsunuz?
Haydi. Belki başlangıç sizin
için biraz sorun olabilir.
- Bayan McKay?
- Evet, Tyrone?
Şarkımızı söylerken sizi düşünüp,
her an gelmenizi bekleyeceğiz.
Teşekkür ederim, Tyrone.
Bir dakika. Sally nerede?
Bugün yok mu?
Onu korodan çıkardık. Çok sesli
söylüyor. Sesi herkesi bastırıyor.
Sally bunu şaka sandı.
Sahneye çıkmak için can atıyordu.
Buraya gel, canım.
Diğerleriyle sen de sahneye çıkıyorsun.
Seni koronun arkasına koyacağım ama bana
diğerlerini bastırmayacağına söz vermelisin.
Peki, Bayan McKay.
- Hazır mıyız?
- Evet.
Pekâlâ.
- Bensiz de başaracaksınız.
- Pekâlâ, çocuklar. Gitmeliyiz şimdi.
- Mutlu Noeller.
- Tanrı yardımcınız olsun.
Uslu durun.
- Mutlu Noeller.
- Mutlu Noeller, canım.
Bu senin için pek Noel'e
benzemeyecek.
- Bir şey olmaz.
- İşte.
- Lütfen şunu bana...
- Evet, tabi.
Çok teşekkür ederim.
İsterseniz bizimle hindi
yemeye bekleriz.
- Bana sonrası için bir but ayırırsınız.
- Peki, tamam.
İstediğiniz bir şey olursa,
seslenin yeter.
Teşekkür ederim. Seslenirim.
Çok naziksiniz.
- Mutlu Noeller.
- Size de Mutlu Noeller.
Bayan McKay...
Merhaba, Terry.
Seni... Görmek ne güzel.
Seni de öyle.
- İyi misin?
- Evet, iyiyim. Dinleniyordum sadece.
Güzel.
- Uzun zaman oldu.
- Ya, değil mi?
Yani, seni görmek güzel.
Bunu söylemiştin.
- Acaba...
- Oh, evet. Otur, lütfen.
- Fazla kalmayacağım. Mahzuru var mı?
- Hayır, elbette yok.
Manzara da pek güzelmiş!
Şey, yükseklikten korkuyorum.
Sanırım burayı nasıl bulduğumu
merak ediyorsundur.
Şey! Evet, ediyorum.
Telefon rehberinde McBride
adında birini arıyorken...
...gözüme "T McKay" ilişti.
Kendi kendime "Acaba bu eski dostum
Terry McKay olabilir mi?" dedim.
- Ve öyleydi de.
- Evet.
Ve sonra yine kendi kendime "Bayan McKay'e
karşı pek iyi olduğum söylenemez."
"Ne de olsa, onunla bir randevum
vardı ve gitmedim." dedim.
Demek gitmedin...
Evet.
Bu yüzden kendi kendime... Bu günlerde
kendi kendime çok konuşur oldum...
...dedim ki "Bayan McKay gibi eski bir
dosta bunu yapmak hiç hoş değildi."
"Ondan özür dilemeliyim." dedim.
Biri randevu verip, gitmiyorsa
özür dilemesi gerekir, değil mi?
Evet. Sanırım, yüzde yüz haklısın.
Özür dileme nezaketini gösteren
çok az insan vardır... Herhalde.
İşte ben diliyorum.
- Çok naziksin.
- Doğru.
Seni hep merak ettim.
Ve nasıl olduğunu...
Sahiden mi?
Evet, sahiden.
Şey, ben de senin çok düşündüm.
Öyleyse, gelmediğim
için kızgın değil misin?
Yani, ilk anda kızmış
olmalısın tabi.
Şey...
Evet, kızmıştım.
O an tepemin tası atmıştı.
Dedim ki "Bana bunu yapamaz.
Kim olduğunu sanıyor?"
Ne kadar bekledin?
Çok mu bekledin demek istiyorum?
Şey, bir bakıma... Şey, evet.
Evet, seni çok bekledim, ta ki...
Gece yarısına kadar.
Sonra ne yaptın?
Şey, sonra deliye döndüm.
- Bir düşün, orada öylece dikilmek, tam da...
- Evet, o fırtınalı havada.
Fırtına mı?
Sonra kendi kendine ne dedin?
Sonra dedim ki "Evine dön
ve kafayı çek."
- Ama bunu yapmadın.
- Öyle mi?
Hayır. Belki ufak bir kadeh...
...bir ay boyunca, her saat.
- Beni mi suçluyorsun?
- Suçlayamam.
Sana en azından bir not
gönderebilirdim.
Bunu düşünseydin bile nerede
olduğumu bilemeyecektin.
Ama beni göremezsen
arayacağına yemin etmiştin.
Hayır.
Başarırsak orada buluşacağımızı
söylediğimizi hatırlıyorum.
İkimizden biri gelmezse mutlaka
çok önemli bir nedeni olacaktı.
- Bunu söylemiş miydik?
- Evet, tam olarak böyle söylemiştik.
- Şey, ne gibi mesela?
- Başka soru yoktur...
Umarım!
Sigara ister misin?
Teşekkür ederim.
Sağ ol, Nickie.
Harika değil mi?
Bütün o yolu sırf sana...
Ve şimdi sana neden orada
olmadığını bile soramıyorum.
Tuhaf, değil mi?
Eskiden birbirimizin ne
düşündüğünü bilirdik.
Öyle değiliz artık, değil mi?
Pek sayılmaz.
- Sanki artık...
- Biliyorum.
Bana ne oluyor bilmiyorum,
ne zaman sana...
Parmağında yüzük yok.
Yok.
- Dün gece...
- Gösteride mi?
Yo, Hayır. O sadece...
Hayır.
Niyetim, seni kırmak değildi.
Senin durumun nasıl, Nickie?
Oo, soru sorabiliyorsun!
Dün gece seni görene kadar
her şey yolundaydı.
Sonra aramızda bir şeyin olması
gerektiğini anladım, bir okyanus mesela.
Bu yüzden, kendime bir bilet aldım.
Oh, deniz yolculuğu mu?
Bu gece.
- Mutlusun, değil mi?
- Evet.
- Ya sen?
- Bilmiyorum.
Gelecekten endişeliyim.
İnsanlar ne diyecektir?
"İşte kadınları sevmeyen çatlak ressam.
Onun derdi nedir?" diyecekler.
Neden öyle desinler ki?
Çünkü adam tüm denizleri dolaşıyor...
...ve her tanıştığı kadına "Altı ay
sonra nerede olacaksın?" diye soruyor.
- Ve geliyorlar mı?
- Her yere.
Piramitlerin zirvesine, katedrallerin kubbesine,
Eiffel Kulesine. Onları hep yüksekte tutuyor.
Ve Onları orada bekletiyor.
Tüm o sıralar, o nerede?
Bekliyor.
Ama bu şekilde devam edemezsin.
Sana bir faydası yok. Keşke hata
yaptığını söylemeye hakkım olsaydı.
Bir keresinde yapmıştım.
- Konuyu değiştirmeye ne dersin?
- Evet, iyi olur.
- Mutlu Noeller.
- Ah, neredeyse unutuyordum.
6 ay önce, Noel’i birlikte geçireceğimiz
kimin aklına gelirdi ki?
Sana bir hediye getirdim.
Teşekkür ederim.
Üzgünüm, benim sana bir hediyem yok.
Seni göreceğimi düşünmemiştim.
Önemli değil, zaten öyle bir beklentim
yoktu. O aslında bir Noel hediyesi değil.
Demek mektuplarım bu
yüzden geri geliyordu.
Şimdiye dek onu sana göndermiştim ama
az öncesine kadar adresini bilmiyordum.
Onu senin almanı istemişti,
hatırlıyor musun?
Ben... İşte bu sebeple buraya...
Hoşça kal, Terry.
Hoşça kal, Nickie.
Seni o şalla resmetmiştim.
O görebilmeni isterdim. Courbet en iyi
tablolarımdan biri olduğunu söylemişti.
Ondan ayrılabileceğimi düşünmemiştim
ama artık tutmaya da bir sebep kalmamıştı.
Onun için para talep
edemedim, şey, bilirsin...
Courbet, galeriye gelen genç bir kızın
o tabloyu çok sevdiğini söyledi.
Tabloda benim gördüklerimi görebilmiş, bu yüzden
Courbet'e tabloyu ona vermesini söyledim.
Çünkü kızın parası olmadığını,
üstelik bir de...
Bir de...
Neyse, ona tabloyu o
kıza vermesini söyledim.
Courbet kızın onu çok istediğini
söyledi...
Ben de öyleyse ona ver,
Noel hediyesi olsun dedim.
Beni tanırsın, kalbim geniştir.
Sevgilim, bana öyle bakma.
Neden bana söylemedin?
Bu birimizin başına gelecekse,
neden sen olmalıydın?
Bu benim hatamdı, kimsenin değil.
Yukarı bakıyordum.
Cennete en yakın olan yere.
Sen oradaydın.
Ah, sevgilim.
Üzülme, sevgilim.
Sen resim çizebiliyorsan,
ben de yürüyebilirim.
Her şey mümkün, değil mi?
Evet, sevgilim.