Tip:
Highlight text to annotate it
X
Bu gerçek öykünün konusu,
eşi bulunmayan dostluktur.
Bu benim ve en iyi üç
arkadaşımın öyküsüdür.
Onlardan ikisi, otuz yaşına
bile ulasamamıs olan katil.
Diğeriyse çalışmayan bir avukat.
O, hala geçmişin acısını çekiyor.
Olanları bir türlü unutamıyor.
Korkuya karşı koyamıyor.
Onlar ve çocukluğumuz hakkında
sadece ben konuşabiliyorum.
''Hell's Kitchen. 1 966 Yazı''
Dört arkadaş, ayrılmaz bir bütün
oluşturuyorduk. Dış dünyaya...
kapalı olan Hell's Kitchen'da
mutlu bir şeklide yaşıyorduk.
Manhattan'ın batı kısmı
bizim bölgemizdi.
Orada kendimizi tam anlamıyla
hükümdar sanıyorduk.
Hell's Kitchen'da her cesit insan
vardır. lrlandalı, ltalyan...
Porto Rikolu ve Doğu
Avrupa'nın işçileri.
Hepsi zor şartlar altında
yaşayıp çalışıyorlardı.
Biz, tren yolunun kenarındaki
apartmanlarda otururduk.
Orada birkac anne calısırdı.
Çoğunun kocalarıyla sorunu vardı.
-Defol git ve kapa çeneni!
-Bırak beni!
-Lanet olası bir kadını gömdüm!
Gerekirse seni de gömerim!
-Aile ici siddet Hell's Kitchen'da
olağan bir şeydi. Buna rağmen...
boşanmalar çok az oluyordu.
Dini inançları buna engel oluyordu.
Bir evliliğin sona ermesi için
birinin ölmesi gerekiyordu.
Hell's Kitchen'ın böyle bir yer
olmasına rağmen burada yaşayan...
çocuklar güven içindeydiler.
Mahalle sakinlerine karsı...
suç işlemek yasaktı.
lşlendiğinde de bunun cezası...
çok ağır oluyordu. Bazen de bu,
uygulanan son ceza oluyordu.
Bir esrar dağıtıcısı Hell's
Kitchen'a eroin sokup...
bir Porto Rikolu'nun 12 yaşındaki
oğluna eroin satmıştı.
Çocuk öldü, adam da son
esrarını satmıs oldu.
Hell's Kitchen'da kötülüğün idare
ettiği bir masumiyet hakimdi.
Arkadaşlarım ve ben çoğu zamanımızı
Holy Angels Kilisesinde geçirirdik.
Orada calısırdık. Herkes cenaze
törenlerinde calısmak isterdi...
çünkü bu törenlerde üç dolar,
üzgün görünürsen daha da...
fazla veriyorlardı. Dördümüz, kim
en iyi şeytanlığı yapabilir diye...
birbirimizle yarışıyorduk. Okul
basladıktan iki hafta sonra...
koridorda rahibelerin ''tıkırtı
makinesini'' buldum ve büyük...
oynamak istedim. Kilisedeki kızlar,
ne zaman oturacaklarını...
kalkacaklarını ve ne zaman
eğileceklerini tıkırtıların...
sayısıyla anlıyordu. Bütün
muzurluk benim cebimden çıkıyordu.
-Bugün harika
bir gün olacak.
Sizler kaderin savunucuları
olacaksınız. İsa'nın askerleri...
olacaksınız. Ve Kutsal Ruhun
yeteneklerine sahip olacaksınız.
Sizlerin icin ve anne ve babanız
için bu, harika bir gün olacak.
Sizlerle gurur duyacaklar.
Vaftiz olduğunuzda sizler için...
sözler verilmisti. Simdi
bu sözler yerine getirilecek.
-Bana ''Tıkırtıcı''yı ver.
-Neyi?
-Ver onu!
-Herkes kalksın.
Dua edelim.
-Rahibeleri hedef secmek
çok kolay.
-En *** John ve ben kilisede
oluyorduk. Arkadaş grubunda...
peder olmayı düşünen
sadece o ve bendim.
O ve ben bir pederin yaptığı
şeylere hayran kalmıştık.
Bu, ihanetin ve aldatmanın
yaşandığı gizemli bir dünyaydı.
İnsanlar yaptıkları kötülükleri
açıkça anlatıyordu. Günah...
çıkarmalarını dinlemek, bir macera
filmi izlemekten daha heyecanlıydı.
Günahlar gerçekti. Bunları tanı-
dığımız insanlar gerçekleşmişti.
Bu heyecanı tatmak çok güzeldi.
-Bizi yakalarlarsa mahvoluruz.
-Annelerimiz oradaysa? Ya
onların günahlarını duyarsak.
-Ya kötü bir şey duyarsak?
-Ne gibi?
-Bir cinayet gibi. Ya biri
işlediği cinayeti anlatırsa?
-Endişelenme. Arkamızı yaslayıp
dinleyeceğiz ve gülmeyeceğiz.
Birkaç saniye sonra korktuğumuz
başımıza geldi.
-Ben, evli adamlarla yattım.
Ailesi olan erkeklerle.
Sabahları artık yapmayacağımı
söylüyorum ama bir türlü olmuyor.
Bakın, hamile kaldım.
-Babası kim?
-Sec bir tane.
-Ne yapacaksınız?
-Ne yapmamı istediğinizi
bilmiyorum.
Yapmam gerekeni biliyorum.
Ama ne yapacağımı bilmiyorum.
Artık gitmeliyim. Dinlediğiniz
icin tesekkürler.
Size minnettarım ve bunu
gizli tutacağınızdan eminim.
-Biliyordu.
-Evet, biliyordu.
-Sence bunu bize nicin anlattı?
-Bilmiyorum, herhalde üstünden...
atması gerekiyordu.
-Peder Robert Carillo...
barda oturuyor gibi, kilisede de
aynı rahatlıkla oturabiliyordu.
Rahip olmadan önce de birçok kişiyi
suç işlemekten caydırmıştı.
O bir dosttu. Peder olan bir dost.
-Bunun zararlarını biliyor musun?
-Yapma, peder. Sigaradan daha
iyidir. Hem de daha ucuz.
-Olabilir. Neler duydun?
Bir şey var mı?
-Pek değil.
-Peder olmak istediğini duydum.
-Bunu kim dedi?
-Günah cıkarma kulübesindeki...
duyguyu merak etmişsindir.
-Neden bahsettiğinizi bilmiyorum.
-Öyle mi? O zaman bana
yanlış bilgi verdiler.
-Herhalde öyledir.
-Akşama görüşürüz.
-Aksama ne var?
-Burada yaşlı ve sakatlara...
dergi ve kitap dağıtacağım.
Annen bana yardım etmek...
istediğini söyledi.
-Öyle dediğinden eminim.
-Başının derde girmesini
istemiyorum.
-Bir şeyler yapmayacağımı
biliyorsunuz.
-Senin ve arkadaslarının
başına bir şey gelmesin.
-Bu kadar mı?
-Bu kadar. Başka bir şey yok.
-Bir peder yemin etmemeli.
-Cocuklar da baskalarının...
günahlarını dinlememeli.
Akşama görüşürüz.
-Tamam, görüşürüz.
İcimizde seks tecrübesi
en geniş olan Michael'di.
O, bir kızı birkaç kez öpmüştü.
Ama onun gerçek aşkı Carol'dı.
O yarı Porto Riko'lu,
yarı İrlanda'lıydı.
Annesi doğumunda öldüğünden,
onu babası büyütmüştü.
Carol, içine kapanık biriydi.
Ama bizim yanımızda rahatlıyordu.
Ona güvenebiliyorduk. Onun
Her gün dondurmacının önünde...
olacağından emin olabilirdik.
Bahçenin önünde Kay kay...
gösterisi yapanları izleyen
bir sürü aile vardı.
Biz de bir delikten iki düzine,
Yarı çıplak kadınları seyrediyorduk.
-Cennet de böyledir.
-Çekilin önümden! Carol,
sen de bakmak ister misin?
-Sanki bunları önceden görmedim.
-O kadar sanslısın ki.
Çok güzel. Aman Tanrım, şimdi
ölebilirim. Ve mutlu ölmüs olurum.
-Ben ve arkadaşlarım daha gençken
Hell's Kitchen'ı, King Benny...
adında biri yönetiyordu.
-O daha gençken, King Benny...
Şanslı Luciano'nun adamıydı.
Şanslı, ikinci Dünya Savaşı...
sırasında bu ülkeye çok iyilik
yapmıştı. Fakat bundan hiçbir...
lanet olası tarih kitabında
bahsedilmiyor. King Benny'nin...
''Çılgın Köpek'' Coll'u 23'ncü
caddede öldürdüğü söyleniyor.
Hollandalı kacakcı Schultz'la
çalışıp, Sert Tony'le...
birkac bar acmıstı. Onun adını
duyduğumda daha 14 yaşındaydım.
O aslında pek bir şey yapmazdı.
Sadece pislikleri hep mahalle...
kavgalarından ortadan kaldırıyordu.
Bir gün, neden bilmiyorum...
25 yaşlarında İrlandalı biri,
King Benny'i merdivenlerden...
aşağı fırlattı. King Benny'nin
öndeki bütün disleri kırıldı.
Onun ne yaptığını biliyor musun?
Bekledi. Ödesmek icin tam...
sekiz sene bekledi. O, bir
hamama gidiyor. Adam, banyoda...
yıkanıyormuş. King Benny
dişlerini çıkarıp kenara koydu.
Ve İrlandalıya bakıp şöyle dedi.
''Aynaya baktığımda senin...
yüzünü görüyorum''. Sonra da
silahını cekti ve adamın...
iki bacağına da ateş etti.
Sonra da şöyle dedi:
''Artık her yıkanırken aynaya
baktığında beni hatırlayacaksın''!
Bundan sonra kimse King Benny'e
bir daha dokunmadı. İntikam.
-Seninle konuşabilir miyim?
Seninle çalışmak istiyorum.
Ne istersen yaparım.
-Sen kasabın çocuğusun, değil mi?
Ne gibi bir iş arıyorsun?
-Fark etmez.
-Fark etmez mi?
-Herkes iş aradığında...
buraya gelinmesini söylüyor.
-Herkes de kim?
-Mahalledeki herkes.
-Onlar mı? Onlar ne biliyor ki?
-Senin iş verdiğini.
Pardon, vaktini harcadım.
-Dur, bir dakika.
Çalışmak istiyorsan, yarın gel.
-Saat kacta?
-Fark etmez.
-Burada olacak mısın?
-Ben hep buradayım.
-King Benny için yaptığım ilk
is icin haftada 25 dolar aldım.
Ve sadece kırk dakika calıstım.
Karanlık bir barda bir adam...
bana burusmus bir torba verecekti.
Ben de bunu polise götürecektim.
Bu isleri halletmek icin
harika bir yoldu.
-Hadi gidelim. Şuraya!
-Cıldırdınız mı?
Kim olduğumu biliyor musunuz?
-Biliyoruz ve çok korkuyoruz!
-Ver şu çantayı! Ver dedim!
-Ona ne yapıyorsunuz?
Cevap ver! Ne yapıyorsunuz?
-Sakin ol.
-Paramı aldılar.
-Çocuğun parasını mı aldınız?
-Parayı çantadan aldılar.
-Verin şu çantayı.
-Defol git!
-Öyle mi? Ya şimdi?
-Tamam. Sakin ol.
-Zeki sayılmazsınız.
Bu sizi aptallaştırıyor!
Çantayı verin! Teşekkürler. Git.
-Onlar ne olacak?
-Onları düşünüyor musun?
-Hayır.
-O zaman git! Koş!
-Yanımda biri olmalı.
Ya o adam olmasaydı?
-Sana ne gerekiyor?
-Dostlarım.
-Dostların mı? Burayı
ne sanıyorsun? Bir kamp mı?
-Onlara güvenebilirsin.
Onları iyi tanırım.
-Tamam. Çağır arkadaşlarını.
-Peder Bobby, benim ve...
arkadaşlarımın King Benny
için çalıştığını biliyordu.
Bundan hoslanmamıstı. Ücret
iyiydi de, bir gün elimize...
silah sıkıştıracağından
korkuyordu. Böyle bir şey...
yapmamızı istemiyordu.
-Sence King Benny için...
çalışmak iyi mi?
-Para veriyor.
-Para veren *** kisi var.
-Ama öyle değil.
-Çoğu pederler, kürsüden vaaz
vermeyi sever. Peder Bobby'de...
oyun oynarken vaaz vermeyi severdi.
-İyi atıştı.
-Sana resim dersi veren
bir yer buldum.
-Oraya para veremem ki?
-Bir şey ödemen gerekmiyor.
Öğretmenin benim bir dostum.
-Bilemiyorum. Belki zaman kaybıdır.
-Belki de ilk adım olur.
-Neyin ilk adımı?
-Hayatını değiştirmenin.
-Ben seni buradan kurtarabilirim.
-O zaman hepimizi kurtar.
-Oynayacak mıyız, konuşacak mıyız?
-Size bir şey anlatmak istiyorum.
-Cüzamlı olayı anlatma.
Onun yüzünden kabus görüyorum.
-Hayır, cüzam falan yok.
Michelangelo hakkında. O da
sizin gibi fakirdi. Bir ressamdı.
Onu çalıştıran papaydı.
Papa ona iyi para veriyordu.
-Peki papa onu niye çalıştırdı?
-Çünkü, Roma'daki kilisenin...
tavanını en güzel boyayabilen
adamı calıstırmak istemisti.
-Ama sanki bu iyi bir iş değildi.
-Michelangelo memnundu. Çünkü o...
o kadar parayı hayatında
kazanamazdı. Çok para kazanıyordu.
Hem bu sekilde babasının
borcunu da ödeyebilirdi.
-Babası ne yapardı?
-O fakir biriydi.
Birkaç keçisi, kuzusu falan vardı.
-Keci mi?
-Tavuk falan! Neyse artık.
-Tavuk mu?
-Ne olduğunu biliyor musunuz?
-Ne?
-O tavanı öyle bir boyadı ki,
bunu kimse unutamadı.
Sanki Tanrı ona yardım etmişti.
-Borclarını ödedi mi?
-Hem de hepsini.
-Tavanı ne kadar zamanda boyadı?
-Dokuz senede.
-Dokuz sene mi?
-Büyük bir tavandır.
-Bir Porto Riko'lu bütün...
apartmanımızı iki
haftada boyamıştı.
-Ben sizleri ne
yapacağım böyle?
-Bize bir boyama işi ver,
gerisine karışma.
-Onun ne olduğunu biliyor
musunuz? Sistine Kilisesi.
-16'ncı Kilise mi?
-Sistine Kilisesi.
-Diğer on beşini
kim boyadı?
''1 967 Kısı''
Mahallenin dısında olanlar
bizi ilgilendirmiyordu.
Olanları gece boyunca
televizyondan seyrediyorduk.
Genç eylemciler hayatımızı nasıl
değiştireceklerini anlatıyorlardı.
Dünyayı düzelteceklerdi. Ama onlar
bağırırken arkadaşlarım ve ben...
Vietnam'dan dönen sehit askerin
cenazesini hazırlıyorduk.
Televizyondaki insanları
kuşkuculukla seyrediyorduk.
Kendilerini parayla koruyanlar
vardı. Eşitlik isteyen bir...
feminist ordusu ülkenin bir
yanından öbür yanına yürüyordu.
Annelerimiz de hala, onları ezen
kocalarına yemek pişiriyorlardı.
Dostlarım ve benim icin bu
gelişmelerin bir önemi yoktu.
Bunlar baska bir
ülkede de yaşanabilirdi.
Biz başka şeylerle ilgileniyorduk.
Biz, Peder Bobby'le hastanenin...
beşinci katında oturup, John'un
iyileşmesini umuyorduk.
Onu annesinin erkek arkadaslarından
biri bu hale getirmişti.
-Umarım bunu beğenirsin.
Beğenmediğini söyleme sakın.
-Peder Bobby, bunu böyle bırakmadı.
-Pazar günü verdim.
Simdi acelem var.
-John Reilly.
-Küçük serseri mi? O raydan çıktı,
ben de onu yine raya soktum.
-Senin yüzünden hastanede.
-Ölmedi ya! O akıllı biri.
Bu ona bir ders oldu.
-Kaç kilosun? 1 1 0, 1 1 5 var mı?
Büyük birisin. Sence John Reilly
kac kilodur? 40-42 mi?
Bu hafifin de ötesinde.
O, senin kategorinde dövüşemez.
-Sadece bir tokat attım.
Başka bir şey yok.
-Bir dahaki sefere karsında
beni bulursun.
Ben de senin kategorinde değilim
ama kırk iki kilodan daha ağırım.
Ve seninle işim bittiğinde
sana doktor gerekmeyecek.
Arkandan dua eden bir
peder gerekecek.
Kilisede görüşürüz.
-Peder Bobby tam bana göre biri.
Ne yazık ki, diğerlerinin yanında.
-Hector Maldanado'ya karşı
oynadığımız son oyunda...
7-6 öndelerdi.
-Hadi, Devy! Vur şu topa!
Onu mahvet!
-Kapa çeneni!
-Bu da kim?
-Ablası.
-Ona ne olmus?
-Emin değilim. Galiba bacakları...
kanser yüzünden kesilmiş.
Oyunla ilgilen. Konsantre ol!
Bunu kazanmalıyız.
-Hadi, Devy! Yok et onları!
-Bacakların yok ama dilin
bayağı uzunmuş!
-Neye bakıyorsun, salak!
-Boş ver, onu!
-Yapabileceğini söylemiştim!
-Diline hakim ol, küçük kaltak!
-Ona karşıdan karşıya geçmesine
yardım edebilirdin veya ona...
bir dondurma alabilirdin.
Oyunu kaybetmeyebilirdik.
Simdi Kurtulus Ordusu olduk.
-Niye Kurtuluş Donanması...
olmadığını merak ettin mi?
-Oyun bitti. Sökülün paraları.
Herkes bir dolar.
-O senden iyi değil.
-Bugün daha iyiydi.
-Buna sen izin verdin.
O bacaksız kız,
İrlandalı'yı tahrik etti.
-Buna karışma, tamam mı?
-Sizler ekmek gibi yumuşaksınız.
Bir gün sertleşeceksiniz,
o zaman acı cekeceksiniz.
-Bunlar bizi ilgilendiriyor
seni değil, tamam mı?
-Biraz sert olmalısınız.
Zayıf olduğunuzu anlıyorlar.
O zaman da sizi yiyip yutuyorlar.
Şu caddeyi görüyor musun?
Orada sizi yemek istiyorlar.
Ve siz sadece istah acıcısınız.
Yemeye devam ediyorlar.
-Sakin ol. Bu sadece bir oyundu.
-Evet, ama yumuşaklık alışkanlık
haline gelebilir.
Sert olup hayatınızı
ona göre şekillendirin.
-Tamam. Vaaz dinlemeye gelmedik.
-Çok komiksin, aptal!
Size doğruları öğretmek istiyorum.
İster dinleyin, ister dinlemeyin.
-Teşekkürler, şişko adam.
-Hepimiz Michael'ın...
hareketlerine sasırmıstık.
Ama ona göre oyunu kaybetmek...
ve o sakat kızın gözüne
girmek çok önemliydi.
''1 967 Yazı''
-Hadi, yüzelim.
-O gün hava 40 derece olmuştu.
Ve o gün tüm hayatımızı değiştirdi.
-Burada yumurta gibi pişeceğim.
Gidip soğuk bir kola falan alalım.
Sonra da limana gideriz.
-Rüzgarı hissetmiyor musun?
-Ne rüzgarı?
Etrafımızda duvarlar var.
-Şeytan bile bu sıcağa dayanamaz.
-Susun artık! Yanmaya çalışıyorum.
-Burası 40 derece.
-Rüzgar da var.
-Sıcak bir rüzgar.
-Birkaç haftadır, Hot Dog
Satıcısına bir şey yapmadık.
-Bilmiyorum. O adam diğerleri
gibi değil.
Onu sinir etmeye kalkarsan
bayağı kızıyor.
-Ya Hot Dog yeriz ya da burada
hava yutarız. Seçin.
-Hava daha güvenlidir.
-Bir Hot Dog pişman olmaya değmez.
-Neyse, sıra kimde?
-Sende.
-Evet, sende.
-Bende mi? Bende değil ki.
-Ben geçen ay gittim.
-O iki hafta gitti.
-Sen hiç gitmedin.
-Geçen ay.
-Deli misiniz?
Ben ondan sonra gittim.
-Ben gitmem.
-Neden?
-*** sıcak.
-Neden gitmiyorsun?
-Ben merdivenlerden
aşağı inersem, ölürüm.
-Hardallı ve soğanlı.
Soda olmasın.
-Seni tanıyorum.
-Ben çok kişiye benzerim.
-İş çok kolaydı. Satıcıya gidip
istediklerimi söyleyecektim.
Satıcı da bana istediğimi
verecekti. Sonra da ben...
parasını ödemeden kaçacaktım.
Buna karşılık satıcı iki şey...
yapabilirdi. Biri, oturup
zarar yaptığını düşünebilir...
diğeri de, peşimden koşabilirdi.
lkincisini yapmak için...
arabasını bırakması gerekiyordu.
İste o zaman da arkadaslarım...
arabaya gidecekti.
-Peçete alabilir miyim?
-Paramı ver!
Ben satıcıdan kaçıyordum.
Tommy Mug'ın kuru temizleme...
dükkanına kadar kostum. Satıcı
beni takip ediyordu.
Bir elinde de masası vardı.
-Tamam, bundan da koy.
Bunlar göründüğünden de ağırmış.
-*** zekisin.
Yemeği ısıtan ocaklar var,
herhalde. Onlar çok ağırdır.
-Bunu itebilir miyiz?
-Nereye?
-Birkaç sokak ileriye.
Adam döndüğünde, arabasını...
görmeyince bayağı şaşırır.
Satıcı yorgun bir şekilde 47'nci
caddeye girmişti. Ben caddenin...
diğer tarafındaydım. O hem
yenilmişti hem de yenilmemişti.
Duyduğu kin yüzünden, on dakika
daha kosabilirdi.
-Bırak artık.
-Ne oldu, Mikey?
-Bayağı uzun sürdü.
Shakes coktan dönmüs olmalı.
-Bir şey olmamıştır.
-Siz sadece sandvicleri
alacaktınız, arabayı değil.
-Bir planım var. Metroya gidelim.
-Bu plan hayatımızda yaptığımız...
en salak şey oldu. Arabayı
merdivenlerin kenarına koyup...
satıcının gelmesini bekleyecektik.
Geldiğinde arabayı bırakacaktık.
O da arabasının peşinde koşacaktı.
O gün bunu neden yaptığımızı...
bilmiyorum. Hepimiz bunun
cezasını ödedik.
Bu sadece bir dakika sürdü. Ama
o dakika tüm hayatımızı değiştirdi.
-Tutun! Tutamıyorum!
Elimden kayıyor!
Aman Tanrım. Ne yaptınız?
-Galiba bir adam öldürdük.
-James Caldwell St. Clare's
Hastanesinde iyileşirken...
biz toplumda tehlike
oluşturduğumuzdan...
ailelerimize gönderildik.
-Üzgünüm, baba.
-Üzgün olmak bir işe yaramıyor!
-Sakin ol!
Şimdi çıldırmanın zamanı değil.
-Şimdi hapse gireceksin ve...
oranın ne olduğundan haberin yok.
-Anne! Gel de bir bak!
-Seni salak!
-O daha bir cocuk!
Hapse girmemeli. Ailemizde
kimse hapse girmedi.
Benim cektiklerim
yetmiyor mu?
Kilisede çalışan biri gerekiyormuş.
-Yapman gerekeni biliyor musun?
-Suyun başında duracağım. Ve
işaret aldığımda çanı çalacağım.
-Hazırlan cabuk.
Bes dakikamız kaldı.
Bunu özleyeceğim.
Hepsini özleyeceğim.
-Elimden geleni yaptım. Ama
çaldığım her kapı kilitliydi.
-Kaçabiliriz. Hepimiz kaçabiliriz.
Bir süreliğine saklanabiliriz.
Kimse bizi aramaz. Nereye
gittiğimizi kimse bilmez.
-Şimdi kaçarsan, ömür boyu
kaçman gerekecek.
Saklanmak bunu engelleyemez.
İnsanlar bunu unutmaz.
Bunu kabul et.
-Yapamıyorum, Peder.
Kabul etmek istemiyorum.
Bundan çok korkuyorum.
-Ben de korkuyorum.
Benden fazla korkan yoktur.
Ama bunu kabul etmek zorundasın.
İyi olacaksın.
Bunun da üstesinden gelirsin.
Anladın mı? Halk bizi bekliyor.
-Buraya gelirken karşıma üç garip,
dört tane de dul cıktı.
En son sırada da, Şişko
Ralphie uyuyordu.
-Yağmurdandır. Hava bozulduğunda
buraya gelen çok olur.
Bunu çok seviyorum.
-Ne bu?
-Sen, yanındakine ne yaparsan,
bunu kendine yaparsın.
O satıcıyı adam olarak görmüyorduk.
O, diğerlerinden farklıydı.
Ona karşı saygı duymuyorduk.
Ne zorluklarla çalıştığını...
fark etmiyorduk. Onun
Yunanistan'da bir karısı...
iki de çocuğu varmış. Onları
buraya getirmeye çalışıyormuş.
Günde kaç saat çalıştığına
önem vermiyorduk.
Bunlardan hicbirini fark etmedik.
Onu sadece bedava yemek veren...
biri olarak görmüştük.
-''Tanrıya güveniyoruz''
-Thomas Marcano. Mahkeme sizi
1 8 aydan fazla olmama ve...
bir yıldan az olmama koşuluyla,
Wilkinson'daki lslahevine...
gönderiyor. John Reilly. Mahkeme
sizi 1 8 aydan fazla olmama ve...
bir yıldan az olmama
koşuluyla Wilkinson'daki...
lslahevine gönderiyor.
Lorenzo Carcaterra.
Siz hırsızlık olayı gerçekleştikten
sonra olay yerine geldiğinizden...
bir yıldan fazla olmama, altı
aydan az olmama koşuluyla...
Wilkinson'daki lslahevine
gönderiliyorsunuz.
Michael Sullivan. Mahkeme sizi
1 8 aydan fazla olmama ve...
bir yıldan az olmama
koşuluyla Wilkinson'daki...
lslahevine gönderiyor. Şunu da
belirteyim. Peder Robert Carillo...
benimle konuşmasaydı, hepinize
daha ağır cezalar verirdim.
Size hala çok büyük bir
iyilik yaptığıma inanıyorum.
Yanıldığımı zaman gösterecek.
-Bana bir iyilik yapabilir misin?
-Ne istiyorsun?
-Son haftalarda, annemle babam...
sanki birbirlerini öldüreceklerdi.
Onlara göz kulak olur musun?
-Olurum.
-Ve ne duyarsan duy...
onlara iyi olduğumu söyle.
-Yalan mı söyleyeyim?
-Bu iyi bir yalan.
Bunu yapabilirsin.
-Hadi, gidelim.
-Güclü ol.
Wilkinson lslahevi. Orada
780 suçlu genç, beş ayrı...
bölümlerde kalmaktadır. Bu binanın
dış görünüşü, tam yöneticilerin...
istediği gibiydi. Güzel bir okula
veya bir üniversiteye benziyordu.
Michael, Tommy, John ve ben,
C Grubunun ikinci katına yollandık.
Her birimizin kendine ait, dört
metre karelik bir hücresi vardı.
Hücremde bir saat bile oturmadan,
panik çıkmıştı. Ne kadar sert...
veya güçlü bir insan olduğunu
anlamak burada gerçekten de...
uzun sürmüyor. Wilkinson'da
geçirdiğim ilk günden anladım ki...
ne sert ne de güçlüymüşüm.
Selam, Carcaterra.
Giysilerini yere fırlat.
-Buraya mı?
-Bir soyunma odası mı istiyorsun?
Bu yok. Hadi soyun.
-Önünde mi?
Hadi.
Boynundaki zımbırtı nedir?
Cıkar onu.
-Meryem Ana. İsa'nın annesi olur.
-Kimin anası olduğu beni bağlamaz.
Cıkar dedim!
Her şeyi.
-Burada çıplak mı duracağım?
-Hadi artık. Hell's Kitchen'daki
çocuklar herkesin sandığı gibi...
salak değillerdir.
-Peki simdi?
-Giyin.
-Her katta dört gardiyan vardı.
Bunlardan biri şefleriydi.
Bizdeki de Nokes'tu. Ferguson,
New York'ta calısan bir atlı...
polisin oğluydu. Hem New York'un,
hem de Suffolk'un polis...
departmanlarına memur adayıydı.
Styler, buradan aldığı maaşla...
Hukuk Fakültesi'ndeki
eğitimini karşılıyordu.
Addison lise mezunuydu.
Sadece iyi para veren bir yerde...
çalışmak istiyordu. Wilkinson'daki
erkekler masum değillerdi.
Çoğu burada olmayı hak ediyordu.
Bazıları ikinci, hatta üçüncü...
kez suç işlemişti. Hepsi vahşiydi.
Bazıları ise yaptığından pişmandı.
Bunu neden yaptın?
-Bana çok yaklaştın.
Canımı sıktın. Sana veya dostlarına
yakın olmak istemiyorum.
Burada olduğunuzdan beri,
hiçbir şey öğrenmemişsiniz.
Hala ilk günkü gibi
şapşallığınız üzerinizde.
Herkes gitsin, yemeğini bitirsin.
Seyredecek bir şey kalmadı.
Oturun! Hadi!
Ben de yiyecek miyim?
-Hayır, odana git.
Senin yemeğin bitti. Hadi yürü.
-Seninle ileride hesaplaşacağız.
-Belki akşam yemeğinde.
-Siz yemek yediniz mi?
-Kokusu burnuma gelmişti.
-Sadece kokusunu mu aldın?
Çok güzel. Nereye gidiyorsun?
-Yemek ye dememiş miydin?
-Yemek için tekrar sıraya
girmeyin. Yiyeceklerinizin...
üstünde duruyorsunuz.
Kokusunu almıyor musunuz?
-Aç değilim.
-Aç olup, olmamanı iplemiyorum.
Sana ye diyorsam, yiyeceksin.
-Ben aç değilim.
-Sana aç olup olmadığını
ben söylerim. Hadi, ye!
Nereye bakıyorsunuz? Derhal
buraya diz çökün ve kahrolasıca...
yemeği yemeğe devam edin.
Hadi, yiyin dedim!
Burada her istediğinizin
olacağını düşünmeyin.
Ezilmiş patatesleri unutmayın.
Jelatini de denesenize.
Hadi, şerefsiz. Burada her
istediğin olacak mı sanıyorsun?
Çabuk ol. Hadi, gidelim artık.
Yürüyün. Bu şapşallar...
yemeklerini bitirene kadar
hiçbiriniz burayı...
terk etmeyeceksiniz. Anlaşıldı mı?
Sen! Burada biraz ekmek var. Al ye.
Güzel bir yemek asla ekmeksiz
yenemez. Çok güzel.
Evet, sözümü dinlediğinizi görsün
cocuklar. Söz dinlemek!
Anladınız mı? Sözümü ne güzel
dinliyor, görüyor musunuz?
-Artık gidebilirsin, Nokes.
-Henüz gitmeye hazır değilim.
Gitmeden önce burada temizlemem
gereken birkaç şey daha var.
-Görev sırası bende. Temizlenmesi
gerekenleri ben temizlerim.
-Bu ise karısma.
Bu iş seninle ilgili değil.
-Bu işe karışacağım.
-Benimle dalaşma, sersem.
-Sen benimle dalaşma. Yaylan,
beni daha fazla oyalama.
-Ayak altından çekileceğim.
Sadece bugünlük.
-İşimin başına dönmeliyim.
Çocuklar, ayağa kalkabilirsiniz.
Bu bir felaket. Benden söylemesi.
Sizleri anlamıyorum.
Kuralların ne olduğunu
anlamıyorsunuz galiba.
Bir takım kurallara ve
disipline uymak zorundasınız.
Evlerinizde ve aile hayatınızda
durum nasıldı bilmiyorum...
fakat benim babamın evinde
bir takım kurallar vardı ve...
bu kurallara uyulmadığında,
pişman olunuyordu.
Kurallar ve disiplin vardı.
Bazen bu pek hoş değildi fakat...
bunun faydası dokundu.
Bir şeyler öğrendik.
Oradan dönüp sağa gidin.
Evet, yürüyün.
Aslında bu çok basit bir şey.
Kurallara ve disipline...
sahip oluyorsunuz. Bu hikayenin
başı aynı zamanda da sonu.
Birbirimizi anlıyor muyuz?
-Duvara doğru dönün.
-Sen de.
-Yemek odasında rahatsız...
edilmiştik, fakat burada bizi
rahatsız edecek kimse yok.
Ne istiyorsun?
-Dayak atmak.
-Nicin?
-Diz cök cabuk!
-Duvara dön!
Katlanmak zorunda kaldığımız bu
tacizi tam hatırlayamıyorum.
Onları mümkün olduğu kadar
derinlere atmaya çalıştım.
Sadece, o soğuk Ekim akşamında,
14'üncü doğum günümde olduğumu...
hatırlıyorum. Çocukluğumu
yitirdiğim gündü.
Kaldığım ilk günlerde mektup yazıp
babama gelmemesini söyledim.
Başıma gelenlerden sonra babamın
yüzüne bakmak istemiyordum.
Michael'da ailesine aynı
sekilde davranmıstı.
Tommy'nin annesi gelemiyordu,
John'un annesi de ayda bir gelirdi.
Ama kimse Peder Bobby'nin
gelmesine engel olamıyordu.
-Şimdi mutluymuşsun
gibi davranacaksın.
-Nokes, Peder Bobby'e bir şey
söylemeyin, demişti. Eğer ona...
bir şey anlatırsak, başımızın
belaya gireceğini söylemişti.
Zayıflamışsın.
-Yemekler evdeki gibi değil.
-Otur. Bugün burada
dördünüzü de göreceğim.
-Peder Bobby'i seviyordum.
Ama yüzüne bakamıyordum.
Yüzümdeki ifadeden korktuğumu
anlayıp, gerçekleri...
öğreneceğinden endişe duyuyordum.
-Bana anlatmak istediğin...
bir şey var mı?
-Artık buraya gelmemelisin.
Geldiğin için çok teşekkür ederim.
Ama gelmen doğru değil.
Gelirken Attica Hapisanesi'nde
durup, bir dostumu gördüm.
-Hapiste olmayan dostun da
var mı ki?
-Yok sayılır.
-Neden içerdeymiş?
-Cinayet. 1 5 sene önce
üc adam öldürdü.
-İyi bir dost muydu?
-En iyisiydi.
Aynı sizler gibi.
Birbirimize çok yakındık.
İkimiz de buraya yollandık.
Doğrusu bu hiç kolay değildi.
Aynı sizde de olduğu gibi.
Bu ortam onu öldürdü.
Dünya umurunda değildi artık.
Siz de böyle olmayın, Shakes.
Kendini olduğundan da güçlü sanma.
-Gitmeliyim, Peder.
-Mahallede görüşürüz, değil mi?
Sana güveniyorum.
Yüzündeki yaşları sil.
Ağladığını görmesinler.
Bu onları eğlendirir.
Zaman su gibi akıp geçecek.
Her şey değişecek.
-Gitmesini istemiyordum. O an,
kendimi ona çok yakın hissettim.
Gün boyunca katı davranan
tutuklular bile geceleri...
ağlayarak uyuyordu. Bunlar,
yalnızlığın ve korkunun...
göz yaşlarıydı. İçten gelip,
insanı boğuyorlardı.
Kederin ta kendisiydi.
Bu göz yaşları insanın...
hayatının akışını değiştirebilirdi.
Bir daha insanın aklından...
silinemiyorlardı. Bu gecede de, bu
göz yaşları dostum John'a aitti.
Gardiyan Ferguson onu
ziyarete gelmişti.
Hafta sonunda otuz ödev
okuyacağımı sanıyorum.
Ama sadece altı tane okuyabildim.
Yani kac tanesi eksikmis?
-Dersimiz İngilizce,
matematik diğer sınıfta.
-Size yardım etmek istiyorum.
Buna inanmak istemeyebilirsiniz...
fakat gerçek.
Bir saniye.
-Bir hata mı yaptım?
-Ödevini harika yapmışsın.
''Monte Cristo Kontu'' adlı kitabı...
gerçekten de beğenmişsin.
-En çok sevdiğimdir.
Buraya gelince daha da sevdim.
-Neden?
-Kont kimseye yenik düşmemişti.
Başına gelenlerden ders almıştı.
Zamanı geldiğinde de
gerekeni yaptı.
-Bu hoşuna mı gitti?
-Hatta takdir ettim.
-Evinde de bu kitaptan var mı?
-Bende bunun çizgi romanı var.
-Ama bu aynı şey değil ki.
-Gitmeliyim.
Sabah yoklamasını kaçıracağım.
-Dur, bekle bir dakika.
Sana bir şey vereceğim.
Belki bunu istersin.
-Ciddi misiniz?
-Kitabı o kadar sevmissin ki...
sende de bir tane olmalı.
-Parasını ödeyemem.
-Bu bir hediye. Daha önce
hiç hediye almadın mı?
-*** eskidendi.
-Bununla teşekkür etmek istiyorum.
-Ne icin?
-Dinlediğinden.
Bir öğrenci bile dinlese yeter.
-İyi bir öğretmensiniz.
-''Kont''un dostlarının da ilgisini
çekeceğini düşünüyorsan, kitap...
hakkında cuma günü konuşabiliriz.
-Bence ilgilenirler.
-Okumam gereken bir bölüm var mı?
-Zindandan kaçtığı bölüm.
Gir şuraya!
-Bu sadece bir oyundu.
Basit bir futbol oyunu.
Ama keşke bunu hiç oynamasaydık.
Gardiyanlar tutuklulara karşı.
Gardiyanlar haftada
dört kez çalışıyorlardı.
Biz oyundan iki saat önce
antrenmana baslamıstık.
Kazanmayacağımız kesindi.
Sadece gösteri yapıyorduk.
-Oradaki en sert adam kim?
-''Sert''le kastın ne?
-Sözünü kim geçirebilir?
-Rizzo. Oradaki cocuk.
-Michael'ın karsısına bir fırsat
çıktı. Oyun eşitlenebilirdi.
Ama Rizzo yardım etmeliydi.
O, İtalyan adlı çocukla...
kazanabilirdik.
-Bak beyaz çocuk. Sokaklarda...
nasıl oynadığını bilmiyorum
ama burada gardiyanlara karşı...
oynarken, gardiyanlar kazanır.
-Neden?
-Gardiyanlar gözlerini
benden ayırmıyorlar.
Şimdi oynayıp, onlardan birini
incitirsem, sonum hiç iyi olmaz.
-Kazanalım demiyorum.
Sadece yenilmek istemiyorum.
-Her gün yeniliyorsun.
Cumartesinin özelliği ne?
-Cumartesi rövans var.
..
-Oyle mi?
-Onlar bizi becerdikleri
gibi seni de becermiyorlar.
Sana hayvan gözüyle bakıyorlar.
-Beni ilgilendirmiyor.
-İlgilendirmeli. Onları yenmemiz
bir şeyi değiştirmeyecek.
-O zaman neden, beyaz çocuk?
-Sadece birkaç saatliğine...
hissettiklerimizi hissetsinler.
-Komiklik yapmaya çalışma, Sambo.
Yoksa, bazılarının canı yanar,
anladın mı?
-Tura.
-Tura dedi.
Tura başlıyor.
-Hadi.
Gebereceksiniz.
Hepiniz gebereceksiniz.
Kimse beni tutamaz.
Bugün kazanacağız.
-Kendimi iyi hissediyorum.
-Güzel bir duyguymuş.
Kaldır sunu üstümden!
Sen daha gülmeye devam et.
-Evet.
-Doksan dakikalığına oyun bizi
hapishaneden uzaklaştırmıştı.
Hapishanenin kapılarını, tepeleri,
vadileri asarak mahallemizin...
sokaklarına gitmiştik. Doksan
dakikalığına yine özgürdük.
Rizzo!
İyi oyundu, Nokes.
-Bir seferliğine galip geldik.
Ama bu uzun sürmedi. Süremedi.
Artık ölmek istiyordum.
Bu ''delikte'' yalnız
olmadığımı biliyordum.
Dostlarım da benimle aynı
acıyı paylaşıyordu.
Kendi hücrelerinde aynı
şeyleri hissediyorlardı.
Rizzo da öyleydi. Zaman
bilincimi kaybetmiştim.
Uyanmayacağını sanmıştım.
-Zaten istemiyordum ki.
-Johnny'de böyle oldu.
-Onlar nasıl?
-Yaşıyorlar.
-Hangisi yaşamıyor?
-Rizzo.
-Onu öldürdüler mi?
-Çocuk dövülemeyecek hale
gelene kadar onu dövdüler.
-Rizzo bizim yüzümüzden ölmüştü.
Saçma bir futbol oyununda...
gardiyanlara karşı kazanmanın
önemli olduğunu söylemiştik.
Bu bize güç verecekti.
Ama bu sefer de yanılmıştık.
''İlkbahar 1 968''
-Çıkacağım günü söylediler mi?
-Nokes'a müdürden mektup gelmiş.
Bana gösterip önümde yırttı.
-Sence ne zaman cıkarsın?
-Herhalde ilkbaharın sonlarına...
veya yazın başına doğrudur.
-Keşke biz de gelebilsek.
Buradan birlikte cıkmak
ne güzel olurdu.
-Bunu hic düsünme.
Biz bir yıl daha kalacağız.
-Çıktığımda Peder Bobby'e
söylerim de, birkaç telefon...
görüşmesi yapar.
Bir iki ay önce çıkarsınız.
-Konuşacak bir şey yok.
-Konuşacak çok şey var.
Belki insanlar buradakileri
öğrenince harekete geçerler.
-Kimsenin bilmesini istemiyorum.
Peder Bobby'de, King Benny'de...
Şişko Mancho'da, annem de
bilmesin. Kimse bilmesin.
-Bence de öyle. O zaman
onlara ne derdim ki?
-Bence bunu kimse bilmemeli.
Buna ya inanmazlar...
ya da bununla ilgilenmezler.
-Hele bu olay bittiğinde...
bunu artık hiç konuşmamalıyız.
-Buna kabullenmekten baska...
çaremiz yok. Bunu başkalarına
anlatarak hayatımızı zorlaştırırız.
Gerçekleri ömür boyu
gizli tutmalıyız.
-Geceleri odamda, biri gelip bana
bir şey yapacak diye, korkmadan...
uyumak istiyorum. Sadece bunu
istiyorum. O zaman mutlu olurum.
-Bir gün olursun, John.
Söz veriyorum.
Artık Wilkinson lslahevindeki
son saatlerimi geçiriyordum.
Bana çıkma kağıtlarımdan
dört nüsha verilmisti.
Bana Wilkinson'ı hatırlatacak
sadece bunlar vardı.
Bir daha kapı kilidinin dışarıdan
açıldığını duymayacaktım.
-Uyumalısın. Sadece hoşça kal
demek istiyordum.
Hepimiz öyle demek istiyorduk.
-Ona söyledim. Yüzüne söyledim.
Bana mesai versin vermesin,
sabahın köründe çalışmayacağım.
-Bu yüzden mi onunla konuştun?
-Evet, bu yüzden.
-Böyle konuşursan bunu
sana vermeyebilirler.
-Bir kısmımız o gece
orada bırakıldık.
Bu gece hafızalarımızdan
silinmeyecek. 1 Haziran 1 968...
yazı hafızamdan silinmeyecek.
O gece Wilkinson'daki son gecemdi.
''Sonbahar 1 981 ''
Aksam saat 20:45'te iki adam
kapıdan girdi.
Barmen onları tanıyordu. Onlar
West Side Boys'un kurucularıydı.
Onlar kiralık katildi. Sarısın
olan gençliğinden beri...
hapse girmemişti. O, canı
istediğinde veya istendiğinde...
başkalarını öldürüyordu.
O dört cinayette şüpheli kişiydi.
Alkolik ve esrarkesti. Silahı
çok hızlı kullanabilen biriydi.
Bir keresinde film seyrederken
önünden biri geçti diye...
cinayet işlemişti. Esmer olan da
ilk cinayetini 17 yaşındayken...
gerçekleştirmişti. Karşılığında da
elli dolar almıstı. O da alkol...
ve esrar içiyordu. Ayrıca hiç
görmediği bir karısı vardı.
-Bence bu sene o secilir.
Her şeyi değiştirecek gibi.
-Bunu değiştirmek dört
seneden fazla sürer.
-Yeni bir seçim yapılır.
-Bence o basarır.
Bunlar neden bahsediyor?
-Reagan'ın konuşmasından.
-Onlara bir icki ver. Ben öderim.
-Tamam.
-Hell's Kitchen'da Reagan
taraftarları istemediğimizi söyle.
Onlar hakkında konusulmasını
bile istemiyoruz.
Oradaki beyefendi size bir koşul
altında içki ısmarlayacakmış.
Kuralları biliyorsunuz.
Din ve siyasetten konuşmayın.
Anlatabildim mi?
Bana da bir şey al.
Tuvalete gidiyorum.
Yardımcı olabilir miyim?
-Yok, hayır. Afiyet olsun.
Selam.
Ben, sana patates kızartması
ve göğüs istedim.
Bir de soda. Bunu sevdiğini
biliyorum, tamam mı?
-Oradaki adama bak.
İyice bak.
Aşağılık herif!
O mu?
-Dalga mı geçiyorsun?
-Tamam iste!
Bu inanılmaz!
-Merhaba. Çok zaman geçti.
-Sizler de kimsiniz? Size
oturma izni veren de kim?
-Bizi gördüğüne sevineceğini
sanmıstım. Yanılmısım.
-Biliyor musun? Daha iyi
olabilirdin. O kadar calısmıstın.
Sonun böyle olmayabilirdi.
Zamanını bosa harcamıssın.
-Son kez soruyorum.
Ne istiyorsunuz?
-Biraz sabret. Anlatacağım.
Bizi unutması doğal olabilir.
Biz senin ve arkadasların
için sadece oyuncaktık.
-Bizim unutmamız biraz zor.
Hatırlayacak çok şey var.
-Bizi hatırlayamıyorsun, öyle
değil mi? Sana yardım edeyim.
Şu an John Reilly ve
Tommy Marcano'ya bakıyorsun.
-Evet, doğru.
Bu *** eskidendi.
Ne var ne yok?
-Artık çocuk değiliz.
-Ne istiyorsunuz?
-Hep istediğimizi.
Ölümünü seyretmek istiyoruz.
-Et mi ısmarlamıstın?
Buranın göğüsleri çok lezzetlidir
ama bunu asla anlayamayacaksın.
İsin bitecek.
Evet, çok korkuyordunuz.
lkiniz de çok korkuyordunuz.
Sizi sert yapmaya çalıştım.
Sizi dirençli yapmak istedim.
-Demek ki sertin
anlamını bilmiyormuşum.
Hep küçük çocukları becermekten
zevk aldığını düşünüyordum.
-Sizler cehennemde yanacaksınız!
Yanacaksınız!
-Evet, ama senden sonra.
-Bu acıdı mı, Nokes?
Kusura bakma, Jerry. Göğüs
sandviçlerini alamayacağım.
John Reilly, savunmanız?
-Masum, Sayın Yargıç.
-Thomas Marcano?
-Masum, Sayın Yargıç.
-John Reilly ve Thomas Marcano
kefaletsiz yargılanacaksınız.
-Bunca yıldır yaşadıklarımız
hakkında konusmamıstık.
Hala arkadas kalmıstık ama
dostluğumuz değişmişti.
Acaba günün birinde geçmiş
hakkında konusmamız...
gerekir mi diye birlikte
düşünüyorduk.
Biri indi aşağı. Biri indi.
-Biri ne?
-Sean Nokes.
-Nokes mu?
-Nokes'un öldürüldüğü sıralar,
Michael New York'ta avukat...
olarak çalışıyordu. Onunla
telefonda konustum.
Hemen benimle Queens'teki 45'inci
caddede buluşacağını söyledi.
-Ne dediler?
-Ne?
-John ve Tommy ne dedi?
-Burası karanlık bir yer değil mi?
-Nokes hakkında mı konustular?
-Evet. John konustu.
-Ne dedi?
-Biri indi, dedi.
-Avukat olarak Danny
Snyder'i mi tutmuşlar?
-Şimdilik. King Benny
avukatlarından birini tutacakmıs.
-Hayır, bunu yapmasın.
Snyder iyidir.
-İyi mi? O adam ayyaşın teki.
-Beni dinle. O iyi.
-Ne için iyi?
-Gazeten için öykü mü arıyorsun?
-Ben mi?
-Evet.
-Ben sadece hangi filmin
saat kaçta oynadığını söylüyorum.
O binaya girebildiğime
bile şükrediyorum.
Kahve icer misin?
-Yürüyelim.
John ve Tommy'e karşı
dava açacağım.
-Cıldırdın mı?
-Dinle beni!
-Yarın evde kal. Hastayım
falan de ve hayatını koru.
-Ben bu davayı kazanmak için
açmıyorum. Kaybetmek için açıyorum.
-Bu da ne demek?
-Yani ödeşme zamanı geldi.
Bak, bunu Tommy ve John başlattı.
Böyle olmasını istemedim ama oldu.
Bu isi bitirebiliriz.
-Neyi bitirebiliriz?
-En son ''Monte Cristo
Kontu''nu ne zaman okudun?
-Bilmiyorum. Belki on yıl önce.
-Ben her gece birazını okuyorum.
İntikam gibi sözler okuyorum.
Tatlı intikam. Artık ödesme zamanı.
Sıra bizde.
-Neden bahsediyorsun?
-Artık hepimiz bir şeyin
tadına varabiliriz.
Artık bu isin sonuna bir nokta
koyabiliriz. Hadi, yürüyelim.
Ben davayı aldım. Onlara aynı
mahalleden olduğumu, oradaki...
yaşam tarzını falan bildiğimi
söyledim. Bunu kabul ettiler.
-John, Tommy ve Nokes arasındaki
iliski ne olacak?
-Ne iliskisi? Genclikleri
hakkındaki tüm davalar...
yedi sene sonra yok edildi.
Wilkinson'a hiç gitmemişler gibi.
Gardiyanların peşinden gitmeliyim.
Wilkinson'a ulaşmalıyım.
Her şeyi ortaya dökmeliyim.
Adam Styler, Queens'te...
Narkotik'te çalışıyor.
Satıcıları iyi tanırmış.
Kendisinin de kokain sorunu varmıs.
Henry Addison. Şimdi belediye...
başkanının yanında çalışıyormuş.
Buna inanabiliyor musun?
Brooklyn'de çalışıyor. Küçük erkek
çocuklarına hala ilgi duyuyormuş.
Ralph Ferguson. Long
lsland'da çalışıyor.
-Ne zamandır bu bilgileri
topluyorsun?
-O, karısından boşanmış ve
bir çocuğu var.
Pazar günleri kilisede çalışıyor.
-O zaman iyi biridir.
-Ben de öyle olmasını istiyorum.
Onun mahkemede en iyi dostu...
Nokes hakkında konusmasını
istiyorum. Onu konuşturabilirsem...
Wilkinson'a giden kapıyı açarım.
-Yapmak istediğinden emin misin?
Bunu uzun zaman önce unutmustuk.
-Hala ışık açıkken mi yatıyorsun?
-Ya John ve Tommy?
Onlar bunu bilecekler mi?
-Hayır, bilmezlerse
mahkemede daha iyi olur.
-''Suçlu değil'' sözü, kimsenin
söylemeye cesaret edemediği...
bir sözdü. Danny Snyder, Tommy
ve John'un avukatı kalacaktı.
Michael'ın planınına göre
Hell's Kitchen'da birbirimize...
bilgi aktarmalıydık. Bu yüzden özel
bir iletisim sistemi kullandık.
Michael benim işyerimi aradığında,
var olmayan kız arkadaşım...
Gloria'yı aramamı söylüyordu. Ben
Michael'a ulaşmak istediğimde...
mahallede ilk cıkan New York Times
gazetelerinden birinin köşesine...
''Edmund'' yazacaktım. Sonra da
gazeteyi evinin önüne atacaktım.
Bu planın başarıyla sonuçlanması
için güvendiğimiz kişilerle...
çalışmamız gerekiyordu.
Michael'ı hayatta tutmalıydık.
Yani John ve Tommy'nin adamları
olanlardan habersiz olacaklardı.
O geceden sonra Michael
hiçbirimizle görüşmeyecekti.
Onu sadece mahkemede görecektik.
-İste bu!
-Tam değil. Cinayeti gören dört
tanık var. Hepsi konuşmak istiyor.
-Ben King Benny'le konuşurum.
-Ben ikisini hallederim.
Sen birisini bizim yanımıza
cekmelisin.
-Neyin birisini?
-Bir tanığı.
Biri John ve Tommy'yi
başka bir yerde görmüş olsun.
Böylece ona dokunamazlar.
-Buna bir şey denmiyor muydu?
-Mahkemede, yalan deniyor.
-Biz ne diyoruz?
-İyilik yapma.
-Kalk hadi!
Danny Snyder'i buraya getir.
-Avukat Danny Snyder mi?
-Başka Danny Snyder var mı?
Getir o zaman.
Bunu yapamam. Uzun
zamandır yapmadım.
Yani sana daha genç biri gerek.
Bunlara alışkın olan biri gerek.
-Genç olması iyi değil. Deneyimi
olmaz, nasıl davranacağını bilmez.
-İyi ki ben biliyorum. Son yıl
sadece dört davam vardı.
Kaçını kazandığımı biliyor musun?
Hicbirini. Hicbirini kazanamadım.
Sanırım ikisinde Jüri
üyeleri bana takmıştı.
-Ama bunlar sucsuz. Sucsuzları
çıkarmak zor değildir.
-Ben bu davayla mahkemeye
çıkmayı düşünmüyorum.
Sadece sucsuz olduklarını
söyleyip, gidecektim.
Ben bu davayı istemedim ki.
-Fikrini değiştirdin.
-Bir şey yanlış yapacağımdan
korkuyorum. Bir yerde hata...
yapacağımdan korkuyorum.
Bu riske girmek istiyor musun?
-Hayat risktir.
-Efendim?
-Hayat risktir.
-Buraya önceden hiç gelmemiştim.
Ne yapmamı istiyorsun?
-Dinle. Sana sorular ve
cevapları verilecek.
Tek yapman gereken bunları okumak.
Bunu yapabilir misin?
-İngilizce mi?
-Sadece endiselenme.
İçme ve kaybetme.
-Ya kaybedersem?
-O zaman başın belaya girecek.
-Bu lafı hiç duymamıştım. Bela.
Bu davalar çok ilginç.
Bir adama otobüs çarpıyor ve...
o adam aleyhinde dava açılıyor.
Bir kadın süpermarkette kayıyor...
bir adam..
-Konu kapandı.
-Ben bir alkoliğim. Bana
cinayet davası verilmez.
Bu bana göre değil.
-Eskiden öyleydi.
-Evet, ama ..
-İçkiye başlamadan önce.
Yarına kadar ayılmış ol. Ve öyle
endiseli bir sekilde bakma.
Kaybedecek bir şeyin yok.
Aynı bizim gibi.
-Size yük olmak istemiyorum.
Hem alkol sorunum var.
Esrar sorunum da var.
Yani ben ..
-Git artık.
Michael bu davayla ilgilenirken,
King Benny hapishaneye gidip...
John ve Tommy'i ziyaret etmişti.
Onlara, Michael hakkında kötü...
sözler söylemlerini söyledi.
Her yerde onun hain olduğu...
söyleniyordu. Ama Michael'a
kimse dokunamazdı.
Sadece King Benny ona
dokunabilirdi. Asıl önemli...
sözler, yeraltı dünyasında bir anda
oradan oraya taşınabiliyordu.
King Benny'nin ''Uyuyanları''
oyununu oynuyordu.
Bu işle ilgilenen herkese
''Uyuyan'' deniyordu.
Onun parsını verecek misin?
-Yardımına ihtiyacım var.
Bana bir iyilik yap. King Benny
seni görmeye geldi mi?
-Aman Tanrım. Ne iğrenç
bir ekipmişsiniz.
Bir yanında sarhoş, diğer
yanında da çocuk bir avukat var.
Bu *** Tracy dizisindekine
benziyor. Olayı gören...
dört çift göz var. Bu arada da
daha kaç cinayet olmuştur.
-Gardiyanla aramızda
bir ilişki yok.
Polisler bunun esrarla ilgili
bir cinayet olduğunu sanıyor.
-Yakalanırsanız isiniz *** ciddi
olur. Gerçek hapisten bahsediyorum.
Onlar artık iyi birileri değil.
Artık katil oldular.
Taş gibi soğuklar.
-Biliyorum.
Ne olduklarını biliyorum.
Ama şimdi öyle değil.
-Sadece ödesmek icin
hayatını mahvetmeye değmez.
Sen ve o avukat bu isi
bırakabilirsiniz. Gidebilirsiniz.
-Başka seçenek yok.
Bizim yok.
-Bu arada ben Carol'la yemek yedim.
O hala mahallemizde yaşıyordu...
ama Bronx'ta çalışıyordu.
Bizim için hala eskisi gibi...
endişeleniyordu. Ne zaman grup
halinde gezmeye çıksak, Carol...
John ve Michael'ın arasında
yürürdü. Yani bir avukatla...
katilin arasındaydı.
-Ya saldır ya da evlen.
Başka bir şeye halim yok.
-Bira icmez misin?
-Tek seçeneğim buysa.
-Sana saldırıp seni öpebilirim.
-Anlastık.
Yorgun gibisin.
-Sağol.
-Bu yeni işinde yatacak
zaman vermiyorlar mı?
-Ne kadar biliyorsun?
-Komşuların anlattığı ve...
gazetelerde okuduğum kadar.
-Komşular ne diyor?
-Johnny ve Tommy'i
götüreceklerini. Bunu yapan da...
onların en iyi arkadaşlarıymış.
-Buna inanıyor musun?
-İnanmamak bayağı güç.
Hem o, o davayı almadı mı?
-Aldı.
-O zaman başka diyecek ne var ki?
-Michael'ı iyi tanırsın.
Belki benden bile daha iyi.
-Tanıdığımı sanıyordum.
Artık emin değilim.
-Değil mi?
-Oraya gidip bu davayı istedi.
O ne bicim bir dost?
-En iyisi.
O, dostları için her şeyi yapar.
-Sen neden bahsediyorsun?
-Bu mahalleyi bilirsin.
Her şey biraz gariptir.
Bu niye değişsin ki?
-Acıktım. Bir şeyler yiyeceğim.
Michael bir yerden sonra devam
edemiyor. İstediğini dene.
Ben denedim. O sadece sustu.
Ona dokunamadım.
Nefes bile alamadım.
Benden olduğunu sanmıştım.
Bir süre sonra daha rahat oldum.
-Onu hala seviyor musun?
-Bunu düşünmüyorum.
Düşünseydim, evet derdim.
-Ama simdi John'lasın?
-John'la nasıl berabersem?
O tanıdığım erkeği tanımıyormuşum.
-Hepimiz öyleyiz.
-Ama John'un özel bir şeyi var.
Bunu anlamak icin biraz daha...
dikkatli bakmalısın.
-Evet.
-Sen bana niye teklif yapmadın?
-Ben mi?
Çünkü en Mikey'nin kızıydın.
Once o seni aldı.
-Peki Mikey'den sonra?
-Sıra Tommy'deydi.
-Defol git!
-Bilmiyorum.
Senin evet diyeceğini pek sanmadım
ve iste bilirsin.
-Yanılmıssın. Hatalısın.
Ne söyleyeceksin?
-Sosyal Kurumlarda çalışıyorsun.
Bazen birkaç dosyaya...
ihtiyacımız olabilir.
-Tamam, tabii ki.
Ne istersen alabilirsin.
-Dur. Ne?
-Ne istiyorsun?
Benden bilgi istiyorsun.
Sana bilgi mi toplayacağım?
-İstemiyorum ki.
-Ne istiyorsun?
-Hala John'a gidiyor musun?
-Evet, haftada bir kez.
-İyi.
-İyi mi?
-Evet, iyi.
Beni gördüğünü ona söyleme.
Ona hiçbir şey söyleme.
O ne kadar çaresiz olduğunu
düşünürse, bu onun o kadar...
işine yarar.
-Siz ne yapıyorsunuz?
-Bir Rolls Royce mu istiyorsun?
O zaman buraya değil...
İngiltere'ye gideceksin. Şampanya
istiyorsan Fransa'ya gideceksin.
Para istiyorsan,
bir Yahudi bulacaksın.
Ama pislik istiyorsan, pis
tasların altına saklanmıs...
pislik arıyorsan Hell's
Kitchen'a geleceksin.
Ne varsa burada vardır.
Millet kaybediyor, biz buluyoruz.
-Geriye iki tane tanık kaldı.
Diğer ikisi fikrini değiştirdi.
-Hangi ikisi?
-Takım elbiseliler.
-Neyse ki onlar gitti.
-Simdilik.
-Başka bir gelişme var mı?
-Senin tanığında yok.
Onun cebi hala bos.
-Biliyorum.
-Siz gittiğinizde, elimden bir şey
gelmediği için çok üzülüyordum.
-Senin güvercinleri sevdiğini
bilmiyordum.
-Konuşamayan her şeyi severim.
-Michael'ın davayı nasıl...
halletmek istediği belliydi.
Suçlu olmalarını isteyecekti.
Wilkinson lslahevinin, Sean
Nokes'un, Adam Styler'ın, Henry...
Addison'ın ve Ralph Ferguson'ın
suçlu olmasını isteyecekti.
-Size delilleri sunacağım ve
ifadeleri kanıtlayacağım.
Size görgü tanıkları getireceğim.
Onlar o gecede her şeyi gördüler.
Size o kadar delil sunacağım ki
düşünmek için içeriye...
gittiğinizde, kesin bir kararla
geri dönebileceksiniz.
Kuşkunuz olmayacak. Bunu
hepiniz biliyorsunuzdur.
Yani benim kadar televizyon
seyrediyorsanız bilirsiniz.
-John Reilly ve Thomas Marcano
iki masum insandır.
Onlar kanıt olmadan hemen
tutuklanıp, hemen yargılandılar.
-Bak, onların adlarını
bile biliyor.
Buraya geldiğin iyi oldu.
Bana başka bir kaşık getir.
-Al.
-Hayır. O getirecek.
İsler nasıl?
-Hala çalışıyorum.
Biliyorsun, bugün John ve Tommy
için mahkemeye gittim.
Onları orada görünce birden
geçmiş aklıma geldi de.
-Tavuk nerede?
-Yok bir şey. Sadece düşündüm.
-Ama doğru davranıyorsun, değil mi?
-Evet. Doğru.
-İyi.
Bunlar da nedir?
-Dua etmek icin.
-Şunlara da bak! Annen ne sanıyor?
Savaşa mı gidiyorsun?
-Bunlardan hicbiri
izin belgesinde yok.
-Herhalde annende bu
listenin fotokopisi vardır.
-Annemin İngilizcesi iyi değil.
-Annenin salaklığı için...
bizi suclama!
-Ne zaman duanı dinleyeceğiz?
Belki dua edecek, malzeme gerek.
-Ellerini masanın üstüne koy.
-Bacaklarını ac.
-Kendine dua edecek bir şey bul.
Duanı duymuyoruz.
-Dua etmeye başla yoksa...
Styler'ın copu kıçında kaybolacak.
-Seni kutsal sanat.
Kutsal olan bir de ..
-Sesli dua et!
-Meryem Ana.
-Sesli!
-Hadi dua!
-Daha sesli!
Kusura bakma, geciktim.
Saati unuttum.
-Sorun değil. Boş ver.
-Bir tanık için bir şey düşündüm.
Senin de gelmeni istiyorum.
-Nereye gidiyoruz?
-Oraya.
-Orası neresi?
-Pederin yerine.
-Hayır.
Mahkeme bugün nasıldı?
-Boks maçının ilk raundu gibi.
Herkes birbirinden nefret ediyor.
-Oğlanlar nasıl?
-Başka bir yerde olmak isterlerdi.
-Raydan çıkan kuzuyu...
geri almak istiyorsunuz.
-Çok geç değil, peder.
O kuzuyu hala yola sokabiliriz.
-Bu yasal mı?
-Son çareler yasal değildir.
-Bu işte King Benny de var mı?
-Öyle ama emirleri o vermiyor.
-Kim veriyor?
-Michael.
-Bunu anlamalıydım.
Bu davayla ilgilendiği an bir
şey olduğunu anlamalıydım.
-Bu iyi bir plan. Michael her şeyi
ayarladı. Aklınıza gelebilen...
her şey ayarlandı.
-Her şeyi değil.
Öyle olsaydı sen burada olmazdın.
-Senden bir şey gizlenmiyor.
-Ne oldu? Neden geldin.
-Tanık. Biri mahkemede...
John ve Tommy'i başka bir yerde
gördüğünü söylemeli.
-Bu is icin de bir
peder mi seçtiniz?
-Sadece bir peder değil.
-Yani benim, yalan
söylememi mi istiyorsun?
Önce yemin edip sonra da
yalan mı söyleyeceğim?
-İki insanı kurtarmanı istiyorum.
-Cinayeti onlar mı işledi?
Yani dedikleri doğru.
Oraya girip o adamı öldürdüler.
-Evet. Onu öldürdüler.
-Bir şey içmeliyim.
İster misiniz?
-Evet.
Bu garip bir iyilik.
-Farkındayız.
-Bunu pek sanmıyorum.
-Önemli bir şey olduğunda...
sana gelebileceğimi söylemiştin.
-Benim aklıma daha ***...
maç biletleri falan geldi.
-Bana maç bileti gerekmiyor.
Tanık gerekiyor.
-Peki ya onların öldürdüğü o adam?
Onun değeri neydi?
-Bana göre hiçbir şey.
-Neden? Anlat bana.
-O, Wilkinson'da bir gardiyandı.
-Peder Bobby yalan söyleyecekse,
gerçekleri bilmeliydi.
Söylediklerimin bu odanın duvarları
arasında kalacağından emindim.
Carol'ın da bunu bilmeye
hakkı vardı.
-Biz daha cocuktuk!
Bu çok, sertti. Bizi tuttular.
-Onlara tüm iskenceleri anlattım.
Sürekli dua ettiğimizi...
fakat bize kimsenin yardım
etmediğini onlara anlattım.
Onlara her şeyi anlattım.
-John her gece çığlık atardı.
Bu bütün koridorda duyuluyordu.
O da peder olmak isterdi.
Sonra nefesi tutuluyordu.
Ben de sanki nefes alamıyordum.
Sanki boğuluyordum. Kafamın
arkasındaki kılları çekiyordu...
sonra da bayıldım. Bazen zevk için
üçümüzü bir araya bağladığı olurdu.
Sonra da gözümüzün önünde
baskalarını becerirlerdi.
Bu olağan bir şeydi.
Bir karar vermeliyim.
Umarım doğru karardır.
-Ne yaparsan yap, doğru
kararı vereceksin, Peder.
Siz oturuyordunuz ve
yemek yiyordunuz.
İki adam McHales Restoranı'na
geldi, değil mi?
O iki adamın, Bay Nokes'un masasına
gittiklerini gördünüz mü?
-Gördüm.
-Konuştuklarını duydunuz mu?
-Hayır.
-Silah çektiklerini gördünüz mü?
-Hayır.
-Ateş ettiklerini duydunuz mu?
-Bunu duydum.
-Peki ne yaptılar?
Ates ettikten sonra nasıl
davrandılar?
-Hiçbir şey olmamış
gibi dışarı çıktılar.
-Ve o zaman, onların yüzlerini
iyice gördünüz mü?
-Gittiklerinde onların
yüzlerine baktım.
-Emin misiniz?
-Evet, eminim.
-O gördüğünüz iki adam
bugün buradalar mı?
-Evet.
-Onları bize gösterir misiniz?
-Orada oturuyorlar.
-Bayan Salinas'ın davalı olan...
John Reilly'i ve Thomas Marcano'yu
teşhis ettiği kaydedilsin, lütfen.
-Tamam.
-Teşekkürler. Başka sorum yok.
-Savunma. Devam edecek mi?
-Evet, Sayın Yargıç.
Sadece birkac sorum var. ***
fazla sürmeyecek, Bayan Salinas.
Siz orada bir şarapla yemek
yediğinizi söylediniz, öyle mi?
Emin misiniz? Sadece bir şişe şarap
içtiğinizden emin misiniz?
-Kırmızı şaraptı.
-Bundan önce de bir şey...
içmiş miydiniz?
-Bundan önceyle kastınız ne?
-Mesela öğle yemeğinde.
Öğlen de bir şey içtiniz mi?
-Evet, içtim.
-Peki o zaman ne ictiniz?
-Alıs verise cıkmıstım. Madison
Caddesi'nde de öğle yemeği ..
-Nereye gittiğinizi değil,
ne içtiğinizi sormuştum.
-Martini.
-Baska?
-Biraz da şarap.
-Kaç bardak şarap içtiniz?
-Bir bardak belki de iki.
-İki miydi?
-İki bardağa daha yakındı.
-Peki..
-Diş çeker gibi.
-Soruları gömleğine dikmeliydim.
-Peki akşam yemeğinde
bunu silin.
-ltiraz ediyorum. Bayanın...
o gün yaptığının, akşama davalıları
görmesiyle bir ilgisi yok.
-Ne kadar içtiği önemli.
-Reddedildi.
-Öğle yemeğini saat kaçta yediniz?
-Bir bucukta.
-Peki ne yediniz?
-Çok zaman geçti. Herhalde...
salata yedim. Günün ortasında
hafif şeyler yerim.
-Bir martini, iki bardak şarap,
bir de salata, öyle mi?
Altı saat sonra akşam yemeğinde de
şarap içtiniz, değil mi?
Müvekkillerim oraya geldiğinde
ne kadar şarap içmiştiniz?
-İki bardak.
-Size göre altı saat içinde...
altı bardak şarap, bir bardak da
martini icmek fazla mı?
-Evet, fazla.
-Siz bu geceden önce...
hiç tabanca sesi duymuş muydunuz?
-Hayır.
-Bu sesi tarif edebilir misiniz?
-Çok sesliydi.
Yılbaşındaki fişekler gibiydi.
-Bu ses sizi korkuttu mu?
-Hem de ***.
-Kulaklarınızı kapadınız mı?
-Ses kesilene kadar kapadım.
-Ates eden o adamların...
restorandaki herkesi
öldüreceğini mi sandınız?
-Ne düşüneceğimi bilemiyordum. Tek
bildiğim o adamın ölmüş olduğuydu.
-Sizce, o iki katil sizi de
öldürebilir miydi?
-Evet. Bunu düsündüm.
-Bu kadar korkmanıza rağmen...
hayatınızı riske atıp onların
yüzüne mi baktınız?
-Evet.
-Bu doğru mu?
Onların yüzüne mi baktınız?
Onları gerçekten gördünüz mü?
-Onlar giderken şöyle bir baktım.
Onları gördüm.
-Yani iyice bakmadınız?
-Onları gördüm.
-Onlara şöyle bir baktınız.
*** korkmus bir kadın olarak...
. onlara şöyle bir baktınız.
Ustelik de *** icki icmistiniz.
-İtiraz ediyorum!
-Gerek yok. Başka sorum yok.
-Teşekkürler, Bayan Salinas.
Gidebilirsiniz.
-Saat 06:1 5'ti. Pazar sabahıydı.
Frank Magcicco, Brooklyn'de bir...
cinayeti çözümlemeye çalışıyordu.
O, dürüst olarak tanınan...
ilk polisti. Aynı zamanda da
King Benny'nin yeğeniydi.
Nick Davenport hırslı biriydi.
Kırka basmadan emniyet müdürü...
olmak istiyordu. Bunu yapmak
için de en hızlı yol...
kısa süre icinde bir sürü kötü
polisi ortadan kaldırmaktı.
-Frank nedir bu?
-Yerinde olsam dediğini yaparım.
Bunu yaparsak, ayda bir kere
emniyet genel müdürüyle...
kahvaltı yaparsın.
-Bu Styler'a bayağı taktın?
Onunla aranda ne var?
-Bir şey daha.
-Çok merak ediyorum, ne var?
-Çok basit. Bu bilgiyi size...
kimin verdiğini kimse bilmiyor.
-Sana kim verdi?
-Kucağıma düştü. Şimdi de
sizin kucağınıza düştü.
Aman Tanrım!
Burada itiraf dışında her şey var.
-Bunu size bırakacaktım.
Siz onu itirafa zorlayacaksınız.
-Bunlar güvenliğin fotoğrafları.
Bu adam esrar satıcılarıyla
çalışıp ayda beş bin kazanıyor.
Bunu üç senedir yapıyor mu?
-Dört senedir.
-Beşinci yıl yapamayacak.
-Bununla yargılanabilir mi?
-Bu bana bağlı değil.
Jüri üyelerine bağlı.
-Bunu Jüriye gösterin.
-Bu da neymiş böyle?
-Üç hafta önce, Red Lopez adında
bir esrar satıcısının biri...
bir sokakta ölü olarak bulundu.
Kafasında üc kursun vardı.
Cepleri boştu.
-Sonra ne oldu?
-Adam bununla vuruldu.
Kovanlar bunlar.
-Peki üç numaralı kapının
ardında ne var?
-Silahta Adam Styler'ın
izleri var.
-Bir iyilik yapar mısın?
-Nedir o?
-Bir gün bana takarsan,
önceden haber ver.
Özür dilemem icin bir hak tanı.
-Bir şey daha gerekirse...
Frank'le konus. O beni bulur.
-Kendine dikkat et.
Başına bir şey gelmesin.
-Tamam.
-Polis olmayı düşündün mü?
-lyileri bırakacak mıyım yani?
İsa'nın ruhu.
-Amin.
-İsa'nın ..
Michael, bir savcıdan beklenen
her şeyi yerine getirmişti.
Nokes'u öldüren silah hakkında
tüm teknik bilgileri öğrendi.
Delil olarak silahı hicbir
zaman göstermedi.
Jüriye hiçbir delil sunmamıştı.
Onun çalıştığı yoğun tempo...
onun üstünde ağır
bir yük oluşturmuştu.
-Yüzlerini gördünüz mü?
-Evet, ben onlara baktım...
onlar da bana baktılar.
-Bir şey söylediler mi?
-Sadece yüzüme bakarak, gittiler.
-Sean Nokes'u...
bu iki kisi mi öldürdü?
-Bunu biliyorum.
-Planlar yolunda giderse,
bu herkesin basarısı demekti.
Fakat, planlar suya düşerse, bundan
sadece Michael sorumlu tutulacaktı.
Peder Bobby Carillo cinayet
konusunda haklı cıkmak icin...
planda kullanılması gereken
en önemli kisilerden biri.
-Kurşun seslerini duyduğunuzda
arkanızı dönüp, baktınız mı?
Neden dönmediniz?
-Arkadaşımın güvenliğini...
düşünüyordum.
-Bay Carson, bu iki insan...
sizi tehdit etti mi?
-Hayır.
-Restoranda herhangi birini
tehdit ettiler mi?
-Bunu görmedim, fakat
yaptıklarını biliyorum.
-Görmediniz fakat biliyorsunuz.
Görmediğiniz şeyleri...
böyle iyi bilir misiniz?
Nedir bu acil olan?
Shakes seni yollamamalıydı.
Bu *** riskli.
-Beni kimse yollamadı.
Seni görmek istedim.
-Neden?
-İki hafta önce Shakes,
Peder Bobby'le görüştü.
O günden beri ondan ses seda yok.
-Adam buna hemen karar veremez ki.
-İfade vermek istemezse.
-Ciddi bir sorunumuz olacak.
Shakes, Peder Bobby'le tekrar
görüşmeli. Ona hikayeyi anlatmalı.
Ona anlayış gösterir.
-Anlattı bile.
-Neyi?
-Peder Bobby'le konuşurken...
ben de oradaydım. Konuşulanların
hepsini duydum, Michael.
-Demek biliyorsun.
-Bunları keşke sen anlatsaydın.
Belki o zaman her şey
daha farklı olurdu.
Keşke sen anlatsaydın.
Belki..
Shakes, nasılsın?
-İyiyim. İnsanların fikri...
beni ilgilendirmiyor.
Doris Day'i tavlayabilirsin.
-Güzel bir kadın.
Büyücüyü bilir misin?
-Dört kollu ve tek gözlü
kadınlar akıldan cıkmazlar.
-Kafalara ihtiyacı var.
Salvatore. Bunu cadıya götür.
-Neden bu kafalara ihtiyacı var?
-Gözlerini çıkarıyor.
-Çok güzel.
-Onları bir kaba koyup...
su ve yağ ile karıştırıyor.
-Sonra?
-Baş ağrıları çeken insanlar
ona giderler. Bu gözlerin...
icine bakarak onlara kimin
beddua ettiğini söyler.
Sonra birkaç kelime söyler ve
baş ağrıları yok olur.
Bir süre sonra, beddua eden
insan da yok olur.
Vali icin calısan Addison
adlı adam, iki hafta içinde...
isini bıraktı. Onun nasıl biri
olduğunu insanların bilmemesini...
istiyordu. Kimse onun
fotoğraflarını falan görmeyecekti.
-Olayı biliyor mu?
-Öğrenecek. Partiler için...
topladığı adamlar çok pahalı.
Addison'ın parası boldur.
Fakat bu farklı bir paradır.
-Ne kadar borcu var?
-8 bin civarında. Onları ödedim.
-Sen mi ödedin?
-Addison'ın borcları
bana ait artık.
-Borclardan nefret ederdin.
-Addison'dan nefret ediyorum.
Şu an berbat bir yerdeyiz.
lşte burada oynuyorum.
Ve yalnız oynamaktan hoşlanırım.
lyi bir çocuksun. Hep böyleydin.
Bu hiç değişmesin.
Annesi ona, ünlü aktör Edward
Goldenberg Robinson adını vermişti.
Hollywood'la bağlantıları
koparmamak için, Eddie Robinson...
''Küçük Sezar'' adını taşımaya
karar verdi. Uyuşturucu...
sektöründe bayağı başarılıydı.
New York'ta özel okula giden...
12 yaşında bir oğlu vardı.
Ona, Wilkinson lslahevi'nde...
ölen kücük kardesi Rizzo'nun
adını vermisti.
-Bana biraz para vermeni istiyorum.
-Tamam. Oyuna devam edeceğim.
Borcunu ne zaman ödeyeceksin?
-Ben ödemeyeceğim.
Başkası ödeyecek.
-Bu kişiyi tanıyor muyum?
-Kücük kardesin onu tanırdı.
-Rizzo mu?
Rizzo'yu nereden tanıyordun?
-Henry Addison, devlet okulunun...
birinde koruma görevlisiydi.
Rizzo'la aynı zamanda oradaydı.
Öldükten sonra da.
-Bip. Sekiz bin dolar çıkar.
Parayı bir zarfa koy. Çok
geçmişten söz ediyorsun.
-Yaşlı insanlar bunu hep yapar.
-Para değerini kaybetmeden...
bana borcunu geri öde.
-Ödemeye çalışırım.
-Bunu yapmak ne kadar güzel.
Para işleri güzelleştirir.
Seviyeleştirir. Para taşımak
insanın serefini arttırır.
Senin bu huyunu hep sevmişimdir.
-Sana yardımcı olamayacağım.
Terzim öldü.
-Bu arkadaşı bulacağım.
Bana olan borcunu ondan alırım.
-Sana paradan daha fazla
şeyler borçlu.
-Paradan daha değerli
ne olabilir ki?
-Bu öyle.
-Neymiş o? Bana dolarlardan da...
değerli ne borçlu olabilir?
-Sana Rizzo'yu borçlu.
O, kardeşini öldüren adam.
-Zatürreeden öldüğünü...
sÖ.ylemişlerdi.
-Oyle dediler.
-Ne demek bu? Ralph Ferguson
bir lise öğretmeniymiş.
Bilemiyorum, Sayın Avukat. Benden
istediğiniz pek normal değil.
-Sizi anlıyorum, Sayın Yargıç.
Fakat bunu yapmamızda fayda...
görüyorum. Yoksa, ölüm ilanlarına
bir isim daha eklenebilir.
-Bay Snyder, itirazınız var mı?
-Benim açımdan sorun yok.
-Savunma, Ralph Ferguson'ı
tanık olarak çağırıyor.
Günaydın, Bay Ferguson.
-Günaydın.
-Geldiğiniz için teşekkür
ederim. Uzaklardan geldiniz.
-Böyle bir nedenden dolayı
geldiğime üzgünüm.
-Siz ve Sean Nokes yakın
arkadaslardınız.
Bu yüzden tanık olarak vereceğiniz
ifade yararlı olacak.
-Evet, iyi arkadaştık. Böyle
bir arkadaş pek bulunamazdı.
-En iyi arkadaşınız mıydı?
-Ona çok yakın olduğum kesindi.
-Birbirinizi ne kadardır
tanıyordunuz?
-On yedi, on sekiz senedir.
-Sık görüşür müydünüz?
-Mümkün oldukca. Genelde
hafta sonları, tatillerde...
bayramlarda görüşürdük.
-Sean Nokes nasıl bir adamdı?
-İyi bir adamdı. Sokak serserileri
tarafından öldürülmeyi...
hak etmeyecek kadar iyi biriydi.
-İtirazım var.
İfade kişinin özel fikridir,
açıklama değil.
-Zaten fikri sorulmustu.
-Reddedildi. Devam ediniz.
-Bay Ferguson? Sizce, Nokes'un
düşmanları var mıydı?
-Sean Nokes'un düşmanları yoktu.
-Teşekkürler, Bay Ferguson.
Başka sorum yok.
Nedir bu? Bir hapishane mi?
-Hayır, erkekler için lslahevi.
-Bu kurulusta sizin
konumunuz neydi?
-Memurdum. Çocuklara göz kulak
oluyordum. Sınıflarına...
zamanında gitmelerine dikkat
ediyordum. Tatsızlıkları...
önlemeye çalışıp, onları erkenden
yataklarına gönderiyordum.
-Gardiyan olarak çocuklara
''göz kulak'' olurken...
Bay Nokes ve siz kaba kuvvete
baş vurabilir miydiniz?
-Ne demek ''kaba kuvvet''?
-Onlara vurabilir miydiniz?
-Hayır.
-Wilkinson'da, çocuklardan biri...
gardiyanlardan hiç dayak yedi mi?
-Böyle bir şey kesinlikle olmuştur.
Orası büyük bir yerdi.
Fakat böyle şeyler yasaktı.
-Tabii ki. O zaman o büyük
yeri biraz küçültelim.
Wilkinson lslahevi'nde,
göz kulak olduğunuz çocuklara...
siz ve Nokes'un hic
vurduğu oldu mu?
Soruyu tekrarlayayım mı?
-Hayır.
-O zaman cevap verin.
Unutmayın, yemin ettiniz.
-Disipline sokmakta biraz
zorlandığımız birkaç çocuğa...
kaba kuvvet uyguladığımız olmuştur.
-Peki nasıl bir kaba kuvvetti bu?
-Ne demek istediğinizi anlamıyorum.
-Hafifçe ellerine mi vuruyordunuz?
Copla falan mı?
-Bu, duruma göre değişebiliyordu.
-Buna kim karar veriyordu?
-Gardiyan.
-Kendinizi bir çocuğa karşı
güçlü hissetmişsinizdir.
-Görevimiz buydu.
-Göreviniz eziyet etmek miydi?
Çocuklara eziyet ediliyordu,
değil mi?
-Eziyeti tanımlayınız.
-Peki, eziyeti tanımlayalım.
Üzerlerinde sigara söndürülüyordu.
Kırbaçlanıyorlardı.
Yiyecek içecek verilmiyordu.
Bunlar olmadı mı?
-Zaman zaman oldu.
-Onlara kim eziyet çektirdi?
-Gardiyanlar.
-Hangi gardiyanlar?
-Bilmiyorum. Hatırlamıyorum. Hepsi.
-Birini hatırlayın.
Bay Ferguson,
birini hatırlayın.
Birini hatırlayın.
-Duvara dönün!
-Sayın Avukat, bu sorularınızın
umarım konumuza bir faydası vardır.
-Faydası olacak, Sayın Yargıç.
-Bu sizin yararınıza olur.
-Wilkinson Erkekler lslahevi'nde,
cocuklara hic cinsel tacizde...
bulunuldu mu? Wilkinson Erkekler
lslahevi'nde, çocuklara...
hic cinsel tacizde bulunuldu mu?
-Böyle bir şey duymuştum.
-Duyduklarınızı merak etmiyorum.
Merak ettiğim, gördükleriniz.
-Lütfen, Ferguson! Yapmayın!
-Bunu beğeneceksin.
Evet, görmüştüm.
-Siz ve Nokes...
herhangi bir çocuğa cinsel
tacizde bulundunuz mu?
Sean Nokes ve siz,
Wilkinson lslahevi'nde...
herhangi bir çocuğa
tecavüz ettiniz mi?
-Sayın avukatlar.
Gelin.
Sadece kücük arkadasın
Johnny'i hallettim.
-Sayın Savcı, neler oluyor?
-Galiba yanlış bir tanık çağırdım.
-Bu tanığı çağırmanızda sizi
serbest bırakmıstım.
Fakat o yüzüne gözüne bulaştırdı.
-Lütfen Ferguson, bunu yapma!
-Bay Ferguson, lütfen
soruya cevap verin.
-Lütfen, Ferguson.
-Yarın akşam sizi görmeye...
geleceğim, tamam mı?
Bir şeyi sakın unutmayın.
-Bir şey soracağım, Bay Ferguson,
eski karınız çocuğunuzu hiç...
Sean Nokes'la yalnız bıraktı mı?
-Cocuk mu?
-Veya, eski eşiniz çocuğunu hiç
Sean Nokes'la bas basa...
bırakır mıydı?
-Bunu neden yapsın ki?
Bizim çocuğumuzla yalnız kalmak
istemesine hicbir neden olamaz.
Buna izin vermezdi.
-Demek izin vermezdi.
Eşinizin hiç endişelendiği oldu mu?
lşte bu da bir ifade sayılır.
Çocuğunuzu Sean Nokes'la demek
yalnız bırakmak istemezdi.
-İtiraz ediyorum.
-Kabul edilmistir.
-Wilkinson lslahevi'nde, herhangi
bir çocuğa tecavüz ettiniz mi?
-Evet.
Ne demek ''evet''?
-Sean Nokes birkaç çocuğa...
tecavüz etti.
-Siz de orada mıydınız?
-Evet.
-Olanları izlediniz mi?
İzlemekten baska
şeyler yaptınız mı?
-İçki içiyordum.
-Bu olay esnasında orada...
başka gardiyanlar da var mıydı?
-Evet.
-Sizin ve Bay Nokes'un
yanındalar mıydı?
-Evet.
-Birden fazla mıydı?
-Evet.
-Birkaç çocuk muydu?
-Hala Sean Nokes'un
iyi bir adam...
olduğunu düşünüyor musunuz?
-O benim arkadasımdı.
-Göz kulak olması gereken
cocuklara tecavüz etmek icin...
maas alan bir
arkadas mı?
Başka sorum yok, efendim.
-Bunların bitmesini istiyorum.
Her şeyin bitmesini istiyorum.
-Tanık yerine geçebilir.
Bay Ferguson? Yerinizde olsaydım,
evimden fazla uzaklasmazdım.
Sizinle sokakta görüşmek
isteyenler olabilir, anladınız mı?
-Michael, havuzun iki tarafını da
aynı anda yüzmeye çalışıyordu.
Hem takipte olup, hem de avukatlık
yapıyordu. Hem Ferguson'ın suçlu...
olduğunu gösteriyor, hem de
John ve Tommy'nin, Nokes'u...
öldürme nedenlerini
mahkemeden gizli tutuyordu.
Her zaman cebinde ölen kardesinin
resmini taşıyan Küçük Sezar...
Henry Addison'ı aramaya koyulmuştu.
Bu parayı Addison'ın ödemeye...
gücü yetmezdi. Bu durum da,
Kücük Sezar'ın intikam alması...
için yeterli bir nedendi.
Adam Styler'ı takip etmekle,
Davenport çok vakit kaybediyordu.
Adam çabucak tutuklanmış,
bir uyuşturucu satıcısını...
öldürmek ve çeşitli yolsuzluklar
nedeniyle yargılanmıştı.
Altı bana, iki sana.
-Gördün mü? Genelde bu
oyun yazın oynanır.
Gözlerinde yaş olmadan
top daha kolay görülür.
-İnsanları zerre kadar
iplemiyorum.
-Kalp krizi geçireceksin. Sana
hayat öpücüğü de vermeyeceğim.
-Ben de seninle evlenmeyi
düşünmüyorum zaten.
-John ve Tommy bir şeyler
hissediyorlar. Ama anlayamıyorlar.
-Belki meclisteki geri zekalıların
beyinleri son anda çalışır.
-Snyder bayağı başarılı.
Hiç de fena değildi.
Senin anlattıklarından sonra, onu
harekete geçemeyen biri sanmıştım.
-Sarhoş gibidir,
ama salak değildir.
-John ve Tommy serbest olduklarında
davayı kazanmış sayılırız.
-Onları oradan çıkarmalıyız.
Başka bir yere gitmeliler.
Bunu sadece bir tanık
sayesinde yapabiliriz.
Şimdiye kadar bir tanık yok.
Şerefsizin birini bulmalıyız.
-Peki ya tanık ortaya çıkmazsa?
Ya bu yolda devam etmek...
zorunda kalırsak?
-Sokaktan birini buluruz.
Mahkemede sadece takım elbiseli,
paralı ve üç isimli hukuk...
adamları var. Paran varsa,
adaleti satın alabilirsin.
Fakat sokakta, adaletin fiyatı yok.
Hakimin oturduğu yerde...
adalet kör, fakat sokakta
gözleri görüyor.
Buralarda adaletin gözleri var.
-Adalete ihtiyaç var.
-O zaman bir tanık
bulacaksın.
Jürideki Bayanlar Baylar.
Ralph Ferguson'ın ifadesini...
dikkate almamalısınız. Verdiği
son ifade kayda alınmasın.
-Böylece dava sonuçlandı.
-Dava kapandı mı?
-Kapandı.
-Savunma hazır mı?
-Emin değilim, Sayın Yargıç.
Bilemiyorum.
-Bilmiyor musunuz?
-Emin değilim. Bekliyoruz.
-Yarın sabah saat dokuzda,
bir tanıkla devam edilecek.
Saat dokuzda.
Gidiyor musun?
Geciktin.
-Sabah ayinini dinlemek çok ilginç.
Savunma, Peder Robert Carillo'yu
tanık olarak çağırıyor.
Peder Carillo? Siz
hangi kilisedensiniz?
Davalı John Reilly ve Thomas
Marcano'yu tanıyor musunuz?
-Evet.
-Ne zamandan beri?
-Cocukluklarından beri.
Onlar öğrencilerimdi.
-Ayakta durun. Sol elinizi
incilin üzerine koyun.
Elinizi kaldırın. New York Eyaleti,
John Reilly ve Thomas...
Marcano'ya karşı açtığı davada
gerçekleri söyleyeceğinize...
Tanrı üzerine yemin ediyor musunuz?
-Evet.
Geçen yıl bir Kasım'da nerede
olduğunuzu hatırlıyor musunuz?
-Evet.
-Nerede?
-Basketbol maçına gitmiştim.
Knicks Celtics'lere karşıydı.
-Mac saat kacta baslamıstı?
-Yedi bucukta.
-Ne zaman bitti?
-Dokuz buçuk, on arası.
-Kim kazanmıstı?
-Ne yazık ki Celtics'ler.
Cünkü o aksam Kevin McHale ve
Robert Parish çok iyi oynamışlardı.
-Bir dahaki sefere
beni de çağırın.
Maça yalnız mı gitmiştiniz?
-Yanımda iki arkadas vardı.
-Kimdi onlar?
-John Reilly ve Thomas Marcano.
-Bu iki sanık mı?
-Bunların ikisi.
-Akşam saat 20:25'te, Sean
Nokes'un öldürüldüğü zamanda...
siz Bay Reilly ve Bay Marcano'yla
hala maçta mıydınız?
-Evet.
-Peki, arkadaşlarınızdan...
saat kaçta ayrıldınız?
-22:30'da. Beni evime bıraktılar.
Orada da bulusmustuk zaten.
-Bu iki sanık size nereye...
gideceklerini söylediler mi?
-Hayır. Ama bütün akşamı...
bir rahiple geçirdikten sonra,
herhalde bir bara gitmişlerdir.
-Öyleyse bu iki sanık cinayetin
işlendiği sıralarda sizinle...
birlikteydi. Yani Sean Nokes'u
öldürmüş olamazlar, öyle değil mi?
-Basketbol sahasından
adamı vuramazlarsa, hayır.
-Oradan vurulmamıstı.
-O zaman onlar öldürmemistir.
-Başka sorum yok.
Teşekkürler, Peder.
-Buyurun, Bay Sullivan.
-Tesekkür ederim.
Biletleri siz mi aldınız,
yoksa hediye mi edildi?
-Ben aldım.
-Maç gününde mi?
-Biletleri bir hafta önce almıstım.
-Maça gideceğinizi, iki sanıktan...
başka, kimse biliyor muydu?
-Sanmıyorum.
-Biletleri alırken, yanınızda
başka biri var mıydı?
-Hayır.
-Bilet aldığınızı gören yok mu?
-Görmedi.
-Makbuz almış mıydınız?
-Hayır.
-Cekle mi ödediniz?
Kredi kartıyla falan mı ödediniz?
-Nakit ödedim.
Genelde her şeyi nakit öderim.
-Bu çocuklarla gerçekten...
ilgileniyorsunuz.
-Hem de ***.
-Onlar için her şeyi yapmaya
hazırsınız, değil mi?
-Gücümün yettiği her şeyi yaparım.
-Bir baba gibi. Çocuklarıyla...
ilgilenen iyi bir baba gibisiniz.
-Biraz öyle oldu, evet.
-O zaman, yapmadıkları bir şey
icin cezalandırılmalarını...
engeller misiniz?
-Evet, onları bir iftiradan...
korumaya çalışırdım.
-Bir cinayet gibi mi?
-Evet, cinayet gibi.
-O zaman şuna açıklık getirelim.
Maça gittiğinizi kimse bilmiyordu.
Kimse sizi maçta görmedi.
Kimse sizi bilet alırken görmedi.
Bilet aldığınıza dair...
bir belge bile yok elinizde.
Elinizde makbuzunuz yok.
Öyle değil mi?
-Evet, öyle.
-Peki o zaman bunu nasıl
bilebiliriz, Peder? Cinayet...
gecesinde, bu iki sanığın sizinle
olduğunu nereden bilebiliriz?
-Bunu size bir tanık ve bir rahip
olarak söylüyorum. Maça gitmiştik.
-Evet, rahipler yalan söylemezler.
Haklı mıyım?
-Yırtık biletleri saklamıs olan bir
rahibin yalan atmaya ihtiyacı yok.
Bunları hep saklarım.
Görmek ister misiniz?
-Bunu neden yaptınız?
Biletleri neden sakladınız?
-Bazen insanlar söylediklerinize
inanmayabilirler.
-Size bugüne kadar
inanmayan oldu mu?
-Hic olmadı. Ama her
şeyin bir ilki vardır.
-Başka sorum yok.
Teşekkürler, Peder.
-Teşekkürler, Peder.
Yerinize geçebilirsiniz.
-Peder Bobby'nin, John ve
Tommy'i kurtarmak için yalan...
söylemesini hiç unutmayacağım.
Sadece lehlerine ifade vermedi.
Wilkinson'da uzun zamandan beri
yaşanan kötülükler hakkında da...
ifade verdi. Ama yine de,
yalan söylediğine üzüldüm.
-İşlenen cinayetten dolayı,
sanık John Reilly suçlu mu...
yoksa suçsuz mu bulunuyor?
-Sucsuz.
-İşlenen cinayetten dolayı,
sanık Thomas Marcano...
suçlu mu yoksa suçsuz mu?
-Sucsuz.
-*** tesekkür ederim.
Dava sona ermistir.
Nasılsınız? Bir Hot Dog
alabilir miyim?
Hardal ve sos. Sosu bol olsun.
-Ona iki peçete verin.
Çok başarılıydın, Savcı Bey.
Artık neler olacak?
-Gideceğim. Birkaç hafta
bekleyeceğim ve notlarımı...
teslim edeceğim. Bu davayı
hallettikten sonra...
beni başlarından atmaya
çalışmayacaklardır.
-Demek öteki tarafa zıplıyorsun.
Savunma olarak mı calısacaksın?
Parası daha iyidir. Genelde
iyi insanlardan çok...
kötü insanlar vardır. John ve
Tommy'nin davasından alacağın...
parayı düşünebiliyor musun?
Bir havuzlu ev alınır.
-Bunlar bana göre değil. Yasalarla
ilgili her şeyi öğrendim.
Artık başka şeyler yapmalıyım.
-Ne mesela?
-Aklıma geldiğinde söylerim.
-Kovboyculuk için çok büyüdün.
Golf için de yaşın daha küçük.
-Neden planlarımı alt üst...
etmeye çalışıyorsun?
-lstediğini hep yaparsın.
-Artık sessizlik zamanı.
Sadece gözlerimi kapayıp...
gittiğim yolları görmek
istemiyorum. Endişeleniyorum.
Belki şansım yaver gider
ve her şeyi unuturum.
-Benden uzaklasma da. Belki
bir gün bana bir avukat gerekir.
-Parasını ödeyemezsin.
-Belki bir dosta gerekir.
-Gerektiğinde yanında olurum.
Bana güven.
-Hep güvendim.
-Beraat kararından sonra
bir ay geçmişti ve kimse...
birbirini aramadı. Bu haftalarda
hayatımız sanki, Sean Nooks'un...
ölümünden öncekine dönmüstü.
Carol, yine yardım kurumunda...
sorunlu çocuklara ve yalnız
yaşayan annelere yardım ediyordu.
John ve Tommy'de yine sokaklara
düşüp West Side Boys olmaya...
devam ediyorlardı. Ben de
sekreterlikten muhabir...
staJyerliğine terfi ettim.
Michael'da söylediği gibi...
hukuku bırakıp başka şeyler
yapmaya başladı.
Sana nasıl tesekkür
edeceğimi bilemiyorum.
-Yaptığına inanamıyorum.
Çektiklerine inanamıyorum.
-Bana teşekkür etmeyin.
Her şeyi Mikey planlamıştı.
-Bu davayı aldığını öğrendiğimde
onu gebertecektim.
-Sonra?
-En azından beni hapse sokan...
kişinin arkadaşım olduğunu
düsündüm.
-Sonlara doğru kariyerini
batırmayı başardı.
Ona acımaya başladım.
-Bir avukata asla acıma!
-Gelin bakalım, Bay Danışman.
Asıl ''Kont'' sensin.
New York'ta yaşayan
bir kontsun!
-Bu da ne? Bir gay toplantısı mı?
-Sen gelene kadar öyleydi.
Beni neden öpmüyorsun?
Çekilin yoldan!
Bir şeyler içelim.
-Dört şövalye! Hell's Kitchen'da
şarkı söyleyen en kötü grup.
-Shakes'in söylediği o ad neydi?
-Hayır. Sivri zeka ona...
''Kont ve onun Kristo''ları
demek istiyordu.
-Ne güzel.
-*** sevimli. Eminim ki...
kasetler mağazalarda yok satılırdı.
-O kadar da kötü değildik.
Bazıları bizi gerçekten
dinlemek istiyordu.
-Sağırlar sayılmıyor.
-Carol için bir şarkı söyleyelim.
-Hayır.
-Ben emekliye ayrılmıştım.
-Hadi, söyleyelim.
-Durun. Sizin gidip birilerini
vurmanız gerekmiyor mu?
-Şarkı söylemeye vaktimiz var.
-Şaka yaptım. Anlamışsınızdır.
-Şarap isteyen?
-*** slow bir sarkı olmasın.
-Tamam.
-Başlayalım.
-Kaç tane şarkı biliyorsun?
-Bir tane.
Adam gibi yürü.
Adam gibi yürü oğlum.
Git herkese anlat. Ve o kızı unut.
-Kızı unutmayın!
16 Mart 1 984'te John Reilly
bir binada ölü olarak bulundu.
Yanında onu öldüren cin sisesi
..
duruyordu. Oldüğünde hakkında...
cinayet yüzünden açılan beş
sorusturmada sonuca varılamadı.
Ölmeden iki hafta önce
29 yaşına girmişti.
Thomas Marcano,
26 Haziran 1 985'te öldü.
Ona yakın mesafeden
bes el ates edilmisti.
Ceseti bir hafta sonra bulundu.
Cebinde çardağa gerilmiş İsa vardı.
O, 29 yaşındaydı.
Michael Sullivan, küçük bir
kasabada oturuyor.
Orada bir marangoz olarak
part time çalışıyor.
Hukuku tamamen bıraktı
ve evlenmedi.
Tek basına sakin ve
sessizce yaşıyor.
Carol hala sosyal bir yardım
kurumunda çalışıyor ve...
Hell's Kitchen'da oturuyor.
O da hic evlenmedi fakat...
12 yaşında bir oğlu var. Adı,
John Thomas Michael Martinez...
olan bir erkek çocuğu.
Okumayı çok seviyor ve...
annesi tarafından
Shakes diye çağırılıyor.
Bu özel bir geceydi.
Bu bizim mutlu sonumuzdu.
Ve son kez birlikte
olduğumuz bir geceydi.
Önümüzde parlak bir gelecek
vardı. Birbirlerimizi...
sonsuza dek unutmayacağımızı
düşünüyorduk.
''New York Genclik lslahetme
Departmanı, hiçbir lslahevinde...
böyle koşullar altında gençlere
davranılmadığını söylüyor.''
''Manhattan Bölge Savcılığı böyle
bir davanın yaşanmadığını açıklıyor.
Bu filmde yaşanan her olayı
reddediyorlar.''
''Lorenzo Carcaterra, isimlerin,
tarihlerin ve yerlerin...
değiştirildiğini söylüyor.
Fakat öyküsü gerçek.''