Tip:
Highlight text to annotate it
X
Risale-i Nur Külliyatı Müellifi: Bediüzzaman Said Nursi
Şuâlar'dan Onikinci Şua
[Denizli Mahkemesi Müdafaatından] {(13*): Üstadımız Bediüzzaman Said Nursî
Hazretleri, Denizli Mahkemesi Müdafaanamesine bazı lüzumlu tayy ve ilâveleri yaparak
Afyon Mahkemesine -vahdet-i mes'ele münasebetiyle- aynı müdafaanameyi ibraz ettiğinden, bu
Denizli Müdafaanamesinin büyük bir kısmını, Afyon Mahkemesi Müdafaanamesiyle birleştirmiş
ve Ondördüncü Şua namını vermiştir.}
بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ
Efendiler!
Size kat'î haber veriyorum ki: Buradaki zâtların, bizimle ve Risale-i Nur'la münasebeti olmayan
veya az bulunanlardan başka, istediğiniz kadar hakikî kardeşlerim ve hakikat yolunda
hakikatlı arkadaşlarım var. Biz Risale-i Nur'un keşfiyat-ı kat'iyyesiyle iki kerre
iki dört eder derecesinde sarsılmaz bir kanaatla bilmişiz ki; ölüm bizim için
sırr-ı Kur'an ile, i'dam-ı ebedîden terhis tezkeresine çevrilmiş; ve bize muhalif ve
dalalette gidenler için o kat'î ölüm, ya i'dam-ı ebedîdir (eğer âhirete kat'î
imanı yoksa) veya ebedî ve karanlıklı haps-i münferiddir (eğer âhirete inansa
ve sefahet ve dalalette gitmiş ise). Acaba dünyada bu mes'eleden daha büyük, daha
ehemmiyetli bir mes'ele-i insaniye var mı ki, bu ona âlet olsun? Sizden soruyorum!
Madem yoktur ve olamaz, neden bizimle uğraşıyorsunuz? Biz en ağır cezanıza karşı kendimiz,
âlem-i nura gitmek için bir terhis tezkeresini alıyoruz diye kemal-i metanetle bekliyoruz.
Fakat bizi reddedip, dalalet hesabına mahkûm edenleri, sizi bu mecliste gördüğümüz
gibi, i'dam-ı ebedî ile ve haps-i münferidle mahkûm ve pek yakın bir zamanda o dehşetli
cezayı çekeceklerini müşahede derecesinde biliyoruz, belki görüyoruz; onlara insaniyet
damarıyla cidden acıyoruz. Bu kat'î ve ehemmiyetli hakikatı isbat etmeye ve en mütemerridleri
dahi ilzam etmeye hazırım! Değil vukufsuz, garazkâr, maneviyatta behresiz ehl-i vukufa
karşı belki en büyük âlim ve feylesoflarınıza karşı gündüz gibi isbat etmezsem, her
cezaya razıyım!
İşte yalnız bir nümune olarak, iki cuma gününde mahpuslar için te'lif edilen ve
Risale-i Nur'un umdelerini ve hülâsa ve esaslarını beyan ederek Risale-i Nur'un
bir müdafaanamesi hükmüne geçen Meyve Risalesi'ni ibraz ediyorum ve Ankara makamatına
vermek için, yeni harflerle yazdırmaya müşkilâtlar içinde gizli çalışıyoruz. İşte onu
okuyunuz, tam dikkat ediniz, eğer kalbiniz (nefsinize karışmam) beni tasdik etmezse,
bana şimdiki tecrid-i mutlak içinde her hakaret ve işkenceyi de yapsanız, sükût
edeceğim!
Elhasıl: Ya Risale-i Nur'u tam serbest bırakınız veyahut bu kuvvetli ve zedelenmez hakikatı
elinizden gelirse kırınız! Ben şimdiye kadar sizi ve dünyanızı düşünmüyordum
ve düşünmeyecektim, fakat mecbur ettiniz; belki de sizi ikaz etmek lâzım idi ki, kader-i
İlahî bizi bu yola sevketti. Biz de مَنْ آمَنَ بِالْقَدَرِ اَمِنَ
مِنَ الْكَدَرِ düstur-u kudsîyi kendimize rehber edip, herbir sıkıntılarınızı
sabır ile karşılayacağız, diye azmettik.
Mevkuf Said Nursî
* * * بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ
Efendiler!
Çok emarelerle kat'î kanaatım gelmiş ki; hükûmet hesabına, "hissiyat-ı diniyeyi
âlet ederek emniyet-i dâhiliyeyi ihlâl etmek" için bize hü*** edilmiyor. Belki
bu yalancı perde altında, zındıka hesabına, bizim imanımız için ve imana ve emniyete
hizmetimiz için bize hü*** edildiğine çok hüccetlerden bir hücceti şudur ki: Yirmi
sene zarfında, Risale-i Nur'un yirmibin nüshaları ve parçalarını yirmibin adamlar okuyup
kabul ettikleri halde, Risale-i Nur'un şakirdleri tarafından emniyetin ihlâline dair hiçbir
vukuat olmamış ve hükûmet kaydetmemiş ve eski ve yeni iki mahkeme bulmamış. Halbuki,
böyle kesretli ve kuvvetli propaganda, yirmi günde vukuatlar ile kendini gösterecekti.
Demek hürriyet-i vicdan prensibine zıd olarak, bütün dindar nasihatçılara şamil, lastikli
bir kanunun 163'üncü maddesi sahte bir maskedir. Zındıklar, bazı erkân-ı hükûmeti iğfal
ederek, adliyeyi şaşırtıp, bizi herhalde ezmek istiyorlar.
Madem hakikat budur, biz de bütün kuvvetimizle deriz: Ey dinini dünyaya satan ve küfr-ü
mutlaka düşen bedbahtlar! Elinizden ne gelirse yapınız. Dünyanız başınızı yesin ve
yiyecek! Yüzer milyon kahraman başlar feda oldukları bir kudsî hakikata, başımız
dahi feda olsun! Her ceza ve i'damınıza hazırız! Hapsin harici bu vaziyette, yüz
derece dâhilinden daha fenadır. Bize karşı gelen böyle bir istibdad-ı mutlak altında
hiçbir hürriyet -ne hürriyet-i ilmiye, ne hürriyet-i vicdan, ne hürriyet-i diniye-
olmamasından, ehl-i namus ve diyanet ve tarafdar-ı hürriyet olanlara ya ölmek veya hapse girmekten
başka bir çare kalmaz. Biz de اِنَّا لِلّٰهِ وَاِنَّا اِلَيْهِ
رَاجِعُونَ diyerek Rabbimize dayanıyoruz.
Mevkuf Said Nursî
* * * بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ
Mahkeme Reisi Ali Rıza Beyefendi!
Hukukumu müdafaa etmek için ehemmiyetli bir talebim ve bir ricam var. Ben yeni harfleri
bilmiyorum ve eski yazım da pek nâkıstır; hem beni başkalarla görüştürmüyorlar,
âdeta tecrid-i mutlak içindeyim. Hattâ iddianame, onbeş dakikadan sonra benden alındı.
Hem avukat tutmak iktidarım yok. Hattâ size takdim ettiğim müdafaatımın, çok zahmetle,
bir kısmını gizli olarak ancak yeni harf ile bir suretini alabildim. Hem Risale-i Nur'un
bir nevi müdafaanamesi ve mesleğinin hülâsası olan Meyve Risalesi'nin bir suretini müddeiumuma
vermek için ve bir-iki suretini Ankara makamatına göndermek için yazdırmıştım. Birden
onları elimden aldılar, daha vermediler. Halbuki Eskişehir adliyesi, bize bir makineyi
hapse gönderdi. Biz müdafaatımızı onda, yeni harfle bir-iki nüsha yazdık; hem o
mahkeme dahi yazdı. İşte ehemmiyetli talebim: Ya bize bir makineyi siz veriniz veya bize
müsaade ediniz, biz celbedeceğiz. Tâ ki hem müdafaatımı, hem Risale-i Nur'un müdafaanamesi
hükmündeki risaleyi yeni harfle iki-üç suretini alıp, hem Adliye Vekaletine, hem
Heyet-i Vekileye, hem Meclis-i Meb'usana, hem Şûra-yı Devlete göndereceğiz. Çünki
iddianamede bütün esas, Risale-i Nur'dur ve Risale-i Nur'a ait dava ve itiraz, cüz'î
bir hâdise ve şahsî bir mes'ele değil ki çok ehemmiyet verilmesin. Belki bu milleti
ve memleketi ve hükûmeti ciddî alâkadar edecek ve dolayısıyla âlem-i İslâmın
nazar-ı dikkatini ehemmiyetli bir surette celbedecek bir küllî hâdise hükmünde
ve umumî bir mes'eledir.
Evet Risale-i Nur'a perde altında hü*** eden, ecnebi parmağıyla bu vatandaki milletin
en büyük kuvveti olan âlem-i İslâmın teveccühünü ve muhabbetini ve uhuvvetini
kırmak ve nefret verdirmek için siyaseti dinsizliğe âlet ederek perde altında küfr-ü
mutlakı yerleştirenlerdir ki, hükûmeti iğfal ve adliyeyi iki defadır şaşırtıp,
der: "Risale-i Nur ve şakirdleri, dini siyasete âlet eder, emniyete zarar ihtimali var."
Hey bedbahtlar! Risale-i Nur'un gerçi siyasetle alâkası yoktur; fakat küfr-ü mutlakı
kırdığı için, küfr-ü mutlakın altı olan anarşiliği ve üstü olan istibdad-ı
mutlakı esasıyla bozar, reddeder. Emniyeti, asayişi, hürriyeti, adaleti temin ettiğine
yüzer hüccetlerden biri, bu müdafaanamesi hükmündeki Meyve Risalesi'dir. Bunu âlî
bir heyet-i ilmiye ve içtimaiye tedkik etsinler, eğer beni tasdik etmezlerse, ben her cezaya
ve işkenceli i'dama razıyım!
Mevkuf Said Nursî
بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ
Reis Beyefendi,
Kararnamede üç madde esas tutulmuş:
Birisi: Cem'iyettir. Ben buradaki bütün Risale-i Nur şakirdlerini ve benimle görüşenleri
veya okuyan ve yazanlarını aynıyla işhad ediyorum, onlardan sorunuz ki, ben hiç birisine
dememişim: "Bir cem'iyet-i siyasiye veya cem'iyet-i nakşiye teşkil edeceğiz." Daima
dediğim budur: Biz imanımızı kurtarmaya çalışacağız. Umum ehl-i iman dâhil oldukları
ve üçyüz milyondan ziyade efradı bulunan bir mukaddes cemaat-ı İslâmiyeden başka
mabeynimizde medar-ı bahs olmadığını ve Kur'anda "Hizbullah" namı verilen ve umum
ehl-i imanın uhuvveti cihetiyle kendimizi, Kur'ana hizmetimiz için Hizb-ül Kur'an,
Hizbullah dairesinde bulmuşuz. Eğer kararnamede bu mana murad ise, bütün ruhumuzla, kemal-i
iftiharla itiraf ederiz. Eğer başka manalar murad ise, onlardan haberimiz yoktur!
İkinci Madde: Kararnamenin itirafıyla, Kastamonu zabıtasının rapor ve tasdikiyle, hiç neşrolunmayacak
tarzda odun ve kömür yığınları altında ve mıhlı sandıklarda bulunan ve Eskişehir
Mahkemesinin tedkikinden ve tenkidinden geçen ve bir hafif cezayı çektiren ve kat'iyyen
mahrem tutulan Tesettür Risalesi ve Hücumat-ı Sitte ve Zeyli Risalesi gibi kitablardan bazı
cümlelerine yanlış mana vererek dokuz sene evvelki zamana bizi götürüp, cezasını
çektiğimiz suç ile mes'ul etmek istiyor. Üçüncü Madde: Kararnamede kaç yerinde:
"Devletin emniyetini ihlâl edebilir veya yapabilir." gibi tabirlerle imkânat, vukuat
yerinde istimal edilmiş. Herkes mümkündür ki bir katl yapsın, bu imkân ile mes'ul
olabilir mi?
Mevkuf Said Nursî
بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ
Reis Beyefendi!
Ankara makamatına ve reis-i cumhura istida suretinde gönderdiğim müdafaanamemi ve
başvekaletin de bunu ehemmiyetle kabul ettiklerini gösteren cevabî mektubunu rabten sunuyorum,
takdim ederim. Makam-ı iddianın aleyhimizde beyan ettiği asılsız, ittihamkârane evhamın
kat'î cevabları bu müdafaatımda vardır. Sair yerlerin garazkârane ve sathî zabıtnamelerine
bina edilen buranın ehl-i vukuf raporunda hilaf-ı vaki' ve mantıksız çok sözler
vardır ki, onlara karşı da bu itiraznamem takdim edilmişti. Ezcümle:
Size evvelce arzettiğim gibi, Eskişehir Mahkemesine, 163 üncü madde ile beni mahkûm
etmek istedikleri zaman demiştim: Hükûmet-i Cumhuriyenin ikiyüz meb'usu içinde aynı
rakam 163 meb'usun imzalarıyla Van'daki Dâr-ül Fünunuma (medreseme) yüzellibin banknot
tahsisat kabul etmeleri ve onun ile hükûmet-i Cumhuriyenin bana karşı teveccühü, bu
163 üncü maddeyi hakkımda hükümden iskat ediyor, dediğim halde; o ehl-i vukuf, "163
meb'us Said aleyhinde takibat yapmışlar" diye tahrif etmiş. İşte makam-ı iddia
da, bu ehl-i vukufun böyle bütün bütün asılsız ittihamlarına binaen bizi mes'ul
tutuyor. Halbuki meclisinizin kararıyla, en yüksek heyet-i ilmiye ve fenniyenin tedkikine
ve tahkikine havale edilen Risale-i Nur'un bütün eczaları tedkikten sonra bil'ittifak,
hakkımızda verdiği kararda: "Said'in ve Risale-i Nur şakirdlerinin yazılarında;
dini, mukaddesatı âlet edip, devletin emniyetini ihlâle teşvik veya bir cem'iyet kurmak ve
hükûmete karşı bir sû'-i maksadı bulunmak kasdında olduğunu gösterir bir sarahat
ve emare olmadığını ve Said'in şakirdleri, muhaberelerinde hükûmete karşı kötü
bir kasd beslemek, bir cem'iyet kurmak veya tarîkat gütmek fikriyle hareket etmedikleri
anlaşılmaktadır." diye müttefikan karar vermişler.
Hem ehl-i vukuf "Said Nursî'nin yüzde doksan risalesi, hem samimî, hem hasbî, hem ilim
ve hakikat ve din esaslarından hiçbir cihetle ayrılmamışlar; bunlarda dini âlet etmek
veya cem'iyet teşkil etmekle emniyeti ihlâl hareketinin bulunmadığı sarihtir. Şakirdlerin
birbiriyle ve Said Nursî'yle muhabere mektubları da bu nevidendirler. Beş-on mahrem ve şekvalı
ve gayr-ı ilmî olan risalelerden başka bütün risaleleri herbiri bir âyetin tefsiri
ve bir hadîs-i şerifin hakikatı namına yazılmışlardır. Din, iman, Allah, peygamber,
âhiret akidelerini ve ibarelerini açıkça anlatmak için temsiller ile yazılmış ve
ilmî görüşleri ve ihtiyarlara ve gençlere ahlâkî öğütler ve hayat tecrübesinden
alınmış ibretli vak'aları ve faideli menkıbeleri ihtiva eden mevcudun yüzde doksanını teşkil
eden risalelerdir. Hükûmete ve idareye ve asayişe ilişecek hiçbir ciheti yoktur."
diye müttefikan karar vermişlerdir.
İşte makam-ı iddia, bu yüksek ehl-i vukufun raporuna bakmayarak eski ve müşevveş ve
nâkıs rapora binaen acib tarzlarda bizi ittiham etmesinden hakikaten fevkalhad müteessir
bulunmaktayız. Bu insaflı mahkemenin müsellem insaflarına elbette yakıştırmayız. Hattâ
temsilde hata olmasın bir bektaşiye: "Ne için namaz kılmıyorsun?" demişler. O da:
"Kur'anda لاَ تَقْرَبُوا الصَّلَوةَ var" demiş. Ona demişler: "Bunun arkasını,
yani وَ اَنْتُمْ سُكَارَى yı da oku" denildiğinde, "Ben hâfız değilim"
demiş olması kabîlinden, Risale-i Nur'un bir cümlesini tutup o cümleyi ta'dil ve
neticeyi beyan eden âhirini almayarak aleyhimizde verilmektedir. Takdim edeceğim müdafaanamemde,
o iddianameye karşı mukayese edildiğinde bunun otuz-kırk misali görülecektir. Bu
nümunelerden latif bir vakıayı beyan ediyorum:
Eskişehir mahkemesinde makam-ı iddianın nasılsa bir sehiv neticesi, Risale-i Nur'un
iman derslerine "Halkları ifsad ediyor" gibi bir tabir ve sonradan o tabirden vazgeçtiği
halde, Risale-i Nur şakirdlerinden Abdürrezzak namında bir zât mahkemeden bir sene sonra
demiş:
"Hey bedbaht! Otuzüç âyât-ı Kur'aniye işaratının takdirine mazhar ve İmam-ı
Ali'nin (R.A.) üç kerametinin ihbar-ı gaybîsiyle ve Gavs-ı A'zam'ın (K.S.) kuvvetli bir tarzda
ihbarıyla kıymet-i diniyesi tahakkuk eden ve bu yirmi sene zarfında idareye hiçbir
zararı dokunmayan ve hiç kimseye hiçbir zarar vermemesi ile beraber binler vatan evlâdını
tenvir ve irşad eden ve imanlarını kuvvetlendiren ve ahlâklarını düzelten Risale-i Nur'un
irşadlarına "ifsad" diyorsun. Allah'tan korkmuyorsun, dilin kurusun!" demiş.
Şimdi bu şakirdin haklı olarak bu sözünü makam-ı iddia gördüğü halde, "Said, etrafına
fesad saçmış" tabirini insafınıza ve vicdanınıza havale ediyorum.
Makam-ı iddia, Risale-i Nur'un içtimaî derslerine ilişmek fikriyle, "Dinin tahtı
ve makamı vicdandır, hükme kanuna bağlanmaz. Eskiden bağlanmasıyla içtimaî keşmekeşler
olmuştur." dedi. Ben de derim ki: "Din yalnız iman değil, belki amel-i sâlih dahi dinin
ikinci cüz'üdür. Acaba katl, zina, sirkat, kumar, şarab gibi hayat-ı içtimaiyeyi zehirlendiren
pek çok büyük günahları işleyenleri onlardan men'etmek için, yalnız hapis korkusu
ve hükûmetin bir hafiyesinin görmesi tevehhümü kâfi gelir mi? O halde her hanede, belki
herkesin yanında daima bir polis, bir hafiye bulunmak lâzım gelir ki, serkeş nefisler
kendilerini o pisliklerden çeksinler. İşte Risale-i Nur amel-i sâlih noktasında, iman
canibinden, herkesin başında her vakit bir manevî yasakçıyı bulundurur. Cehennem
hapsini ve gazab-ı İlahîyi hatırına getirmekle fenalıktan kolayca kurtarır.
Hem makam-ı iddia bir risalenin güzel ve fevkalâde kerametkârane bir tevafukunun
imza edilmesiyle "bir cem'iyet efradı" diye manasız bir emare beyan etmiş. Acaba esnafların
ve hancıların defterlerinde bulunan bu nevi imzalara cem'iyet ünvanı verilir mi? Eskişehir'de
aynı böyle bir vehim oldu. Cevab verdiğim ve Mu'cizat-ı Ahmediye Risalesi'ni gösterdiğim
zaman taaccüble karşıladılar. Eğer mabeynimizde dünyevî bir cem'iyet olsaydı, bu derece
benim yüzümden zarar görenler, elbette kemal-i nefretle benden kaçacak idiler. Demek
nasıl ben ve biz, İmam-ı Gazalî ile irtibatımız var, kopmuyor; çünki uhrevîdir, dünyaya
bakmıyor. Aynen öyle de; bu masum ve safi ve hâlis dindarlar, benim gibi bir bîçareye
iman derslerinin hatırı için bir kuvvetli alâka göstermişler. Ondan bu asılsız
mevhum bir cem'iyet-i siyasiye vehmini vermiş. Son sözüm:
حَسْبُنَا اللّٰهُ وَنِعْمَ الْوَكِيلُ
Mevkuf, haps-i münferidde Said Nursî