Tip:
Highlight text to annotate it
X
Birazdan görecekleriniz özellikle seçilmiş değildir.
Aksine, evcil hayvan, yemek, giysi, eğlence ve araştırma amacıyla
yetiştirilen hayvanlar için endüstri standartlarıdır.
İzleyicinin sağduyulu olması beklenir.
DOĞRUNUN ÜÇ AŞAMASI
1. DALGA GEÇİLİR
2. KARŞI ÇIKILIR
3. KABUL EDİLİR
EARTHLINGS
earth'ling: (isim). Dünyada yaşayan kimse.
Hepimiz dünyada yaşadığımız için, hepimiz earthling sayılırız.
Earthling teriminde, seksizm, ırkçılık veya tür ayrımcılığı yoktur.
Bu laf tek tek hepimizi kapsıyor.
sıcak veya soğuk kanlı, memeli, omurgalı veya omurgasız
kuş, sürüngen, amfibik, balık, insan vb.
Yani insanoğlu, dünyadaki tek tür değildir.
Dünyayı tıpkı insanlar gibi evrimleşen başka milyonlarca canlıyla paylaşmaktadır.
Fakat, insanoğlu earthling'i dünyayı domine etmeye meyillidir;
çoğu zaman diğer earthling'lere bir objeymiş gibi davranarak.
Tür ayrımcılığından kastedilen budur.
BOĞA FESTİVALİ, İSPANYA
Irkçılık ve seksizm gibi, tür ayrımcılığı da bir grubun
üyelerinin menfaatini korumaya karşın diğer grupların menfaatini
kısıtlayacak davranışlar veya önyargılardır.
Eğer bir canlı acı çekiyorsa, bu acıyı dikkate almayı reddedecek
ahlaki bir açıklama olamaz.
Canlının doğası ne olursa olsun, eşitlik prensibi der ki birinin acısı
başka bir canlının acısıyla eşdeğer tutulabilir.
Irkçılar, kendi ırkının menfaatleri
başka ırkın menfaatleriyle çakıştığında
kendi ırkının menfaatlerini kayırarak
bu prensibi ihlal ediyorlar.
Seksistler ise kendi cinsiyetini kayırarak
bu prensibi ihlal ediyorlar.
Benzer şekilde, tür ayrımcıları, kendi türünün menfaatlerinin
diğer türlerin menfaatlerinden daha önemli olduğunu düşünüyorlar.
Her üç durumda da kalıp aynı.
İnsanlık ailesinde, saygı ahlaki zorunluluk olmasına rağmen
(her insan bir kimsedir, bir "şey" değil),
bir güç dengesizliği olduğunda ahlaki saygısızlıklar görebiliyoruz.
Güçlü olanın güçsüz olana sanki bir "şey" miş gibi davranması gibi.
Tecavüzcü bunu kurbanına yapıyor.
Çocuk tacizcisi bunu çocuklara yapıyor.
Efendi, kölesine.
Bu ve benzeri durumlarda, güçlü insanlar güçsüz insanları sömürüyor.
Aynı şekilde, insanlar hayvanlara da bu şekilde davranıyor olabilir mi?
Şüphesiz ki farklılıklar var,
zira insanlar ve hayvanlar tam olarak aynı değiller.
Yine de benzerlikler var.
Tamam, bu hayvanlar insanlarla aynı istekleri paylaşmıyorlar;
tamam, biz insanların anladığı her şeyi anlamıyorlar.
Buna rağmen, bazı isteklerimiz onlarda da var.
ve anladığımız şeylerin bazılarını anlayabiliyorlar.
Yemek ve su, barınak ve arkadaşlık
hareket serbestliği ve acıya maruz kalmamak
Bu istekler insanlarda da insan olmayanlarda da var.
Anlama açısından ise: insanlar gibi,
diğer hayvanlar da yaşadıkları ve gezindikleri dünyayı anlıyorlar.
Aksi takdirde, hayatta kalamazlardı.
Yani tüm farklılıkların altında, aynılık var.
Bizim gibi, bu hayvanlar da gizemi ve farkındalık merakını oluşturuyor.
Bizim gibi, dünyada tek başlarına değiller, ve bunun farkındalar.
Bizim gibi, sadece kendilerine ait olan hayatın merkezindeler.
Tüm bu yönlerde, insanlar "aynı durumdalar" ...
domuzlar ve ineklerle, tavuklar ve hindilerle.
Bu hayvanlar ne hak ediyorlar, ve bu hayvanlara nasıl davranılması gerekiyor?
Bu sorular, onlarla psikolojik yönden akranlığımızı fark edince
cevaplanması gereken sorular.
Birazdan izleyeceğiniz film
hayvanların insanlara beş ayrı şekilde nasıl hizmet ettiğini anlatıyor
...ola ki unutursak diye.
Nobel ödülü sahibi Isaac Bashevis Singer'in çok satan romanı
"Enemies, A Love Story" de şunu yazıyor:
"Herman hayvanların ve balıkların kıyımını her gördüğünde
hep aynı şeyi düşünürdü: canlılara davranışlarından ötürü
tüm insanlar birer Nazi. Diğer türlere canı istediğinde yaptığı tüm kendini beğenmişlik
en radikal ırkçı teorilere örnek sunmaktaydı,
"güçlü olan haklıdır"a.
Bunun soykırımla karşılaştırılması çok açık:
bir grup canlı diğer bir grubun elinde ızdırap çekiyor.
Elbette ki birçoğu diyecektir ki hayvanların acısı Yahudilerin,
kölelerin çektiği acıyla karşılaştırılamaz. Yine de, aslında, bir benzerlik var.
Ve bu toplu katliamın kurbanları ve mahkumları için
soykırım bitecek gibi değil.
"The Outermost House" isimli kitabında, yazar Henry Beston şöyle yazıyor:
"Hayvanlar için başka, daha akıllıca ve belki de
mistik bir anlayışa ihtiyacımız var.
Evrensel doğayı unutup, gelişmiş hünerlerle yaşayan,
uygar insanlar, canlılara
kendi penceresinden bakıyor
ve çarpık bir resim görüyor.
Hayvanları hor görüyoruz; yetersizliklerinden dolayı
bizden daha alt bir form aldıkları trajik kaderlerinden dolayı.
Bu bakımdan biz hata yapıyoruz, büyük bir hata.
Hayvanları ölçmek insanlara kalmamalı.
Bizim dünyamızdan daha erişkin ve daha tam bir dünyada
özgürce gezebilirler,
bizim kaybettiğimiz ya da hiç sahip olmadığımız hislerle ve
bizim hiçbir zaman duyamayacağımız seslerle beraber.
Onlar kardeşlerimiz değil; Onlar daha aşağı da değil;
onlar başka toplumlar,
bizimle birlikte aynı yer ve zaman ağında bulunmuş olan
dünyanın görkeminin ve eziyetinin mahkumları."
BİRİNCİ KISIM: EVCİL HAYVANLAR
Çoğumuz için, hayvanlarla ilişkimiz evcil hayvanımızın olmasıyla başlar.
Peki bu evcil hayvanlar nereden geliyor?
Elbette, hayvanların sunduğu hizmetlerden biri de bize arkadaşlık yapmaları.
HAYVAN YETİŞTİRİCİLERİ
Bu hayvanlar için yolculuk bir yetiştiriciyle başlıyor. Tabii bütün yetiştiriciler profesyonel olmak zorunda değil.
Hatta, bu meslekte, hemen herkes yetiştirici olabilir.
PET SHOPLAR VE KÖPEK FABRİKALARI
Pet shoplardaki çoğu hayvan köpek fabrikalarından alınıyor,
kendileri bilmese bile.
Köpek fabrikaları, hayvanları pet shoplara
ve diğer alıcılara satmak için kurulmuş düşük bütçeli köpek yetiştirme yerleri.
Çoğu zaman hayvanları pis, aşırı kalabalık
ve sosyalleşmenin imkansız olduğu ortamlara hiçbir veteriner bakımı olmadan maruz bırakıyorlar.
Köpek fabrikalarından alınan köpeklerin çoğunun
büyüdüklerinde fiziksel ve psikolojik problemleri oluyor.
SOKAK KÖPEKLERİ
Sokak köpekleri, eğer şanslılarsa sokaklardan alınıp
başka bir ev bulana kadar barınaklara bırakılıyorlar.
Yılda ortalama 25 milyon hayvan evsiz kalıyor.
Bunlardan %27'si ise safkan.
25 milyon hayvandan yılda ortalama 9 milyonu
sokaklarda ölüyor; hastalıktan
açlıktan,
bakımsızlıktan,
sakatlanmaktan, veya sokak hayatının getirdiği diğer tehlikelerden.
Sokak köpeklerinin çoğu muhtemelen sahipleri tarafından sokaklara atılıyor.
Hayatta kalan 16 milyon da ev bulunamadığından dolayı
barınaklarda öldürülüyorlar.
Bununla beraber,
barınaklara bırakılan hayvanların neredeyse yarısı sahipleri tarafından bırakılıyorlar.
Çoğu insan üzücü olduğu için barınakları ziyaret etmek istemediğini söyler.
Ama hayvanların bu kasvetli yerlerde bu kadar kalabalık olması,
sahiplerin hayvanları kısırlaştırmayı reddetmesinden ötürü.
Bir çok evcil hayvan sahibi, özellikle erkekler, nedense,
hayvanı kısırlaştırmanın, sahibini güçten düşüreceğini düşünüyor
veya çocuklarının bir gün "hayatın mucizesi"ni yaşamalarını istiyorlar.
İki durumda da, hayvan sahipleri farkında olmadan günde 60.000 hayvanın
ötenazisine sebep oluyorlar.
Ötenazi, genelde merhametten ötürü acı vermeden öldürme olarak tanımlanır,
ve köpekler için genelde bacağa enjeksiyon ile yapılır,
kedilerde ise karın bölgesine.
Çabuk ve acısız bir prosedürdür, ve en insani olanıdır,
ama her zaman satın alınamaz.
Barınaklardaki ötenazinin artmasından ötürü
ve Euthasol gibi ilaçlara gerek duyulduğundan
bütçe problemi olan barınaklar, gaz odaları kullanmak zorunda kalırlar.
GAZ ODALARI
Gaz odalarına hayvanlar, kalabalık gruplar olarak konulurlar
ve ölme süreleri 20 dakikaya kadar çıkabilir.
Bu, en merhametsiz, en travmatik
ve en acı veren yöntem.
Aynı zamanda da en ucuzu.
Galiba bize arkadaşlık yapan hayvanlar hakkında kendimize
sormamız gereken sorular var:
Onları arkadaşımız olarak tutarkan aynı zamanda ihtiyaçlarını giderebilir miyiz?
Onları arkadaşımız olarak tutmamız onlar için de mi en iyisi,
yoksa onları sömürüyor muyuz?
Bu soruların cevapları, sahiplerin davranışlarında
ve onların evcil hayvanlarına sağlayabildiği ortamlarda bulunabilir.
(CYANIDE ZEHİRİ) Çoğu insan tür ayrımcısıdır.
Bu film sıradan insanların (bir kaç aşırı kaba ve kalpsiz istisnanın değil de
insanların büyük bir çoğunluğunun)
aktif olarak katıldığı, kabullendiği, vergilerinin kullanılmasına izin verdiği
bir durumu görüyoruz: kendi türümüzün önemsiz çıkarları için
başka türlerin en önemli hakkının
ellerinden alınmasını.
TÜRKİYE'DEKİ AŞIRI BARINAK KALABALIĞI
Hayvanların gelecekle ilgili umudu,
kendinden ötesini hissedebilen insanların kültüründe bulunabilmek.
Empatiyi öğrenmeliyiz,
Bir hayvanın gözlerinin içine bakmayı öğrenmeliyiz
ve onların hayatının bir önemi olduğunu fark etmeliyiz.
İKİNCİ KISIM: YEMEK
"Ah, ıskaladım. Iskaladım seni, tatlım. Ama bir dahakine ıskalamayacağım"
"Vurdum seni! İyi çocuk!"
Mezbahalarda meydana gelenler,
güçsüzün güçlü tarafından sömürülmesinin başka bir çeşidi.
Dakikada on bin kereden fazla.
Sadece Birleşmiş Devletler'de yılda altı milyondan daha fazla.
Hayat "yemek hayvanları"ndan akıtılıp, alınıyor.
Daha güçlü olarak insanlar, bu hayvanların ne zaman öleceğine karar veriyor
nerede öleceğine,
ve nasıl öleceğine.
Bu hayvanların kendi isteklerinin,
kaderlerinin belirlenmesinde hiçbir önemi yok.
Bir hayvanı öldürmek, kendi başına rahatsız edici bir iş.
Derler ki eğer kendi yemeğimizi öldürmek zorunda kalsaydık
hepimiz vejeteryan olurduk.
Pek tabii, çok az insan mezbahayı ziyaret ediyor,
ve mezbaha operasyonlarını gösteren filmler televizyonda pek popüler olmuyor.
İnsanlar aldıkları etin acı çekmeden ölen bir hayvana ait olduğunu umut edebilirler,
ama aslında bilmek bile istemiyorlar.
Fakat aldıkları yemeklerle, hayvanların öldürülmesine neden olanlar,
bu üretimin bu ya da başka aşamalarından
bihaber olmayı hak etmiyorlar.
Peki yemeğimiz nereden geliyor?
Hayvanları yiyenler için:
işlem şöyle oluyor
DAMGALAMA
Sığır eti için, tüm hayvanlar damgalanıyor...
bu örnekte, suratlarından.
BOYNUZLARIN SÖKÜMÜ
Boynuzlar sökülürken asla anestezi kullanılmaz.
Büyük bir penseyle gerçekleştirilir.
ULAŞIM
Ulaşımda, hayvanlar kalabalık bir şekilde yerleştirilirler,
birbirinin üzerinde.
Isı, dondurucu sıcaklık, bitkinlik, travma ve sağlık sorunları
bu hayvanlardan bazılarını mezbahaya gidene kadar öldürüyor.
SÜT SAĞMA
Sağılan inekler kelepçeli tutuluyorlar.
ahırlarında, tüm gün, egzersiz yapamadan.
Plestisid ve antibiyotik, süt üretimini arttırmak için kullanılıyor.
Zaman içerisinde, sağılan inekler, bu şekilde bitkinlikten yere düşüyorlar.
Normalde inekler ortalama yirmi yıl yaşayabilirler.
Fakat sağımda kullanılan inekler genellikle dört sene içinde ölüyorlar.
Bu noktada ise, etleri fast food restoranları için kullanılıyor.
ET
Bu mezbahada,
damgalanmış ve boynuzları sökülmüş sığır ahıra getirilmiş.
CIVATA TABANCALARI
Hayvanları acı vermeden,
şuursuz hale getirmek için dizayn edilmiş civata tabancaları,
çelik bir civata fırlatıyor, sıkıştırılmış havadan veya boş bir kartuştan kuvvet alarak.
Doğrudan hayvanın beynine.
KANAMA
Kıyım için birçok farklı metot uygulanıyor. Massachusetts'teki bu mezbahada
sığır yukarı kaldırılıyor ve boğazı kesiliyor.
Etinin yan sıra, kanından da yararlanılacak.
Kafasında onu şuursuzlaştıracak
civata olmasına rağmen,
açıkça görülüyor ki hayvanın şuuru hâlâ yerinde.
Bu olağandışı değil.
Bazen, kanları alındıktan sonra, kıyım için üretim hattına
giderlerken bile hâlâ canlı oluyorlar.
VURMA KUTULARI
YAHUDİ KURALLARINA UYGUN (KASER) KIYIM
Bu Birleşmiş Devletler'deki en büyük kaser et fabrikası.
Glatt, Yidcede "düzgün" demek ve en yüksek standartlardaki temizlik anlamına geliyor
ve kaser kıyımına göre hayvan mümkün olan en az acıyı çekmeli.
Sabitlenmiş hayvanlar üzerinde elektrik çubukları kullanılması bir ihlal.
SHEKHITA - GELENEKSEL KIYIM
Kasabın rahatlığı için korkmuş hayvanların çevirilmesi,
bu da bir ihlal.
Ters çevirme işlemi, sığırın boğazı kesildikten sonra kanı solumasına neden oluyor.
Nefes ve yemek borusunun kesilmesi de fena bir ihlal
zira kaser hayvanlarının kanaması sonlanana kadar,
hayvanlara dokunulmaması gerekiyor.
Can çekişen, ölmekte olan öküzleri metal kanallardan
kana bulanmış yere atmak,
nefes ve yemek boruları dışarı fırlamışken...
Bu "kutsal görev" ne temiz ne de şefkatli.
Prangaya vurmak ve ters çevirmek de bir ihlal,
kaser kurallarına uymayan bir durum.
Eğer bu kaserse, hayvanlar için ölüm ne çabuk, ne de merhametli.
BUZAĞI
Doğumdan sonra iki gün içerisinde annelerinden alınan buzağılar,
boğazlarından bağlanıyor ve kaslarının gelişmesi engelleniyor.
Demir bazlı sıvı bir besin veriliyor,
yatmaları, suya ve ışığa erişimleri yasak
Dört ay süren bu perişan hayattan sonra kesiliyorlar.
DOMUZLAR
Fabrika çiftliklerinde dişi domuzlar birer üretim makineleri gibi
sürekli olarak yapay döllenmeyle hamile bırakılıyorlar.
Büyük domuz market fabrikaları, ortalama yılda 50.000 ila
600.000 domuz "üretiyorlar", kendi değimleriyle.
FABRİKA KOŞULLARI
GEBELİK KAFESLERİ
KIRIK VE APSELER
YAMYAMLIK
ATIK DOMUZLAR
Kuyruk kesme, yer darlığı ve domuzların stres dolu hayat koşullarından dolayı
birbirlerinin kuyruklarını ısırmaları nedeniyle yapılan bir işlem.
Bu işlem anestezi olmadan yapılır.
KULAK KESME
Kulak kesme de benzer bir işlem, yine anestezi olmadan yapılır.
Diş sökümü gibi.
KISIRLAŞTIRMA
Kısırlaştırma da ağrı kesici veya anestezi olmadan yapılır
ve kısırlaştırıldıklarında daha yağlı bir et oluşacağına inanılır.
ELEKTRİK ÇUBUKLARI
Elektrik çubuklarının kullanılma nedeni çok bariz: hayvanlarla başa çıkmak
ELEKTRİKLİ KIYIM
Burada görüldüğü gibi, hayvanları elektrikle öldürmek de başka bir metot.
BOĞAZ KESİMİ
Tüm bunlarla beraber, boğaz kesimi,
hâlâ bir hayvanı öldürmenin en ucuz yöntemi.
KAYNATMA VE TÜY ALMA
Boğazları kesildikten sonra, domuzlar kelepçeleniyor,
kan çukurunda bekletiliyor ve tüylerinin alınması için haşlama tanklarına sokuluyorlar.
Çoğu kaynayan su tanklarına baş aşağı sokulduğunda bile hâlâ can çekişiyor.
Burada suyun içine daldırılıyor ve boğuluyorlar.
KÜMES HAYVANLARI
Kümes hayvanlarını düşününce, Amerikalılar, 1930'larda
tüm yıl boyunca yediği tavuğu günümüzde bir günde yiyor.
Dünyanın en büyük piliç şirketleri haftada 8.5 milyondan fazla
kuş kesiyor.
GAGA KESİMi
Gaga kesimi, korku dolu tavuklarda birbirini gagalamayı ve yamyamlığı engellemek amacıyla yapılıyor;
aşırı kalabalık alanlarda, sosyal kuralları kuramayan hayvanlar tarafından gösterilen davranışları engellemek.
Günümüzde, bebek tavuklarda bu işlem çok hızlı yapılıyor,
dakikada 15 kuş.
Bu acele nedeniyle bıçağın sıcaklığı ve keskinliği değişiyor,
bu da beceriksiz kesimler dolayısıyla kuşta ciddi yaralanmalara neden oluyor.
YAŞAM KOŞULLARI
Yaşam koşullarına gelirsek, bir bina içerisinde
60 bin ila 90 bin arası kuş olabilir.
Bu hayvanların çilesi azalmıyor. Bu onların yaşam şekli.
Gagaları kesilmiş olsa bile, yine de birbirlerini gagalamaya yelteniyorlar.
Yumurta tavukları ise "batarya kafesleri" denen bir ambara tıkıştırılmış olarak yaşıyorlar.
BATARYA KAFESLERİ
Çoğu tüylerini döküyor ve tel kafese sürtünmekten yaralanıyorlar.
Kalabalık kanatlarını açmalarını engelliyor, ve bu tavuklar
en basit doğal dürtülerini bile gerçekleştiremiyor.
ULAŞIM
Ulaşımda, tüm hayvanlar acı çekiyor ve çoğu ölüyor.
Üzerlerine diğer hayvanlar binince bu aşırı kalabalık, özensizce yerleştirildikleri
kafeslerde havasız kalıyorlar.
KIYIM
"THE HANG PEN" MOOREFIELD, WEST VIRGINIA
Tavuklar ve hindiler çeşit çeşit şekillerde kesiliyorlar.
Bazılarının ölene kadar kafasına beyzbol sopasıyla vuruluyor, bazılarının kafası kesiliyor.
Ama çoğu fabrika çiftliklerindeki üretim hattına koyuluyor.
Baş aşağı, hareketli şerite diziliyorlar ve boğazları kesiliyor.
Sonrasında ise kanayıp ölmeleri bekleniyor.
Diğerleri ise hareket edemesinler diye baş aşağı tüplere konulabiliyor,
yavaşça ölmeleri için.
Eğer mezbahaların duvarları camdan olsaydı, hepimiz vejeteryan olmaz mıydık?
Ama mezbahaların duvarları camdan değil.
Mezbahaların mimarisi opak, inkar için dizayn edilmiş,
bakmak istesek bile göremememiz için. Zaten kim bakmak istiyor ki?
"Devam et orospu çocuğu! Sakın durma".
"Yürü! Yürü!!"
Emerson bir asırdan daha uzun zaman önce gözlemlediği gibi,
"Ziyafetiniz bitti, ama nedense mezbaha titizlikle
çok uzaklarda, gizlenmiş; burada bir suç ortaklığı var."
DENİZ MAHSULLERİ
Deniz hayvanlarını yemenin, kara hayvanlarını yemekten daha sağlıklı olduğunu düşünenler,
denizlere dökülen telafi edilemez atıkları
ve zehirli tortuları hatırlamalılar.
Geçmişte, petrol, nükleer ve kimya endüstrileri, denizlerimizi
korumak adına pek bir şey yapmadılar
ve uygunsuz atıkları atmak için
deniz onlara hep uygun bir yer gibi göründü.
TİCARİ BALIKÇILIK
Günümüzde ticari balıkçılar durumu büyük ölçeklere çıkardılar.
Balıkları bulmak ve yakalamak için futbol sahası büyüklüğünde tekneler
ve gelişmiş elektronik gereçler kullanıyorlar.
Kocaman ağlar, okyanusta önlerine gelen her şeyi yutuyor.
Bizim deniz mahsülü iştahımıza hizmet için var olan fabrika tekneleri,
okyanuslardaki deniz hayatını hızla boşaltıyorlar.
Şimdiden, 17 büyük uluslararası balık yatağından 13'ü boşaldı veya ciddi bir düşüş içerisinde.
Kalan dört tanesi de tamamen sömürüldü.
HASTALIK
Son zamanlarda ortaya çıkan Pfiesteria salgını...
Pfiesteria, siyanürden bin kat daha tehlikeli bir mikroorganizma.
Denizlere, göllere, okyanuslara, milyonlarca galon arıtılmamış domuz dışkısı dökülmesiyle yayıldı,
ve deniz ekosistemini sifonu çekilmemiş tuvaletler haline getirdi.
Bu şu an en büyük problem.
Deniz hayatını ve insanlığı tehdit eden Pfiesteria, bir milyardan fazla balık öldürdü.
Bu güneydoğunun en büyük balık katliamı.
Ve yayılmaya devam ediyor.
Pfiesteria'nin izleri Long Island'dan Florida Körfezi'ne kadar bir çok yerde görüldü.
1000 milden fazla uzaklıklarda.
Aslında, bu su bazlı Pfiesteria istilası Birleşmiş Milletler tarihindeki
en feci salgınlardan biri.
Üçüncü derece biyolojik tehlike (biohazard). Ebola dördüncü derece. AIDS ise iki.
Ve bu mikrop hayvanların aşırı tüketiminin direkt sonucu,
özellikle de domuzun.
Domuz fabrikaları milyonlarca domuzu şişmanlatırken domuzlar tahıl tüketip, dışkı üretti.
HURRICANE FLOYD NORTH CAROLINA, 1999
Bu atık okyanuslara ve su sistemlerine akıyor,
içinde yaşayan hayvanlara hastalık bulaştırıyor,
ve tabi ki bu hayvanları yiyenlere de.
BALİNA AVCILIĞI
Son olarak, balina avcılığı.
Uluslararası Balinacılık Komisyonu, balinaların ticari avlanmasını 1985'te yasaklasa da
çoğu ülke hâlâ balinaların "egzotik eti" için avlanmaya devam ediyor.
Zıpkın kullanıyorlar,
tabanca,
körlenmiş kancalar
ve hatta patlayıcılar
ya da onları avlama koylarına itiyorlar
ve sığ yerde bıçaklayarak öldürüyorlar.
YUNUSBALIKLARI
Her kış, Ekim ile Mart arasında, binlerce yunusbalığı
Japonya'nın ufak kasabalarında yakalanıp vahşice öldürülüyor.
Ses çıkaran çubuklar, yunusbalıklarının radarına karışıyor.
Kafası karışan ve ağların içine sürülen yunusbalıkları panik yapıyor.
Zaman zaman balıkçılar bir kaç yunusbalığını mızrakla veya bıçakla yaralıyor,
zira yunusbalıkları asla yaralı aile üyelerini terk etmezler.
Anne ve yavrular, ayrı düştüklerinde endişe içinde bağırıyorlar,
ters çevirilip sürükleniyorlar, merhametsizce parçalanıp öldürülmek üzere.
Yunusbalıkları sevecen ve masum yaratıklar,
ve daha iyisine layıklar.
Oysaki burada, ıstırap içerisindeler.
Çaresizce beton üzerinde duruyorlar, pala ile kesiliyor,
ve yavaşça boğulmaya bırakılıyorlar.
Ölüm sancısı içerisinde sarsılıyorlar, okul çağındaki çocuklar yanlarından geçerken.
Bu kıyım ve kan havuzu görüntüleri belli ediyor ki Japon hükümeti'nin insani olmayan
balıkçılık yöntemleriyle, okyanusların durumuyla pek ilgili değil.
Çoğu zaman uluslararası anlaşmaları, okyanusların ve içerisinde yaşayan hayvanların
aşırı sömürülmesine karşı dizayn edilen
kanun ve kuralları ihlal ediyor.
Yunusbalığı eti daha sonra market ve restoranlarda satılıyor,
gerçi çoğu zaman "balina eti" diye etiketleniyorlar.
Yemek için yetiştirilen hayvanlara yapılan zulüm yetmezmiş gibi,
bir de onları kıyafetlerimizde kullanmanın yollarını bulduk.
Ceketler, ayakkabılar, kemerler, eldivenler, pantolonlar, cüzdanlar, çantalar ve dahası
bir sonraki sorumuz şu: Kıyafetlerimiz nereden geliyor?
ÜÇÜNCÜ KISIM: KIYAFETLER
(DERİ)
Deriye en büyük talep Birleşmiş Milletler, Almanya ve İngiltere'den geliyor.
Hemen hemen herkes giyiyor,
Nereden geldiği konusunu pek düşünmeden.
(HİNDİSTAN'DAKİ İNEKLER)
Hindistan'da her hafta binlerce inek derileri için katlediliyor.
Bu inekler Hindistan'ın kırsal kesimlerdeki fakir ailelerden, ineklerin çiftliklerde
yaşayacakları garantisi verildikten sonra satın alınıyorlar.
NALLAMA VE BAĞLAMA
Hayvanları yasal olarak öldürülebilecekleri bir yere taşımak için,
ki inek kıyımı Hindistan'ın büyük bölümünde yasak,
hayvanlar acıklı ölüm marşı için nallanmalı ve bağlanmalı.
Bu marş günlerce sürebilir.
(ULAŞIM VE BİTKİNLİK)
Aç ve susuz bir şekilde sıcak havada pislik içinde yürümeye zorlanan hayvanların bazıları,
bu korkunç tecrübenin stresiyle başa çıkamıyorlar. Yere düşüyorlar ve devam edemeyecek duruma geliyorlar.
Unutmayın ki bu sığırların çoğu hayatlarında ilk defa bir kamyona bindiriliyorlar,
dolayısıyla korkmaları çok normal,
özellikle kamyona bindirilirken kötü muameleye maruz kalmışlarsa.
Kamyonun hareketi ve gürültüsü bile
onlar için yeni bir tecrübe: onları hasta eden bir tecrübe.
Kamyonda yemeksiz ve susuz geçirilen bir-iki günden sonra, korkunç derecede acıkıyor ve susuyorlar,
ki bu inekler gün içerisinde sık sık beslenen hayvanlar.
KUYRUĞU KIRMA
İnek bitkin ve baygın durumdayken, onu ayağa kaldırmak için
kuyruklarındaki kemikler kırılıyor.
Bu kuyruğu defalarca büküp kıstırarak yapılıyor.
BAKICILAR
Bakıcılar hayvanları sürekli hareket halinde tutmalılar,
burun iplerinden çekerek,
boyunlarını bükerek
ya da boynuzlarını, kuyruklarını.
Sığırları, kamyondan toprağa, veya topraktan kamyona,
rampa olmadan atlamak zorunda bırakıyorlar.
Bu da leğen kemiği, ayak, kaburga, boynuz kırılması gibi yaralanmalara neden oluyor.
KIRMIZI BİBER
Kırmızı biber ve tütün de hayvanları hareket ettirmek için kullanılıyor.
Bu işlem biberi sığırların gözlerine sürerek yapılıyor,
böylece hayvanın ayağa kalkması bekleniyor.
KIYIM
Ve tüm bunlar kıyımdan önce oluyor.
Mezbahaya gelene kadar neredeyse hayvanların
yarısı ölmüş oluyor.
Ama bu tecrübeyi daha travmatik ve korkutucu yapmak için,
sığırlar sık sık kıyımda birbirlerini tamamen görebilecek şekilde öldürülüyorlar.
Bilenmiş bir bıçakla çabukça kesmek yerine de genellikle kör bir bıçakla
defalarca zorlanarak öldürülüyorlar.
SEPİLEMEK
Sonradan, hayvanların derileri tabakhaneye gönderilir. Burada çürümeyi engellemek için
deriler krom ve benzeri toksinlerle işlenir.
Unutmayın, deri ölü ettir.
Ölü cilttir, ve dolayısıyla, bu gibi benzeri güçlü maddelerle işlenmediğinde,
ayrışıp çürümesi normaldir.
İnsanlar içinse, deriye olan talebi karşılamak adına, tabakhanede çalışan işçilerin
sağlığına olan etkiler ise bambaşka bir konu.
PERAKENDE
Nihayetinde, Hindistan sığırlarından gelen deri dünyanın çeşitli yerlerindeki
giysi dükkanlarında yerini alıyor.
Çoğu büyük kıyafet zinciri Hint derisi satıyor,
yediğimiz ineklerden tamamen farklı ineklerden gelen derileri.
KÜRK
Peki ya kürk?
Postu için yılda yüz milyondan fazla vahşi hayvan öldürülüyor.
Sadece Birleşmiş Milletler'de 25 milyon.
Avlanılarak, tuzağa düşürülerek yakalanan hayvanlar kürk çifliklerinde bu gibi koşullarda tutuluyor.
KAFES CİNNETİ
Doğal olarak, evcilleştirilmemiş vahşi hayvanlar kafese konulmaya alışkın değiller
ve hapsedilmenin stresiyle, korkmuş ve hüsrana uğramış hayvanlarda
kafes cinneti baş gösteriyor.
Bu yabani, istediği gibi dolaşabilen hayvanlar,
ve onların yavruları, kendilerini doğal bir hayat yaşayamayacak bir yerde buluyorlar.
ve burada bir kaç adım atamayıp, toprağı bile hissedemiyorlar.
Bunun yerine, durmadan eşelemek, daire çizmek ve volta atmak zorunda kalıyorlar.
(YARALAR VE YAVAŞ ÖLÜM)
Kürk çiftliklerinde bulunan bu hayvanların çektiği fiziksel yaralanmaların içinde
kırılmış ve açığa çıkmış kemikler,
körlük,
kulak enfeksiyonları var.
Dehidrasyon ve yanlış beslenme,
dondurucu soğuklara maruz bırakılma,
veteriner bakımından mahrum kalma
ve yavaş bir ölüm.
(ÖLÜM)
Kürk çiftliğindeki hayvanlar için herhangi bir kanun yok,
dolayısıyla en ucuz metot en cazibi.
Karbon monoksit zehirlemesi, striknin, boğma,
boyun kırma ve *** elektrikli idam genelde kullanılan metotlardan bazıları.
Kafesinden tasmayla alınan hayvan, kıyılmış sıra sıra tilkilerin, samurların,
rakunların ve kurtların ve dahasının yanından geçiriliyor.
*** elektrikli idam, bir elektrik çubuğun rektuma, diğer metal ileticinin ise
hayvanın ağzına sokulduğu kaba bir işlem.
Sık sık bu yersiz prosedür hayvanı öldürebilmek için tekrarlanıyor.
Burada görülen yüzülmüş ceset ise daha sonra hâlâ kafeslerde olan hayvanlara yem olarak verilecek.
ÇİN KÜRK ÇİFTLİKLERİ
KANADA FOK AVCILIĞI
- Bu ne kadar?
- $49,500
DÖRDÜNCÜ KISIM: EĞLENCE
Şimdi eğlence sektörüne geçiyoruz.
Mark Twain der ki,
"Gelmiş geçmiş tüm yaratıklar içinde insanoğlu en tiksindirici olandır.
Acıyı bilmesine rağmen, spor için acı veren tek yaratıktır."
RODEO
Rodeoda, boğa ve yabani atlar vahşi oldukları için değil, acı çektikleri için binicileri üzerinden atıyorlar.
"Böğür kayışı" veya "atlatma kayışı" denilen bir kemer,
hayvanın genital bölgesine sıkıştırılıyor.
Hayvan oluktan çıkarken, bu kemerin sıkılması, hayvanın acı içerisinde
binicisini üzerinden atmaya çalışması için yeterli.
Rodeodaki ayakların kırılması gibi
tüm yaralanmalar bir kenara,
hayvanlara oluktayken ayrıca vurulur,
sataşılır,
elektrik çubukları uygulanır,
veya çeşitli şekilde isşkence edilir
ki oluktan taşkın bir şekilde çıksınlar.
KEMENTLE TUTMA
Kementle tutma, burada görüldüğü gibi, korkmuş, tam hız koşan bir hayvanın boğazına
kement atarak zavallı hayvanı durdurup yere vurmaktır.
KUMAR
Tüm diğer ticari işler gibi, köpek ve at yarışları da
aynı paydada buluşuyor:
kâr.
PANAYIR YERLERİ
Ülkedeki çeşitli panayırlarda, hayvanlar yarıştırılıyor,
izleniyor ve üzerlerinde iddiaya giriliyor.
Hayvanlar bu aktivitelere yemeksiz ve zaman zaman susuz bırakılarak hazırlanıyor.
Bu hayvanlar, çevrelerine, gürültüye, kalabalığa alışkın değiller.
Ne yapmaları gerektiğini de bilmiyorlar. Çoğu zaman yaralanıyorlar ve atılıyorlar.
(GÜVERCİN BOWLINGİ) Anlamsız, gereksiz, acayip yarışmalar. Kâr etmek ve eğlendirmek için dizayn edilmiş.
AVLANMA
Habitatlarini kaybetmenin yanı sıra, avlanma, vahşi yaşamın günümüzde bir numaralı sorunu.
Avcılar yılda 200 milyondan fazla hayvan öldürüyor.
Geyik, tavşan ve sincap arzulanan hedefler listesinin başında yer alıyor.
İnkar etmenin alemi yok, eğer avlanma bir sporsa, bu bir kan sporu.
Hedefler yaşıyor,
ve acılı ölümler geçiriyorlar.
BALIKÇILIK
Balıkçılık da hayvanların acı çektiği bir kan sporu.
Araştırmacılar balıkların acıya karşı memelilerle aynı davranışları sergilediklerini ortaya koydu.
Anatomik olarak, fizyolojik olarak
ve biyolojik olarak balıklardaki acı sistemi kuşlardaki ve memelilerdekiyle hemen hemen aynı.
Bir başka deyişle, balıklar sezgili hayvanlar,
elbette ki acıyı hissediyorlar.
Balıkların ölümünün daha "nazik" olduğunu düşünenler,
onların duyusal organlarının fazlaca gelişmiş olduğunu,
kompleks sinir sistemine sahip olduklarını, sinir hücrelerinin bizimkilere çok benzediğini,
ve belirli uyarıcılara tepkilerinin anında ve kuvvetli olduğunu dikkate almalılar.
SİRKLER
Sirke giderken, nadiren durup da düşünüyor muyuz:
Bir hayvanı doğal olmayan, hatta alevler içinden atlamak, tek ayak üstünde durmak,
rampalardan suya atlamak gibi tehlikeli işleri yapmaya teşvik eden nedir?
Hayvan terbiyecileri hayvanların bu davranışları
ödül sözü verilerek yaptığını düşünmemizi istiyorlar.
Ama gerçek şu ki cezadan korktukları için oynuyorlar.
Aslında, sirkler vahşi hayvanları, ufak kafeslerde
izole bir şekilde yaşamaya mahkum ediyorlar.
Normal egzersiz ve sosyalleşmeden uzak,
oradan oraya taşınıyorlar
KIŞ MEVSİMİ
ve hayatlarının %95'inde kelepçelenmiş oluyorlar.
EĞİTİM
"Filler olumlu yaklaşımlarla eğitiliyorlar, ve fillere asla vurulmuyor."
"Asla vurulmuyor. Asla, asla, asla
kancayı yönlendirme amacı dışında kullanırken birini göremezsiniz."
Hakimiyet, itaat etme, ve acı eğitimin ayrılmaz parçaları.
- Canını acıt. Dokunma!
Bağırt
Eğer onun canını yakmaktan korkuyorsan, bu odaya gelme.
Kahrolasını yırt dediğimde --- Nasıl dokunduğumu görüyorsun değil mi?
Ben kafasını yar, kahrolası ayağını yar diyorum, ne demek bu?
Çünkü bu çok önemli, tamam mı? Çok kıvranmaya başladığında
iki elini birden kullan - BUUM! Tam çenesinin altına!
Otur... ve umarım kendine gelir.
Eğer itaat etmemeye başlarsa, o ayağı tutmak yerine ...
... kahrolası kancayı batır ve tüm gücünle bastır ... içine girdiğinde ee-eeee-ee!!!
İşte o zaman bağırmaya başlayacak.
Çığlığını duyduğunda anlarsın ki biraz olsun dikkatini çekmişsin.
Burada ahırda. Turda bunu yapamayız.
Ne istiyorsam onu yapacak. Bu iş böyle.
Tamam, haydi bakalım.
Becky! Becky!!!
Orospu çocuğu
Siktiğimin --- gel buraya!
Orospu çocuğu
Gel buraya, Becky.
Kıpırda, Becky.
Kıpırda, Becky.
Tamam, tubs.
Tubs!
Hey, çıldır.
Hey, Becky. Hadi, kıpırda.
Ben yaşıyorum.
Ölü bir adam değilim.
Kıpırda.
Sıraya gir.
Sıraya gir, Becky.
Orospu çocuğu!
İlerle!
Evet, sıraya gir. Buraya gel, Tommy.
Siz dinlemiyorsunuz diye niye buna katlanmak zorundalar?
Toplanın.
Sizin çok boktan bir tavrınız var, işte böyle böyle ölüyorlar.
Hayvanların hissettiğini biliyoruz.
Korktuğunu, yalnızlık ve acı çektiklerini. Aynı insanlar gibi.
Hangi hayvan bütün hayatını tutsak olarak geçirmek ister ki...
... eğer seçme şansı olsaydı?
İNTİKAM
- Üç dediğimde.
Bir.
İki.
Üç.
Öldür. Vurman lazım.
HAYVANAT BAHÇELERİ
Hayvanat bahçeleri kıymetli eğitim ve himaye yerleri midir?
Hayvanat bahçeleri pek tabii ilginç. Fakat öğrettikleri tek şey
diğer yaşam türlerinin doğasını hiçe saymak.
Ayrıca, yabani hayvanlar tutsakken onlar hakkında ne öğrenebiliriz ki?
Hayvanat bahçeleri, egzotik şeyler ilgimizi çektiği için var
ve hayvanat bahçelerine gidenler için o hayvanlar sadece birer nesne.
Her iki durumda da, sirk ve hayvanat bahçesinde
vahşi ve egzotik hayvanlar yakalanıyor, kafese atılıyor
naklediliyor ve insanların yapmalarını istediği şey ne ise onun için eğitiliyorlar.
BOĞA GÜREŞİ
"Boğa güreşi" olsa olsa yanlış bir adlandırma olabilir.
Zira çevik matadorun kılıcıyla,
(matador İspanyolca katil demek)
kafası karışmış, sakatlanmış, psikolojik açıdan işkence görmüş ve güçten düşürülmüş bir boğa arasında pek bir rekabet yok.
Bir çok ünlü eski boğa güreşçisi, boğaların bilinçli olarak
sakinleştirici ve müshille güçten düşürüldüğünü belirtiyor.
Böbreklerine vuruluyor ve güreşten haftalar önce boyunlarının etrafına ağır yükler asılıyor.
Hayvanlardan bazıları karşılaşmadan 48 saat önce karanlık bir yere kapatılıyor,
ve aydınlık arenaya çıktıklarında hiçbir şey göremiyorlar.
Olağan bir güreşte, boğa arenaya çıkar, onu yoran ve yıldıran adamlar tarafından
daireler çizdirilir ve çarpışmaya itilir.
Boğa yorulduğunda ve nefessiz kaldığında,
pikadorlar gelir ve kargılar boğanın sırtına ve boyun kaslarına sokulur,
çevirilir ve oyulur ki yeteri kadar kan kaybı olsun
ve hayvanın kafasını kaldırma yetisi kalmasın.
Sonra banderillerolar gelir,
boğanın kafasını karıştırıp oklar fırlatarak daha çok kargı batırırlar.
Kan kaybından zayıf düşmüş hayvanlara
daha fazla daire çizdirirler, başları dönüp takip etmeyi kesene kadar.
Son olarak matador, bu "katil", bitkin düşmüş boğayı
bir kaç son atağa kışkırttıktan sonra kılıcıyla öldürür.
Bu kanlı eğlence biçimi... boğa güreşi.
Tüm bu aktivite ve spordan elde edilen eğlence
(bazıları için doğayla iştirak),
hayvanlara zarar vermeden veya hayvanları öldürmeden de elde edilebilir.
Vahşi hayatın ticari bir şekilde sömürüsüne göre, yabani hayvanların değeri
insanların çıkarına hizmet ettiği faydaya indirilebilir.
özellikle de ekonomik çıkarına.
Fakat yabani hayvanlar insanların çıkarı için faydalı olan yenilenebilir kaynaklar değildir.
Bu anlayış olsa olsa bir tür ayrımcısına ait olabilir.
(FOK KÜRKÜ HASATI, ST. PAUL ISLAND) Öyle ya da böyle, bu eylemler var,
çünkü biz diğer hayvanların çıkarını ciddiye almıyoruz.
Bu açıdan, insanoğlu en duygusuz tür ayrımcısı değil midir?
BEŞİNCİ KISIM: BİLİM
(DİRİKESİM)
Dirikesim, canlı hayvanlar üzerinde yapılan her türlü deneye denir.
Ve denildiğine göre bir tür tıbbi bilimdir.
Bu tür deneylerin yapılmasının sebebinin
insan hastalıklarına çare bulmak olduğu iddia edilir.
Fakat hastalıklara deva bulmak için hayvanlara kasıtlı acı çektirenler
iki temel hataya düşerler.
Birincisi, hayvanlar üzerinden
elde edilen sonuçların insanlar üzerinde uygulanabileceği sanısıdır.
İkincisi ise organik hayat dalındaki
deneysel bilim hatası.
Hayvanlar, insanlardan farklı tepki verdiğinden dolayı,
hayvanlar üzerinde uygulanmış her ürün veya metot,
ayrıca insan üzerinde dikkatli klinik testlerle uygulanmalı ki güvenli kabul edilebilsin.
Bu kuralın istisnası yok.
Hayvanlar üzerinde yapılan deneyler hatalı sonuçlara ulaştırabileceğinden tehlikeli olduğu gibi,
klinik araştırmayı da geciktiriyor,
ki bu da geçerli olan tek yöntem.
Sadece şunu hatırlayın,
bilinçli enjekte edilen bir hastalık, kendiliğinden doğal olarak ortaya çıkandan farklıdır.
TIBBİ DENEYLER
Ne yazık ki bu tür metotlar hâlâ
bilim adı altında kullanılıyor
ki bu gerçek bilime ve insan zekasına bir hakaret.
Dirikıyım,
zehirleyici maddelerin enjekte edilmesiyle,
elektrik ve travmatik şoklarla,
anestezisiz operasyonlarla,
yanıklarla,
bitmek bilmeyen yemek ve su yoksunluklarıyla,
fiziksel ve psikolojik işkencelerle yapılan tıbbi deneyleri kapsıyor.
Zihinsel dengesizliklere yol açan,
enfeksiyonlara, ve daha bir çoğuna...
(PENNSYLVANIA ÜNİVERSİTESİ) Kafa yaralanması araştırması, kelepçelerle
sabitlenmiş, kafaları metal kasklara yapıştırılmış,
kısmen veya tam şuurlu babunların
kafalarının bin yer çekimi gücünde 60 derece itilmesini kapsıyor.
Bu araştırmanın amacı otomobil kazalarını,
futbol, boks ve diğer kafa yaralanmalarını simüle etmek.
Ve bu işlem aynı hayvan üzerinde defalarca tekrarlanıyor.
ASKERİ ARAŞTIRMA
Ve son olarak, askeri araştırma.
Bunun bir açıklamaya ihtiyacı yok.
Maymunları uzaya yollamaktan tutun da,
çaresiz köpekler üzerinde atom patlamaları deneylerine,
primatları nükleer radyasyona maruz bırakmaya kadar çeşit çeşit araştırma.
Yirmi yıl önce, dirikıyım dolayısıyla
işkenceden ölen hayvan sayısı astronomikti,
günde yaklaşık 400.000,
yılda %5 artıyordu.
Bugün bu sayı anlaşılır gibi değil.
Dakikada 19.000. Yılda 10 milyar.
Bazı eğitimsiz insanlar
daha az zeki hayvanların acıyı bizim gibi hissetmediklerini biliyormuş gibi davranıyorlar.
İşin aslı, belirli hayvanların nasıl hissettiği hakkında çok az şey biliyoruz.
Sadece onların da doğal olmayan şekillerde ölen tüm organizmaların
ölmeden önce çok acı çektiğini belirten evrensel kanuna tabi olmaları gerektiğini biliyoruz.
Fakat hayvanların daha az zeki oldukları için
acı çekmediğini söylemek saçmalık.
KAZLARA ZORLA YEDİRME "FOIE GRAS"
Acı, beyine sinirler tarafından iletilir,
ve bilgi-zeka dışında sinirlerle iletilen başka şeyler de vardır,
mesela görme yetisi, koklama, dokunma ve duyma.
Ve bazı hayvanlarda bu yetiler insanlardan daha gelişmiştir.
Hayvanlara işkence ederek insanlar hakkında bir şey öğrenebileceğimiz
bir çağın hiç olmadığını biliyoruz.
Bu yolla sadece hayvanlar hakkında öğrenebiliriz.
Ve eğer öğrenebileceğimiz şey psikolojik düzeydeyse,
bunu demir ve elektrikle, hele ki fiziksel şiddetle hiç öğrenemeyiz.
Bu sezgili hayvanlara karşı sistematik işkence,
bahanesi ve şekli ne olursa olsun, bize insanoğlunun şerefinin
olabileceği en aşağı noktanın ne olduğunu göstermekten başka bir işe yaramaz.
Eğer öğrenmek istediğimiz şey buysa...
"Mezbahalar var olmaya devam ettikçe, savaş alanları da olacaktır."
- Leo Tolstoy
Cahillik tür ayrımcısının ilk savunmasıdır
ki bu savunma gerçeği öğrenmek için vakti ve kararlılığı olan herkes tarafından yenilebilir.
insanlar gerçeği bilmek istemediği için cehalet bu kadar uzun süre baskın geldi.
"Sakın söyleme, yemeğimi mahvedeceksin"
cümlesi o yemeğin nasıl üretildiğini anlatmak isteyen kimseye verilen olağan bir cevap.
Gerçeği bilen insanlar bile,
geleneksel aile çiftliklerinin büyük şirketler tarafından alındığını,
giysilerinin kıyılan ineklerden geldiğini,
eğlencesinin milyonlarca hayvanın acı çekmesi ve ölmesi anlamına geldiğini,
ve laboratuvarlarda kuşkulu deneyler süregeldiğini...
Durumun çok kötü olmadığına dair muğlak bir inanışa tutunuyorlar.
(HAMİLE KISRAK İDRARI, YANİ "PREMARIN")
Eğer öyle olsaydı hayvan refah toplulukları veya hükümet bu konuda bir şeyler yapardı.
Bu konunun farkında olunmamasının nedeni neler olduğunu ögrenememekten daha çok
insanın vicdanına yük olabilecek gerçekleri öğrenmek istememekten geçiyor.
- sonuç itibariyle bu berbat yerlerde olan bitenin kurbanı
bizimle aynı grubun üyeleri değil.
Her şeyin sonunda ortada acı ve ıstırap kalıyor.
Zeka değil, güç değil, sosyal sınıf veya sivil haklar değil.
Acı ve ıstırap kendi başlarına kötü ve engellenmesi veya en aza indirilmesi gerekiyor.
Acı çekenin ırkına, cinsiyetine veya türünden bağımsız olarak.
Hepimiz canlıyız
ve insan dışındaki hayvanlar da duyuları aynı bizim gibi hissediyor.
Onlar da güçlü, zeki, gayretli, hareket edebilir ve evrime tabi.
Onlar da büyüyor ve adapte olabiliyor.
Her şeyin başında, bizim gibi, onlar da earthling.
Ve bizim gibi, onlar da hayatta.
Bizim gibi, onlar da rahatına düşkün.
Bizim gibi, onlar da, hislerini belli ediyor.
Kısaca, bizim gibi, onlar da canlı;
hatta çoğu, omurgalı, aynı bizim gibi.
Hayvanların bizim için ne kadar gerekli olduğunu -ironik olarak-
ve onlarsız yapamayacağımızı düşündüğümüzde;
(arkadaşlıkları, yemek,
giysi,
spor ve eğlence
ve aynı zamanda tıbbi ve bilimsel araştırma),
sadece insanoğlunun bu insan olmayan sağlayıcılara saygısızlığını anlarız.
Kuşkusuz, bu durum
kendi bindiği dalı kesmek olmalı.
Hatta ezip, üzerlerine tükürmek.
Şimdi ise bu durumun kaçınılmaz kötü sonuçlarıyla yüzleşiyoruz.
Hayvanların fazla tüketiminden kaynaklanan hastalıklar sağlık raporlarıyla sabit.
Kanser,
kalp hastalıkları,
osteoporoz,
kalp krizi,
böbrek taşı,
anemi,
şeker hastalığı ve dahası...
Yemeğimizin kendisi, kaynağı bile etkilendi.
Normalde stresli kalabalık fabrika çiftliklerinde kilo alamayacak hayvanların
kilo alması için kullanılan antibiyotiklerle,
plestisit ve haşarat ilacının aşırı kullanılmasıyla,
veya süt üretimininin miktarını ve
sıklığını arttırmak için dizayn edilen yapay hormonlarla
yapay renklendiricilerle, bitki ve larva öldürücülerle,
sentetik gübreyle, sakinleştiricilerle, büyüme ve iştah simülatörleriyle...
Deli dana hastalığının, Şap hastalığının, pfiesteria'nın
diğer bir çok hayvan bazlı anormalliğin
(KİRLİLİK) insan nüfusuna karışmasına şaşmamak gerekir.
Doğa bu olayların sorumlusu değil.
(ORMANSIZLAŞTIRMA) Sorumlu biziz.
Dolayısıyla değişim kaçınılmaz. Değişimi ya biz yaparız,
ya da doğa tarafından yapmak zorunda bırakılırız.
Hepimiz için yeme alışkanlıklarımızı gözden geçirme vakti geldi;
geleneklerimizi,
yaşam biçimlerimizi ve davranışlarımızı.
Her şeyin başında ise, düşünme tarzımızı.
Eğer şu atasözünde bir doğruluk varsa
"Eden bulur" O zaman onlar çektiği acılara karşılık ne alıyor?
Şöyle bir düşünüyor muyuz?
Eğer eden bulursa, çektikleri acılara karşılık ne alıyorlar?
Onlar earthling.
Burada olmaya insanlar kadar hakları var.
Muhtemelen cevap yine en az bunun kadar doğru
başka bir atasözünde yer alıyor:
Ne ekersen onu biçersin.
Pek tabii, hayvanlar hissediyor ve elbette acı çekebiliyorlar.
Nihayetinde, doğa bu mükemmel hayvanlara öyle bir hissiyat vermiş ki
hissetmemeleri lazım...
Veya hayvanların duyarsız olma sinirleri olabilir mi?
Bu cevaplar mantıklı biri için yeteri kadar iyi değil.
Fakat bir şey tam olarak kesin: yemek, giysi,
eğlence ve bilimsel deney için kullanılan,
ve mümkün olan her türlü zulme maruz kalan hayvanlar
acı çekerek ölüyor.
Tek tek, hepsi.
Dünyanın etrafındaki hayvanların
insanoğlunun gelişmesi ve büyümesi nedeniyle sürekli olarak geri çekilmek zorunda kalması bile yeterli değil mi?
Ve ayrıca çoğu tür için... gidecek bir yer yok.
Anlaşılan o ki çoğu hayvanın kaderi ya insanlar tarafından istenmeme,
veya aşırı derecede istenme.
Dünyanın efendileri olarak elimizde terör ve merhamet gibi garip güçler var.
Fakat insanoğlu hayvanları sevmeli
haberdar olanın masumu sevdiği, güçlünün savunmasızı sevdiği gibi.
Hayvanların acısı karşısında irkilmemiz,
biz görmezden gelsek bile bu duygu bizi tarif ediyor.
Ve bu ahbap yaratıklara olan sevgiyi aşırı duygusallık olarak görenler,
insanlığın önemli ve güzel bir kısmını gözden kaçırıyor.
Bir hayvana nazikçe davranmanın bizden bir götürüsü olmaz.
Ve onlara mutlu ve uzun bir yaşam sunmak
bizim içimizde var.
Kral Lear, kırda Gloucester'e sormuş: "Dünyayı nasıl görüyorsun?"
Kör Gloucester şöyle cevap vermiş:
"Duygulu bir şekilde görüyorum"
Duygulu bir şekilde.
Bu gezegende üç çeşit ana yaşam kuvveti var:
Doğa
Hayvanlar
ve insanoğlu.
Biz Earthling'iz.
Bağlantıyı kurun.