Tip:
Highlight text to annotate it
X
Çeviri: Utku Kaynar Gözden geçirme: Sinan Ünlüsoy
Bütün kariyerini görünmez olmaya çalışarak geçirmiş biri olarak,
böyle bir kalabalığın önünde durmak
neredeyse dünya dışı bir deneyim ile far görmüş geyik arasında bir şey...
bu nedenle sizden TED kurallarından birini ihlal edeceğim için beni bağışlamanızı istiyorum
çünkü konuşmamı kağıttan okuyacağım
ve konuşmamı bitirmeden önce beni yıldırım çarpmamasını umuyorum.
Beni belgesel fotoğrafçı olmaya iten
bazı fikirlerle başlamak istiyorum.
1960'larda öğrenciydim, sosyal başkaldırı ve sorgulama yıllarında
ve kişisel düzeyde benim için idealizmi keşfettiğim zamanlardı.
Vietnam'daki savaş bütün hızıyla sürüyordu
insan hakları hareketi devam ediyordu
ve fotoğrafların benim üzerimde çok güçlü bir etkisi oldu.
Siyasi ve askeri liderler bize başka bir şey söylüyordu
fotoğrafçıların anlattıkları ise başkaydı.
Ben milyonlarca Amerikalı gibi, fotoğrafçılara inandım.
Onların fotoğrafları savaşa ve ırkçılığa direnişi besliyordu
Sadece tarihi kaydetmekle kalmıyor, değişmesine de yardımcı oluyorlardı
Fotoğrafları bizim toplumsal hafızamızın parçası haline gelmişti,
ve bu hafıza paylaşılan bir vicdan duygusuna dönüştüğünde
değişim sadece mümkün hale gelmekle kalmıyor, aynı zamanda kaçınılmaz da oluyordu.
Gazetecilik tarafından temsil edilen özgür bilgi akışının
özellikle görsel gazeteciliğin, toplumların gözünün önüne
siyasi politikaların hem yararlarını hem de maliyetlerini koyabileceğini gördüm.
Karar verme süreçlerine katkı koyarak, başarıyı artırabilirdi.
Siyasi ataletin ve kötü politikaların önünde
aracı olup hasarı ölçen
ve davranışlarımızı yeniden değerlendirmemizi isteyen birşeydi.
Mutat haber konularına insancıl bir yüz ekliyordu ve bu olmaksızın
tüm konular soyut
ideolojik veya küresel etkisi bakımından anıtsal görünebiliyordu.
Gücün koridorlarından çok çok altta, yeryüzünde yaşananlar
sıradan vatandaşların başına gelir, tek tek.
ve anladım ki belgesel fotoğrafın
olayları onların açısından anlatma yeteneği vardı.
Başka hiçbir şekilde ses sahibi olamayacaklara ses veriyordu.
Ve bir tepki olarak, bir toplumsal fikri ateşliyor
ve halka açık tartışmaya zemin hazırlıyordu, bu sayede
konunun taraflarının gündemi tümüyle kontrol etmesinin
ve istedikleri şekilde manipüle etmelerinin önüne geçiyordu.
O yıllarda olgunlaşmak şunu gerçek hale getirdi
özgür bilgi akışı kavramı, dinamik ve özgür toplumun
düzgün işlemesinde kesinlikle hayati önem taşımaktaydı.
Basın kesinlikle ticari bir iştir, ve hayatta kalmak için
başarılı bir iş olmak zorundadır
ancak pazar gereksinimleri ile gazetecilik sorumlulukları
arasındaki doğru denge bulunmak zorundadır.
Toplumun problemleri, bir tanım konulana dek çözülemez.
Daha yüksek düzeyde, basın bir hizmet sektörü öğesidir,
ve sunduğu hizmet farkındalıktır.
Her hikaye bir şeyler satmak zorunda değildir.
Bazı şeyleri de vermek gerekir.
Benim izlemek istediğim gelenek buydu.
Savaşın içine karışan herkes için olağanüstü yüksek zorluklar yarattığını gördüğümde
ve görsel gazeteciliğin çatışma yönetiminde gerçekten bir aktör olabileceğini anladığımda
bir savaş fotoğrafçısı olabilmek için fotoğrafçı olmaya karar verdim.
Bana yol gösteren güdü,
savaşın gerçek yüzünü gösteren bir fotoğrafın
aynı zamanda savaş karşıtı fotoğrafın tanımı olabileceğiydi.
Sizleri, son 25 yılda içine karıştığım bazı olayların
ve konuların içinde bir görsel yolculuğa çıkarmak isterim.
1981'de Kuzey İrlanda'ya gittim,
10 IRA mahkumu hapishanedeki koşulları protesto etmek üzere
ölüm orucuna başlamışlardı.
Buna sokakların tepkisi şiddetli oldu.
Modern savaşların ön cephelerinin
izole edilmiş savaş meydanları değil, insanların yaşadıkları yerlerin tam ortasında olduğunu gördüm.
80'lerin ilk yarısında Orta Amerika'da çok zaman geçirdim, o zamanlar kıta
iç savaşlarla çalkalanıyordu
bu da Soğuk Savaş'ın ideolojik bölünmesinden kaynaklanıyordu.
Guetamala'da merkezi hükümet
Avrupa asıllı bir oligarşi tarafından kontrol ediliyordu ve
asilere karşı acımasız bir kampanya yürütüyordu,
ve ben Latin Amerika'nın tarihini yansıtabilecek bir fotoğraf gördüm:
İncil ve kılıç yoluyla fetih.
Bir anti-Sandinista gerillası, Komutan Zero Güney Nikaragua'ya saldırdığında
ölümcül şekilde yaralanmıştı.
Somoza'nın ulusal muhafızlarına ait parçalanmış bir tank
Managua'daki bir parkta anıt olarak bırakılmıştı
ve bir çocuğun enerjisi ve ruhuyla oyuncağa dönüşmüştü.
Aynı zamanda, El Salvador'da iç savaş hüküm sürüyordu,
ve yine sivil nüfus çatışmanın tam ortasında kalmıştı.
İsrail - Filistin çatışmasını 1981'den bu yana çekiyorum.
Bu, ikinci intifada'nın başlangıcından bir an, 2000 yılında
bir orduya karşı hala sadece taşlar ve Molotof kokteylleri vardı.
2001'de, ayaklanma silahlı çatışmaya dönüştüğünde
en büyük olaylardan biri
Batı Şeria'nın Jenin kasabasındaki
Filistin mülteci kampının yokedilmesiydi.
Politik dünyanın ortak zemin bulamadığı zamanlarda
taktik ve karşı-taktiklerin sürekli sürtüşmesi
sadece daha çok şüphe, nefret ve intikam duygusu yaratıyor
ve şiddet halkasını uzatıyor.
90'larda, Sovyetler'in dağılmasından sonra
Yugoslavya etnik sınır çizgileriyle bölündü ve iç savaş
Bosna, Hırvatistan ve Sırbistan arasında başladı.
Bu Mostar'da evden eve bir çatışma görüntüsü
komşu, komşusuyla savaşıyor.
Bir yatak odası, insanların mahremiyet paylaştıkları yer
hayatın tohumlandığı yer, bir savaş alanı olmuştu.
Kuzey Bosna'daki bir cami, Sırp topları tarafından yıkılmıştı
ve derme çatma bir morga dönüştürülmüştü.
Ölü Sırp askerleri çatışmalardan sonra toplanıyor
ve savaş esirlerinin takasında veya
hayatını kaybeden Bosnalı askerlerin cesetlerinin geri alınmasında koz olarak kullanılıyordu.
Burası önceden bir parkmış.
Bana yol gösteren Bosnalı asker
şimdi tüm arkadaşlarının burada yattığını söyledi.
Aynı zamanda Güney Afrika'da,
Nelson Mandela hapishaneden salıverildikten sonra,
siyah nüfus ırk ayrımına son vermenin
son adımını atıyordu.
Gazeteci olarak öğrendiğim şeylerden biri de
öfkemi nasıl kontrol edeceğimi öğrenmekti.
Onu kullanmak, enerjisini kanalize etmek, bir şeylere dönüştürmek zorundaydım
vizyonumu köreltmek yerine, ancak bu açabilirdi.
Transkei'de, erkekliğe geçiş törenini izledim. Xhosa kabilesinin.
Ergen erkek çocukları, vücutları beyaz çamura bulanmış halde toplumdan kopuk yaşıyorlar
Bir kaç haftadan sonra, çamuru yıkayıp erkek olmanın
tüm sorumluluklarını alıyorlar
Bu çok eski bir gelenekti ve Güney Afrika'nın yüzünü değiştiren
politik mücadeleyi çok iyi özetliyordu.
Soweto'daki çocuklar trambolinde oynuyorlar.
Afrikanın başka bir yerinde açlık vardı.
Somali'de, merkezi hükümet çöktü ve klanlar arasında savaş patladı.
Çiftçiler topraklarından sürüldü
ve ekinler ve stoklardaki bakliyat yokedildi veya çalındı.
Açlık, bir kitle imha silahı olarak kullanılmaya başlanmıştı,
ilkel, ama çok etkili.
Yüz binlerce insan öldü,
yavaş yavaş ve acı çekerek.
Uluslararası toplum büyük bir insani yardım kampanyası ile yanıt verdi
ve yüzbinlerce hayat kurtuldu.
Amerikalı askerler yardım sevkiyatlarını korumak için gönderildi,
ancak çatışmanın içine çekildiler
ve Mogadishu'daki trajik çatışmalardan sonra geri çekildiler.
Güney Sudan'da, başka bir iç savaş açlığın benzer bir kullanımına
bir soykırım aracı olarak sahne oldu.
Yeniden, uluslararası STK'lar BM çatısı altında birleşerek
büyük bir yardım kampanyası düzenlediler ve binlerce hayat kurtuldu.
Ben bir tanığım, ve tanık olarak verdiğim ifademin dürüst ve sansürsüz olmasını istiyorum.
Aynı zamanda güçlü ve berrak bir dile sahip olmasını istiyorum
ve fotoğrafladığım insanlara
olabildiğince adalet getirmesini...
Bu adam bir STK'nın beslenme merkezindeydi
ve görebileceği maksimum düzeyde yardım görüyordu
Kelimenin tam anlamıyla hiç bir şeyi yoktu. Sanal bir iskeletti
ancak yine de hareket edecek cesareti ve isteği kendinde toplayabiliyordu.
Vazgeçmedi, ve eğer o vazgeçmediyse
dünya üzerinde kim umudunu kaybetmeyi düşünebilir ki?
1994'te , Güney Afrika seçimlerini izledikten üç ay sonra,
Nelson Mandela'nın yemin törenini gördüm,
ve şimdiye kadar yaşadığım en ilham verici olay buydu.
İnsanlığın sunabileceği en iyi şeylerin hepsine örnekti.
Sonraki gün Ruanda için yola çıktım,
ve bu cehenneme doğru hızla inen bir asansöre binmek gibiydi.
Bu adam, bir Hutu ölüm kampından yeni salıverilmişti.
Onu uzun süre fotoğraflamama izin verdi,
ve yüzünü ışığa bile döndü
sanki onu daha iyi görmemi istiyormuş gibi.
Sanıyorum, yüzündeki yaraların dünyaya ne söyleyebileceğini biliyordu.
Ancak bu sefer, Somali'deki askeri felaketten cesareti kırılmış
uluslararası toplum sessiz kalmayı
tercih etti,
ve 800,000 civarında insan katledildi
- hem de kendi yurttaşları tarafından, -- bazen de komşuları--
çiftçilikte kullanılan araçlar silah olarak kullanılarak.
Belki de Bosna'da yaşanan
savaşa verilen zayıf tepkiden
ve Ruanda'daki başarısızlıktan ders çıkarmış olarak
Sırbistan Kosova'ya saldırdığında,
uluslararası eylem çok daha kararlı geldi.
NATO güçleri girdi ve Sırbistan geri çekildi.
Etnik Arnavutlar öldürüldü,
çiftlikleri yokedildi ve çok fazla sayıda insan zorla göç ettirildi.
Arnavutluk ve Makedonya'da STK'lar tarafından kurulan
mülteci kamplarına yerleştirildiler.
Kendi evinin içinde yakılan bir adamın izi.
Bu fotoğraf bana bir mağara resmini hatırlatıyor,
ve bazı yönlerden hala ne kadar ilkel olduğumuzu düşündürüyor.
1995 ile 96 arasında Çeçenistandaki ilk iki savaşı
Grozni'den bizzat görüntüledim.
Bu ön cephede Rus ordusuna karşı savaşan bir Çeçen milis.
Ruslar Grozni'yi haftalarca bombaladı
ve kentte kalan çok sayıda sivili öldürdüler.
Yetimhaneden bir çocukla karşılaştım,
ön cephede dolanıyordu.
Yaptığım işler, sadece savaşa odaklı olmaktan,
kritik sosyal konulara da kaymaya başladı.
Çavuşesku'nun devrilmesinden sonra Romanya'ya gittim,
ve bir tür çocuk islahevi keşfettim,
burada binlerce yetim kötü koşullarda tutuluyordu.
Çavuşesku her bir ailenin yapabileceği
çocuk sayısına bir kota koyduğundan
kadınların vücutları devletin ekonomik politikasının bir enstümanı haline gelmişti.
Aileleri tarafından bakılamayan çocuklar
hükümet yetimhanelerinde büyütülüyordu.
Doğum sırasında sakat kalan çocuklar tedavi edilemez olarak algılanıyor
ve tüm hayatını insanlık dışı koşullarda geçiriyordu.
Raporlar gelmeye başlayınca, yine uluslararası yardım devreye girdi.
Doğu Avrupa rejimlerinin derinlerine girerek,
endüstriyel kirlilik ile ilgili bir hikaye üzerinde aylarca çalıştım,
çevreye hiç saygı yoktu,
veya nüfusun geneline ya da orada çalışan işçilere.
Çekoslovakya'da bir aliminyum fabrikası
zehirli duman ve toz ile doluydu
ve her beş işçiden dördü kanser oluyordu.
Suharto'nun devrilmesinden sonra Endonezya'da
gelişmekte olan bir ülkede başgösteren
fakirlik olgusunu keşfetmeye başladım.
Bir adamla çok uzun zaman geçirdim,
kendisi ailesi ile birlikte demiryolu kenarında bir kulubede yaşıyordu
ve bir kolu ile bir bacağını tren kazasında yitirmişti.
Hikaye yayınlandığında, isimsiz bağışlar yağmaya başladı.
Bir fon kuruldu ve
şimdi aile kırda bir çiftlik evinde yaşıyor,
ve bütün temel ihtiyaçları karşılanmakta.
Bu hiçbirşey satmaya çalışmayan bir hikayeydi.
Gazetecilik, insanların doğal cömertlik duyguları için
bir kanal oluşturmuş ve okuyucular yanıt vermişti.
Jakarta'ya kırsaldan gelmiş bir grup evsiz çocukla karşılaştım,
bir tren istasyonunda yaşıyorlardı.
12 ila 14 yaşlarında dilenci ve uyuşturucu bağımlısı oluyorlardı.
Kırsal fakir, şehir fakiri oluyor
ve süreç içinde görünmez oluyorlardı.
Pakistan'da tedavi gören bu eroin bağımlıları,
Beckett'in bir oyunundaki karakterleri hatırlatıyor:
soyutlanmış, karanlıkta bekleyen, ancak ışığın çekiciliğine kapılmış.
Portakal esansı, Vietnam savaşı sırasında kullanılan ve bitkilerin yapraklarını dökmeye yarayan
ve bu sayede Vietkong ve Kuzey Vietnam ordusunun gizlenmesini engelleyen bir ilaçtı.
Aktif bileşeni dioksindi, çok zehirli bir kimyasal,
Portakal esansı masif miktarlarda serpildi
ve etkileri genler yoluyla bir sonraki nesle geçti.
2000 yılında, küresel sağlık konularını belgelemeye başladım,
ve öncelikle Afrika'daki AIDS'e odaklandım.
Gönüllü hastabakıcılar üzerinden bir hikaye anlatmayı denedim.
İnsanlara yardım edildiğinin altının çizilmesi gerektiğini düşünüyordum,
ister uluslararası STK'lar tarafından, isterse de lokal yardım grupları yoluyla.
Salgın nedeniyle pek çok çocuk yetim kalmıştı
ve büyükanne / büyükbabalar ebeveynlerin yerini almıştı,
ve pek çok çocuk *** ile doğuyordu.
Zambia'da bir hastane.
***/AIDS ile tüberküloz arasındaki yakın bağlantıyı
belgelemeye başladım.
Bu Kamboçya'daki MSF hastanesi.
Fotoğraflarım STK çalışmalarında destek rolü oynayabiliyor
özellikle de onların uğraştıkları kritik problemlere ışık tutarak.
Sınır Tanımayan Doktorlar Örgütü ile Kongo'ya gittim,
ve bir kitap ile sergiye katkıda bulundum,
çalışma unutulan bir savaşa odaklanıyordu
milyonlarca insan ölmüştü ve
hastalığa maruz kalma ve tedavi yoksunluğu bir silah olarak kullanılıyordu.
Yetersiz beslenen bir çocuk beslenme
programının bir parçası olarak ölçülüyor.
2004 sonbaharında Darfur'a gittim.
Bu defa bir dergi tarafından görevlendirilmiştim,
ancak yine de MSF ile yakın çalıştım.
Uluslararası toplum hala bu kıyımı durdurmak için
yeterli baskıyı oluşturacak bir yol bulamadı.
Zorunlu göçmenler için yapılan MSF hastanesi.
Uzun süredir Amerikada suç ve ceza üzerine odaklanan bir proje üstünde çalışıyorum.
Bu New Orleans'tan bir sahne.
Alabama'da bir mahkum.
öğle güneşinde kelepçelere bağlı tutularak cezalandırılıyor.
Bu deneyim pek çok soruya neden oldu
aralarında ırk ve eşitlik ile ilgili,
ve fırsatların ve seçeneklerin bizim ülkemizde kimlere sunulduğu ile ilgili sorular da vardı.
Alabama'da bir hapishane bahçesi.
İki uçağın da vurmasını görmedim.
Penceremden ilk baktığımda, ilk kulenin yandığını gördüm,
ve bir kaza olmuş olabileceğini düşündüm.
Bir kaç dakika sonra tekrar baktığımda, ikinci kule de yanıyordu
ve savaşa girdiğimizi anladım.
Sıfır zemindeki enkaza bakarken, bir şeyi farkettim.
İslami dünyayı 1981'den bu yana belgeliyordum --
sadece Ortadoğu'da değil, aynı zamanda Afrika, Asya ve Avrupa'da da..
Bunları farklı yer ve zamanlarda çekerken,
farklı hikayeleri çektiğimi düşünüyordum,
ancak 11 Eylül'de tarih kristalleşti ve ben 20 yıldır
aynı hikayeyi çektiğimi anladım
ve New York'a yapılan saldırı da onun son manifestosuydu.
Afganistan, Kabil'de merkez pazarı
iç savaşın sonunda
şehir Taliban'a yenik düşmeden kısa süre önce.
Kara mayını kurbanları Alberto Cairo tarafından yönetilen
Kızılhaç Yardım Merkezinde tedavi oluyorlar.
Mayına basarak bir bacağını kaybetmiş olan çocuk.
İslami dünyada olağanüstü ıstıraba tanık oldum
ıstırabın nedeni siyasi çatışmalar, iç savaşlar, dış işgaller, fakirlik ve açlıktı.
Ve anladım ki kendi ıstırabı içinde İslam dünyası
aslında yardım çağırıyordu. Biz neden dinlemiyorduk ?
Çatışma sırasında vurulan bir Taliban askeri,
NATO birlikleri Kunduz şehrine girdiğinde...
Irak'la savaşa girileceği belli olduğunda,
Amerikan askerlerinin çok iyi korunacağını anladım ve
ve işgali Bağdat'ın içinden izlemeye karar verdim.
Bir pazaryeri roketle vurulmuş
ve bir ailenin üyelerini öldürmüştü.
Amerikan askerleri Bağdat'a girdikten bir gün sonra,
bir grup denizci yağmacıları gözaltına aldı
ve kalabalıklar tarafından alkışlandı --
ne yazık ki bu kısa ömürlü bir umuttu.
Yıllardır ilk kez,
Şiiler hacı olabilmek için
Kerbela'ya Aşura için gidebildiler,
ve ben ne kadar çok insan olduğundan,
onların dinlerini ne kadar şiddetli tatbik ettiklerinden çok etkilenmiştim.
Bir grup adam, kendilerini bıçaklarla keserek sokaklarda yürüyor.
Şiilerin ne kadar önemli bir grup olacakları ve
bizim onları anlamamız ve onlarla nasıl anlaşacağımızı bulmamız gerektiği ortadaydı.
Geçen yıl birkaç ayımı yaralanmış askerleri belgeleyerek geçirdim,
Irak'taki cepheden eve kadar.
Bu bir sağlık görevlisi, kalp masajı uygulamakta.
az önce kafasından vurulmuş bir askere.
Askeri ilaçlar öyle etkili oldu ki,
yaralandıktan sonra iyileşen askerlerin yüzdesi
tarihteki bütün savaşlardan daha fazla.
Bu savaşın sembol silahı IED
ve sembol yarası da ağır bacak yaraları.
Muazzam acı ve travmadan sonra
yaralı rehabilitasyon sırasında çok zorlayıvı bir fiziksel
ve psikolojik mücadeleye giriyor
Gösterdikleri azim tek kelimeyle inanılmaz.
Kendimi onların yerinde hayal ettim ve
cesaretlerinden ve azimleri karşısında şaşırdım kaldım,
böylesine bir kayıp durumunda hem de.
İyi insanlar, sorgulanabilir sonuçlar için çok kötü bir durumda bırakılıyorlar.
Rehabilitasyon sırasında bir gün biri sörf hakkında konuşmaya başladı
ve hayatlarında hiç sörf yapmamış bu çocuklar "hadi, gidelim" dediler.
Ve sörf yapmaya gittiler.
Fotoğrafçılar insani deneyimlerinin aşırı uçlarına
dünyanın geri kalanına ne olup bittiğini anlatmak için gider.
Bazen hayatlarını ateşe atarlar
çünkü sizin görüşlerinizin ve etkinizin önemli olduğuna inanırlar.
Fotoğraflarında sizin en iyi içgüdülerinizi hedef alırlar,
cömertlik, doğru ve yanlış duygusu,
kendini başkalarıyla özdeşleştirebilme yeteneği ve isteği
kabul edilemez olanı reddedebilme cesareti.
Benim TED dileğim:
anlatılması gereken çok önemli bir hikaye var
ve diliyorum ki TED bu hikayeye ulaşmamda bana yardım etsin
ve sonra bu hikayeyi dijital çağın yaratıcı ve heyecan verici çözümlerini kullanarak
ortaya çıkartmama destek olsun.
Hepinize çok teşekkür ederim.
(Alkışlar)