Tip:
Highlight text to annotate it
X
Çeviri: Neslihan Kara Gözden geçirme: Eren Gokce
Bu insan yapımı bir orman.
Alana dönüm dönüm yayılabilir
ya da küçük bir yere de sığabilir --
evinizin bahçesi kadar küçük bir yere.
Bu ormanların her biri sadece iki yaşında.
Evimin arka bahçesinde bir ormanım var.
Birçok canlı çeşitliliğini çekiyor.
(Kuş sesi)
Sabahları böyle uyanıyorum,
bir Disney prensesi gibi.
(Kahkahalar)
Ben profesyonel olarak bu ormanların
yapımına olanak sağlayan bir girişimciyim.
Fabrikaların,
çiftliklerin,
okulların,
evlerin,
tatil yerlerinin,
apartmanların,
halk parklarının
ve hatta bir hayvanat bahçesinin bile
böylesi bir ormana sahip olmasına yardımcı oluyoruz.
Orman, hayvanların beraber yaşadığı izole edilmiş bir kara parçası değildir.
Orman, kentsel varlığımızın bütünleyici bir parçası olabilir.
Benim için, orman,
içinde yürüyemeceğiniz kadar yoğun bir şekilde ağaçlarla dolu bir yerdir.
Ne kadar büyük ya da küçük oldukları önemli değildir.
Bugün içinde yaşadığımız dünyanın çoğunluğu ormandı.
İnsan müdahalesinden önceydi.
Sonra biz, en az gezegendeki diğer 8,4 milyon tür kadar
bizim de doğaya ait olduğumuzu unutarak,
o ormanların üzerine şehirlerimizi kurduk,
São Paulo gibi.
Yaşam alanlarımız doğal yaşam alanımız olmayı bıraktılar.
Ama artık hepimiz için geçerli değil.
Bugün, birkaç kişi ve ben profesyonel olarak bu ormanları yapıyoruz,
herhangi bir yerde ve her yerde.
Ben endüstri mühendisiyim.
Araba yapmada uzmanım.
Toyota'daki eski işimde,
doğal kaynakların nasıl ürüne dönüştürülebileceğini öğrendim.
Bir örnek verecek olursak,
kauçuk ağacının özsuyunu damla damla akıtıp
onu ham kauçuğa dönüştürebilir
ve ondan bir tekerlek -bir ürün- yapabiliriz.
Fakat bu ürünler tekrar doğal kaynağa dönüşemez.
Elementleri doğadan ayırıyor ve
onları geri dönülemez bir vaziyete sokuyoruz.
Bu endüstriyel üretim.
Öte yandan, doğa ise tam tersi şekilde işliyor.
Doğal sistem, elementleri atom atom bir araya getirerek
üretim yapar.
Tüm doğal ürünler, tekrar doğal kaynak olabilirler.
Bu evimin arka bahçesinde bir orman yaparken
öğrendiğim bir şey.
Ve bu doğaya karşıdan ziyade
doğayla birlikte ilk çalışışımdı.
O zamandan beri,
tüm dünyada 25 şehirde bu ormanlardan 75 tane yaptık.
Yeni bir yerde her çalışışımızda,
bir orman yapmak için gereken her bir elementin
hemen etrafımızda ulaşılabilir olduğunu keşfediyoruz.
Tek yapmamız gereken tüm bu elementleri bir araya getirmek
ve doğanın kontrolü ele almasına izin vermek.
Orman yapmak için toprakla işe başlıyoruz.
Ona dokunuyoruz, onu hissediyoruz ve hangi özelliklerden yoksun olduğunu
tanımlayabilmek için onu tadıyoruz.
Eğer toprak küçük parçalardan oluşmuş olursa sıkışık hâle geliyor,
o kadar sıkışık oluyor ki su sızamıyor.
Etrafımızdaki, toprağın daha gözenekli bir hâle gelmesine yardımcı olabilecek,
kullanılabilir yerel biyokütleden biraz karıştırıyoruz.
Artık su sızabilir.
Eğer toprağın suyu tutma kapasitesi yoksa,
biraz daha biyokütle katıyoruz --
turba ya da biga gibi su emici materyallerden,
böylece toprak bu suyu tutabilecek ve nemli kalacak.
Büyümek için, bitkiler suya, güneş ışığına ve besine ihtiyaç duyar.
Eğer toprak içinde hiç besin bulundurmazsa ne olur?
Besini direkt toprağa eklemiyoruz.
Bu endüstriyel bir yol olurdu.
Doğaya karşı.
Onun yerine, biz toprağa mikroorganizmalar ekliyoruz.
Onlar toprakta doğal bir şekilde besin üretiyorlar.
Toprağa karıştırdığımız biyokütle ile besleniyorlar,
bu yüzden tek yapmaları gereken yemek ve çoğalmak.
Sayıları arttıkça,
toprak tekrar nefes almaya başlıyor.
Hayata dönüyor.
Mekânın yerli üç türünü inceledik.
Bir şeyin yerli olup olmadığına nasıl karar veririz?
Pekâlâ, insan müdahalesinden önce var olan her şey yerlidir.
Bu ana kural.
Doğal bir ormandan en son geriye kalanları bulabilmek için
bir ulusal parkı inceliyoruz.
Kutsal koruları inceliyoruz
ya da eski tapınakların etrafındaki kutsal ormanları.
Eğer hiçbir şey bulamazsak
uzun zaman önce orada bulunan ağaçların odunlarını ya da tohumlarını
görmek için müzelere gidiyoruz.
Oraya ait ağaç türlerini tanımlayabilmek için
o yerin eski tablolarını, şiirlerini ve edebiyatını araştırıyoruz.
Ağaçlarımızı öğrendiğimizde ise
onları dört farklı tabakaya ayırıyoruz:
Çalı tabakası, alt ağaç tabakası, ağaç tabakası ve gölgelik tabakası.
Her katmanın oranını düzeltiyoruz
ve sonra karışımdaki her ağaç türünün yüzdesine karar veriyoruz.
Eğer meyve ormanı yapıyorsak,
meyve veren ağaç yüzdesini arttırıyoruz.
Bu bir çiçek ormanı da olabilir,
bir sürü kuşu ya da arıyı kendine çeken bir orman
ya da bu sadece yerli, sürekli yeşil kalan yabani bir orman olabilir.
Tohumları topluyor ve fidanlarını filizlendiriyoruz.
Aynı katmana ait olan ağaçların
yan yana dikilmediklerinden emin oluyoruz,
yoksa uzadıklarında aynı dikey alana sahip olabilmek için savaşacaklardır.
Fidanları birbirine yakın ekiyoruz.
Yüzeyde, kalın bir kuru ot tabakası oluşturuyoruz,
böylece dışarısı sıcakken toprak nemli kalıyor.
Soğukken ise,
don oluşumu sadece kuru ot tabakasının üzerinde gerçekleşiyor,
bu yüzden dışarısı dondurucu soğukken toprak hâlâ nefes alabiliyor.
Toprak çok yumuşak --
o kadar yumuşak ki kökler kolayca, hızlıca
içine girebiliyor.
Başlangıçta, orman gelişmiyormuş gibi görünebilir
ama yüzeyin altında gelişiyor.
İlk üç ayda,
kökler bir metre derinliğe ulaştılar.
Bu kökler toprağı sımsıkı tutan
bir örgü oluşturuyor.
Mikroplar ve mantarlar bu kökten ağ boyunca yaşarlar.
Eğer bir ağacın çevresinde bazı besinler ulaşılabilir değilse,
bu mikroplar ağaca o besini getirecektir.
Her yağmur yağdığında,
büyülü bir şekilde,
aniden mantarlar ortaya çıkıyor.
Bu da demek oluyor ki alttaki toprak sağlıklı bir mantar kökenli ağa sahip.
Bu kökler kurulduğu zaman,
orman yüzeyin üzerinde büyümeye başlıyor.
Orman geliştikçe onu sulamaya devam ediyoruz --
sonraki iki ya da üç yıl da ormanı suluyoruz.
Tüm suyu ve topraktaki besini sadece ağaçlarımıza saklamak istiyoruz,
bu yüzden zemindeki yabani otları temizliyoruz.
Bu orman büyüdükçe, güneş ışığını engelliyor.
Nihayet, orman o kadar yoğun oluyor ki
güneş ışığı artık zemine ulaşamıyor.
Yabani otlar artık büyüyemiyor, çünkü onların da güneş ışığına ihtiyacı var.
Bu seviyede,
ormana düşen her bir damla su
atmosfere tekrar buharlaşmıyor.
Bu yoğun orman nemli havayı yoğunlaştırır
ve nemini korur.
Kademe kademe azaltarak en sonunda ormanı sulamayı keseriz.
Sulama olmadan bile,
orman tabanı nemli ve hatta bazen karanlık kalıyor.
Artık, tek bir yaprak orman tabanına düştüğünde,
anında çürümeye başlıyor.
Bu çürümüş biyokütle humusu oluşturuyor
ki o da ormanın besinidir.
Orman geliştikçe,
yüzeye daha fazla yaprak düşüyor --
bu da daha fazla humus üretiliyor demek oluyor,
bu da daha fazla besin demek oluyor, böylece orman hâlâ daha da büyüyebilir.
Ve bu orman hızlanarak büyümeye devam ediyor.
Bir kere kurulduğunda,
bu ormanlar kendilerini tekrar ve tekrar oluşturacaklardır --
muhtemelen sonsuza kadar.
Bunun gibi bir doğal ormanda,
hiçbir yönetim en iyi yönetim değildir.
Bu küçük bir orman partisi.
(Kahkaha)
Bu orman kolektif olarak büyüyor.
Eğer aynı ağaçlar --
aynı türler --
bağımsızca dikilseydi,
bu kadar hızlı büyüyemezdi.
100 yıllık bir ormanı,
10 yılda işte bu şekilde yetiştiriyoruz.
Çok teşekkürler.
(Alkışlar)