Tip:
Highlight text to annotate it
X
Dersimizin konusu; musibetler, belalar ve sıkıntılar. Birçoğumuzun problemi var, sıkıntısı var bunlara değineceğiz.
İnşaallah şifa olacağına inanıyorum. Bazen insanın hakikaten hayatta ’yeter ya’ dediği anlar oluyor.
Tıkandığı zamanlar oluyor ona değineceğiz.
Hatta Tıkandı Baba diye bir hikaye var belki bilmeyenleriniz vardır
Onu da kısaca anlatayım latif bir başlangıç olsun.
Tıkandı Baba diye bir adam var bu bir hikaye tabi. Sultan II. Mahmud zamanında yaşıyor bu adam.
Sultan II. Mahmud’un bir adeti var, elbisesini değiştiriyor tebdili kıyafet,
halkın elbisesini giyiyor kahveye, sağa sola gidiyor. İnsanların içine girerek bizzat problemleri,
sorunları teşhis edip çözüm üretmeye çalışıyor. Birgün giyiyor halk kıyafetlerini gidiyor bir kahveye,
Tıkandı Baba diye bir adam var, herkes Tıkandı Baba gel, Tıkandı Baba git, Tıkandı Baba çay ver,
Tıkandı Baba kahve ver adam artık şamar oğlan gibi, üstü başı perişan fakir bir adam,
çağırıyor yanına ‘sana neden tıkandı diyorlar?’ diyor. Tıkandı Baba ne demek diyor.
Boş ver ya diyor. Padişahta otur otur bir anlat diyor. Peki anlatayım diyor.
Bak evladım benim bir çeşmem vardı çok az su akardı,
çevremizdeki bütün bahçelerin suları da gürül gürül akıyordu diyor.
Herkesin çeşmesi böyleyken benimkinin azıcık akması zoruma gitti, bende bunu yapayım,
tamir edeyim diye düşündüm bir çubuk aldım tıkadım içine çevirdim,
çevirdim açılsın şarıl şarıl gelsin diye çevirdim, çevirdim çubuk içinde kaldı.
Sonra damla damla gelmeye başladı çok üzüldüm o gelen suyumu da kaybettim
Bari eski haline getireyim dedim aldım bir çomak soktum çevirdim çevirdim ve bir anda tıkandı
işte bu yüzden bana Tıkandı Baba derler diyor. Hangi işe elimi atsam ben kuruturum diyor,
hep işlerim ters gitmiştir hep hayatım musibetlerle geçti diyor. Padişah çok üzülüyor Sultan II. Mahmud.
Gidiyor hemen emir veriyor bakın bu Tıkandı Baba 'yı bulacaksınız her gün ona bir tepsi baklava vereceksiniz,
baklavaların her birinin altına da büyük bir altın koyacaksınız. Bu adam artık bu sefaletten,
perişanlıktan kurtulsun diyor. Hakikaten yaptırıyorlar baklava, götürüyorlar Tıkandı Baba'ya,
Tıkandı Baba görüyor baklavayı alıyor eve gidiyor. Eve yaklaşınca;
‘ne yapıyorum ben ya açlıktan ölüyorum, evdekiler sürünüyor, üstümüzde başımızda bir şey yok ben gidip baklava mı yiyeceğim?’ diyor.
Ekmek yiyecek param yok diyor. Gideyim ben bunu satayım en iyisi diyor.
İşlek bir caddeye gidiyor satmaya başlıyor. Bir tane Yahudi geliyor kaç para bu diyor,
pazarlığını falan yapıyor alıyor baklavayı yahudi evine götürüyor. Bir kaldırıyor, bakıyor ki altın,
bir kaldırıyor hepsini altın dolu, ben yarın da gideyim bakayım o adamı yakalarım belki diyor.
Tıkandı Baba'nın tabi ruhunda değil almış üç kuruş keyfine bakıyor, üstüne başına bir şeyler alıyor.
Ertesi gün gidiyor yine öyle, padişah da emri bir ay boyunca vermiş, bir ay boyunca böyle yapacaksınız demiş.
Gidiyor ertesi gün yine alıyor, Yahudi alırken tekrar pazarlık yapıyor ‘bak ben her zaman alacağım’ falan diyor.
Sonra bir ay geçiyor Sultan II. Mahmud tekrar bakıyor meseleye ne olmuş ne bitmiş diye.
Bakıyor Tıkandı Baba sen baklava yemedin mi diyor, Tıkandı Baba da;
oğlum bizim baklava neyimize gittim sattım Allah razı olsun ondan üstümüze başımıza bir şeyler aldık diyor.
Padişah başka bir emir veriyor. Alın Tıkandı Baba'yı hazineye götürün,
eline bir kürek verin ne kadar altın gelirse hepsi onun olsun diyor. Gidiyor, Tıkandı Baba'yı alıyorlar;
'Tıkandı Baba sapla küreği ne kadar altın gelirse hepsi senin’ diyorlar. Adam heyecanlanıyor,
küreği bir saplıyor ama küreği ters tutuyor bir kaldırıyor ufacık bir altın, yine tıkandı.
Padişah bunu da duyuyor tamam ya diyor, Tıkandı Baba'ya sen git diyor askerlerle gerisine karışma diyor.
Askerlerden de birini alıyor yanına diyor ki ‘bak Üsküdar’a bu Tıkandı Baba'yı götürün orada en kaliteli,
en para yapan arsa hangisiyse oraya götürün’. Yerden bir taş alsın ve fırlatsın,
fırlatabildiği yere kadar bütün arsalar onun olsun diyor. Tıkandı Baba'yı götürüyorlar.
Tıkandı Baba yerden bir taş al diyorlar, adam bu sefer ne olacak diyor
o taşa bakıyor bu taşa bakıyor o mu bu mu büyük; kocaman bir taş alıyor. Şimdi fırlat bunu diyorlar
fırlattığın yere kadar senin diyorlar. Adam heyecan yapıyor tam fırlatacakken kafaya geliyor
üzerine düşüyor orada canını veriyor. Bu bir hikaye tabi. Sonra Sultan Mahmud’a geliyorlar
ve diyorlar ki Tıkandı Baba yine tıkandı. Oda diyor ki manidar bir söz;
‘Vermeyince Mabud ne eylesin Sultan Mahmud. Bu sözün geliş noktası bu arkadaşlar.
Buraya nereden geldik, hakikaten böyle tıkandığımız anlar, dertli olduğumuz zamanlar var hayatta değil mi?
Bakıyorsun hiç beklemediğin birisinden, hiç beklemediğin bir cümle seni yerin dibine indiriyor.
Paran bitiyor, pulun bitiyor, sıkıntı yaşıyorsun bir şey almak istiyorsun paranla alamıyorsun.
Sende bir telefon var kullanıyorsun dandik millet alıyor Iphone’ları kullanıyor
bende niye yok diyorsun. Sonra hastalık geliyor, musibet geliyor, trafik kazaları.
Rica ediyorum hepiniz, ben şöyle beş saniye sessiz kalayım hayatınızdaki sıkıntı,
problem dert ne onu bir düşünün onun üzerinden gidelim. Derdiniz, sıkıntınız probleminiz ne?
Kimi kızdan ayrılmış onun derdine düşmüş, kimisinin işler berbat gidiyor
ne gelen var ne giden var, önümüzdeki ayı nasıl çıkartacağım diye düşünüyor.
Çek gelmiyor geri, senet gelmiyor geri böyle problemler sıkıntılar ‘of ya yeter ya’ dediğin an çok oluyor değil mi?
Şimdi bakalım Risale-i Nurun perspektifinden şu olayı bir değerlendirelim.Sıkıntılarımıza, dertlerimize bir bakalım.
Ey şükrü bırakıp şekvaya giden hasta, şikayet bir haktan gelir.
Senin bir hakkın zayi olmamış ki şikayet ediyorsun. Değil mi? Bir hakkın varsa mesela telefon,
verdin bin lirayı bir tane telefon aldın, arıza yaptı şimdi geri götürüp iade etme hakkın var mı yok mu?
Var, çünkü benim hakkım var bin liram var.
Ama bakalım kendimize Cenab-ı Hak bizi yaratırken bizden ücret mi almış? Hiçbir şey bizim değil,
kaşını gözünü hangi pazardan aldın? Hiçbir şey bize ait değil, her şey Allah’ın
e dolayısıyla bize ait olmadığı için hak iddia etme gibi bir durum, ‘niye böyle oldu’
diye isyan etme gibi bir durum olamaz! Hakkımız yok.
Belki senin üstünde hak olan çok şükürler var yapmadın,
Cenab-ı Hakk’ın hakkını vermeden haksız bir surette hak istiyorsun gibi şikayet ediyorsun.
Sen kendinden yukarı mertebelerdeki sağlıklı olanlara bakıp şikayet edemezsin.
Geldi bir sıkıntı, bir hastalık, bir musibet, bir perişaniyet.
Sen bakamazsın sağlıklı olan insanlara neden? Sen kendinden sıhhat noktasında sağlık noktasında
aşağı derecelerde bulunan çaresiz hastalara, musibetzedelere bakıp şükretmekle mükellefsin.
Başına bir dert geldi çok canın sıkıldı yani en yakın arkadaşın sana kazık attı çok üzülüyorsun,
ne yapacaksın? Daha kötü musibette olanları düşüneceksin, topal insanları düşüneceksin
Veya topalsın ne yapacaksın? Sağır, kör dünyayı hiç görememiş insanlara bakacaksın.
Evladını vatana şehid olarak verip içi yanan anaya bakacaksın diyeceksin ki;
Elhamdülillah ben çok daha iyi bir vaziyetteyim diyerek şükredeceksin. Bu düsturu unutmayalım
şükrün formülü budur. Mükafat noktasında, telefonun var, dandik bir telefon kullanıyorsun,
bir bisikletin var milletin arabası var, yiyor içiyor geziyor onlara bakmayacaksın.
Kendinden mükafat noktasında daha aşağılara bakacaksın.
Adam bir günde kuru bir parça ekmek bulmanın hayalini kuruyor. Bak şükretmiyor musun?
Böyle de olabilirdin, böyle olsaydın şikayet edebilir miydin? Hayır, hakkın yok ki.
Peki musibet noktasında ne yapacağız? Daha yukarılara bakacağız.
Grip oldun iki haftadır inim inim inliyorsun, depresyona da girdin hemen daha kötülere bakacaksın,
kör insanlara bakacaksın, ölmesine otuz gün kalan insanlara bakacaksın.
Evet arkadaşlar başlıyoruz, sıkıntımız vardı değil mi? Derdimiz vardı, üzüldüğümüz şeyler vardı,
''Yamuk yaptı, kızdan ayrıldık, bana bu yapılmazdı, param yok, millet parayı götürüyor
Carrera 4s lerle geziyo Mustang lerle geziyor,bizim düştüğümüz sefalete bak''
otobüse binecek kent kartı zor buluyoruz. Bakalım sıkıntılarımız gerçekten birer sıkıntı mı değil mi?
Lütfen çok dikkatli dinleyin. Küçük bir kız savaşın içinde büyümüş, ağzı yüzü kan olmuş,
anasını babasını savaşta kaybetmiş, ne düşündüğünü bilmiyor
şuursuzca oyuncak zannettiği silahlara bakıyor. İşte sen böyle olmadın. Ne yapacaktık arkadaşlar?
Musibet noktasında,kendi musibetimizle burada çıkan insanları kıyaslayın. Kim çıkarsa çıksın
kendinizle kıyaslayın.İşte sen böyle olabilirdin ve olmadın!
İşte Hitler’in gaz odalarında öldürdüğü yüz binlerce insanlar,
bir odaya kapatıyorlar seni çırılçıplak içeride anan, baban, kardeşin çırılçıplak ve bekliyorsun sıkış tepiş.
Neyi bekliyorsun? Ölmeyi bekliyorsun, gaz gelsin ölelim, yakınlarımızdan ayrılalım.
İşte o gaz odalarında olanlardan bir tanesi sen olabilirdin, olmadın Rabbine şükret.
Evet arkadaşlar
Görüyorsunuz çok acıklı bir durum, dikenlerin arkasında bir çocuk, bir baba;
bu babanın psikolojisini düşünün, orada ona yapılan zulmü düşünün, köpekler üzerine salınıyor,
çocuğunun önünde rezil oluyor. İşte bu baba veya bu çocuk sen olabilirdin ama olmadın
o halde ben kızdan ayrıldım, benim param yok, çok canım sıkkın diye saçma sözleri söyleme!
Böyle de olabilirdin. İşte on metrekarelik Hong Kong’da bir ev,
sen 130, 140 metre kareye sığamıyorsun, hayat sana dar geliyor ‘of sıkıldım’ diyorsun.
Bu adam on metrekarede hem yiyor hem ihtiyaçlarını karşılıyor burada söylemek bile istemiyorum.
Böylede olabilirdin Cenab-ı Hak sana bunu vermedi nimetini arttırdı senin.
Evet, ayakkabılarında çok eskidi zaten ve de vurmaya başladı herkes yeni ayakkabı almış
değiştirmek istiyorsun ayakkabını bir türlü de baban parayı vermiyor çok canın sıkkın,
nasıl senin kalbini kırar nasıl senin ihtiyacını karşılamaz? Bu adam ayakkabının ne olduğunu bilmiyor
ayakkabı deyince anladığı şey yeni bir pet şişe.
Şehit evladını kaybetmiş bir ana, kolları artık boş, yemeği yapabileceği,
yaparken düşünebileceği bir evladı yok ve bu dünyada yapayalnız.
Kardeşim bu ananın psikolojisinde sen de olabilirdin, içi yanan bağrı yanan sen de olabilirdin
ama olmadın o halde Rabbine ne olur şükret! Senin sıkıntın sıkıntı mı?
Çok dertlisin sen,çok sıkıntın var çünkü Van’daki depremde ailesini çoluğunu çocuğunu,
karısını kaybeden insanın psikolojisini düşün. Sende olabilirdin! Adamın bütün yakınları içeride,
enkazın altında ama elini bile uzatamıyor, gözlerinin önünde evladı can çekişiyor ama eli yetişmiyor.
Van depreminde annen ve baban ve kardeşlerinin hepsini kaybedebilirdin ama kaybetmedin!
Şimdi bana söyle, sana soruyorum seninki sıkıntı mı? Allah'ını seviyorsan söyle?
Ne oldu tiksindin mi? Bakamıyor musun? Zor mu geliyor bakmak? İşte şurada bacağı kopan,
can çekişen, bağıran çocuk sen olabilirdin Allah sana onu verebilirdi ve şikayet edemezdin
çünkü hakkın yoktu ama Allah seni nimetlerine boğdu sen hamd nedir bilmiyorsun!
Sen şükür nedir bilmiyorsun. Namazla niyazla işin olmaz senin.
Bu baba ne yapsın çocuğun imdadına mı yetişsin siz olsaydınız ne yapardınız arkadaşlar?
Sen hiç can dostunu kendi kucağında can verirken gördün mü? O zaman Rabbine şükret!
Hamdolsun Rabbim! bunlara kıyasla benim sıkıntım benim problemim dert değil Allah’ım!
sana sonsuz hamdolsun, yüreğimin dolusunca sana hamdolsun.
Evet
Bacağı yok senin gibi yürüyemiyor, senin gibi dünyaya bakamıyor.
Burada bir çocuk, korkuların içinde, kurşunların içinde yaşıyor,
işte şu an burada saklanan çocuk sen olabilirdin. Allah seni oraya koyabilirdi ama koymadı.
Evet görüyorsunuz, yemekleri beğenmiyor musun? Annen yine karnıbahar yapmış, patlıcan yapmış
‘Buda yenir mi yapacaksan adam gibi bir şey yap bu yemek yenir mi benim zevklerimi hiç mi bilmiyorsun’?
Senin elinin tersiyle ittiğin yemek bu çocuğun hayalinde bile yok çünkü o yemeği hiç görmemiş ki hayal edebilsin.
Hala dertli misin? Kendi kardeşini sıcak tutup uyutabilmek için,
ona caddenin ortasında sarılarak uyuyan bir çocuk. Görüyorsun değil mi kardeşim,
bak şu sağdaki el sensin hatırlatıyorum sana, soldaki elde olabilirdin. Hala şükretmiyor musun?
Denizler, havuzlar bunları biliyorsun, denizin mavi olduğunu, yeşil olduğunu biliyorsun.
Ama bu çocuklar bilmiyor ne internet ne televizyon. Senin girmiş olduğun denizler,
havuzlar zevki sefa bu çocukların hayallerinde bile yok
onlara deniz deyince akıllarına kahverengi bir su geliyor.
Çöpten de yemek yenir mi? Aç kalırsan yenir kardeşim. İşte bu adam
aynen bak şurada oturan adam sen olabilirdin ama olmadın.
Evet arkadaşlar gözleri kör bir adam dünyayı hiç görmemiş, bulutun ne renk olduğunu bilmiyor,
deniz ne renk bilmiyor, en sevdiği oğlum dediği, canım dediği kişilerin neye benzediğini bilmiyor!
İşte bu kör adam sen olabilirdin ama olmadın Rabbin sana göz verdi.
Göz ile bütün nimetlerin perdesini açtı.
Dikkat ediyorsanız arkadaşlar bütün nimetleri gözümüz ile görüyoruz onunla zevk ediyoruz.
Cenab-ı Hak bizi bu kadar nimetlere boğmuşken, bu kadar musibetlerden muhafaza etmişken,
bizim namazla işimiz mi olur? Neden kılayım ki? Topallar kılsın banane,
ben Allah’a olan şükrümü eda etmeyeceğim. Biliyorsunuz namaz şükürdür arkadaşlar.
Ama umurunda mı, bunu sen biliyorsun.
En kötüsü de işte bu arkadaşlar,
anasının can verdiğini kucağında gören kan revan içinde bir çocuk,
bu çocuğun bağırışlarını, çağırışlarını bir düşünün.
İşte şurada şuraya yaslanan çocuk sen olabilir yanındaki de anan olabilirdi ama olmadın
o halde Rabbine şükret, hamdet. Evet arkadaşlar, insan kendine kızıyor değil mi?
Ben ne kadar şükürsüz bir insanmışım dert diye kafayı yediğim şeyler
ne kadar basit şeylermiş. Kendi kendime yuvarlanıyormuşum. İşte dert bu mu birazdan göreceğiz.
Senin elin kırık ise kesilmiş ellere bak, musibetten daha fazla musibet çekenlere bakıyorsun.
Elin kesik ne yapacaksın? Daha fazla belalara, musibetlere maruz kalanlara bakacaksın.
Bir gözün yoksa iki gözü olmayan ağmalara bak Allah’a şükret.
Evet, nimette kendinden yukarıya bakıp şikayet etmeye hiç kimsenin hakkı yoktur.
Peki size desem ki sizin çektiğiniz musibetler musibet değil,
bunların çektikleri musibetlerde musibet değil, ne dersiniz arkadaşlar?
Asıl musibet nedir biliyor musunuz? Asıl musibet ve muzır musibet dine gelen musibettir.
Dini musibet nedir biliyor musunuz? Bunlar dünyevi musibet hepsi bir de dini musibet var
o şu, bir genç namazı bırakmış. Bir adam müslümanken ateist olmuş işte bunlar dini musibet,
sonsuz hayatını mahveden şeyler, bir genç zina yapmış, birisi gıybet denilen hastalığı;
daha hayatından çıkartamamış hala kardeşinin ölü etini yemekten lezzet alıyor.
Şeytan ağzına bal sürüyor, yalan söylüyor işte bunlar dini musibet ve en tehlikelisi de bu.
Fakat dini olmayan musibetler, hakikat noktasında musibet değillerdir nedir?
Bir kısmı ihtar-ı Rahmanî’dir. Cenab-ı Hak seni ihtar ediyor ve uyarıyor.
Başınıza gelen musibetleri bir düşünün. Nasıl ki çoban gayrın tarlasına tecavüz eden koyunlarına
taş atıp onlar o taştan o koyunlar hissederler ki zararlı işlerden kurtulmak için
çoban bizi ihtar ediyor der ve memnunane bir şekilde geri dönerler.
İşte Cenabı Hak da şu dünya hayatında gaflete dalmayalım,
günah bataklığında bulunmayalım diye bize taş atıyor. Ne oluyor?
Hiç beklemediğin birisinden, hiç beklemediğin bir söz işitiyorsun ‘Bu da bana yapılır mı?’ diyorsun
kafayı yiyorsun. İşte kardeşim bunlar ihtar, Cenab-ı Hak seni uyarıyor, uyan diyor!
Asıl musibet dine gelen musibettir diyor. İlahi birer ihtar birer ikazdır.
Ve bir kısmı o musibetlerin bir kısmı keffaretüz- zünub yani günahlarımızın affına vesiledir.
Günahlarını siliyorsun musibeti çekerken şikayet etmezsen.
Bir kısmı gafleti dağıtıp beşeri olan acizliğini ve zayıflığını bildirerek bir nevi huzur vermektir.
İşte durumumuz bu, Cenab-ı Hak bizi nimetlerine boğmuş ve o kadar sıkıntı çektirdiği insanlar içinde
bizim sıkıntı seviyemiz çok daha düşük. Cenab-ı Hak bizi bu kadar nimetlerine boğduğu halde
Kuran’da yetmişten fazla namazı emrettiği halde, kim? Ben mi, Muhammed (a.s.m)’mı? Hayır.
Senin Rabbin Kuran’da yetmişten fazla namazı emrediyor, diyor ki ‘namazını kıl’! Sen ne diyorsun?
Kılmıyorum.
İkinci emir geliyor, namazınızı kılın, kılmıyorum. Üçüncü emir, kılmıyorum.
Dördüncü emir, kılmıyorum. Beşinci emir, kılmıyorum. Altıncı emir, kılmıyorum.
On, kılmıyorum. Yirmi, otuz, kılmıyorum. Elli, altmış, yetmiş, kılmıyorum. Bu manaya gelmiyor mu?
Kılmıyorum demek işte. Arkadaşlar bana takılmayın, Kuran’da geçiyor bu emir,
benim emrim değil Kuran’da geçiyor bu emir. Namaz kılmamakta herkes serbest,
ama yetmişten fazla emri reddedip kılmamakla kime kafa tuttuğumuza dikkat edelim…