Tip:
Highlight text to annotate it
X
Bugün size ilim ve insani değerler
arasındaki ilişkiden bahsetmek istiyorum.
Şimdi, genelde düşünülen şudur:
ahlaki konularla
neyin iyi veya kötü ya da neyin doğru veya yanlış
olduğuna ilişkin konularda, bilimin bir hükmü yoktur.
Bilimin, bizim değer verdiğimiz şeyleri
elde etmeye yaradığı düşünülür,
ama bizim neye değer vereceğimizi söyleyemez.
Bu nedenle çoğu insan -- sanıyorum ki buradaki çoğu insan --
insan hayatındaki en önemli sorular olan
"Ne yaşamaya değer?"
"Ne ölmeye değer?"
"İyi bir hayat nelerden oluşur?"
gibi sorulara bilimin yanıt veremeyeceğini düşünür.
Bu nedenle burada size
bunun bir yanılsama olduğunda bahsedeceğim
-- bilim ve insani değerler arasındaki ayrım bir yanılsamadan ibarettir.--
Ve bu ayrım, insanlık tarihinde içinde bulunduğumuz
bu noktada oldukça tehlikeli bir ayrım.
Şimdi, genelde bilimin bize insani
değerler ve ahlak hakkında bir temel sağlayamayacağı söylenir
çünkü bilim gerçeklerle ilgilenir.
Ve gerçeklerle değerler farklı iki aleme ait gibi görünürler.
Genelde dünyanın içinde bulunduğu bir anda
aslında nasıl olması gerektiğini anlatan
bir tanımın olmadığı düşünülür.
Ancak bence bu oldukça ve açıkça yanlış.
Değerler bir çeşit gerçekliktir.
Bilinçli yaratıkların sağlıkları ile ilgili gerçeklerdir.
Neden kayalara karşı etik yükümlülükler hissetmiyoruz?
Kayalara neden merhamet duymuyoruz?
Çünkü kayaların acı çekmediğini düşünüyoruz. Ve eğer
akrabamız olan primatlara, böceklerden daha
fazla özen gösteriyorsak, bunun nedeni onların
daha büyük bir potansiyel mutluluk ve acı
yelpazesine sahip olduklarını düşünüyor olmamız.
Şimdi kritik olan şey bu iddianın
gerçeklere ilişkin olduğunun farkına varmak.
Bu hakkında doğru veya yanlış düşünebileceğimiz bir şey değil.
Ve eğer biyolojik karmaşıklık ve olası deneyimlerimiz
arasındaki ilişkiyi yanlış yorumladıysak
aslında böceklerin iç dünyası hakkında da yanılmış olabiliriz.
Ve gördüğüm kadarı ile
insani ahlak kurallarının
ve değerlerin bir noktada
bilinçli deneyimlere ve
olası değişikliklere indirgendiği bir
versiyonu da yok.
Değerlerinizi dinden alıyor olsanız da,
iyi ve kötü kavramlarının ölümden sonraki
yaşam ile bağlantılı olduğunu,
bunların Tanrıyla birlikte sonsuz bir mutluluk hali veya
cehennemde ebedi azaba neden olduğunu düşünseniz de
bilinç ve uğradığı değişikliklerle ilgileniyorsunuz.
Ve bu değişikliklerin ölümden sonra da devam edeceğini
söylemek hakiki bir iddia
elbette gerçek olabilir, ama olmayabilir de
Şimdi, bu hayata ilişkin, insanlara ilişkin
mutluluklar üzerinde konuşalım,
Bu kavramın iki uca uzandığını biliyoruz.
Olabilecek her şeyin ters gittiği,
annelerin çocuklarını besleyemedikleri
birbirini tanımayan insanların barışçıl şekilde bir arada olamadığı
insanların ayırdetmeden öldürüldüğü bir bir durumda
yaşamanın mümkün olduğunu biliyoruz.
Bu durumun diğer ucunda çok daha iyi, sakin huzurlu
ve mutlu bir durum yer alıyor,
böyle bir konferasnın olası olduğu bir yer.
Evet, biliyoruz; biliyoruz ki
bu aralıkta hareket etmemizi sağlayan
doğru ve yanlış cevaplar mevcut.
Su kaynağına kolera mikrobu karıştırmak iyi bir fikir mi sizce?
Büyük ihtimalle değil.
Herkesin nazara inanması ve başlarına kötü bir şey gelince
hemen bunu komşularından bilmesi
iyi bir fikir mi? Büyük ihtimalle değil.
Biz anlasak da anlamasak da
insan topluluklarının refaha ermesini sağlayan
evrensel gerçekler mevcut.
Ahkali değerler de bu gerçeklerle bağlantılı.
yani aslında değerlerden bahsederken bu gerçeklerden bahsediyoruz.
Şu an, dünya üzerindeki durumumuzu pek çok açıdan görmek mümkün.
Genom açısından
veya ekonomik sistemler ve politik
anlaşmalar açısından görmek.
Ama eğer insanların refahından bahsedeceksek
insan beyninden bahsetmek mecburiyetindeyiz.
Çünkü biliyoruz ki, dünya ve içindeki kendi varlığımıza ilişkin deneyimleri
ancak beyin ile kavrayabiliruz.
Ölümden sonra ne olursa olsun,
Bir intihar komandosu öldükten sonra 72 bakireye kavuşuyor olsa bile,
bu yaşantısında, kişiliği
aslında oldukça talihsiz olan kişiliği
beyninin bir ürünü.
Kültürün etkisine gelince,
eğer kültür bizi değiştiriyor ise, ki değiştiriyor
bunu beyinlerimizi değiştirerek yapıyor.
Bu nedenle insan refahı ile ilgili olan
her kültürel değişim
en azından prensip olarak
nöroloji, psikoloji gibi yerleşik bilim dalları
aracılığı ile anlaşılabilir.
Benim görüşüm şu ki
değerler, gerçeklere
bilinçli varlıkların bilinçli deneyimlerimden kaynaklanan
gerçeklere indirgenmiş durumdadır.
Bu nedenle bizler, bu yaratıkların
deneyimlerindeki değişiklikleri gösteren bir mekan hayal edebiliriz.
Ben bunu bir nevi ahkali manzara olarak hayal ediyorum
içinde bilinçli varlıkların bireysel ve toplumsal
refah farklılıklarına denk gelen tepeler
ve vadiler mevcut.
Dikkatimizi çekmesi gereken bir başka konu ise
belki de insan refahı içinde hiç ulaşmadığımız
belki az sayıda insanın ulaştığı bir durum mevcut.
Ve bu durum bizim onu keşfetmemizi bekliyor.
Bu durumların bazıları belki de isabetli bir şekilde
mistik veya ruhani olarak adlandırılıyor.
Belki de zihnimizin yapısı nedeniyle ulaşamadığımız
bazı durumlar da var, ama belki
başka zihinler bu durumlara erişebiliyorlar.
İzin verirseniz ben anlatmaya çalışmadığımı biraz daha açıklayayım
bilimin bu alanı mutlaka ortaya çıkaracağını söylemiyorum
ya da olası her tür ahlaki soruya
bilimsel bir cevap verebiliriz de demiyorum.
Mesela günün birinde bir süper bilgisayarın ikinci çocuğunuzu yapmalı mıyız
ya da İran'daki nükleer enerji merkezlerini bombalalı mıyız
ya da TED konferans masraflarını şirkete masraf olarak yazabilir miyiz
sorularını yanıtlayabileceğini sanmıyorum.
(Gülüşmeler)
Ancak bir soru eğer bütün insanlığın refahını ilgilendiriyorsa
o zaman bize cevap verebilir, biz bulsak da bulmasak da.
Ve bunu söylediğimizde
insanların nasıl refah içinde yaşayacağı sorusuna ilişkin
doğru ve yanlış cevaplar olduğunu kabul ettiğimizde
ahlaki değerlerden bahsetme şeklimizi
ve insanların gelecekteki işbirliklerine ilişkin
beklentilerimizi değiştireceğiz.
Mesela, ülkemizde 21 eyalette
sınıftaki öğrencileri döverek cezalandırmak yasal.
Bir öğretmenin sınıftaki çocuğu tahta bir çubukla sıkıca dövmesi
ve cildini zedeleyerek çürütmesi ve su toplatması yasal.
Ve her yıl binlerce çocuk
bu muameleye maruz kalıyor.
Bu entellektüel eyaletlerin yeri sanırım sizi şaşırtmayacaktır.
Connecticut'tan bahsetmiyorum,
Ve bu davranışın ardında yatan neden dini.
Evrenin yaratıcı bizzat dedi ki
"çocuğunu terbiye etmekten geri kalma
onu değnekle dövsen de ölmez."
Bu sanırım Incil'deki Özdeyişler bölümü, bölüm 13,20 ve sanırım 23.
Ama biz bariz olan soruyu sorabiliriz, değil mi?
Çocukları duygusal gelişimlerinin sağlıklı
olması ve terbiyeli olmaları için
bedensel şiddete ve toplumsal aşağılamaya
maruz bırakmak genel olarak iyi bir fikir mi
sizce?
(Gülüşme)
Bu sorunun bir yanıtı olduğu
ve bu yanıtın önemli olduğu konusunda
şüphesi olan var mı?
Şimdi pek çoğunuz refah kavramının
aslında iyi tanımlanmadığını ve sürekli olarak
yeniden tanımlanması gerektiğini düşünüyor olabilirsiniz.
Eğer öylese, refah hakkında
nasıl objektif bir fikrimiz olabilir?
Benzetme olması için fiziksel sağlığı ele alalım.
Fiziksel sağlık tanımı yeterli değil ve
Michael Specter'den biraz önce dinledik, yıllar içinde değişiyor.
Bu heykel yontulduğunda
ortalama yaşam beklentisi 30 yaş civarındaydı.
Şimdi ise gelişmiş ülkelerde 80 civarı.
Gelecekte genomumuzu kurcaladıktan sonra
200 yaşında bir maratona katılamaycak durumda olmamız
ciddi anlamda malul olduğumuz anlamına gelebilir.
Böyle bir duruma düşerseniz insanlar size bağış gönderecekler belki de.
(Gülüşmeler)
Dikkat ederseniz sağlık kavramının
revizyonlara açık olması
onun içini boşaltmıyor.
Ölü bir adam ile canlı biri arasındaki ayrım
bilimde yapmayı başardığımız
en kesin ve önemli ayrımlardan birisi.
Dikkat etmemiz gereken bir başka nokta ise ahlaki manzarada pek çok zirve olması.
Refaha ulaştıracak farklı ve eşit yollar var
insan toplumunu refahı en yüksek düzeye getirecek şekilde
düzenleyecek yollar da var.
Şimdi, bu neden
objektif ahlak kavramını zayıflatsın ki?
Yiyeceklerden nasıl bahsettiğimizi düşünün.
Sizinle doğru olan tek bir yiyecek olduğu
konusunu asla tartışamam.
Açıkça biliyoruz ki sağlıklı besin olarak kabul edilen
bir sürü yiyecek mevcut.
Ancak bununla beraber yiyecek ve zehir
arasında net bir ayrım olduğunu da biliyoruz.
Asıl olan şu ki "Yemek nedir?" sorusuna
verebileceğimiz pek çok doğru cevap var
ve bu cevaplar insan beslenmesi konusunda
bilinen bir gerçeklik olmadığını söylememizi gerektirmiyor.
Pekçok insan, evrensel ahlakın
istisnai durumlara izin vermeyen
kuralları olması gerektiğini düşünüyor.
Örneğin, eğer yalan söylemek yanlış ise
her zaman yanlış olmalı,
ve eğer buna bir istisna bulabiliyorsanız
o zaman bu ahlaki bir doğruluk değildir.
Neden böyle düşünüyoruz?
Bir an satranç oyununu düşünün.
Eğer satrancı iyi oynamak istiyorsanız
vezirinizi kaptırmayın nasihatını
dinlemek gayet yerinde olacaktır.
Ancak elbette bu nasihatın istisnaları mevcut.
Bazı anlarda vezirinizi vermek yapabileceğiniz harika bir hamle olabilir.
Vezirinizi kaybetmek yapabileceğiniz tek iyi hareket olabilir.
Ama aslında satranç oyunu mükemmel objektivitenin bir örneğidir.
Arada istisnalar olması bu gerçeği
aslında değiştirmez.
Şimdi bu konu bizi insanların ahlakı evrende
yapmaya meyıllı oldukları hareketlerin kaynağına götürüyor.
Kadınların vücudu hakkındaki büyük sorunu düşünün.
Bu konuda ne yapmak lazım?
Bu yapabileceğiniz şeylerden biri,
onları örtebilirsiniz.
Şimdi bu şöyle bir durum, genelde bizim entellektüel toplumuzda,
burada Palo Alto ya da Boston'da
bundan hoşlanmasak da,
ya da yanlış olduğunu düşünsek de
antik kültüre sahip olan gururlu
vatandaşların kendi eşlerini ve kızlarını
kumaş torbaların içinde yaşamaya zorlamasının
yanlış oluğunu ne hakla iddia edebiliriz?
Hatta kadınları bu şekilde örtülerek ayrıcalık kazanmayı
red etmeleri halinde onları demir çubuklara dövmelerinin,
hatta yüzlerine asit dökmelerinin
yanlış olduğunu hangi hakla söyleyebiliyoruz?
ya da hangi hakla söyleyemiyoruz?
Biz kimiz ki
insanoğlu hakkındaki azızık bilgilmizle böyle bir uygulamaya karşı
eleştirel yaklaşmamamız gerektiğini düşünüyoruz?
Gönüllü bir şekilde örtünmekten bahsetmiyorum,
bence kadınlar canları ne istiyorsa onu giyebilmeliler.
Ama, bir kıza tecavüz edildiğinde
kızın babasının ilk yaptığı şeyin
utançtan kurtulması için
kendi kızını öldürmek olduğu bir toplumda
özgür irade ne anlama gelebilir?
Bu gerçeğin beyninize iyice işlemesi için bir dakika verin:
Kızınıza tecavüz ediliyor
ve sizin tek yapmak istediğini şey kızınızı öldürmek.
Bu durumun insanlığın gelişiminin doruk noktasını
temsil ediyor olma şansı sizce ne kadar?
Şimdi şunu belirtmeliyim ki bizim toplumumuzda da
bu soruna bir çözüm bulabilmiş değiliz.
Örneğin,
bu gelişmiş ülkelerin hemen hepsindeki herhangi bir gazete bayiine
gittiğinizde karşılaştığınız görüntü.
Şimdi eminim ki pekçok erkeğin
bu görsellerde bir sorun olduğunu anlayabilmesi için bir felsefe eğitimi gerekebilir.
(Gülüşmeler)
Ama eğer tarafsız bir ruh hali içindeysek
şunu sorabiliriz:
"Bu görseller, gençlik, güzellik ya da
kadın vücudu gibi değişkenleri betimlemek için
uygun bir psikolojik denge içinde mi sunulmuşlar?"
Yani, bu çocuklarımızı yetiştirmek için
en iyi ortam mı?
Muhtemelen değil. Tamam, o zaman yelpazenin
içinde bir yerlerde
bu iki uç noktanın arasında
daha dengeli bir durumu temsil eden bir yer olmalı.
(Alkışlar)
Belki de bunu sağlayan pek çok yer var--
Tekrarlıyorum, insanlık kültüründeki diğer değişimlere bakarsak
ahlak açısından da pek çok zirveler olabilir.
Ama dikkat etmemiz gereken diğer nokta
bu zirvelerde yer almamak için de pek çok yol olduğu.
Şimdi ironik olan şu ki, benim gördüğüm kadarıyla
bu konuda benimle aynı fikirde olan insalar,
yani ahlaki soruların doğru ya da yanlış cevapları olabileceğini düşünenler
genelde o ya da bu inanışa sahip dinci demagoglar.
Ve elbette ahlaki sorulara doğru yanıtları olduğunu düşünüyorlar
çünkü onlar bu yanıtları rüzgarın içindeki bir sesten alıyorlar,
insan ve hayvanların refahını sağlayan şartları
akıllıca analiz ederek bir sonuca varmış değiller.
Aslında, insanların ahlaki sorulara
cevap ararken baktıkları bir mercek olan dinin uzun süren dayanıklılığı
çoğu ahlaki diyaloğu
insan ve hayvanların çektiği eziyetle ilgili sorulardan ayırmış durumda.
Bu nedenle vaktimizi
soykırımlar, nükleer silahlardaki artış
yoksulluk veya diğer önemli konular yerine
eşcinsel evliliği hakkında kaonuşmakla harcıyoruz.
Ama demagogların haklı oldukları bir konu var,
o da insani değerlerin evrensel olara kavranması.
Şimdi, buna engel olan ne?
Şimdi dikkatimizi çekmesi gereken şey şu
ahlak hakkında konuşurken farklı bir şey yapıyoruz --
özellikle de laik, akademik ve bilimle ilgili olanlarımız.
Ahlak hakkında konuşurken görüş farklılıklarına
yaşantımızda başka hiç bir konuda yapmadığımız kadar değer veriyoruz.
Mesela, Dalai Lama her sabah uyandığında
merhamet duyguları için meditasyon yapıyor
ve diğer insanlara yardım etmenin insalığın mutluluğu için en önemli
bileşen olduğuna inanıyor.
Oysa diğer yanda Ted Bundy gibi insanlar var.
Ted Bundy genç kadınları kaçırmaktan, onlara tecavüz etmekten,
işkence edip sonra da öldürmekten büyük zevk alıyordu.
Görünen o ki, zamanımızı ne kadar verimli geçirebileceğimize
ilişkin epey farkı görüşlerimiz var.
(Gülüşmeler)
Çoğu batılı entellektüel
bu duruma baktıklarında şunu der:
"Dalai Lama'nın her zaman, ama her zaman
tamamen doğru olması veya
Ted Bundy'nın her zaman hatalı olması
konusu aslında potansiyel olarak
bilimin alanına giren bir tartışma konusu değil.
Birisi çukulatalı dondurma seviyor, diğer vanilyalı...
ve birinin diğerini ikna etmek için söyleyebileceği
herhangi bir şey olamaz."
Dikkat edin, bunu bilim alanında yapmıyoruz.
Solda gördüğünüz kişi Edward Witten.
Bir sicim teorisyeni. (string theorist)
Eğer etrafınızdaki en zeki fizikçilere
etraftaki en zeki fizikçinin kim olduğunu sorarsanız
benim deneyimlerime göre yarısı Ed Witten diyecektir.
Diğer yarısı ise size sorudan hoşlanmadıklarını söyleyecekler.
(Gülüşmeler)
Peki, eğer ben bir fizik konferasnına gitsem ve
desem ki, "Sicim teorisi saçmalıktan başka birşey değil.
Bana uymuyor. Benim evreni küçük ölçekte izlemek
için seçeceğim bir yöntem değil.
Buna inanmıyorum." Sizce ne olur?
(Gülüşmeler)
Hiç bir şey olmaz, çünkü ben bir fizikçi değilim,
sicim teorisini anlamıyorum,
ben sicim teorisinin Ted Bundy'siyim.
(Gülüşmeler)
Beni üye olarak kabul edecek herhangi bir sicim teorisi klübüne iüe olmak istemem zaten.
İşte anlatmaya çalıştığım şey bu.
Gerçeklerden bahsederken
bazı görüşleri dışarıda tutmalıyız.
Bir uzmanlık alanına sahip olmak bu demek.
Bilginin kayda değer olması bunun için önemli.
Kendimizi nasıl inandırdık ki
ahlaki konularda ahlak uzmanlığı,
ahlak yeteneği veya ahlaki deha olmadığını düşünüyoruz.
Her bir görüşün kayda değer olduğu
fikrine kendimizi nasıl inandırdık?
Düşünmeye değer bu konularda
her bir kültürün bir bakış açısı
olduğuna nasıl inandırdık kendimizi?
Taliban'ın fizik hakkında
dikkate almamızı gerektirecek
bir görüşü var mı? Yok.
(Gülüşmeler)
Cahillikleri insanların refahı söz konusu olduğunda
neden daha az dikkat çekiyor peki?
(Alkışlar)
Bu nedenle, şu anda dünyanın buna ihtiyacı olduğunu düşünüyorum.
İnsanların rehafa ermesi ile ilgili
soruların doğru ve yanlış cevapları olduğunu
itiraf edecek bizim gibi insanlara ihtiyacı var.
Ahlak ise o gerçekliklerin
hüküm sürdüğü alana bağlı.
Bireylerin hatta
bütün bir kültürün
yanlış şeylere önem vermeleri mümkün:
yani insanların lüzümsuz yere acı çekmelerine
neden olacak inanç ve arzulara
sahip olmaları mümkün.
Sadece bunu itiraf etmemiz ahlaki söylemimizi değiştirecektir.
Artık uluslararasındaki
sınrıların gittikçe azaldığı bir dünyada yaşıyoruz,
ve günün birinde bu sınırların hiç anlamı kalmayacak.
Tahrip edici teknolojilerle dolu bir dünyada yaşıyoruz,
ve bu teknolojiler icat edilmemiş hale getirmek imkansız,
her zaman bir şeyleri bozmak
onları onarmaktan daha kolay olacak.
Bu nedenle bana öyle geliyor ki
bundan böyle insanlığın iyiliği ile
ilgili konulardaki farklı görüşlere
saygı göstermemiz ve katlanmamız; aynı hastalıkların
toplumlarda yayılışı ile ilgili fikirlerin farklılığına
saygı gösteremememiz, ya da uçak yapımı ile ilgili
güvenlik standartlarındaki farklılıkları hoş görmememiz gibi mümkün değil
Basitçe, insan hayatındaki
en önemli sorulara cevap verme konusunda birleşmeliyiz.
Ve bunu yapmak için de önce bu soruların cevapları olduğunu kabul etmemiz gerekir.
Çok teşekkür ederim.
(Alkışlar)
Chris Anderson: Epey patlamaya hazır bir konuşma oldu.
salondaki dinleyiciler veya dünyanın diğer yerlerindeki insanlar
bunu duyduklarında, öfke ile bağırıp çağırabilirler
en azından bazıları bunu yapacaktır.
Burada kullanılan dil çok önemli gibi görünüyor.
Peçeden bahsederken,
yani kumaş çuvallara bürünmüş kadınlardan bahsedeken,
ben Müslüman bi ülkede yaşadım ve pekçok Müslüman kadınla konuştum.
Bunların bir kısmı bambaşka birşey söyleyecektir. Diyecekler ki,
"Hayır, bu bir kutlama aslında
kadınların ne kadar özel olduğu ile ilgili
tesettür, bu özel statüyü oluşturmaya yardım ediyor aslında..."
ve bu tartışmaya açık karmaşık psikolojik bir bakış açısı,
"erkeklerin şehvet duygularına güvenilemez."
Yani, böyle düşünen bir kadınla, bir nevi
kültür emperyalisti gibi görünmeden herhangi bir diyaloğa girmek mümkün mü?
Sam Harris: Evet, aslında bana ayrılan süreyi kontrol etmeye çalışırken
bu konuya bir cümle ile değinmeye çalıştım.
ama asıl soru şu,
erkeklerin belirli beklentileri olan
ve kendinizi örtmediğiniz takdirde
belli şekillerde muamele göreceğiniz bir ortamda
gönüllülük ne demektir?
Yani bu odadaki herhangi biri
peçe takmak istediğinde
ya da komik bir şapka, ya da yüzlerine dövme yaptırmak istediğinde --
bence hepimiz özgür irademizle ne istersek onu yapabiliyor olmalıyız.
ama bu kadınların ne gibi baskı ve kısıtlamalar
altında olduğu konusunda dürüst olmamız gerekir.
Bu nedenle her zaman onların ne dediklerine
inanmamak gerekir,
özellikle de dışarıda hava 50 dereceyken
sımsıkı kapalı burka giyiyorlarsa.
C.A.: Pekçok insan ahlaki gelişme
kavramına inanmak istiyor.
Peki bu konuda uzlaşılabilir mi?
Benim anladığım kadarı ile diyorsunuz ki
tek boyuta indirgenmemiş, herpimizin
aynı düşünmek zorunda kalmadığı bir dünya ile uzlaşılabilir.
Zamanı 50 yıl hatta
100 yıl ileri alacak olsanız
ahlaki gelişim ile zenginleşmeyi dengeleyen bir dünyayı
nasıl düşünmek, nasıl görmek
isterdiniz?
S.H: Sanırım, bir kez birbirimizin zihnini
beyinlerimiz seviyesinde, önemli detayları ile
anlamaya başladığımızı itiraf edebilirsek
o zaman kendimizle ilgili
bütün olumlu veya olumsuz özellikleri
çok daha detaylı bir şekilde anlayabileceğimizi
itiraf edebiliriz.
Böyle bir durumda, empati ya da şefkat gibi
olumlu toplumsal duyguları anlayacağız,
ve bu duyguları destekleyen faktörleri de --
genetik olabilirler, ya da insanların
birbirileri ile nasıl konuştuklarına bağlı olabilirler
ya da ekonomik sistemlere bağlı olabilirler.
Bilinen şu ki bu konuları aydınlatmaya başladılar
ve elimizde olmadan be gerçeklik evreninde
bir araya geleceğiz.
Böylece herşey el altında olacak.
Kızımı doğumdan itibaren testtüre sokmuş olmamla
ona kendine güvenmesini, ve
kadınları arzulayan erkekler
hakkında bilgi sahibi olmasını
öğretmem kadar iyi olmayacak.
Demek istiyorum ki, mecburi tesettürün kötü bir fikir olduğunu anlamak için
Bilim Enstitüsünden gelecek bir araştırma fonuna ihtiyaç yok--
Ama bir noktada
konuya dahil olan insanların beynini taramamız ve
onları sorgulamamız mümkün olacak.
Bu sistemdeki insanlar kızlarını
gerçekten çok seviyorlar mı?
Bence bu soruların doğru cevapları olmalı.
C.A.: Eğer sonuçta gerçekten sevdikleri ortaya çıkarsa
bu konular hakkındaki içgüdüsel bazı yargılarınızı değiştirmeye
hazır mısınız?
S.H: Elbette, bariz olan gerçek şu ki,
birini tamamen sanrısal bir inanç
sistemi bağlamında sevebilirsiniz.
Böylece şunu demeniz mümkün: "Eşcinsel olan oğlumun
eğer bir erkek arkadaş bulursa cehenneme gitmemesi için
kafasını kestim. Onun için yapabileceğim en merhametli şey bu idi. "
Eğer bu şekilde bakarsanız,
evet sanırım orada sevgi duygusunu hissediyor olabilirsiniz.
Ama yine de bu durumda, daha geniş bir kavram
olarak refahtan bahsetmek gerekir.
Bu gemide hep beraberiz,
sadece heyecanlanıp kendini bir otobüste
havaya uçuran tek bir adamdan bahsetmiyoruz.
C.A.: Bu sohbete saatlerce devam edebilmeyi
çok isterdim.
Ama vaktimiz yok, belki bir başka sefere. TED'e katıldığınız için teşekkürler.
S.H: Benim için bir onurdu. Teşekkürler.
(Alkışlar)