Tip:
Highlight text to annotate it
X
Risale-i Nur Külliyatı Müellifi: Bediüzzaman Said Nursi
Tarihçe-i Hayat'tan Risale-i Nur, taklidî imanı tahkikî imana
çevirip -imanı kuvvetlendirip- iki cihanın saadetini kazandırıp, hüsn-ü hatimeyi
netice verir. En büyük dinsiz feylesofları da ilzam etmiştir. Risale-i Nur'un bir hususiyeti
de şudur ki: Diğer Mütekellimîne muhalif olarak ehl-i dalaletin menfîliklerini zikretmeden,
yalnız müsbeti ders vererek, yara yapmaksızın tedavi etmesidir. Bu itibarla bu zamanda Risale-i
Nur, vehim ve vesveseleri mahvediyor, akla gelen sualleri, istifhamları; nefsi ilzam,
kalbi ikna ederek cevablandırıyor. Risale-i Nur hem aklı, hem kalbi tenvir eder, nurlandırır;
hem nefsi müsahhar eder. Bunun içindir ki; yalnız akılla giden ehl-i mekteb ve ehl-i
felsefe ve kalb yoluyla giden ehl-i tasavvuf, Risale-i Nur'a sarılıyorlar. Ve ehl-i mekteb
ve felsefe anlıyorlar ki, hakikî münevverlik; akıl ve kalb nurunun mezciyle kabildir. Yalnız
akılla gitmek, aklı göze indiriyor. Bu hal ise, bir kanadı kırık olanın mahkûm
olduğu sukutu netice veriyor. İhlaslı, hâlis ehl-i tasavvuf idrak ediyor ki, demek
zaman eski zaman değildir; böyle bir zamanda, hem kalb ile, hem akıl ile bizi hakikat yolunda
götürecek ve hakikata vâsıl edecek Kur'anî bir yol lâzımdır ki, biz zülcenaheyn olabilelim
{(Haşiye): Yetmiş-seksen senelik bir seyr-i sülûkle kutbiyete ve gavsiyete erişen pek
ender zâtların bir noktaya kadar gidip "Burası müntehadır, ilerisine gidilmez." dedikleri
mertebeleri, Bediüzzaman Kur'andan bulduğu bir yolla, ilimle daha ilerisine gittiğini,
Arabî Mesnevî-i Nuriye mecmuasını mütalaa eden zâtlar söylüyorlar. Büyük bir şaheser
olan bu Arabî eseri mütalaa eden o müdakkik ehl-i ilim, "Bu eserdeki çok derin ve pek
ince ve gayet derecede yüksek hakikatlardan ne kadar istifade edebilsek bize kârdır."
diyorlar. }. İntibaha gelmiş olan ehl-i medrese vâkıf oluyorlar ki; eski zamanda
medrese usûlü ile onbeş senede elde edilebilen imanî ve İslâmî netice, bu zamanda Risale-i
Nur'la onbeş haftada elde edilebiliyor. Üstadımız buyuruyorlar ki: "Bir sene Risale-i Nur derslerini
anlayarak ve kabul ederek okuyan kimse, bu zamanın mühim ve hakikatlı bir âlimi olabilir."
Risale-i Nur, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm Efendimizin nuranî meşrebini ve
Sahabe-i Kiram'ın âlî seciyesini beyan eden bir nur ve feyiz hazinesidir. İşte
bu mezkûr vaziyet, bugünkü dünyaya taptaze, nuranî bir hayat ve yepyeni bir veche vererek
şu hakikati gösteriyor ki; çoktandır birbirine muarız zannedilen ehl-i mekteble ehl-i medreseyi
ve ehl-i tekyeyi, Risale-i Nur tevhid ve te'lif ediyor. Hem de, muaraza halinde olan şarkla
garbı barıştırıyor. İttihad-ı İslâmı meydana getirmek için çalışan ehl-i İslâma
yegâne çarenin Risale-i Nur olduğu, mütehassıs zâtlar tarafından kabul ve tasdik edilmektedir.
Hem bugünkü dünyadaki ihtilafları halledecek olan; aklen, fikren terakki etmiş yirminci
asır insanlarına hak ve hakikatı anlatabilecek yepyeni bir ilmî keşfiyatı ve bir teceddüdü
Amerika'da, Avrupa'da hususan Almanya'da, taharri eden cereyanlar meydana gelmiş; eğer
idrak edebilirler ve görebilirlerse, işte Risale-i Nur Külliyatı...Nitekim bu hakikatın
idrak edilmeye başlandığını gösteren emareler, bahtiyar Alman Milleti içinde görülmektedir.
{(Haşiye): Avrupa'da hristiyanlar içinde bir tek kasabada altmışbeş aded sarıklı
genç Nur talebesinin çıkması, bunun bir nümunesidir. }
Eski zaman garb feylesoflarının çözemedikleri ve yeni zaman feylesoflarının da "Felsefe
henüz bunu halledememiştir" dedikleri düğümler, Risale-i Nur'da Kur'anın feyziyle keşf ve
halledilerek aklen ve mantıkan isbat edilmiştir. Şarkın dâhî hükemalarının kırk sahifede
anlatmaya çalıştıkları müşkiller, Risale-i Nur'un bir sahifesinde veciz bir şekilde
ifade edilmiştir.
Bedîüzzaman'ın 1935 senesinde i'dam edilmek üzere verildiği Ağırceza Mahkemesindeki
müdafaatından bir iki cümle: "Risale-i Nur, sönmez, söndürülemez. Risale-i Nur,
söndürülmek için üflendikçe parlayan bir nurdur. Risale-i Nur, tılsım-ı kâinatın
muammasını keşf ve halleden bir keşşaftır."
Hem haşr-i cismanî mes'elesinde, hükemadan İbn-i Sina gibi meşhur bir dâhînin, "Haşir
naklîdir, iman ederiz; akıl bu yolda gidemez" dediği bir hakikat, Risale-i Nur'da, hem
umumun istifade edebileceği emsalsiz bir tarzda, Kur'anın feyziyle aklen isbat edilmiştir.
Dalalet-âlûd Avrupa feylesoflarının ve sapkın talebelerinin bazı müteşabih âyât-ı
kerime ve ehadîs-i şerifenin zahirî manalarını anlamayarak yaptıkları kasıdlı itirazlara,
Risale-i Nur'da aklen, mantıkan cevablar verilerek, o âyetlerin ve o hadîslerin birer
mu'cize oldukları isbat edilmiştir. Böylelikle de, bu zamanda fen ve felsefeden gelen dalalet
ve şübheleri Risale-i Nur kökünden kesmiştir. Risale-i Nur bunu yaparken de müsbet bir
usûl takib etmiştir.
Risale-i Nur, fevkalâde müstesna bir edebî üstünlüğe mâliktir. En meşhur eserlerle
bile kabil-i kıyas olmayan ve başlıbaşına bir hususiyeti haiz olan üslûbunda yüksek
bir belâgat, fesahat ve selaset ve îcaz vardır. Hattâ Bedîüzzaman'ın eserlerini
âlem-i İslâmın ısrarla arzu etmesiyle Arabçaya tercüme ettirmek için büyük
İslâm âlimlerine "Asâ-yı Musa Mecmuası" götürüldüğü vakit, okumuşlar ve demişlerdir
ki: "Bedîüzzaman'ın eserlerini ancak kendisi tercüme edebilir. Risale-i Nur'daki yüksek
belâgatı ve misilsiz olan fesahat ve îcazı tercümede muhafaza etmekten ve onun ilmini
ihata etmekten âciziz!" Bu suretle o yüksek âlimler, Üstadımızın faziletini ve Risale-i
Nur'un kemalâtını göstermişlerdir.
Bedîüzzaman, eserlerinde hemen bütün büyük müellif ve ediblerden farklı olarak lafızdan
ziyade manaya ehemmiyet vermiştir. Manayı lafza feda etmemiş, lafzı manaya feda etmiştir.
Üslûbda okuyucunun bir nevi hevesini nazara almamış, hakikatı ve manayı esas tutmuştur.
Vücuda elbiseyi yaparken vücuddan kesmemiş, elbiseden kesmiştir. Risale-i Nur'daki aklı,
kalbi, ruhu ve vicdanı celbeden ve hakikata râmeden o İlahî cazibedendir ki; çoluğu
çocuğu, genci ihtiyarı, avamı havassı o Nur'a koşuyorlar ve o cazibedar Nur'un
pervanesi oluyorlar. Bu hakikatın parlak bir misali olarak geniş bir talebe kitlesi,
az zamanda din düşmanlarını titreten bir hale gelmiştir.
Risale-i Nur'un her cihetten olduğu gibi edebî cihetten de kıymet ve ehemmiyetini
ifade etmek, ediblerin hususan bizlerin bin derece haddinden uzaktır. Bu husustaki karınca
kararınca olan sönük, fakat samimî ve hakikatlı ifadelerimiz, Risale-i Nur'dan
gördüğümüz azîm istifadeye mukabil sonsuz bir minnet ve şükranımızın ifadesinden
ibarettir. Yoksa bu mevzularda sahib-i salahiyet ve sahib-i ihtisas, ancak ve ancak Risale-i
Nur'un kendi müellifi olabilir.
Risale-i Nur, bu asrın ihtiyacına tam cevab veren yegâne tefsir-i Kur'anî olduğu, enaniyetini
hakka feda eden faziletperver İslâm üleması tarafından tasdik ve fevkalâde bir şekilde
takdir ve tahsin edilmiş ve edilmektedir. Elli sene evvel Bedîüzzaman Said Nursî'nin
te'lifatındaki hususiyetler ve bir bahr-i umman gibi onun ilmî dehasıdır ki; Mısır
matbuatında "Bedîüzzaman, fatîn-ül asr'dır" diye yüksek ehl-i ilme hüküm verdirmiştir.
Bedîüzzaman, mukabelesiz hediye kabul etmemeyi düstur-u hayat edindiği düşmanlarınca
da tasdik edilerek, İslâmiyet düşmanlarının ehl-i ilme yaptığı ithamı, bu düsturuyla
fiilen tekzib ve ilmin hiçbir şeye âlet olmadığını yine fiiliyatı ile isbat etmiştir.
Ülema-i İslâmın şeref ve haysiyetini ve izzet-i İslâmiye ve izzet-i diniyeyi,
en zalim ve hunhar hükümdarlar karşısında bile muhafaza ve müdafaa etmiştir. Aç kaldığı
zamanlarda dahi, hayatı boyunca olan istiğna kaidesini bozmamış ve "İktisad ve kanaat
iki büyük hazinedir, bunların bereketi bana kâfidir" diyerek halklardan istiğna
etmiş ve etmektedir.
Bedîüzzaman Said Nursî'nin senelerden beri hapisten hapse, zindandan zindana atılması
ve menfadan menfaya sürülmesi ve kendisine daima tazyikler ve şiddetli zulüm ve dehşetli
işkenceler yapılması ve onyedi defa zehir verilmesi, bir günde bir aylık azablar çektirilmesi,
kendisinin ve Risale-i Nur Külliyatının hakkaniyet ve sıdkına birer canlı mühür
ve birer parlak delildir. Meselâ: Hindistan'da sormuşlar: "Bedîüzzaman nasıl bir kimsedir?"
Cevaben denilmiş ki: "Hasta, garib, fakir, mazlum, hediye ve sadakaları kabul etmeyen
ve hâlen de çekmekte olduğu o kadar zulümlere rağmen altmış senedir davasından vazgeçmeyen
bir ihtiyardır." Onlar da: "Öyleyse o hakikat söylüyor ve küfr-ü mutlaka, dinsizlere,
zındıklara boyun eğmiyor, riyakârlık etmiyor, dalkavukluk yapmıyor ve Kur'an ve
İslâmiyete tesirli ve küllî bir hizmet yapıyor ki, onlar da ona zulüm etmişler."
demişler.
Üstadımız Bedîüzzaman hakkında, takdirkâr ve faziletperver zâtların takdirleri bir
senadan ibaret değildir; bir vakıadır, fiiliyat ve icraatının belki yüzden birisini
kısaca âcizane ve noksan bir tarzda nakletmektir. Hem bu mevzuda Risale-i Nur talebelerinin
takdirkâr makale, mektub ve fıkraları bir medih değildir; belki Üstadımızın dinî
hizmetini hedef tutan, şahsına taarruz eden vicdansız ve insafsız din düşmanlarına
karşı müsbet bir müdafaadır. {(Haşiye): İns ve cinn şeytanları ve dinsizlerin bir
desisesi de budur ki; bazan derler ve dedirtirler: "Üstadınız şahsına kıymet vermiyor;
siz ise onun hakkında takdirkâr mektublar yazıp, Üstadınızın rızasına uygun hareket
etmiyorsunuz." İşte onlar, Risale-i Nur ve Üstadımızı İslâmiyet düşmanlarına
karşı müsbet ve nezih bir tarzda müdafaa etmekten men'etmek için safdillik damarlarından
istifade ile böyle bir fikir ve mugalata ile Nur talebelerini aldatmaya, iğfal etmeye
çalışırlar. Evet Üstadımız Bediüzzaman, ihlasının iktizası olarak şahsına kıymet
vermeyebilir; bu hal, Üstadımızdaki yüksek bir kemalât ve âlî bir seciyenin timsalidir.
O, şahsına ne kadar kıymet vermiyorsa, bizim onda milyarlar derece fazla kıymet
ve ehemmiyeti görmemiz, basiret ve insaniyetin muktezasıdır, bir lütf-u İlahîdir. Zira
Risale-i Nur gibi parlak bir tefsir-i Kur'an olan şaheser, onun varlığından meydana
gelmiş ve fışkırmıştır. Öyle bir eserin müellifiyle yalnız bugünkü âlem-i İslâm
değil, yalnız asr-ı hazır beşeriyeti değil, nesl-i âtideki milyarlar kimsenin
hayat ve memat davası Risale-i Nur'la alâkadardır. }
Böyle olduğu halde Üstadımız öyle zâtların ve Risale-i Nur talebelerinin hakikatlı takdir
ve beyanlarına karşı hiddetlenerek, çok defa da hatırlarını kırarak der ki: "Zaman,
şahıs zamanı değil, şahs-ı manevî zamanıdır. Risale-i Nur'da şahıs yok, şahs-ı manevî
var. Ben bir hiçim; Risale-i Nur, Kur'anın malıdır, Kur'andan süzülmüştür. Şeref
ve hüsün Kur'anındır. Şahsımla, Risale-i Nur iltibas edilmiş. Meziyet, Risale-i Nur'a
aittir. Risale-i Nur'un neşrindeki hârika muvaffakıyet ise, Risale-i Nur talebelerine
aittir; yalnız şu kadar var ki, şiddetli ihtiyacıma binaen Cenab-ı Hak, Kur'an-ı
Hakîm'den bana ilâç ve tiryakları ihsan etti; ben de kaleme aldım. Her nasılsa,
bu zamanda birinci tercümanlık vazifesi bana düşmüş. Ben de Risale-i Nur'un talebesiyim.
Bir risaleyi şimdiye kadar yüz defa okuduğum halde yine okumaya muhtaç oluyorum. Ben sizlerin
ders arkadaşınızım." der.
Bedîüzzaman Said Nursî'nin cihanşümul Kur'an ve iman ve İslâmiyet hizmetindeki
müstesna muvaffakıyet ve zaferinin ve Risale-i Nur'daki kuvvetli tesiratın sırrı: Kendisinin
ihlas-ı etemmi kazanmış olmasıdır. Yani, yalnız ve yalnız rıza-yı İlahîyi esas
maksad edinmiştir. Bu hususta: "Mesleğimizin esası, a'zamî ihlas ve terk-i enaniyettir.
İhlaslı bir dirhem amel, ihlassız yüz batman amele müreccahtır. İnsanların maddî
manevî hediyelerinden, hürmet ve teveccüh-ü âmmeden, şöhretten şiddetle kaçıyorum."
der. Ziyaretçi kabul etmemesinin bir hikmeti de bu sır olsa gerek. Hem ihlasa verdiği
gayet fazla ehemmiyet, yüz otuz parça eserinden yalnız İhlas Risalesi'nin başına, "Lâakal
her onbeş günde bir defa okunmalıdır" kaydını koymasından da anlaşılıyor.
"Büyük Mahkeme Müdafaatı" kitabında: "Risale-i Nur, değil dünyaya, kâinata da
âlet edilemez; gayemiz, rıza-yı İlahîdir." demiştir.
İşte bu sırr-ı ihlastandır ki, İmam-ı Gazalî (R.A.) gibi en meşhur İslâm hükemalarının
eserlerini tetebbu' eden muhakkik ve müdakkik bir ehl-i ilim diyor ki:
Risale-i Nur'dan okuduğum bir sahifenin bana verdiği istifade, diğer eserlerin on sahifesinden
daha fazladır.
Felsefî eserlerle meşgul bir muallim:
Ben bu kadar senedir ilmî ve felsefî eserlerle iştigal ettim. Risale-i Nur kadar beni ikna'
eden ve garb eserlerinden ve felsefeden aldığım yaraları tedavi eden ve bu zamanın ihtiyacına
tam cevab veren bir eseri görmedim.
Bir edebiyatçı:
Benim aklım nursuz, kalbim mü'mindi. Risale-i Nur hem aklımı, hem kalbimi tenvir ve nefsimi
ilzam etti. Beni Cehennemî bir azabdan kurtardı.
Bir doktor:
Risale-i Nur'dan istifadeye başladığım günü, hayata gözlerimi açtığım gün
olarak biliyorum.
Bahtiyar bir üniversiteli:
Üstadımıza ve Risale-i Nur'a ait bir mektubu, İstanbul'un bir yerinden bir yerine götürmek
gibi bir hizmeti, meb'usluğa tercih ederim.
Otuz sene evvel, ihlaslı ve faziletli ihtiyar bir ehl-i tasavvuf, Lütfü isminde bir genci
göstererek: "Bu Nur talebesi benden ileridir" demiştir ki, bunlar binler itiraflardan birer
nümunedir.
Yine bu azîm sırr-ı ihlasa binaendir ki; Risale-i Nur talebeleri, iman ve İslâmiyet
hizmetinde ağır şartlar ve kayıdlar ve tahdidatlar içinde muvaffak oluyorlar ve
hayatlarını Risale-i Nur'a ve Üstadlarına vakfetmişler. Risale-i Nur'u, sermaye-i ömür
ve gaye-i hayat edinmişlerdir. Risale-i Nur davası, rıza-yı İlahî davası olduğu
içindir ki, hamiyet-i İslâmiyeye mâlik mümtaz avukatlar, Risale-i Nur'un fahrî
avukatı olmak ve dindar hakperest mücahid muharrirler, dünyayı istila edecek Nur'un
ilânında hissedar olmak şeref ve nimetine mazhar olmuşlardır. Risale-i Nur'un neşriyat
ve fütuhatı ve tesiratı; sessiz, büyük bir ihtişamla muhteşem bir bahar mevsiminde
intişar eden mevcudat gibidir. İşte ey Risale-i Nur gibi hadsiz hamd ü
senalara şayeste olan bir nimet-i azîmeye nail olan Nur kardeşlerimiz! Böyle bir dâhî-yi
a'zamın, böyle bir mütefekkir-i ekberin, böyle bir müellif-i İslâmın ve ulûm-u
evvelîn ve-l âhirîne vâkıf böyle bir allâme-i asrın, böyle bir mücahid-i ekberin,
böyle bir sahib-i zühd ü takvanın, hakaik-i imaniyenin varlığında âdeta tecessüm
eden böyle bir abd-i küllînin, rıza-yı İlahîden başka hiçbir şeye iltifat etmeyen
ve a'zamî ihlasın mazharı olan böyle bir tilmiz-i Kur'an ve hâdim-i İslâmın ve
"Bir ferdin imanını kurtarmak için Cehennem'e de atılmaya hazırım" diyen böyle bir halaskâr-ı
imanın ve i'dam için sevkedildiği Divan-ı Harb-i Örfî'de "Sen de mürtecisin" ittihamına
karşı "Eğer Meşrutiyet bir fırkanın istibdadından ibaret ise, bütün ins ü
cinn şahid olsun ki ben mürteciyim. Bin ruhum da olsa, Kur'anın bir tek mes'elesine
hepsini feda etmeye hazırım." diyen ve beraetinden sonra da teşekkür etmeyerek, Bayezid meydanındaki
kalabalıkta "Yaşasın zalimler için Cehennem! Yaşasın zalimler için Cehennem!" diye bağırarak
ilerleyen ve imha plânıyla verildiği mahkemelerde yirmidört sene evvel "Ey mülhidler! Ey zındıklar!
Said, ellibin nefer kuvvetinde demişsiniz...Yanlışsınız...Kur'ana ve imana hizmetim cihetiyle ellibin değil,
elli milyon kuvvetindeyim! Titreyiniz! Haddiniz varsa ilişiniz!", "Benim ölümüm sizin
başınızda bomba gibi patlayıp, başınızı dağıtacaktır. Toprağa atılan bir tohumun
yüzer sünbüller vermesi gibi, bir Said yerine yüzler Said size o yüksek hakikatı
haykıracaktır." Ve onbeş sene evvel "Saçlarım adedince başlarım bulunsa, her gün biri
kesilse, bu hizmet-i imaniyeden çekilmem." Ve "Dünyayı başıma ateş yapsanız, hakikat-ı
Kur'aniyeye feda olan bu başı, zındıkaya eğmem!" diyen ve elli sene evvel âlem-i
İslâmı sömüren, sömürgeci cebbar ve zalim bir İmparatorluğa karşı "Tükürün
o zalimlerin hayâsız yüzüne" diye matbuat lisanıyla cevab veren ve Büyük Millet Meclisi'nde
reise "Kâinatta en yüksek hakikat imandır. İmandan sonra namazdır. Namaz kılmayan
haindir. Hainin hükmü merduddur. Cenab-ı Hak, Kur'an-ı Kerim'inde, yüz yerde edasını
emrettiği namazdan daha büyük bir hakikat olsa idi, imandan sonra onu emrederdi!" diyen
ve yazdığı bir beyannameden sonra Meclis'te cemaatle namaz kılınmasına başlanan ve
Birinci Cihan Harbi'nde Gönüllü Alay Kumandanı olarak esir düştüğü Rusya'da Moskof Çarlığına
karşı izzet-i İslâmiyeyi muhafaza edip, kurşuna dizileceği hengâmda "Âhirete gitmek
için bana bir pasaport lâzımdı" diye ölümü istihkar eden böyle bir kahraman-ı İslâm
Üstadımız Bedîüzzaman'ın eserlerini okumak nimet-i uzmasına mukabil canımızı
da feda etsek, ömrümüzü de ona vakfetsek, zulümden zulüme de sürüklensek, ömrümüzün
nihayetine kadar şükran secdesinden de kalkmasak, bize yine ucuzdur...
Üstadımız sık sık der ki: Mesleğimiz müsbettir, menfî hareketten Kur'an bizi
men'ediyor.
Ey seyyid-i senedimiz! Ey ruhumuzun ruhu, kalbimizin kalbi, canımızın canı, cananımız,
sertâcımız, sevgili Üstadımız Efendimiz! Madem bize menfî harekete izin vermiyorsun.
Öyle ise biz de rahmet-i İlahiyeden niyaz ederek ahdediyoruz ki; din düşmanlığı
ile Üstadımıza zulmeden o gaddar, insafsız zalimlerden intikamımızı şöylece alacağız:
Risale-i Nur'u ölünceye kadar mütemadiyen okuyacağız ve neşrinde sebat ve sadakatla
hizmet edeceğiz. Onu altun mürekkeblerle yazacağız inşâallah...
Üniversite Nur Talebeleri