Tip:
Highlight text to annotate it
X
Çeviri: Abdullah OSKAY Gözden geçirme: Meric Aydonat
Küçük Billy okula gider,
sırasına oturur ve öğretmen sorar:
"Senin baban ne iş yapar?"
Küçük Billy cevap verir:
"Bir esrarkeş kahvehanesinde piyano çalar"
Bunun üzerine öğretmen Billy'nin ailesini arar ve şöyle der:
"Bugün küçük Billy'nin hakkınızda söyledikleri karşısında şoke oldum.
Sizin bir esrarkeş kahvehanesinde
piyano çaldığınızı söyledi."
Baba cevap verir: "Evet doğru. Yalan söyledim.
Bunun için çok üzgünüm. Fakat sekiz yaşındaki bir çocuğa
babasının bir politikacı olduğunu nasıl söyleyebilirdim ki?" (Gülüşmeler)
Şimdi ben, karşınızda duran bir politikacı olarak
ya da rasgele bir yabancıyla dünyanın herhangi bir yerinde karşılaştığımda,
mesleğimin doğasını anlattığımda
bana, sanki ben bir yılan, bir maymun ve bir iguana
karışımı biriymişim gibi bakıyorlar.
Ve ben bütün bunlardan dolayı şunu hissediyorum:
Bir şeyler yanlış gidiyor.
Dört yüz yıldan beri olgunlaşan demokrasi
ve Parlamento'daki meslektaşlarım -ki bu insanlar
tek tek incelediğimde bana epey etkileyici, eğitimli
enerjik, bilgili insanlar olarak görünüyorlar -
derin mi derin bir hayal kırıklığı demek oluyor.
Şu an, benim Parlamento'daki arkadaşlarım arasında
aile hekimleri, işadamları, profesörler,
seçkin ekonomistler, tarihçiler, yazarlar,
albaydan, alaydaki çavuşa kadar ordu mensupları var.
Fakat bunların hepsi, ben de dahil, bu tipsiz garip
insan heykellerinin altından geçtiğimizde, sonunda
bu kişilerin toplamından daha az bir şeye dönüştüğümüzü hissediyorum ve
ciddi manada "azaldığımızı" hissediyorum.
Ve bu sadece İngiltere'ye has bir sorun değil.
Bu gelişen dünyada da olan bir problem,
orta gelirli ülkelerde de. Mesela Jamaika,
Jamaikalı Parlemento üyelerine bir bakın,
onlara bakıyorsunuz, genellikle bu insanlar
Rodos Bilimadamları, Harvard'da, Princeton'da okumuş insanlar.
Ama Kingston'ın şehir merkezine bir gidin,
karşınızda herhangi orta gelir düzeyindeki ülkede görebileceğiniz
en bunaltıcı yerlerden birini bulacaksınız.
Yarı terkedilmiş, yanmış binaların olduğu
kasvetli, bunaltıcı bir yer.
Ve bu 30 yıldır böyle. Başkanlık, 1979 - 1980'de
bir Rodos Bilimadamı'nın oğlu ve bir kraliyet hukukçusu (Q.C) olan
Jamaikalı bir liderden, Harvard'da ekonomi doktorası yapmış
birisine geçmiş.
Ve o dönemde, sokaklarda 800'den fazla insan
uyuşturucuyla alakalı olaylardan öldü.
Bununla birlikte, 10 sene önce, demokrasi olağanüstü
umut verici gibi görünüyordu. George W. Bush kalktı
ve 2003'teki Ulusa Sesleniş konuşmasında dedi ki
demokrasi dünyadaki birçok hastalığı yenebilecek
bir güçtür. Sonra da ekledi:
demokratik hükümetler kendi halklarına ve komşularına
saygı duyuyuyorlar ve bu özgürlük barışı getirecek.
Seçkin akademisyenlerse şunu iddia ediyorlardı:
Demokrasiler beraberlerinde inanılmaz yararlar getiriyorlar.
Refah, güvenlik,
mezhepçi kavgaların üstesinden gelme gücü getiriyorlar,
devletlerin tekrar terörist yatağı olmasını engelliyorlar.
O zamandan beri, ne oldu?
Yani, Irak ve Afganistan gibi yerlerde demokratik
hükümet sistemlerinin kurulduğunu gördük,
ama hiçbiri bu sayılanları getirmedi.
Mesela Afganistan'da sadece bir veya iki değil,
tam üç seçim gördük. Hem başkanlık, hem de
parlamento seçimleriydi bunlar: Sonuç?
Yeşeren bir sivil toplum, hukukun üstünlüğü ve güvenlik var mı?
Hayır. Afganistan'da olan şey,
zayıf ve kokuşmuş bir hukuk sistemi,
büyük oranda etkisiz ve sınırlı sivil toplum,
ayakları üzerine doğrulmaya başlayan bir medya,
fakat hiç benimsenmeyen, yolsuzluğun içine bodoslamasına
dalmış bir hükümet, şoke edici bir güvenlik,
berbat bir güvenlik.
Pakistan'da ve Sahra-Altı Afrikanın birçok kısmında
yine böyle kokuşmuş hükümetler,
tehlikeli ve istikrarsız ülkelerle
birlikte yürüyen demokrasiyi ve seçimleri görebilirsiniz.
Ve insanlarla diyaloğa girdiğimde, hatırlıyorum,
mesela Irak'taki bir toplulukla olan bir
diyalog sırasında
hemen orada gördüğümüz ayaklanmanın, il meclisi binasını
alt üst eden büyük bir kalabalıktı,
yeni demokrasinin bir alameti olup olmadığı soruldu.
Aynı şekilde, gittiğim gelişmekte olan veya yarı gelişmiş ülkelerde
yukarıdaki çıkarımların bir dereceye kadar
doğru olduğunu görüyordum.
Peki cevap ne olmalıydı?
Cevap sadece demokrasiyi yayma fikrini bırakmak mı olmalıydı?
Elbette hayır. Bu durum Irak ve Afganistan'da giriştiğimiz
operasyonlar gibi mücadelelere girmemizi gerektirirdi ki,
bu da kendimizi demokrasiyi empoze etme
fikrimizden bambaşka
bir durumda bulmamıza
neden olabilirdi.
Bunun dışındaki her şey bizim değerlerimize ters düşerdi.
Çıkarlarımıza ters düşerdi. Temsil ettiğimiz insanların
isteklerine ters düşerdi.
Irak'ta örneğin, şunu net hatırlıyorum: Demokrasiyi biraz ertelesek
çok iyi olur.
Bosna'da mesela seçimleri erken yapıp ülkede sekter şiddeti ve
radikal partileri yaygınlaştırdığımız
hissine kapıldığımı hatırlıyorum.
Irak'ta mesela 2003 yılında seçimlerin 2 yıl
ertelenmesine karar verildi. Haydi seçmeni eğitelim. Haydi
demokratişleşmeye yatırım yapalım dendi.
Sonuç ise kalabalık bir insan güruhunun,
- bu fotoğraf Libya'da çekildi. Hoş durum aynıydı.-
"Seçim Şimdi Hemen" diye ofisimin hemen yanında
bağırdıklarını görüyordum.
Dışarı çıktım ve kalabalığa şöyle seslendim:
"Geçici Kent Konseyinda yanlış giden birşeyler mi var?
Bizim seçtiğimiz adamlardaki sorun ne?
Bir Sünni şeyhi, bir Şii şeyhi,
yedi tane de, büyük kabilelerden lider var.
Hristiyanı var, Sabyanı var. Kadın temsilciler var.
Seçtiğimiz konseyde her partiden ve türden adam var.
Öyleyse bizim seçtiklerimizde sıkıntı ne?"
El cevap: "Sorun sizin seçtiğiniz insanlarda değil.
Sizin seçmenizde."
Afganistan'ın en ücra köşelerinde bile
yöneticilerini seçmek istemeyen bir Allah'ın kuluyla
karşılaşmadım.
En ücra topluluklarda bile, oy hakkı istemeyen
bir köylüye rastlamadım.
O zaman şunu kabul etmemiz lazım:
şüpheli istatistiklere rağmen,
halkın yüzde 84'unun İngiliz politikacılarına inanılmaz kırgınlığına rağmen,
Irak'ta 2003'te yaptığımız ve insanlara hangi siyasi sistemi istiyorsunuz diye sorduğumuz ve
Iraklıların yüzde 7'sinin Amerika'nınkini,
yüzde 5'inin Fransa'nınkini,
yüzde 3'unun İngiltere'ninkini
deyip, yüzde 40'inin ise
demokratik olmayan ama gönenç içindeki
küçük bir kraliyet olan
Dubai'ninki cevabını vermesine rağmen,
demokrasi yine de
uğruna mücadele edilecek bir değerdir. Bunun içinse ihtiyacımız olan
şey demokrasiyi araçsallaştıran zırvalıklardan uzaklaşmaktır.
İhtiyacımız olan şey, "Demokrasi getirdiği
tonla faydadan dolayı gereklidir." yaklaşımından kaçınmak.
Aynı şekilde, "İnsan hakları getirdiği tonla
faydadan dolayı gereklidir." yaklaşımından kaçınmaktır.
Yine kaçınmalıyız ki, "Kadın hakları getirdiği tonla fayda için gereklidir."
Neden bu argümanları bırakmalıyız?
Çünkü bu argümanlar çok tehlikeli. Mesela işkence
istihbarat toplamada yanlış istihbarata yol açıyor dersek,
veya kadın haklarına ihtiyacımız var çünkü kadın emeği
ekonomik büyümeyi ikiye çarpacak güçtür dediğinizde,
Kuzey Kore dönüp de,
"Biz işkenceyle güzel istihbarat topluyoruz.
İşimize yarıyor."
dediğinde
veya Suudi Arabistan
"Ben ekonomik büyümemden memnunum.
Hatta seninkini çarpar." dediğinde
kendimizi çok zayıf bir pozisyonda buluruz.
Demokrasi konusunda mesele demokrasiyi araçsallaştırmak değil.
Demokrasi konusunda mesele araçsal olarak ne getireceği değil.
Demokrasi konusunda mesele meşru, verimli, hukukun
üstünlüğüne dayalı bir yönetim biçimini getirmesi değil.
Demokrasi konusunda mesele iç ve dış barışı getirecek olması değil.
Demokrasi konusunda meselemiz şu olmalı: "Demokrasi içseldir."
Demokrasi önemlidir çünkü eşitlik fikrini içinde taşır.
Özgürlük fikrini içinde taşır. Bireyin birey olmasından dolayı
kutsallığı fikrini içinde taşır. Her bireyin eşit oyu olduğu ve bu
eşit oyla kendini yöneten hükümeti
oluşturabileceği fikrini içinde taşır.
Demokrasiyi yeniden muzaffer bir edaya büründürmek istiyorsak,
demokrasiye yeniden hayat vermek istiyorsak, yeni bir demokrasi projesinin içine halkla ve siyasetçilerle
girmeye ihtiyacımız var.
Demokrasi sadece oluşturulmuş yapılar demek değil.
Bir yaşam biçimi ve zihne sindirme durumu.
Bunun bir parçası da dürüstlük.
Burada size attığım nutuktan sonra, bir radyo programına katılacağım. Programın adı da: "Soru Var mı?"
bir şeyin farkına varın. Bu tür programlarda
politikacılar asla ve asla
sorulan sorulara cevap vermez. Cevabı da bilmez.
Önemli de değildir bu.
Çocuk kredileri hakkında sorun, Güney Antartika'nın geleceği hakkında sorun,
Chongqing bölgesindeki
karbon salimininin sürdürülebilir
kalkınmaya sekte vurup vurmayacağı hakkında sorun,
Hepsi için cevabımız hazır.
Artık buna son vermenin zamanı geldi.
Her şeyi bilen yaratıklar gibi davranmayı politikacılar olarak bırakmalıyız artık.
Politikacılar şunu artık öğrenmeli: Ara sıra da olsa,
seçmenlerin bazı kesin istekleri ve
seçmenlere verilmiş bazı kesin sözler
belki de
yerine getiremeyeceğimiz sözlerdir.
İkinci öğrenmemiz gerekense,
halkımızın dahi olduğu.
Halklarımız hiçbir zaman bu kadar eğitimli, bu kadar enerjik,
bu kadar sağlıklı, bu kadar çok bilen, umursayan
bu kadar çok isteyen olmadı.
Bu bir yerel zekadir.
Ziyafet salonlarından ve
kraliyet tahtından ve süslü tavanlarından
inmemizin
bir nedeni de bu.
Bütün oyun artık bu sahnede oynanıyor.
İngiltere Kralı'nın kafasının uçurulduğu,
benim bulunduğum yerlerde.
Gitgide halkın enerjisine doğru yol almak zorundayız.
Ve buna ziyadesiyle ihtiyacımız var.
Bu belki farklı ülkelerde farklı anlamlara gelebilir ama,
İngiltere'de bu
Fransıza bakıp, Fransızca öğrenmek demek.
Fransız Komün sistemindeki gibi
doğrudan seçilen belediye başkanları demek.
Afganistan'daysa bu, büyük başkanlık seçimlerine veya
parlamento seçimlerine odaklanmaktansa,
Afgan Anayasası'nda ne yazıyorsa ona odaklanmaktır.
Taa en başından, ki bu seçim bölgesi düzeyinde kasabanın .
yöneticisini seçmek kadar küçük adımlarla olabilir
Fakat tüm bu söylediklerimi etkili bir şekilde çalıştırabilmek için,
dürüstçe söylemek gerekirse,
yerel demokrasi sadece politikacıların becerebileceği birşey değil.
Bu vatandaşların becerebileceği birşey.
Politikacılar adına dürüst olmak gerekirse, kamuoyu onların dürüst olmasını bekliyor.
Medyanın, ki halkla politikacı arasındaki bağdır,
politikacıların dürüst olmalarına izin vermesini ihtiyacımız var.
Eğer yerel demokrasi yeşerteceksek, bu tamamiyle
vatandaşların aktif ve bilgiyle donanmış bir şekilde katılımıyla olacaktır.
Başka bir deyişle, eğer demokrasiyi yeniden muzaffer ve aktif
katılımlı bir hale getirmek istiyorsak,
sadece halkın politikacılara
güvenmesini beklememeliyiz.
Politikacıların da halka güvenmeyi öğrenmesini sağlamalıyız.
Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (Alkış)