Tip:
Highlight text to annotate it
X
Çeviri: Onat Atayer Gözden geçirme: Ekin Özçelik
İşte size aileler hakkında güzel bir haber.
Geçtiğimiz 50 yıl aile olmanın anlamı açısından
bir devrime şahit oldu.
Karışık aileler var, evlat edinmiş aileler var
ayrı evlerde yaşayan çekirdek aileler olduğu gibi
aynı evde yaşayan boşanmış aileler var.
Fakat bununla beraber, aileler güçlenerek büyüdü.
10 kişiden 8'i bugün sahip oldukları ailelerinin
içinde büyüdükleri aileleri kadar ya da daha güçlü olduğunu söylüyor.
Şimdi de size kötü bir haber.
Neredeyse herkes aile hayatının kaosundan
dolayı bunalmış durumda.
Ben dahil tanıdığım her ebeveyn,
sürekli savunmayı oynuyoruz gibi hissediyor.
Çocuklarımız diş dökmeyi bitirir bitirmez öfke nöbetleri geçiriyorlar.
Bizim yardımımız olmadan banyo yapmaya başladıklarında
Internet tacizciliği ya da zorbalık konusunda yardıma ihtiyaç duyuyorlar.
Tüm bu haberlerin en kötüsü ise,
çocuklarımızın, bizim kontrolü kaybettiğimizi düşünmeleri.
Aile ve Çalışma Enstitüsü'nden Ellen Galinsky
1000 çocuğa "Anne ve babanla ilgili bir dilek tutman
istenseydi, ne dilerdin?" diye sordu.
Ebeveynler çocuklarının onlarla daha fazla zaman
geçirmeyi dilemiş olacaklarını düşündü.
Yanıldılar. Çocukların ilk sıradaki dilekleri ne miydi?
Ebeveynlerinin daha az yorgun ve stresli olmaları.
Bu gidişatı nasıl değiştirebiliriz?
Stresi azaltacak,
ailemizi daha çok yakınlaştıracak
ve çocuklarımızı dünyaya katılmaya hazırlayacak somut şeyler var mı?
Ben son birkaç yılımı bu soruyu cevaplamak adına
seyahat ederek, ailelerle tanışarak, eğitimcilerle konuşarak
seçkin barış müzakerecilerinden tutun da
Warren Buffet'in bankacılarına ve Yeşil Bereliler'e varana kadar birçok uzmanla geçirdim.
Mutlu ailelerin neyi doğru yaptığını
ve kendi ailemi mutlu edebilmek için öğrenebileceklerimi çözmeye çalışıyordum.
Tanıştığım bir aileden,
ve bunların neden bu konuda ipuçları sunduğundan size bahsetmek istiyorum.
Idaho, Hidden Springs'te bir Pazar akşam 7'de,
Starr ailesinin altı üyesi
haftalarının ilginç olaylarını aile toplantılarında tartışıyorlar.
Starr ailesi, sıradan Amerikan aile problemleri
olan sıradan bir Amerikan ailesi.
David, yazılım mühendisi. Eleanor, ailesinin yaşları
10-15 arasındaki dört çocuğuna bakıyor.
Çocuklardan biri şehrin öbür ucunda matematik dersi veriyor.
Diğeri şehre yakın bir yerde lakros oynuyor.
Biri Asperger sendromlu. Bir diğerininse Hiperaktivite sorunu (ADHD) var.
'Büyük bir kaosun içerisinde yaşıyorduk', diyordu Eleanor.
Buna rağmen, sonrasında, Starrların yapmış olduğu şey şaşırtıcıydı,
Arkadaşlarına ya da akrabalarına danışmak yerine,
David'in çalışma yerine odaklandılar.
Agile geliştirme adında en son teknoloji ürünü olan,
Japonya'daki imalatçılardan
Silikon Vadisi'ndeki yeni kurulan şirketlere kadar yayılmakta olan bir program üzerine yoğunlaştılar.
Agile geliştirmede, çalışanlar küçük gruplara ayrılıyor
ve çok kısa zaman dilimlerinde işlerini yapıyorlar.
Yani yöneticilere büyük duyurular yaptırmak yerine,
takım kendi kendini yönetiyor aslında.
Sürekli geri dönüş alıyorsunuz. Günlük güncelleme seanslarınız var.
Haftalık değerlendirmeniz var. Sürekli değişiyorsunuz.
David, bu sistemi evlerine getirdiklerinde,
aile toplantılarının özellikle iletişimi arttırdığını,
stresi azalttığını ve bunun herkesi
ailenin bir parçası yaptığı için mutlu ettiğini söyledi.
Ben ve eşim bu aile toplantılarını ve diğer teknikleri
o zaman beş yaşında olan ikiz kızlarımızın hayatlarına dahil ettiğimizde bu
kızlarımızın doğumundan bu yana yaptığımız en büyük değişiklik oldu.
Bu toplantılar bu etkiyi
20 dakikadan az sürse de yarattılar.
O zaman nedir bu 'Agile', çok değişik gibi
gözüken, aile gibi bir konuda bile niçin yardımcı olabilir ?
1983 yılında, Jeff Sutherland
İngiltere'de bir finans şirketinde teknolojist olarak çalışıyordu.
Yazılımların nasıl dizayn edildiği konusunda büyük hayal kırıklıkları yaşıyordu.
Şirketler, waterfall denen üst düzey yöneticilerin
emirlerini hiyerarşik yapı içinde
alt kademedeki programcılara doğru
onlara hiç danışmadan aktardıkları bir metodu takip ediyorlardı.
Projelerin yüzde seksenüçü başarısız oldu.
Tamamlandıklarında ya çok şişirilmiş oluyorlardı ya da
güncelliklerini kaybediyorlardı.
Sutherland fikirlerin sadece yukarıdan aşağıya
değil aynı zamanda aşağıdan yukarıya da yönlenebileceği
ve de gerçek zamanlı olarak ayarlanabileceği bir sistem yaratmak istiyordu.
Harvard Business Review'ın 30 yıllık makalelerini okudu
ta ki 1986 yılında
'Yepyeni Ürün Geliştirme Oyunu' adlı bir makaleye rastlayana kadar.
Makalede iş hayatının hızının arttığından
-- bu arada yıl 1986 --
ve de en başarılı şirkletlerin esnek olanlar olduğundan bahsediliyordu.
Toyota ve Canon'un altını çiziyordu
ve onların sıkı sıkıya bağlı ekiplerini rugby oynarken kenetlenen oyunculara benzetti.
Sutherland'ın bana söylediği gibi, bu makaleyi anladık
ve 'İşte budur' dedik.
Sutherland'ın sisteminde şirketler,
iki yıl süren çok büyük projeleri kullanmıyorlar.
İşleri küçük parçalara bölerek hallediyorlar.
Hiçbirşey iki haftadan uzun sürmüyor.
Bu sayede, 'Arkadaşlar, gidin şu sığınağa girin
ve geri döndüğünüzde elinizde bir cep telefonu veya sosyal bir ağ olsun' demek yerine
' Gidin, tek bir öğe üzerinde çalışın
sonra getirin onu, konuşalım onun üzerinde. Adapte edelim beraberce' diyorsunuz.
Çok kısa sürede başarıyorsunuz ya da başaramıyorsunuz.
Bugün, agile yüzlerce ülkede kullanılıyor
ve de yönetimlerin içine giriyor.
Kaçınılmaz bir şekilde, insanlar bu tekniklerden bazılarını kullanmaya
ve de ailelerine uygulamaya başladılar.
Ortaya çıkan bloglar, yazılan el kitapçıkları oldu.
Hatta Sutherlands bana,
'Agile Şükran Günü' kutlaması yaparken,
yemekleri hazırlamakla,
masayı hazırlamakla ve de misafirleri karşılamakla uğraşan bir grup insandan bahsetti.
Sutherlands bunun o güne kadar ki en iyi Şükran Günü olduğundan söz etti.
Şimdi, ailelerin karşılaştıkları bir sorunu,
çılgın sabahları, ele alıp agile'ın nasıl yardım edebileceğinden konusaşlım.
Önemli bir konu da sorumluluk,
ekipler bilgi radyatörlerini,
herkesin sorumluluklarının yazdığı kocaman tahtaları kullanılıyor.
Böylece Starr'lar, bunu evlerine adapte ederek,
her çocuğun bitirmesi gereken işlerin içinde olunduğu
bir sabah listesi hazırladılar.
Bir sabah onları ziyarete gittiğimde, Eleanor aşağıya indi,
kendisine bir fincan kahve koydu, sallanan bir sandalyeye oturdu,
ve otururken
sıcak bir şekilde karşıladığı çocukları
tek tek aşağıya indiler,
listeyi gözden geçirdiler, kendilerine kahvaltı hazırladılar,
listeyi tekrar gözden geçirdiler, tabakları bulaşık makinesine yerleştirdiler,
yeniden listeyi incelediler, hayvanları beslediler ya da ne işleri varsa onu yaptılar,
bir kez daha incelediler listeyi, eşyalarını topladılar
ve otobüslerine doğru yola koyuldular.
Bugüne kadar görmüş olduğum en şaşırtıcı aile dinamiklerinden bir tanesiydi.
Ve ben bunun bizim evde asla işe yaramayacağını,
bizim çocuklarımızın çok daha fazla gözlenmeye ihtiyaçları olduğunu şiddetle savunurken
Eleanor bana baktı.
'Bende böyle düşünüyordum', dedi.
David'e, 'İşini mutfağımdan uzak tut' dedim.
Ama yanıldım.
Sonra David'e döndüm ve sordum: 'Peki niye işe yarıyor ?'
Bana, ' Bunu yapmanın gücünü küçümseyemezsin' dedi.
Ve bir onaylama işareti yaptı.
Dedi ki :' İşyerlerinde yetişkinler buna bayılıyorlar.
Çocuklara göreyse bundan daha iyisi olamaz.'
Evimize sabah kontrol listesi oluşturduğumuz o hafta
aile içindeki bağırmalarımız yarı yarıya azaldı. (Gülüşmeler)
Ama gerçek değişiklik aile toplantılarımızı başlatana kadar olmadı.
Agile metodunu izleyerek üç soru soruyoruz:
Bu hafta ailemizde ne yolunda gitti,
ne yolunda gitmedi, ve önümüzdeki hafta neyin üzerinde çalışma konusunda anlaşacağız ?
Herkes ortaya teklifler getiriyor
ve biz onların arasından üzerine odaklanacağımız iki tanesini seçiyoruz.
Ve birden kızlarımızın ağzından en inanılmaz şeyler dökülmeye başladı.
Bu hafta ne yolunda gitti ?
Bisiklete binme korkumuzu yenmek. Yataklarımızı yapmak.
Ne yolunda gitmedi ? Matematik kağıtlarımız,
veya kapıda misafirleri karşılamak.
Birçok aile gibi, bizim çocuklarımız da Bermuda Şeytan Üçgeni gibiler.
Yani, düşünceler ve fikirler içeri girer, ama dışarı hiçbirşey çıkmaz.
Demek istediğim en azından onları açığa vuran hiçbirşey.
Bu bize onların en derin düşüncelerine ulaşabilme imkanı verdi.
En şaşırtıcı kısmıysa
önümüzdeki hafta ne üzerinde çalışmalıyız sorusu oldu.
Bildiğiniz gibi, agile'ın en anahtar fikri
ekiplerin temelde kendi kendilerini yönetiyor olmaları,
ve bu yazılım konusunda işe yarıyor ve gözüktüğü kadarıyla çocuklarla da işe yarıyor.
Çocuklarımız bu süreci çok seviyorlar.
Öyle ki bu fikirlerle ortaya çıkıyorlar.
Yani, bu hafta kapıda beş misafiri karşılayın,
yatmadan önce fazladan 10 dakika kitap okuyun.
Birisine tekme atın, bir ay tatlı yemeyin.
Bu arada, öyle gözüküyor ki kızlarımız küçük Stalin gibiler.
Onları sürekli olarak, bir şekilde yatışırmamız gerekiyor.
Bakın, doğal olarak
onların bu toplantılardaki tavırlarıyla haftanın geri kalanındaki davranışları arasında bir fark var,
ama bu gerçek bizi hiç de rahatsız etmedi.
Sanki, onların dünyalarını önümüzdeki gelecek yıllara
kadar aydınlatmayacak olan o yeraltı kablolarını döşüyormuş gibi hissettik.
Üç sene sonra -- kızlarımız şu anda sekiz yaşındalar --
bu toplantılarımız hala sürüyor.
Eşim bir anne olarak onları hayatının en değerli anları olarak görüyor.
Öyleyse ne öğrendik ?
Kelime olarak 'agile' sözlüklere 2001 yılında
Jeff Sutherland ve bir grup tasarımcı
Utah'da buluştuklarında ve 12-maddeli Agile Manifesto'yu yazdıklarında girdi.
Sanırım zaman 'Agile Aile Manifesto' su için uygun.
Starr'lardan ve karşılaştığım başka birçok aileden bazı fikirler edindim.
Üç önemli madde öneriyorum.
Madde bir: Her zaman adapte edin.
Biliyor musunuz, bir ebeveyn olduğumda neyi uygulamaya koydum ?
Birkaç kural koyacağız ve onlara bağlı kalacağız.
Bu, anne-baba olarak, bizim ortaya çıkacak her türlü sorunu önceden görebileceğimizi varsayar.
Mümkün değil. Agile sistem'de harika olan
sizin bir değişim sistemi yaratarak
gerçek zamanda size olanlara tepki gösterebiliyor olmanızdır.
Tıpkı Internet dünyasında söyledikleri gibi:
eğer şu anda da altı ay önce yaptığınızı yapıyorsanız
yanlış şeyi yapıyorsunuz.
Anne-babalar bundan çok şeyler öğrenebilirler.
Ama benim için, 'her zaman adapte edin' çok daha derin bir anlam da içeriyor.
Ebeveynleri,
evde deneyebileceğimiz fikirlerin,
sadece psikologlardan veya kendi kendine yardım gurularından
ya da başka aile uzmanlarından gelebileceği saplantısından kurtarmalıyız.
Gerçek ise, onların fikirlerinin bayatladığı,
bunun yanında diğer tüm dünyalarda grupları ve ekipleri daha etkin çalıştıran
bu yeni fikirlerin olduğudur.
Hemen birkaç örnek alalım.
Herkes için büyük bir olay olan konuyu alalım : aile ile yenen akşam yemeği.
Herkes bilir ki çocuklarla yenen akşam yemeği
çocuklar için iyidir.
Ama çoğumuz için, hayatlarımızda bu böyle olmaz.
New Orleans'da meşhur bir aşçı ile karşılaştım.
'Sorun değil, aile yemeğimizin saatini kaydırırım.
Evde değilsem, akşam yemeği yiyemeyeceksek,
aile kahvaltısı yaparız bizde. Yatmadan önce biraz atıştırırken bir araya geliriz o zaman.
Pazar öğünlerini daha önemli bir hale getiririz.'' dedi bana.
Gerçek şu ki, son araştırmalar onu destekliyor.
Gözlenen o ki herhangi bir aile yemeğinde
verimli olunan sadece 10 dakika var.
Geri kalan zaman 'dirseklerini masadan indir' veya 'ketçapı verir misin' şeklinde geçiyor.
Bu 10 dakikayı alıp
günün herhangi bir anına taşıyıp aynı kazancı sağlayabilirsiniz.
Öyleyse akşam yemeğinin zamanını değiştirin. Bu adaptasyondur.
Bir çevre psikoloğu bana,
'Eğer esnemeyen bir yüzeyde sert bir sandalyede oturuyorsan,
sende esnekliğini kaybedersin.
Eğer şiltesi olan bir sandalyede oturuyorsan, daha açık olursun', demişti.
Aynı zamanda da, 'Çocuklarını disipline ederken,
dimdik ama altında şiltesi olan bir sandalyeye otur.
Konuşmanız çok daha iyi geçecektir.' diye de eklemişti.
Eşim ve ben zorlu konuşmalar için oturduğumuz yerleri değiştirdik
çünkü ben daha yüksekte 'güç bende' pozisyonunda oturuyordum.
Öyleyse siz de yerinizi değiştirin. Bu adaptasyondur.
Önemli olan nokta, bu yeni fikirlerin orada olduğu.
Onları ailelerle birleştirmeliyiz.
O zaman madde bir : Her zaman adapte olun.
Esnek olun, açık fikirli olun, bırakın en iyi fikirler kazansın.
Madde iki : Çocuklarınızı yetkilendirin.
Ebeveynler olarak içgüdümüz çocuklarımıza emir vermemizi söyler.
Kolaydır, ve de açıkçası, genelde haklıyızdır.
Zaman içinde, birkaç sistemin aileden daha çok
'waterfall' olmasının bir sebebi vardır.
Ancak öğrendiğimiz basit ama en önemli ders ise
'waterfall' yaklaşımını mümkün olduğunca tersine çevirmektir.
Çocuklarınızın kendi kendilerine yetişmelerine imkan tanıyın.
Dün, aile toplantımızı yapıyorduk,
ve 'aşırı tepki' konusunda oylama yapmıştık.
Dedik ki, ' Tamam, bize bir ödül bir de ceza verin. Oldu mu ?'
Kızlarımdan bir tanesi haftada yalnızca beş dakikalık 'aşırı tepki' fikrini ortaya attı.
Fikri oldukça beğendik.
Ama sonrasında kızkardeşi sistemi çalıştırmaya başladı.
Dedi ki, ' Bir kereye mahsus beş dakikalık bir aşırı tepki hakkım mı olacak
yoksa 10 kez 30 saniyelik aşırı tepki hakkım da olabilir mi ?'
Bayıldım buna. Zamanı nasıl istiyorsan öyle harca.
Şimdi de bize bir ceza verin. Tamam.
15 dakikalık aşırı tepki vermek limitimiz olsun.
Onun üzerindeki herbir dakika için, bir şınav çekelim.
Gördüğünüz gibi, işe yarıyor. Bakın, sistem gevşek değil.
Ailelerin otoritesi fazlasıyla var.
Ama biz onlara bağımsız olma pratiğini veriyoruz,
esas amacımız da bu.
Bu gece buraya gelmeden önce
kızlarımdan bir tanesi bağırmaya başladı.
Diğeri ise, 'Çok tepki veriyorsun ! Çok tepki veriyorsun !' dedi
ve saymaya başladı, 10 saniye sonra bağırması kesilmişti.
Benim için bu onaylanmış bir agile mucizesiydi.
(Gülüşmeler) (Alkış)
Bu arada, araştırmalar da bunun böyle olduğunu söylüyor.
Kendi hedeflerini belirleyen, haftalık programlarını yapan,
kendi çalışmalarını değerlendirebilen çocuklar beyinlerinin ön kortekslerini geliştiriyor
ve hayatlarını daha iyi kontrol edebiliiyorlar.
Esas nokta, çocuklarımıza kendi konumlarında başarılı olmaları için izin vermeliyiz,
ve de tabii ki, ara sıra, başarısız olmaları için de...
Warren Buffet'in bankacısıyla konuşuyordum,
ve bana çocuklarıma kendi ödeneklerinden
hata yapmalarına izin vermediğim için söyleniyordu.
'Ya bir hendeğe doğru sürerlerse ?' dedim.
'6 $ lık bir ödenekle bir hendeğe sürmek
60.000 $ lık yıllık gelirle
ya da 6 milyon $ lık bir mirasla hendeğe sürmekten çok daha iyidir' dedi.
Yani esas olan çocuklarınızı yetkilendirmeniz...
Madde üç: Hikayenizi anlatın.
Adaptasyon güzel bir şey, ama kökene de inmemiz lazım.
'İyi'den Mükemmel Şirkete' kitabının yazarı Jim Collins bana
başarılı olan her çeşit insan organizasyonunun
ortak iki noktasının olduğundan bahsetti:
temel yapıyı korumaları, ilerlemeyi teşvik etmeleri.
O yüzden de agile teşvik edici ilerleme için mükemmel,
ama temel yapıyı korumanız gerektiğini de tekrar tekrar duymaya devam ettim.
O zaman nasıl yaparsınız bunu ?
Collins bize bu konuda
şirketlerin yaptığı birşey olan, görev belirleme
ve temel değerleri tanımlama konusunda koçluk yaptı.
Yani, bizi bir aile görev tanımı yaratabilmemiz için izlememiz gereken süreç konusunda yönlendirdi.
Bir kurumun çalışanları için düzenlediği seminerin ailesel karşılığını yaptık.
Bir pijama partisi düzenledik.
Ben mısır patlattım. Aslında bir tanesini yaktım, o yüzden iki tane yaptım.
Eşim bir yazı tahtası aldı.
Ve o harika konuşmayı yaptık, yani, bizim için önemli olan nedir ?
Hangi değerlere daha çok bağlıyız ?
Ve 10 cümle ile sonlandırdık.
Biz yolcuyuz, turist değil.
İkilemleri sevmeyiz. Çözümleri severiz.
Yine, araştırma gösteriyor ki anne babalar
neyi yanlış yaptıkları konusundaki endişelerine daha az vakit harcayıp
neyi doğru yaptıklarına odaklanmalılar,
kötü anları daha az endişe edip iyi anlar inşa etmeliler.
Aile görev tanımı neyi doğru yaptığınızı tanımlama
açısından harika bir yöntem.
Birkaç hafta sonra, okuldan bir telefon geldi.
Kızlarımızdan bir tanesi bir ağız dalaşına girmiş.
Bir anda bayağı bir endişelendik acaba bizim huysuz bir kızımız mı var diye.
Ve de ne yapacagımızı bilemedik,
sonrasında onu çalışma odama çağırdık.
Aile görev tanımımız duvarda asılıydı,
ve eşim, 'Orada gördüklerinden uygun olanı var mı ?' diye sordu.
Kızım listenin altına doğru baktı ve,
'Herkesi bir araya getirmek ?' dedi.
Bir anda konuya giriverdik.
Hikayenizi anlatmanın başka harika bir yolu da
çocuklarınıza onların nereden geldiklerini anlatmaktan geçer.
Emory'deki araştırmacılar çocuklara basit bir
'ne biliyorsunuz' testi uyguladılar.
Büyükanne ve büyükbabanızın nerede doğduklarını biliyor musunuz ?
Anne ve babanızın liseye nerede gittiklerini biliyor musunuz ?
Ailenizde tanıdığınız
bir hastalık gibi zor bir durumla karşılaşan ama onun üstesinden gelen birisi var mı ?
Bu testte 'biliyor musun' ölçüsüne göre en yüksek skoru elde eden çocuklar
kendilerine en yüksek özsaygısı olan ve hayatlarını kontrol etme konusunda daha fazla sezgiye sahip olanlardı.
'Biliyor musun' testi duygusal sağlık ve mutluluğun
tek ve en önemli belirleyici testiydi.
Bu çalışmanın yazarının bana söylediği gibi
geniş bir öykünün parçası olduğunu hisseden çocukların
kendilerine daha fazla güveni var.
Yani, son maddem: hikayenizi anlatın.
Ailenizin pozitif zamanlarının,
aynı zamanda da negatif anların nasıl üstesinden geldiğinizin hikayesini yeniden anlatın.
Eğer çocuklarınıza bu mutlu hikayeyi anlatırsanız,
onlara kendilerini daha da mutlu edecek aletleri de vermiş olursunuz.
'Anna Karenina' yı ilk okuduğumda delikanlıydım
ve onun meshur açılış cümlesini,
'Tüm mutlu aileler birbirinin aynısıdır.
Her mutsuz aile ise kendi yolunda mutsuzdur.'
ilk okuduğumda, 'Bu cümle çok anlamsız.
Tabii ki tüm mutlu aileler birbirinin aynısı değildir.' diye düşünmüştüm.
Ama bu projede çalışmaya başlayınca,
fikrimi değiştirmeye başladım.
En son öğretiler, ilk kez, bize
başarılı ailelerin sahip olduğu yapı bloklarını
tanımlamamıza izin verdi.
Bugün burada sadece üç tanesinden bahsettim:
Her zaman adapte edin, çocuklarınızı yetkilendirin, hikayenizi anlatın.
Bu kadar yıldan sonra Tolstoy'un haklı olduğunu söylemek mümkün müdür ?
Cevap, sanırım, evet olacak.
Leo Tolstoy beş yaşındayken
kardeşi Nikolay ona geldi
ve evrensel mutluluğun sırrını
ailesinin Rusya'daki sahip olduğu
bir vadide gizlediği yeşil bir sopanın üzerine kazıdığını söyledi.
Eğer bu sopa bulunabilirse, tüm insanoğlu mutlu olacaktır.
Tolstoy bu sopayı bulmak için kendini tüketti, ama onu hiçbir zaman bulamadı.
Gerçekten, onun gizlendiğini düşündüğü o vadiye gömülmeyi istedi.
Bugün hala orada yeşil çimlerle kaplı olarak yatıyor.
Bu hikaye benim için mükemmel bir şekilde
son öğrendiğim o dersi yakalıyor:
Mutluluk bizim bulduğumuz değil,
yarattığımız bir şeydir.
Başarılı organizasyonlara bakan hemen her kişi
yaklaşık aynı sonuca ulaşmıştır.
Büyüklük bir durum meselesi değildir.
Bir seçim meselesidir.
Büyük bir plana ihtiyacınız yok. Şelale('waterfall') metoduna ihtiyacınız yok.
Esas ihtiyacınız, küçük adımlar atmak,
küçük kazançlar elde etmek,
o yeşil sopaya ulaşmayı hedeflemek olmalı.
Sonunda, bu tüm derslerin en önemlisi olabilir.
Nedir başarılı bir ailenin sırrı ? Deneyin.
(Alkış)