Tip:
Highlight text to annotate it
X
Risale-i Nur Külliyatı Müellifi: Bediüzzaman Said Nursi
Sözler'den
Yirmiikinci Söz
[İki makamdır]
Birinci Makam
بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ
وَيَضْرِبُ اللّٰهُ اْلاَمْثَالَ لِلنَّاسِ لَعَلَّهُمْ
يَتَذَكَّرُونَ ٭ وَ تِلْكَ اْلاَمْثَالُ نَضْرِبُهَا
لِلنَّاسِ لَعَلَّهُمْ يَتَفَكَّرُونَ
Bir zaman iki adam, bir havuzda yıkandılar. Fevkalâde bir tesir altında kendilerinden
geçtiler. Gözlerini açtıkları vakit gördüler ki; acib bir âleme götürülmüşler. Öyle
bir âlem ki, kemal-i intizamından bir memleket hükmünde, belki bir şehir hükmünde, belki
bir saray hükmündedir. Kemal-i hayretlerinden etraflarına baktılar. Gördüler ki: Bir
cihette bakılsa azîm bir âlem görünüyor. Bir cihette bakılsa, muntazam bir memleket...
Bir cihette bakılsa, mükemmel bir şehir... Diğer bir cihette bakılsa, gayet muhteşem
bir âlemi içine almış bir saraydır. Şu acaib âlemde gezerek seyran ettiler. Gördüler
ki: Bir kısım mahluklar var; bir tarz ile konuşuyorlar, fakat bunlar onların dillerini
bilmiyorlar. Yalnız işaretlerinden anlaşılıyor ki, mühim işler görüyorlar ve ehemmiyetli
vazifeler yapıyorlar.
O iki adamdan birisi, arkadaşına dedi ki: "Şu acib âlemin elbette bir müdebbiri ve
şu muntazam memleketin bir mâliki, şu mükemmel şehrin bir sahibi, şu musanna' sarayın
bir ustası vardır. Biz çalışmalıyız, onu tanımalıyız. Çünki anlaşılıyor
ki, bizi buraya getiren odur. Onu tanımazsak kim bize meded verecek? Dillerini bilmediğimiz
ve onlar bizi dinlemedikleri şu âciz mahluklardan ne bekleyebiliriz? Hem koca bir âlemi bir
memleket suretinde, bir şehir tarzında, bir saray şeklinde yapan ve baştan başa
hârika şeylerle dolduran ve müzeyyenatın enva'ıyla tezyin eden ve ibretnüma mu'cizatlarla
donatan bir zât, elbette bizden ve buraya gelenlerden bir istediği vardır. Onu tanımalıyız.
Hem ne istediğini bilmekliğimiz lâzımdır."
Öteki adam dedi: "İnanmam, böyle bahsettiğin gibi bir zât bulunsun ve bütün bu âlemi
tek başıyla idare etsin."
Arkadaşı cevaben dedi ki: "Bunu tanımazsak, lâkayd kalsak, menfaati hiç yok; zararı
olsa pek azîmdir. Eğer tanımasına çalışsak, meşakkati pek hafiftir, menfaati olursa pek
azîmdir. Onun için ona karşı lâkayd kalmak, hiç kâr-ı akıl değildir."
O serseri adam dedi: "Ben bütün rahatımı, keyfimi; onu düşünmemekte görüyorum.
Hem böyle aklıma sığışmayan şeylerle uğraşmayacağım. Bütün bu işler, tesadüfî
ve karmakarışık işlerdir, kendi kendine dönüyor; benim neme lâzım."
Akıllı arkadaşı ona dedi: "Senin bu temerrüdün beni de, belki çokları da belaya atacaktır.
Bir edebsizin yüzünden, bazan olur ki, bir memleket harab olur."
Yine o serseri dönüp dedi ki: "Ya kat'iyyen bana isbat et ki; bu koca memleketin tek bir
mâliki, tek bir sâni'i vardır. Yahut bana ilişme."
Cevaben arkadaşı dedi: "Madem inadın divanelik derecesine çıkmış; o inadınla bizi ve
belki memleketi bir kahre giriftar edeceksin. Ben de sana oniki bürhan ile göstereceğim
ki: Bir saray gibi şu âlemin, bir şehir gibi şu memleketin, tek bir ustası vardır
ve o usta, herşeyi idare eden yalnız odur. Hiçbir cihette noksaniyeti yoktur. Bize görünmeyen
o usta, bizi ve herşeyi görür ve sözlerini işitir. Bütün işleri mu'cize ve hârikadır.
Bütün bu gördüğümüz ve dillerini bilmediğimiz şu mahluklar onun memurlarıdır."
Birinci Bürhan
Gel her tarafa bak, herşeye dikkat et! Bütün bu işler içinde gizli bir el işliyor. Çünki
{(Haşiye-1): Ağaçları başlarında taşıyan çekirdeklere işarettir.} bak, bir dirhem
kadar kuvveti olmayan bir çekirdek küçüklüğünde bir şey, binler batman yükü kaldırıyor.
Zerre kadar şuuru olmayan, {(Haşiye-2): Kendi kendine yükselmeyen ve meyvelerin sıkletine
dayanmayan üzüm çubukları gibi nazenin nebatatın, başka ağaçlara latif eller
atıp sarmalarına ve onlara yüklenmelerine işarettir.} gayet hakîmane işler görüyor.
Demek bunlar kendi kendilerine işlemiyorlar. Onları işlettiren gizli bir kudret sahibi
vardır. Eğer kendi başına olsa, bütün baştan başa bu gördüğümüz memlekette
her iş mu'cize, herşey mu'cizekâr bir hârika olmak lâzımgelir. Bu ise, bir safsatadır.
İkinci Bürhan
Gel bütün bu ovaları, bu meydanları, bu menzilleri süslendiren şeyler üstüne dikkat
et. Herbirisinde o gizli zâttan haber veren işler var. Âdeta herbiri birer turra, birer
sikke gibi, o gaybî zâttan haber veriyorlar. İşte gözünün önünde, bak; bir dirhem
pamuktan {(Haşiye-3): Tohuma işarettir. Meselâ: Zerre gibi bir afyon büzrü, bir
dirhem gibi bir zerdali nüvatı, bir kavun çekirdeği, nasıl çuhadan daha güzel dokunmuş
yapraklar, patiskadan daha beyaz ve sarı çiçekler, şekerlemeden daha tatlı ve köftelerden
ve konserve kutularından daha latif, daha leziz, daha şirin meyveleri hazine-i rahmetten
getiriyorlar, bize takdim ediyorlar.} ne yapıyor. Bak, kaç top çuha ve patiska ve çiçekli
kumaş çıktı. Bak, ondan ne kadar şekerlemeler, yuvarlak tatlı köfteler yapılıyor ki;
bizim gibi binler adam giyse ve yese, kâfi gelir. Hem de bak, bu demiri, toprağı, suyu,
kömürü, bakırı, gümüşü, altunu gaybî avucuna aldı, bir et parçası {(Haşiye-4):
Unsurlardan cism-i hayvanîyi halk ve nutfeden zîhayatı icad etmeye işarettir.} yaptı;
bak gör... İşte ey akılsız adam! Bu işler öyle bir zâta mahsustur ki; bütün bu memleket,
bütün eczasıyla onun mu'cize-i kuvveti altında duruyor, her arzusuna râm oluyor.
Üçüncü Bürhan
{(Haşiye-5): Hayvanlara ve insanlara işarettir. Zira hayvan, şu
âlemin küçük bir fihristesi ve mahiyet-i insaniye, şu kâinatın bir misal-i musaggarı
olduğundan; âdeta âlemde ne varsa, insanda nümunesi vardır.} Gel, bu müteharrik antika san'atlarına bak! Herbirisi
öyle bir tarzda yapılmış; âdeta bu koca sarayın bir küçük nüshasıdır. Bütün
bu sarayda ne varsa, o küçücük müteharrik makinelerde bulunuyor. Hiç mümkün müdür
ki, bu sarayın ustasından başka birisi gelip, bu acib sarayı küçük bir makinede
dercetsin? Hem hiç mümkün müdür ki, bir kutu kadar bir makine bütün bir âlemi içine
aldığı halde, tesadüfî veyahut abes bir iş içinde bulunsun? Demek bütün gözün
gördüğü ne kadar antika makineler var, o gizli zâtın birer sikkesi hükmündedirler.
Belki birer dellâl, birer ilânname hükmündedirler. Lisan-ı halleriyle derler ki: "Biz öyle
bir zâtın san'atıyız ki; bütün bu âlemimizi, bizi yaptığı ve sühuletle icad ettiği
gibi kolaylıkla yapabilir bir zâttır." Dördüncü Bürhan
Ey muannid arkadaş! Gel, sana daha acibini göstereceğim. Bak, bu memlekette bütün
bu işler, bu şeyler değişti, değişiyor, bir halette durmuyor. Dikkat et ki, bu gördüğümüz
camid cisimler, hissiz kutular; birer hâkim-i mutlak suretini aldılar; âdeta herbir şey,
bütün eşyaya hükmediyor. İşte bu yanımızdaki bu makineye bak; {(Haşiye-6): Makine, meyvedar
ağaçlara işarettir. Çünki yüzer tezgâhları, fabrikaları incecik dallarında taşıyor
gibi; hayretnüma yaprakları, çiçekleri, meyveleri dokuyor, süslendiriyor, pişiriyor,
bizlere uzatıyor. Halbuki çam ve katran gibi muhteşem ağaçlar, kuru bir taşta
tezgâhını atmış, çalışıp duruyorlar.} güya emrediyor. İşte onun tezyinatına
ve işlemesine lâzım levazımat ve maddeler, uzak yerlerden koşup geliyorlar. İşte oraya
bak: O şuursuz cisim güya bir işaret ediyor, {(Haşiye-7): Hububata, tohumlara, sineklerin tohumcuklarına işarettir.
Meselâ bir sinek bir kara ağacın yaprağında yumurtasını bırakır. Birden o koca kara
ağaç, yapraklarını o yumurtalara bir rahm-ı mader, bir beşik, bal gibi bir gıda ile
dolu bir mahzene çeviriyor. Âdeta o meyvesiz ağaç, o surette zîruh meyveler veriyor.}
en büyük bir cismi, kendine hizmetkâr ediyor, kendi işlerinde
çalıştırıyor. Daha başka şeyleri bunlara kıyas et. Âdeta herbir şey, bütün bu
âlemdeki hilkatleri müsahhar ediyor.
Eğer o gizli zâtı kabul etmezsen, bütün bu memleketteki taşında, toprağında, hayvanında,
insana benzer mahluklarda; o zâtın bütün hünerlerini, san'atlarını, kemalâtlarını,
birer birer (o şeylere) vereceksin. İşte aklın uzak gördüğü birtek mu'ciznüma
zâtın bedeline, milyarlar onun gibi mu'ciznüma, hem birbirine zıd, hem birbirine misil, hem
birbiri içinde bulunsun; bu intizam bozulmasın, ortalığı karıştırmasınlar. Halbuki
bu koca memlekette iki parmak karışsa, karıştırır. Çünki bir köyde iki müdür, bir şehirde
iki vali, bir memlekette iki padişah bulunsa, karıştırır. Nerede kaldı, hadsiz hâkim-i
mutlak beraber bulunsun!
Beşinci Bürhan
Ey vesveseli arkadaş! Gel, bu azîm sarayın nakışlarına dikkat et ve bütün bu şehrin
zînetlerine bak ve bütün bu memleketin tanzimatını gör ve bütün bu âlemin san'atlarını
tefekkür et! İşte bak: Eğer nihayetsiz mu'cizeleri ve hünerleri olan gizli bir zâtın
kalemi işlemezse, bu nakışları sair şuursuz sebeblere, kör tesadüfe, sağır tabiata
verilse, o vakit ya bu memleketin herbir taşı, herbir otu, öyle mu'ciznüma nakkaş, öyle
bir hârikulâde kâtib olması lâzımgelir ki, bir harfte bin kitabı yazabilsin, bir
nakışta milyonlar san'atı dercedebilsin. Çünki bak bu taşlardaki nakşa, {(Haşiye-8):
Şecere-i hilkatin meyvesi olan insana ve kendi ağacının proğramını ve fihristesini
taşıyan meyveye işarettir. Zira kalem-i kudret, âlemin kitab-ı kebirinde ne yazmış
ise, icmalini mahiyet-i insaniyede yazmıştır. Kalem-i kader, dağ gibi bir ağaçta ne yazmış
ise, tırnak gibi meyvesinde dahi dercetmiştir.} herbirisinde bütün sarayın nakışları
var, bütün şehrin tanzimat kanunları var, bütün memleketin teşkilât proğramları
var. Demek bu nakışları yapmak, bütün memleketi yapmak kadar hârikadır. Öyle
ise herbir nakış, herbir san'at, o gizli zâtın bir ilânnamesidir, bir hâtemidir.
Madem bir harf, kâtibini göstermeksizin olmaz. San'atlı bir nakış, nakkaşını
bildirmemek olmaz. Nasıl olur ki; bir harfte koca bir kitabı yazan, bir nakışta bin
nakşı nakşeden nakkaş, kendi kitabıyla ve nakşıyla bilinmesin?
Altıncı Bürhan
Gel, bu geniş ovaya çıkacağız {(Haşiye-9): Bahar ve yaz mevsiminde zeminin yüzüne işarettir.
Zira yüzbinler muhtelif mahlukatın taifeleri, birbiri içinde beraber icad edilir, rûy-i
zeminde yazılır. Galatsız, kusursuz, kemal-i intizamla değiştirilir. Binler sofra-i Rahman
açılır, kaldırılır, taze taze gelir. Herbir ağaç birer tablacı, herbir bostan
birer kazan hükmüne geçer.}. İşte o ova içinde yüksek bir dağ var. Üstüne çıkacağız,
tâ bütün etrafı görülsün. Hem herşeyi yakınlaştıracak güzel dûrbînleri de
beraber alacağız. Çünki bu acib memlekette, acib işler oluyor. Her saatte hiç aklımıza
gelmeyen işler oluyor. İşte bak! Bu dağlar ve ovalar ve şehirler, birden değişiyor.
Hem nasıl değişiyor.. öyle bir tarzda ki, milyonlarla birbiri içinde işler gayet
muntazam surette değişiyor. Âdeta milyonlar mütenevvi kumaşlar birbiri içinde beraber
dokunuyor gibi, pek acib tahavvülât oluyor. Bak, o kadar ünsiyet ettiğimiz ve tanıdığımız
çiçekli-miçekli şeyler kayboldular. Muntazaman yerlerine ve mahiyetçe onlara benzer, fakat
suretçe ayrı, başkaları geldiler. Âdeta şu ova, dağlar birer sahife; yüzbinlerle
ayrı ayrı kitablar içinde yazılıyor. Hem hatasız, noksansız olarak yazılıyor.
İşte, bu işler yüz derece muhaldir ki; kendi kendine olsun.
Evet nihayet derecede san'atlı, dikkatli şu işler, kendi kendine olmak bin derece
muhaldir ki; kendilerinden ziyade, san'atkârlarını gösteriyorlar. Hem bunları işleyici öyle
mu'ciznüma bir zâttır ki; hiçbir iş, ona ağır gelmez. Bin kitab yazmak, bir harf
kadar ona kolay gelir. Bununla beraber her tarafa bak ki, hem öyle bir hikmetle herşeyi
yerli yerine koyuyor ve öyle mükrimane herkese lâyık oldukları lütufları yapıyor; hem
öyle ihsan-perverane umumî perdeler ve kapılar açıyor ki, herkesin arzularını tatmin
ediyor. Hem öyle sehavet-perverane sofralar kuruyor ki; bütün bu memleketin halklarına,
hayvanlarına, herbir taifesine has ve lâyık, belki herbir ferdine mahsus ismiyle ve resmiyle
bir tabla-yı nimet veriliyor. İşte dünyada bundan muhal bir şey var mı ki, bu gördüğümüz
işler içinde tesadüfî işler bulunsun veya abes ve faidesiz olsun veya müteaddid
eller karışsın veya ustası herşeye muktedir olmasın veya herşey ona müsahhar olmasın!
İşte ey arkadaş! Haddin varsa buna karşı bir bahane bul!
Yedinci Bürhan
Ey arkadaş gel! Şimdi bu cüz'iyatı bırakıp, saray şeklindeki bu acib âlemin eczalarının
birbirine karşı olan vaziyetlerine dikkat edeceğiz. İşte bak: Bu âlemde o derece
intizam ile küllî işler yapılıyor ve umumî inkılablar oluyor ki, âdeta bütün
bu saraydaki mevcud taşlar, topraklar, ağaçlar, herbir şey, birer fâil-i muhtar gibi bütün
bu âlemin nizamat-ı külliyesini gözetip, ona göre tevfik-ı hareket ediyor. Birbirinden
en uzak şeyler, birbirinin imdadına koşuyor. İşte bak: Gaibden acib bir kafile çıkıp geliyor. {(Haşiye-10):
Umum hayvanatın erzakını taşıyan, nebatat ve eşcar kafileleridir.}
Merkebleri ağaçlara, nebatlara, dağlara benzerler. Başlarında birer tabla-yı erzak
taşıyorlar. İşte bak: Bu tarafta bekleyen muhtelif hayvanatın erzaklarını getiriyorlar.
Hem de bak: Bu kubbede o azîm elektrik lâmbası {(Haşiye-11): O azîm elektrik lâmbası,
Güneş'e işarettir.} onlara ışık verdiği gibi, bütün taamlarını öyle güzel pişiriyor;
yalnız, pişirilecek taamlar bir dest-i gaybî tarafından birer ipe takılıp {(Haşiye-12):
İp ve ipe takılan taam ise, ağacın ince dalları ve leziz meyveleridir.} ona karşı
tutuluyor. Bu tarafa da bak: Bu bîçare zaîf, nahif, kuvvetsiz hayvancıklar... Nasıl onların
başı önünde, latif gıda ile dolu iki tulumbacık takılmış,{(Haşiye-13): İki tulumbacık
ise, vâlidelerin memelerine işarettir.} iki çeşme gibi; yalnız o kuvvetsiz
mahluk, onu ağzına yapıştırması kâfidir.
Elhasıl: Bütün bu âlemin bütün eşyası, birbirine bakar gibi, birbirine yardım eder.
Birbirini görür gibi, birbirine el-ele verir. Birbirinin işini tekmil için, birbirine
omuz-omuza veriyor. Bel-bele verip beraber çalışıyorlar. Her şeyi buna kıyas et;
ta'dad ile bitmez... İşte bütün bu haller, iki kerre iki dört eder derecesinde kat'î
gösterir ki; şu saray-ı acibin ustasına yani şu garib âlemin sahibine herşey müsahhardır.
Her şey onun hesabına çalışır. Herşey ona bir emirber nefer hükmündedir. Herşey
onun kuvvetiyle döner. Herşey onun emriyle hareket eder. Herşey onun hikmetiyle tanzim
olur. Herşey onun keremiyle muavenet eder. Herşey onun merhametiyle başkasının imdadına
koşar, yani koşturulur. Ey arkadaş! Haddin varsa buna karşı bir söz söyle!