Tip:
Highlight text to annotate it
X
Al sana!
Dolu olduğunu bilmiyordum deme sakın.
- Sylvie! - Oh.
Daha geliştirici birşeyler yapamaz mı? Mesela bir çığ düşürmek gibi.
Vas jouer, mon cheri.
Ne zaman böyle yemeye başlasan, mutlaka bir sorun var demektir.
Sylvie, Boşanıyorum.
- Ne? Charles'tan mı? - Evet, başka kocam mı var!
- Yürümesi için çalıştım, gerçekten denedim, ama-- - ama ne?
Ah bunu açıklayamam. Bu şekilde devam etmesi artık beni çok mutsuz ediyor.
Mutsuzluğunun fazla kilolara dönüşmemesi insanı çileden çıkarıyor.
Fakat anlamıyorum. Neden boşanmak istiyorsun ki?
Çünkü onu sevmiyorum. Ve Onun da beni sevmediği besbelli.
Bu boşanma için bir sebep değil.
Zengin bir koca, Son moda kıyafetler.
Birkaç yeni arkadaş edinmek senin için zor olmayacaktır.
Paris'e Amerikan görgüsüzlüğünden kaçmak için geldiğimi kabul ediyorum.
Fakat bu Fransız geleneklerine hazır olduğum anlamına da gelmiyor.
Tüm bu boşanma fikrinden nefret ediyorum, Sylvie.
Fakat, Charles keşke bana karşı dürüst olsaydı.
Herkesten istediğim tek şey bu: Basit gerçek.
Ama Charles'ta, Herşey gizli ve yalan.
Benden birşey saklıyor, Sylvie--
Korkunç birşey-- ve bu beni korkutuyor.
Bu çocuk size mi ait?
Ona. Nerede buldunuz onu? Banka soyarken mi?
Baron Rothschild'e kartopu atıyordu.
- Ya! sağolun. - Tanışıyor muyuz?
- Tanışacağımızı mı düşünüyorsun? - Nasıl bilebilirim?
Çünkü şimdiye kadar birçok berbat insan tanıdım.
Onlardan biri ölene kadar, başka birini tanımam mümkün değil de.
Hmm.şey! bu kritik listeden biri ölürse lütfen bana haber verin.
- Quitter. - Beg pardon?
Çok kolay vazgeçen birisin, Değil mi?
Jean-Louis, gel dolaşalım. Rothschild'i daha önce hiç görmemiştim.
Zeki adam. Neredeyse beni ıskalıyordu.
Sağolun.
- Görüşümü engelliyorsunuz. - Ah.
- Hangi tarafı arzu edersiniz? - Engellediğiniz tarafı.
Bu benim son şansım. Öğleden sonra tekrar Paris'e uçuyorum.
- Adınız nedir? - Peter Joshua.
- Benim ki de Regina Lampert. - Bay Lampert var mı?
- Evet. - Ne güzel.
Hayır, boşanıyorum.
- Lütfen, bana aldırmayın. - Hayır, onu sevmiyorum.
- En azından dürüstsünüz. - Hmm. Bayan Joshua var mı?
Evet, ama biz boşandık.
Bu bir teklif değildi. Sadece merak ettim de.
Kocanız sizinle mi?
ah, Hayır, Charles hiç benimle gelmez. İnsanlar size ne der? Pete?
Bay Joshua.
- Sizinle konuşmak güzeldi. - Şimdi de kızdınız.
Hayır, Sadece toplamam gereken bir sürü eşyam var. Ben de yakında Paris'e dönüyorum.
Uzak diyarlarda iki yabancı karşılaşırsa kısa bir zaman sonra,
tekrar birbirlerini görürler diyen Shakespeare değil miydi?
- Shakespeare asla böyle birşey söylemedi. - Nereden biliyorsun?
Çok berbat. Şu an uydurdun bunu.
Şey, doğru görünüyor. beni arayacak mısın?
- Rehberde misin? - Charles.
- Sadece tek bir Charles Lampert' mi var? - Evet.
Tanrım, Umarım öyledir.
Hoşçakalın, Sylvie, Teşekkürler.
Boşandığınızda tekrar Amerika'ya mı döneceksiniz?
- Kalmamı istemiyor musun? - Elbette isterim, eğer geri döner ve bana bir mektup yazarsan--
Sende pulları alırsın. Sana buradan alacağım, olur mu?
- Tamam. - Hoşçakal.
Teşekkür ederim.
Honorine?
Honorine!
Aaaah!
- Bayan Charles Lampert? - Evet.
Ben polis adliyesinden müfettiş Edouard Grandpierre
Benimle gelme nezaketinde bulunur musunuz, lütfen?
Şey, Bayan?
O mu?
Onu seviyor muydunuz?
Çok üşüdüm.
Kocanınızın cesedini...
Paris-Bordeaux tren yolunun kenarında bulduk.
Sadece pijamaları üzerindeydi.
Fransa'yı terketmek isteyebileceği herhangi bir durumu var mıydı?
Terketmek mi? Hayır.
KOcanız Maranguape'de bir gemi bileti satın almış.
Gemi saat 7'de Venezuela'ya doğru hareket etti.
Kafam karıştı.
- Kocanız Amerikalı mıydı? - İsviçreli.
Tabi, İsviçreli. Mesleği?
- Yoktu. - Zengin bir adam mıydı?
Öyle sanıyorum. Bilmiyorum.
- Ne kadar zengindi diyebilirsiniz? - Bilmiyorum.
Parasını nerede tutuyordu?
Bilmiyorum.
Sizden başka, en yakın akrabası kimdir?
Bilmiyorum.
Bu çok saçma, bayan! tümüyle saçmalık.
Biliyorum, üzgünüm.
- Mahsuru var mı? - İçmemenizi dilerim.
- Les effets Lampert. - [ Over Phone ] D´accord.
En son kocanız çarşamba günü evin eşyalarını açık artırmayla satmış.
Herşeyi.
Galeri ona 1,250,000 Frank ödemiş--
Dolar olarak, çeyrek milyon dolar.
Bordeaux'taki yetkililer onun kompartımanını araştırdılar.
Dipten tepeye araştırdılar.
250,000 doları bulamadılar.
Kompartımanda bulunan şeylerin hepsi bunlar.
Başka bir bagajı yoktu. Kocanız çok acele etmiş olmalı.
Cüzdanında 4.000 frank var.
Bir ajanda, son not dün, yani perşembe yazılmış.
5:00 p.m., Jardin de Champs Elysees.
- Neden orası? - Bilmiyorum.
- Belki de biriyle buluştu. - Apaçık.
Güney Amerika'ya bir gemi bileti.
Sana gönderilmiş bir mektup, pul yapıştırılmış, fakat mühürlenmemiş.
Onu görebilir miyim, lütfen?
''Sevgili Regina'm, Umarım tatilinin keyfini çıkarıyorsundur.
Megeve yılın bu zamanında çok güzel olur.
Günler çok yavaş geçiyor. Umarım yakında görüşürüz.
Daima seninle, Charles.
Not:Dün diş doktorun aradı. Randevunun tarihi değişmiş.
Fazla bir şey yok, değil mi?
Dişçinizi arama teveccühünde bulunduk..
Belki birşey öğrenebileceğimizi düşünüyorduk.
- Öğrendiniz mi? - Evet.
Randevunuzun tarihi değişmiş..
Evinizin bir anahtarı.
Bir tarak.
Bir dolmakalem.
Bir diş fırçası.
Bir kutu diş tozu. Hepsi bu.
Eğer şunu imzalarsanız, Bu şeyleri alabilirsiniz.
Hepsi bu kadar mı? Gidebilir miyim?
Bir soru daha.
Bu kocanızın pasaportu mu?
Evet.
Ya bu?
Anlamıyorum.
Ya bu?
Ya bu?
Oh, telefon ettim, ama kimse açmadı.
Merhaba, Merhaba.
Ne kadar üzgün olduğumu söylemek ve yapabileceğim birşey olup olmadığına bakmak istemiştim.
Nereden öğrendin?
Akşam gazeteleri yazıyor..
- Çok üzgünüm. - Sağolun.
Zile bastım ama sanırım çalışmıyor.
Biliyorum. Elektrik yok.
Şey, eşyalar nerede?
Charles onları açık artırmada satmış. Bana kalanların hepsi bunlar.
Bu odayı seviyorum, Charles bunu hiç göremedi, - içindeki eşyalardan başka.
Sanırım bu şekilde daha iyi.
Ne yapacaksın?
E.U.R.E.S.C.O daki İşime geri dönmeye çalışacağım sanırım.
- Ne yapacaksın? - Ben de Sylvie gibi simultane çevirmenim.
O ingilizceden fransızcaya, bense fransızcadan ingilizceye çeviriyorum.
Charles'le evlenmeden önce bu işi yapıyordum.
Polis muhtemelen onu öldürdüğümü düşünecek.
" anında boşanma " yani?
Onun gibi birşey.
Bu şekilde bitmesi yine de çok korkunç.
Bir trenden üçüncü sınıf posta paketi gibi fırlatılıp atılmak.
- Şey, haydi. Burada kalamazsın. - Nereye gideceğimi bilmiyorum.
Sana bir otel buluruz.
Pahalı olmasın.
Sefa aleminin hanımı değilim artık biliyorsun.
Temiz, Uygun fiyatta, E.U.R.E.S.C.O ya yakın bir yer buluruz.
Böylece yağmur yağdığında taksi tutarsın.
- Tamam mı? - Tamam.
Toplantı pek kalabalık değil ha?
Charles'in hiç arkadaşı var mıydı?
Bana sorma. Ben sadece dulum.
Eğer Charles yatakta ölmüş olsaydı, onu bulamazdık bile.
En azından cenazede nasıl davranacağını biliyor.
Bunu kimin yapabileceğine dair hiçbir fikrin yok mu?
2 gün öncesine kadar Charles hakkında gerçekten bildiğim şey adının Charles olduğuydu.
Şimdi onu bile bilmediğim belli oldu.
- Charles'i çok iyi tanıyor olmalı. - Nereden anladın?
Ona alerjisi var.
Tanrı seni korusun.
- Onu tanıyor musun? - Onu hiç görmemiştim..
''Hoşçakal,'' Charlie.
M Lampert, bayan--
Uh, Miz Lampert, bayan,
Charlie bu gidişinden hiç haber vermedi.
Sırada ne var?
Pardon, madam.
- Merci. - Pardon. Pardon.
Pardon. Pardon.
- Nereden o? - Amerikan büyükelçiliği.
Yaşlı adama blöf yapıp elimde bir çift kartla son partiyi aldım.
Bunda can sıkacak ne var?
Şey, eğer ben bunu yapabiliyorsam, Ruslar ona kimbilir neler yapıyordur?
Merhaba?
Merhaba?
Bir sorun mu var, Bayan Tompkins?
Şey, Bayan Tompkins burada değil.
Oh, Kusura bakmayın, Sekreterim öğle yemeğine gitmiş olmalı.
- Ah, siz-- - Bayan Charles Lampert.
Oh, evet. Lütfen, İçeri girin, Bayan Lampert.
Bana biraz müsade edin, Bayan Lampert.
Küçük inatçı bir şeytan.
Kuru temizleme işleri, herşey kir pas içinde.
Rue Ponthieu'da gerçekten işinin ehli bir adam vardı.
Fakat, H.Q. bizden binadaki çamaşırhaneyi kullanmamızı istedi.
Dış masrafları azaltmak için tabi.
Bay Bartholomew, Benim kim olduğumu bildiğinize emin misiniz?
Siz Charles Lampert'in dul hanımısınız, değil mi?
Çok üzgünüm.
En son bir kravat gönderdim. Sadece lekesi geri geldi.
Voila.. diyorlar.
Oturmaz mısınız, Bayan Lampert?
Burada yiyecek birşeyler var.
Ciğer, tavuk, ciğer ve tavuk.
Hayır, teşekkür ederim.
Bayan Lampert, C.l.A. in ne olduğunu biliyor musunuz?
Sanırım bir havayolu şirketi değildir. Değil mi?
Merkezi Haberalma Teşkilatı. C.I.A
Yani casus ve benzeri şeyler mi?
- Biz ajan diyoruz. - ''Biz''? Yani siz de--
Birileri yapmak zorunda bu işi, Bayan Lampert.
Sizin gibi insanların ajan olmayı kabul edebileceğini--
Oh, Ben bir ajan değilim. Ben yöneticiyim, masabaşı memuru.
Çok az miktardaki bir ödenekle çok sıkı çalışan bu büroyu idare etmeye çalışan--
- biriyim.
Kongre bir casusun tek ihtiyaç duyduğu şeyin--
- Ajan - Evet.
Tek ihtiyaç duyduğu şeyin, bir kod kitabı, ve bir siyanür hapı olduğunu sanıyor.
Bütün bunların benimle ne ilgisi var bay Bartholomew?
Kocanız Birleşik Devletler Hükümeti tarafından aranıyordu.
Bir sandviç alabilir miyim, lütfen?
- Tavuk, ya da ciğer? - Tavuk.
Daha açık konuşursak, kocanız bu büro tarafından aranıyordu.
- Demek konu bu. - Evet.
Elbette, biz onu gerçek adıyla tanıyorduk.
Voss. Charles Voss.
Pekala, Bayan Voss.
Şu fotoğrafa bir göz atmanızı rica ediyorum sizden.
Tanıyıp tanımadığınızı-- Oh.
Bu arada, Bunu görmüş müydünüz?
Scott, Cathy ve Ham
- Çok tatlılar. - Değil mi?
- Pekala, Bayan Voss-- - Lütfen beni bu şekilde çağırmayın.
- Evlilik cüzdanımda Lampert yazıyor. - Beni bağışlayın lütfen.
Bayan Lampert, şuna bir bakıp bana tanıyıp, tanıyamadığınızı söyleyebilir misinz??
Bir saniye. İyice bakın.
- Bu Charles. - Çok iyi.
Çok genç görünüyor.. Ne zaman çekilmiş?
1944, sıradaki lütfen.
Dün cenazedeki adam bu.
Kadife takım elbiseli uzun adam.
Tex Penthollow ismi size birşey hatırlatıyor mu?
Hayır.
- Biraz şarap alır mısınız?? - Hayır, sağolun.
Sıradaki, lütfen.
Bu da oradaydı. saçı biraz daha azdı, fakat aynı adam.
Onu tanıyor musunuz, bayan Lampert? Leopold W. Gideon?
- Hayır. - Sonuncusu, lütfen.
Bu unutamayacağınız bir yüz.
- Bu da cenazedeydi. - Herman Scobie.
- Onu da mı daha önce hiç görmemiştiniz? - Hayır, Tanrıya şükür ki.
Bayan Lampert, korkarım büyük bir tehlike içindesiniz.
Niçin tehlike içinde olayım ki?
Sen Charles Voss´un karısısın.
O öldüğü için sen ellerindeki tek ipucusun.
Bay Bartholomew, Eğer beni korkutmaya çalışıyorsanız...
Birinci sınıf iş çıkartıyorsunuz.
Lütfen ne istiyorsak yapın, bayan Lampert. Bu sizin tek şansınız.
Memnuniyetle, fakat benden ne istediğinizi bilmiyorum. Bana anlatmadınız ki.
Ya? Anlatmadım mı?
Şey, konu para, Bayan Lampert, para.
250,000 dolar, Charles Voss açık artırmadan aldı.
Bu üç adamda bu parayı istiyor. Onu çok arzulu istiyorlar.
Fakat bu Charles'in parası, onların değil.
Oh, Bayan Lampert, sizi onları buna ikna etmeye çalışırken görmeyi isterdim.
- Oh, vay canına - Öyleyse kimin parası o? Lampert'in ya da Onların?
Bizim.
Oh.
Charles Voss Birleşik Devletlerden 250,000 dolar çaldı.
- Korkarım biz bu parayı geri istiyoruz. - Fakat para bende değil.
Bu mümkün değil, bayan Lampert.
Bu paranın bulunacağı tek kişi sizsiniz.
Bay Bartholomew, eğer bir çeyrek milyon dolarım olsaydı..
İnanın bana, Bundan haberim olurdu.
Yine de, Bayan Lampert, Para sizde.
Yani bütün bu para bir yerde mi duruyor, hepsi nakit olarak?
Ya da bir çek, güvenli bir para kasası da olabilir.
- Onu arıyorsunuz, Bayan Lampert. Onu bulacağınıza eminim. - Fakat--
Onu arayın. Ama yapabileceğiniz en hızlı şekilde olsun.
Çok fazla zamanınız olmayabilir.
Şu üç adam da bizim gibi paranın sizde olduğunu biliyor.
Para elimizde olana kadar güvende olmayacaksınız.
Yeterince açık mı?
İşte beni gece ya da gündüz arayabileceğiniz numara.
Her iki ofisime direkt hat.
Ve benim daireme.
Lütfen bugün bizi görmeye geldiğinizi kimseye anlatmayın.
Bu onlar için olduğu kadar, sizin içinde çok tehlikeli olabilir.
Dediğim gibi bayan Lampert, Korkarım büyük bir tehlike içindesiniz.
Bunu söylemekten ötürü çok pişmanım, ama....
Kocanıza ne olduğunu hatırlayın lütfen.
- Merhaba. - Merhaba, Peter.
Bana şu köşede seninle buluşmam için telefon etmemiş miydin?
Afedersin. Çocukların gülümsemelerini işittim.
- Fransızca anlıyor musun hiç? - Bir kelime bile anlamam.
İngilizceyle bile problemlerim var hala.
Adam ve kadın evliler.
Ya, bunu görebiliyorum, birbir kafasına sopa ile vuruyorlar.
Ay, ay, ay!
- Ooh, la, la, la! Qu´est-ce qu´il se passe?
- Şapkalı olan kim? - O polis.
Punch'ı öldüren Judy'i yakalamak istiyor.
- Şimdi ne diyor? - Masum olduğunu.
O öldürmedi.
- Oh, bunu o yaptı, pekala. - Ona inanıyorum.
- Şey, kimdi o? - Punch'tı, elbette.
''Punch'tı, elbette''? Onun öldüğünü sanıyordum.
Ona bir ders vermek için numara yapıyordu sadece.
Gerçekten ölen O, Peter. Onu gördüm. Numara yapmıyordu.
Biri onu trenden aşağıya atmış.
Charles çok belalı bir işe karışmış. Ben ne yapacağım?
Size yarım etmeme izin vermenizi istiyorum.
Bu olay genç bir kadının tek başına başa çıkabileceği birşeye benzemiyor.
Beni sizi eğlendirmeden sorumlu başkan yardımıcısı yapmaya ne dersin?
Bu geceden başlayarak mı?
Bonsoir, messieurs, dames, Bayanlar, baylar, buona sera, signora e signori.
Ce soir, comme tous les autres soirs hiers, vous savez bien...
qui ici au Black Sheep Club, l´attraction, c´est vous!
- Alors, approchez-vous, messieurs, dames,
venez ici, step right up, ladies and gentlemen,
- Neler oluyor? - Eğelnce ve oyunlar kısmı.
- Anlaşılan, sahne şovundayız, haydi. - Sen ve ben mi?
Herkes.
Avanti, avanti, signore e signori.
Ecoutez-moi bien.
Ah, ecoutez-moi. Alors, il y a deux equipes.
İki takım var, et pour chaque equipe, il y a une orange.
Her bir takım için bir portakal var. Una arancia.
Vous mettez l´orange sur le menton comme ca--
Portakalı bunun gibi koy.
Vous passez l´orange a personne derriere vous--
Portakalı arkandaki kişiye aktaracaksın.
mais sans utilisez les mains.
Ellerini kullanmadan. Hazır mısınız?
Uno, due, tre--
- Bayan Lampert, - Kim siniz?
- Charles size anlatmadı mı Bayan Lampert? - Neyi anlatmadı mı??
O size ait değil. Bunu biliyorsunuz, değil mi?
- Hiçbirşey bil-mi-- - Bayan Lampert!
Herhangi bir sabah ölü olarak uyanabilirsiniz, bayan Lampeert.
- Beni yanlız bırakın! - Ölü, Bayan Lampert. Charles gibi, Bayan Lampert.
Kesin şunu!
- Sorun nedir? - Ayağıma bastı.
- Affedersiniz. - Burada bekleyin. Hemen dönerim.
İstemeden olmuştur,eminim.
Bay Bartholomew, Ben Regina Lampert.
Şu adamlardan birini şimdi-- Bay Bartholomew, beni duyuyor musunuz?
Bay Bartholomew, Ben Regina Lampert. Be sadece--
- Nassın? - Ne istiyorsun?
- Şaka yapıyor olmalısın. - Hayır, ciddiyim.
Haydi ama, Miz Lampert.
Ne olduğunu biliyorsunuz, Ve onu bana getireceksiniz.
Çünkü biliyorsun ki, Benim hiç şakam yotur.
No siree Bob.
- Kes şunu, lütfen! - Çok gürültü yapmayın şimdi, Miz Lampert.
Bu işleri çok daha kötü yapabilir.
- O bana ait, Miz Lampert, ve onu sen bana getireceksin
Ya da hayatın bir kağıt parçasından daha değerli olmayacak.
- Ne dediğimi anlıyor musun? - Durun! Lütfen durun!
- Evinize gidin ve gerçekten dikkatli bir şekilde bir daha düşünün. - Sen tam bir kaçıksın!
Aaaaah!
Neler oluyor?
Burada ne yapıyorsun?
Sinir krizi geçiriyorum burada.
Hemen açıkla bana, yeterince bekledim. Orada neler oldu?
Sana anlatmalımıyım!. buna tam emin değilim.
- Ne demek yani? - Dedi ki, eğer birine anlatırsam...
Bu senin kadar onlar içinde ölümcül olabilir.
- Kim dedi? - Söylememem gereken de bu zaten.
Eh--
- Şimdi kes şu saçmalığı lütfen. - Bana zorbalık etmeyi kes..
- Herkez bana zorba davranıyor. - Ben sana zorbalık etmiyorum.
evet, yapıyordun. Saçmalık olduğunu söyledin..
Soğukkanlı bir şekilde öldürülmek saçmalık değildir.
Neden ara sıra denemiyorsun?
- Kapıya kadar eşlik eder misiniz? - Elbette.
Arkadaş edinmek için, güzel bir yer.
Öğlen kocanızın birşeylere bulaştığını söylediniz.
Orasını nasıl traş ediyorsun?
Neydi o?
- Ne neydi? - Kocanız neye bulaştı.
Bakın, bunun sizin hafızanızı zorlamanızı gerektirdiğini biliyorum, fakat sanmayın ki...
Sadece bir süreliğine kadınmışım gibi davranamaz mısın?
Minyon bir kadını üst kata çıkartmaktan yakalanabilirim bile.
- İşte - Nerede?
- Yaşadığınız sokakta. - Parkın etrafında bir kez daha dolaşalım mı?
Burdan çıksak mı yoksa? Haydi ama, Çocuk. Dışarı.
- Bir dakikalığına içeri girmez miydin? - Hayır, olmaz.
Isırmam, merak etme. Eğer istemezsen tabi.
- Kıçına şaplak atmama ne dersin? - Burnuna bir yumruk yemeye ne dersin?
- Bana çocuk muamelesi yapmayı bırak. - Şey, öyleyse sende bir çocuk gibi davranma.
Seni üzen şeyin ne olduğunu bana anlatmak istersen, durma.
Yoksa, yorgunum, geç oldu ve eve yatmaya gitmek istiyorum.
Oh--
Senin sorunun ne biliyor musun?
hayır, nedir?
Hiçbirşey.
Aaaah!
Nerede o, Bayan?
Bilmiyorum.
Onu istiyorum.
Onu bana vereceksin.
- O benim! - Aaaaah!
Peter! Peter!
- Bir adam beni öldürmeye çalıştı! - Ne?
Peter?
Peter?
Peter, iyi misin?
Oh, Peter. yaralandın mı?
Mm-hmm. Gururum incindi.
Nasılsın?
- Korkuyorum. - Düzelirsin.
- Nereye gitti? - Pencereden kaçtı, sanırım.
Kapıyı kilitle, ve benden başka kimseyi içeri alma.
- Ve pencereleri ben gittikten sonra kapat. - Dikkatli ol.
Lafı ağzımdan aldın.
Alistair!
- Şimdi ne var, Pamela? - Tekrar oldu!
Başka bir yabancı camda belirdi, ve sonra kayboldu.
Kötü şans, Pamela.
- Aptalca bir hareketti, Herman. - Oh, adamım. ve sonra dahası.
Odasına gittiğini bize söyleseydin,
Adamı meşgul emek için yapacak birşeyler bulabilirdik.
Fakat oraya kendi başına sızmaya çalışmak..
Ondan ne yapmasını bekliyordunuz?
İçeri girip, elini sıkmasını mı?
Aptalca bir hamle, Herman.
Evet, aptalca bir hamleydi, Herman. Senin sorunun nedir?
-Daha mı istiyorsun? -Boşver onu şimdi. Parayı aldın mı?
Üç Marx kardeşler ensemde soluyorken, nasıl alabilirdim?
Bir anlaşmamız olduğunu sanıyordum.
Şimdi, kız bana güveniyor.
Eğer para kızdaysa, bunu öğreneceğim. Ama siz de beni yanlız bırakın artık.
Bütün olasılıkları gözden geçirdik. Para bize ait, ona değil.
Haydi, inatlaşma, Herman
Hiçbirşeyi olmayan üç kişi hiçbirşeydir. Bunu bir düşün.
Kafanı kullan. Kadın beni bekliyor.
Fazlandan bir 24 saatin kimseyi inciteceğini sanmıyorum.
Bütün bu yıllardan sonra.
Öyleyse o sizin payınızdan alır.
Benimkinden değil.
Benimkinden değil!
- Herhangi birinizin onun bitişiğinde odası var mı?
- Evet, benim var, niye? - başka bir oda bul. Onu kullanmak istiyorum.
Hmm.
Eğer parayı bulursan,
Dostlarına da bunu söylemeyi unutmazsın, değil mi?
- Merak etme. - Oh, Ben merak etmiyorum.
Şu küçük arkadaşı görüyor musun?
Oh, o endişeleniyor biraz.
Ayrıca o benden çok daha huysuzdur.
- Kim O? - Benim, Peter.
Hiçbir iz bırakmamış.
Niçin bana güvenip, bütün bunların ne demek olduğunu anlatmıyorsun?
Üç adam var. Bu onlardan biri.
Onlara ait olan bir çeyrek milyon doların bende olduğunu sanıyorlar.
- Devam et. - Hepsi bu.
- Hayır, değil. Para nerede? - Bilmiyorum!
Onu elde etmek için Charles'i öldürdüler,
Fakat, trende Charles parayı yanına almamış olmalı.
- Bu yüzden parayı sana bıraktığını düşünüyorlar. - Ama bırakmadı.
Heryere baktım, ve eğer onu bulamazsam beni öldürecekler.
Hayır, yapamazlar. Onlara izin vermem.
Peter, yardım et bana. Güvenebileceğim tek kişi sensin.
Sana yardım edeceğim.
Sana yardım edeceğimi söyledim. haydi.
Oh, çok acıktım, bayılmak üzereyim.
Üstelik takımını baştan aşağı ıslattım.
Önemi yok. Su geçirmez kumaştan.
Gözlerini sil.
Bana Charles gibi yalan söylemeyeceğine söz ver.
İnsanlar niçin yalan söylüyorlar?
Genellikle insanlar birşeyler istiyorlar. Ve gerçeğin onu elde edemeyeceğinden korkuyorlar.
Yalan söyler misin?
- Merhaba? - Bayan Lampert, benim,
Birkaç dakika önce odanızdaki adam.
- Ne istiyor sunuz? - Kim O?
Kavga ettiğin adam.
- Dyle yanında mı? - Kim?
Kavga ettiğim adam, hanımefendi. Dyle, onun adı bu.
Sorun nedir? Hala orada mı?
- Evet, burada. - Ne söylüyor?
Ona güvenme. Ona hiçbirşey anlatma.
O paranın peşinde.
Neydi bütün bunlar?
O--
- Ona parayı vermezsem beni öldüreceğini söyledi. - Oh, onu ciddiye alma.
Seni korkutmaya çalışıyor sadece.
- Dediğine inanıyorum. - Hayır, hayır. sadece bir sürü laf.
Kelimeler incitebilir.
Biliyorum.
Biraz uyumaya çalış. Daha iyi hissedersin.
Endişelenme, bitişiğindeki odayı tuttum.
Bu yüzden, güvende olacaksın.
Birşeye ihtiyacın olursa, duvara vur yeter.
En iyisi ben çıkınca kapıyı kilitle.
İyi geceler.
Sakinim, Bay Bartholomew.
Söylemek istediğim başka birinin daha olduğu.
- Ne? - Bugünkü fotoğraflarda olmayan biri.
Adının Peter Joshua olduğunu söylüyor, Ama doğru değil, adı Dyle.
- Hala orada mısınız, Bay Bartholomew? - evet, evet, Bayan Lampert.
Bay Dyle'ın kim olduğunu bilmiyorum.
Fakat kocanızı kimin öldürdüğü hakkında yanılıyor olabiliriz.
yani... O olabilir mi?
Bay Bartholomew, ilk uçakla buradan gideceğim.
Burada oturup birinin ciğerimden pirzola yapmasını beklemeyeceğim.
Şimdi, sakin olun. Bayan Lampert. Sakin olun.
Neredesiniz şu an? Benimle markette buluşabilir misiniz?
- Les Halles'temi? - Evet. St. Eustace'nin karşısında.
- 15 dakika içinde sizinle orada buluşacağım. - Tamam, Orada olacağım.
Allez vite, n´importe ou. N´importe ou! Vite!
Suivez ce taxi.
- Takip edildin mi? - Evet, Dyle tarafından. ama izimi kaybettirdim.
En iyi casusların kadın olabileceğini düşünmeye başladım.
Ajan.
- Silahı var, Bay Bartholomew. - Hayır.
- Ama onu gördüm. - Hayır, O Carson Dyle değil..
- Carson? - Bu meseleyle ilgili sadece tek bir Dyle var Bayan Lampert.
O da Carson Dyle.
Yani onu tanıyor muydunuz zaten?
Sizi bu kadar vejeteryan yapmak yeterli bence, değil mi?
Şu an onlardan birinin yanında asılmadığım için şanslıyım.
Neden bana Dyle'ı tanıdığınızı söylemediniz?
Bir faydası olacağını düşünmedim. Dyle yaşamıyor.
Bay Bartholomew, Bütün bunlar ne demek oluyor?
1944'te,O.S.S'in beş üyesi.--
Askeri Casusluk Örgütü--
Alman mezvilerinin arkasında görevlendirildiler...
250000 dolarlık altını götürmek için.
Fransız direnişçilerine.
Beşinci adam kocanız Charles'ti.
Üç adam dün cenazesindeydiler...
- ve Carson Dyle. - Oh.
Fakat, altını götürmek yerine, onu çaldılar.
- Nasıl? - Onu gömerek,
Daha sonra altınların almanlar tarafında ele geçirildiğini söylediler.
Tek yapmaları gereken savaştan sonra geri dönmek,
Kazıp, onu beşe bölmekti.
Sorgusuz sualsiz, çeyrek milyon dolar.
Bir sigara alabilir miyim, Lütfen?
Bu tür şeylere katlanamıyorum.
Bu peçeden kahve içmeye benziyor..
Altın gömülene dek herşey yolunda gitti.
Altını çıkarmadan önce bir Alman devriyesi tarafından pusuya düşürüldüler.
Bir Makineli tüfek Scobie'nin sağ kolunu kopardı.
Carson Dyle'ın karnını mermi doldurdu.
Onun nesi var dı?
Hiçbirşey, Sanırım. Öyleyse ne oldu?
Burada böyle şeylerin neye malolacağı hakkında hiç fikriniz var mı?
Lütfen devam edin, bay Bartholomew. Sonra ne oldu?
Carson Dyle öldü, Fakat Scobie seyehat edebildi. Bu yüzden--
- La soupe, c´est pour qui? - Pour moi.
Nerede kalmıştım?
- Carson Dyle öldü. - Evet.
Diğerleri en sonunda üsse geri dönüp, savaşın bitmesini beklediler.
Sadece Charles ötekiler kadar uzun bekleyemedi.
Altın uğruna onları sattı, ve herşeyi alarak gözden kayboldu.
Gideon, Tex ve Scobie bütün zamanlarını onu yakalamak için harcadılar.
Ama eğer bütün parayı onlar çaldıysa, Neden onları yakalayamıyorsunuz?
Biz iddiaları birleştirip neler olduğunu bilebiliyoruz.
Fakat yine de elimizde kanıt yok.
Bunu C.l.O. ile ne ilgisi var?
C.l.A., Bayan Lampert.
C.I.A savaş zamanının O.S.S'nin devamıdır.
O bizim paramız ve onu geri istiyoruz.
Üzgünüm, Bay Bartholomew, Söylediğiniz şeyler fikrimi değiştirmedi.
Bu gece Paris'ten ayrılıyorum.
Bu tavsiye etmezdim. Bayan Lampert.
En iyisi siz kaçmaya çalışan kocanıza ne olduğunu bir hatırlayın.
Bu adamlar nereye giderseniz gidin fazla uzağınınzda olmayacaktır.
Açıkçası, otelinizi değiştirmenizde de bir fayda görmüyorum.
Lütfen bize yardım edin şimdi, Bayan Lampert.
Ülkenin sana ihtiyacı var.
Şey, eğer öleceksem, bunu ülkem için de yapabilirim.
İşte ruh bu! Sizden yapmanızı istediğim şey şu.
Kendini Dyle olarak tanıtan bu adamın kim olduğunun bilmek istiyoruz.
Bunu öğrenmeni istiyorum senden.
Niye ben?
Çok uygun bir durumdasın. Sana güveniyor.
Hem en iyi casusların kadınlardan olabileceğini kendin söyledin.
Ajan.
Oh, pardon.
- Fraulein. Fraulein! - Neden beni takip ediyorsunuz?
Sanki merasim var. Kes şunu.
Nasılsınız? sizi görmek ne hoş. Ne zaman ulaştınız?
Çok güzel bir şehir. İyi vakit geçiriyor musunuz? Görecek çok şey var.
Fraulein! Fraulein!
Beni takip etmeye devam ederseniz, Polis çağıracağım.
Taksi!
- Dyle, Lütfen. D-Y-L-E. - Evet, Bay Dyle. Hatırlıyorum.
-Hayır, Üzgünüm, Bay Dyle. Bugün olmaz. -Teşekkür ederim.
Bay Dyle, Lütfen. Telefona isteniyorsunuz..
Bay Dyle, kabin 4.
Bay Dyle, kabin dörde lütfen.
- Evet? - Günaydın, Bay Dyle.
- Reggie? - Benim tek bir adım var. peki ya sizin?
Kedi fare oynamayalım, beni haltettiniz, ne bilmek istiyorsun?
Neden bana yalan söyledin!
Söylemek zorundaydım, kesin olarak bildiğim herşeyin içinde siz varsınız.
- Kim olduğunuzu bilmeye çalışıyorum. - Adımı biliyorsunuz. Dyle.
Carson Dyle ölmüş.
Evet, öyle. O benim kardeşimdi.
Kardeşiniz mi?
Ordu onun Alman saldırısında öldürüldüğünü sanıyor.
Bana göre onlar öldürdü. Tex, Gideon, Scobie ve kocanız--
Çünkü kardeşim böyle bir entrikaya çok fazla tahammül edemezdi.
Sanırım onları ele vermekle tehdit etti, ve bu yüzden onu öldürdüler.
Bunu kanıtlamaya çalışıyorum, Onlarla birlikte çalıştığımı sanıyorlar, ama öyle değil, Reggie
Senin tarafındayım. İnan bana.
Nasıl inanayım? Tıpkı Charles gibi sende bana yalan söyledin.
Söylemeyeceğine söz verdikten sonra.
Oh, Sana inanmak istiyorum, Peter--
Sana artık böyle çağıramam, değil mi?
Yeni adına alışana kadar bana biraz süre ver, neydi o?
Hmm? Alo? Alo?
Saçma birşey yapar, ya da biriyle konuşmaya çalışırsan, seni öldürürüm, Dyle
Yağmurluğunu mahvedeceksin.
Bir sonrakine binin,lütfen.
Dİkkat et!! kafanı çarpmayasın diye dedim.
Pekala, geç şuraya.
Tamam, arkanı dön..
Şimdi otur.
- Şimdi ne var? - Ağzımız kapalı bekleyeceğiz.
Oh, bunun için üzgünüm.
Tamam, yukarı.
- Kapayı çalayım mı, ya da? - Hayır, aç...
Yürümeye devam et.
Manzara buna değseydi bari.
Çok güzel. Şimdi ne var?
Bundan korkuyordum.
Sana bir şans vereceğim, Dyle, bana vereceğinden daha fazlasını.
Para nerede?
Beni buraya çıkarmanın tüm sebebi bu muydu?
Bana bunu sormak için mi?
- Para o kadında. - Ve ben diyorum ki para ikinizde.
Son kez soruyorum, Dyle. Para nerede?
Bende olduğunu zannediyorsun-- Ben de değil--
Bu parayı senin ellerine öylece bırakacağımı mı sanıyorsun?
Geri adım at.
Geri nereye?
Aklımdan geçen bu.
Hmm. Şimdi, Bir dakika. Sakin ol.
- Herman? - Ne?
- Nasılsın? - Nasıl olduğumu sanıyorsun?
Eğer canın sıkılırsa,
Binanın cephesine 100 kez " komşunu sev" yazarsın.
Beyefendi, bir dahaki sefere, Lütfen, anahtar deliğini kullanın, hmm?
- Sen misin? - Evet.
- Açacak mısın? - Evet, bekle biraz.
Telefonu birinin yüzüne kapatmanın çok kaba bir davranış olduğunu....bilmiyor musun?
Ne oldu?
Oh, Keskin tırnakları olan bir adamla buluştum.
- Scobie? - Mm-hmm.
Onu American Express civarında asılı bıraktım.
İçeri girin. Acaip acıtan birşeyim var.
Sende öyle şeyleri olan kızlardan birisin.
Otur.
Ah, Biraz yavaş.
- Bu şey de ne? - Harika birşey.
- Senin benden çok daha fazla canını yakacak. - Bahse girerim--
Ohh! Yırtılan birşey duydun mu?
- Hayır. - Oh. Çok tuhaf.
Dinle, Sadece bir teklif için buraya geldim.
Kımıldamayın. Çok kötü değil.
Birkaç gün için arkanıza yaslanamaycaksınız
- Fakat sonra her pozisyonda yalan söyleyebilirsiniz, değil mi? - Oh-ho-ho--
- Ooooh! - Acıtıyor mu?
- Ne? - Acıtıyor mu?
Ohh! Alay mı ediyorsun?
Isırabileceğim bir mermi var mı, hani filmlerde yaptıkları gibi.
Gerçekten Carson Dyle´ın kardeşimisin?
Pasaportumu görmek istermisin?
Pasaport? O neyi kanıtlar?
- Şey, dövmemin nerede olduğunu görmek ister miydin? - Evet.
Pekala, Bu yola başvuralım.
Bana en azından bugünlerde adının ne olduğunu söyleyebilirsin.
Alexander.
Tamam, Alexander.
- Tamam. - İyi.
Yeni bir adam oldun.
Eskisinin sana doğruyu söylemediği için üzgünüm.
Fakat, bütün bu olayların içinde senin yerini bilmek zorundaydım.
Bayan Dyle var mı?
Evet, ama boşandık.
Onun Peter Joshua olduğunu sanıyordum.
Onunla tek ortak yanımız birlikte yaşaması zor adamlar olmamız.
Alex, birinin yalan söyleyip söylemediğini nasıl anlarsın?
- Anlayamazsın - Bir yolu olmalı.
İki hint kabilesi hakkında eski bir bilmece vardır.
Beyazayaklar hep doğruyu, karayaklar hep yalan söylerler.
Birgün bir hintli ie karşılaşırsan, de ki,
''Hey, Hintli, Sen nesin, güvenilir bir beyazayak mı yoksa yalancı karaayak mı?''
Der ki, ''Ben güvenilir beyazayağım.'' Ama, O hangisi?
Niye sadece ayağına bakmıyoruz?
Çünkü makosen ayakkabı giyiyor.
Şey, öyleyse, O güvenilir beyazayak, kesinlikle.
Neden yalancı karaayak olmasın?
- Sen hangisisin? - Güvenilir beyazayak.
İçeri girin.
- Oturun. - Niye ki? Ayaklarıma mı bakmak istiyorsun?
evet.
- Uh-- - Ohh.
Hey, yapma lütfen Haydi, Reggie, Dinle beni.
Ah babammışın gibi yapma.
- Bir dul olduğumu unutuyorsun. - Juliet'te 15'inde duldu.
- Ama ben 15'inde değilim. - Şey, bu senin problemin-- Benim için çok yaşlısın.
- Ciddi olamaz mısın biraz? - Oh! İşte şimdi korkunç bir laf ettin.
- Ne dedim ki? - Ciddi.
Benim yaşıma gelen bir adamın duymak isteyeceği son söz odur.
Ciddi olmak istemiyorum, ve özellikle de senin olmanı.
Tamam, Bütün gün burada böylece otururuz. Buna ne dersin, hmm?
Reggie, kes şunu.
Tamam.
- Ne yapıyorsun şimdi? - Kesiyorum şunu.
- Durmanı kim söyledi? - Sen.
Tam olarak şikayet ediyor değilim henüz.
Oh.
- Şimdi, kes şunu. - Alex, Sanırım seni seviyorum.
Hey, telefon çalıyor.
Boşver onu.
O herkimse vazgeçmeyecek, ve tabi ben de.
Bir dakika. Devam et, aç onu.
Merhaba.
Affedersiniz, uh-- Ben sadece, uh--
Birşeyler atıştırıyorum.
Farzedin ki, beni çok memnun edeceksiniz...
Eğer 46 nolu odaya gelirseniz eski bir büyü hakkında biraz gevezelik ederdik.
Bana bir sebep gösterin, Niye geleyim.
Ya! Küçük bir neden var, altı, yedi yaşlarında.
Reggie teyzesini arayıp duruyor.
Ne şirin, değil mi?
Jean-Louis ellerinde.
Oraya geliyorum.
Hey, Tex, şu çocuğu alsan biraz, olur mu? ayağım uyuşacak.
Hadi yukarı.
Sen gerçek bir kovboy musun?
evet, kesinlikle, evlat.
Öyleyse silahın nerede?
Şunu uzak tutar mısın lütfen!
Jean-Louis.
Nassın, Bayan Lampert.
Onu kim davet etti?
Şey, Herman, Güzel bir iniş yapmışsın.
Hemen Sylvie'i aramalıyım.
- Korkarım ki bu biraz bekleyecek Bayan Lampert. - Ama annesi O.
Bazı sorulara cevap vermezseniniz, kimsenin annesi olmayacak artık.
- Burada oyun oynamıyoruz, Miz Lampert. - Parayı istiyoruz, hemen.
Neden biraz sessiz olup, çocuğu tehdit etmeyi bırakmıyor sunuz?
Para ne onda, ne de Bayan Lampert'te.
Öyleyse para kimde?
Bilmiyorum, Herman. Belki sendedir.
Bende mi?
- Ya da sende. - Ohh!
- Ya da onda. - Haydi, bu duyduğum en gülünç şey--
- Dinleyin bu adamı. - Trene gitmiş.
Şimdi farzedin ki içinizden biri burada, Paris'te Charles'i buldu.
Belki de tesadüfi olarak onunla karşılaştı.
Adam tekrar kaçmak isterken onu takip etti ve bir trende sıkıştırdı.
Adamı pencereden attı ve diğerlerine bundan bahsetmeye gerek görmedi,
Bütün parayı kendine aldı.
Birimiz bunu yapsaydı,Diğer ikisinin bunu ortaya çıkarmasına bekleyerek etrafta dolaşmazdı.
Ama öyle yapmak zorunda kalırdı, anlamıyor musunuz? eğer kaçsaydı, suçunu kabullenmiş olurdu.
O herkimse parayı arıyormuş gibi yapıp burada kalmalıydı.
Geri kalanların vazgeçip, eve dönmelerini bekleyerek.
Bizi saf dışı etmeye çalışıyor. Size söylüyorum, para onda.
Odalarını niye aramıyoruz?
Bizim için bir mahsuru yok.
Öyleyse niye boşa zaman harcıyoruz? Haydi gidelim.
- Bekliyorken biz de sizin odalarınızı araştıralım. - Benim ki hariç!
Şey, Herman. Gizlediğin birşey mi var?
Öyleyse itiraz etmeyin.
Pekala, işte anahtarım.
- Alayım onu. - Benim odam kilitli değil.
Herkes. Haydi ama.
Pekala, siz ikiniz kendinizi evinizdeymişiniz gibi hissedin.
Şey, haydi biraz çalışalım.
Haydi, Jean-Louis. Haydi. Oh, aferin.
- Senin oyun kime? - Scobie. Sadece o itiraz etti.
Pekala, Ben Tex ve Gideon´un odasına bakayım.
Jean-Louis'i yanına al ve kapıyı içeriden sürgüle.
Haydi, Jean-Louis. Hazine avına çıkıyoruz.
Tex?
Adamım, bunlar Charlie´nin eşyaları
Evet öyle görünüyor.
- Herman'ı aramalı mıyız? - Ne için?
Eğer burada yoksa, niye onu rahatsız edelim.
Ya para buradaysa?
Niye onu rahatsız edelim?
Oh.
- Ne var? - Gözümüzden kaçan birşey olmadığına emin misin?
Hayır, herşey burada. Polisin yaptığı liste bize güzelce kanıtlıyor.
Burada çeyrek milyon dolar edecek birşey olmadığı kesin.
Tabi kör değilsek eğer.
Kendi kendime çok yüklü miktardaki bir parayı çaldığımızı söyleyip duruyorum.
Fakat şimdiye kadar onun bir kuruşunu bile görmedim.
Ne dersin, belki de yanlış yerde arıyoruz.
Ne demek yani?
İçimizden birinin onu elde ettiğini farzet. Bilirsin, adamın dediği gibi.
Şimdi bu çok tatsız bir durum olurdu.
Aynı cephede savaşmış, kader arkadaşları olarak.
Şey, bilirsin, para bende olsaydı sana söylerdim.
Doğal olarak. Tıpkı benim de sana söyleyeceğim gibi.
Doğal olarak.
Ve Hermann içinde bu böyledir.
Doğal olarak.
Onun birşeyi yok, Sylvie. Gerçekten.
Sadece elinden geldiğince hızlı ol. Tamam. Hoşçakal.
Pekala, Bir hazinen olsaydı, onu nereye saklardın?
Onu bahçeye gömerdim.
Çok iyi, ama bu adamın bahçesi yok.
- Oh, benim de yok. - Yok mu?
Şey, Onu bu odada saklamak zorunda olsaydın, onu nereye koyardın?
- işte oraya. - Dolabın üzerine mi?
Ne biliyor musun? Haklı olabilirisin.
Oh, Umarım orada küçük kıllı böceklere rastlamam.
Hey, birşey var burada. ve çok ağır.
Buldum onu! Buldum onu! Buldum onu!
Bunun için ödüllendirileceğini düşünüyorsan, yanılıyorsun.
Kazandık! Kazandık!Kazandık!
Kazandık!Kazandık! Kazandık!Kazandık!
Bulduk onu! Bulduk onu!
- Buldunuz mu? - Hayır.
- Ne demek yani, hayır? - Çocuk bağırıyordu.
Orada. İşte orada.
İnan bana, Orada birşey yok.
Ya?
Oh!
Oh! uçan bazuka
Herman'ın yedek parçası.
- O nerede? - benim odamda.
Çocuğu salonun dışına çıkarsan daha iyi olur.
Oh, Böyle kötü birşeyi kim yapabildi?
Tam emin değilim.
Şey, benim odam değil.
benim ki de değil.
Oh, polis bundan hiç hoşlanmaycak
Onu kurulayıp, salondan odasına taşıyabiliriz.
O kadar da kötü görünmüyor.
Oh, zavallı yaşlı Herman.
O ve talih hep birer yabancı gibiydiler.
Şey, şimdi belki başka bir yerde öteki eline kavuşur.
Yatağında boğulmuş bir adam mı?
Mümkün değil.
Ve pijamaları üzerinde--İlkinin de pijamaları üzerindeydi. C´est trop stupide.
Bana yalan söylemeyi bırakın.
Bu burun yalan söylediğinizde bana haber verir.
23 yıldır hiç yanılmamıştır.
Bu burun beni komiser yapacak.
Bay Dyle, ya da Bay Joshua-- Hangisi?
Dyle.
Ve daha Megeve'de Joshua olarak kayıt yaptırdınız.
Sahte bir isimle kayıt yaptırmanın kanunlara aykırı olduğunu bilmiyor muydunuz?
- Hayır, bilmiyordum. - Amerika'da böyle şeyler hep olur.
Hiçbirinizin Paris'i terketme izni yok...
Bu mesele çözülene kadar.
Sizi uyarıyorum bakın, Peşinizde olacağım.
Biz bu ülkede giyotin kullanırız.
Bir giyotin bıçağının insanın ensesine gelmeden önce..
hafif bir gıdıklamadan başka bir his uyandırmadığını...
çok kereler düşünmüşümdür.
Bu sadece bir tahmin, elbette.
Umarım aranızdan biri bunun doğruluğuna şahit olmaz.
Kimin yaptığını düşünüyorsun?
- Gideon? - Olabilir.
- Ya da Tex? - Olabilir.
- Pek yardımcı olmuyorsun. - Haklısın.
- Şunlardan bir tane alabilir miyim? - Ne?
- Sanırım Tex yaptı. - Oh.
- Vanille et chocolat, s´il vous plait. - Neden Tex'in yaptığını düşünüyorsun?
Çünkü Gideon'dan gerçekten şüpheleniyorum,
Ve her zaman ummadığın kişi olur.
Kadınlar mantıksız olmalarını kadın olmalarına mı bağlarlar, ya da ellerinden gelen birşey yok mudur?
Bunda böyle mantıksız olan nedir?
Daima şüphelenmediğin kişinin suçlu olduğunu henüz söyledin.
Eğer Gideon'dan şüpheleniyorsan, Öyleyse Tex olmalı.
Öte yandan, eğer Tex'ten şüpheleniyorsan, o zaman diğer adam olmalı, Gideon.
- Sanırım sadece ellerinden başka birşey gelmiyor. - Hmm?
- Kimin? - Kadınların.
Oh.
Görüyorsun, yine de Scobie için üzülüyorum.
Onun gibi olsaydık hoş olmaz mıydı?
- Ne, Scobie gibi mi? - Hayır. Gene Kelly.
"Paris'te bir Amerikalı" filminde burada nehir kıyısında dans edişini hatırlıyormusun,
Dünyada tek bir tasası olmadan?
- Mmm. - Bu çok iyi. daha ister misin?
- Uh-- - Ohh!
hayır, teşekkürler.
- Sanırım senin de tasan yok. Haydi, ver şunu bana.
Afedersin.
Alex, Korkuyorum.
Evet, biliyorum.
Öldürülmesi için hiçbir sebep göremiyorum.
Şey, belki de biri dört ortağın çok fazla olduğunu düşünmüştür.
Bu birinin üç ortağa razı geleceğini kim söyleyebilir?
Hepsini istiyor. Bu biz de onun için bir engel oluyoruz demek oluyor.
Haklısın.
Birşey yapmak zorundayız. Yani, Her an öldürülebiliriz.
Öyle birşey yapar mıydın?
Ne, Birini öldürmek mi?
Hayır. Sevdiğin kadını kurtarmak için kendini ipe göndermek.
Notre Dame'ın kamburu gibi.
ha?
Oraya kim çıkardı onu?
Acele et, üstünü değiş. Açlıktan ölüyorum.
Bana ne yemek istediğini sölye de ona göre bir elbise giyeyim.
Ha ha ha ha.
Ah-ah-ah! Ne istiyorsun?
Ben ev dedektifiyim. Orada niye bir kız yok?
Tanrım, tam bir başbelasısın.
- İçeri gelebilir miyim? - Hayır. Banyo yapacağım.
Burada yapsan daha iyi olmaz mıydı?
-Niye ki? - Yerinde olsam, O küveti kullanmak istemezdim.
Herneyse, Yanlız kalmak istemiyorum. Korkuyorum.
Hemen bitişiğimdesin. Birşey olursa, bağır.
Aaaah!
Reggie?
Seni yakaladım. Ha ha.
Kurt gibi bağıran çocuğun hikayesini duymuş muydun hiç?
Duş şurada.
- Haydi ama, kapıyı aç. - Çok gülünç bir durum bu.
Benim duşumu kullanmak için can atan bir düzine adam sayabilirim.
- Niye onlardan birini aramıyorsun? - Haddini bil.
Oh, tam bi kaçıksın.
- Ne yapıyorsun? - Ayakkabılarımı çıkartıyorum.
Ayakabılarıyla duş alan birini gördün mü hiç?
Duş alırken genelde eski favori şarkılarımdan bir potpuri yaparım.
- Herhangi bir isteğiniz? - Kapat kapıyı.
Sanırın o şarkıyı bilmiyorum, bayan.
- Kapıyı kapat! - Niye ki?
İçeri gir ve seyret.
Su geçirmez.
Bu küçük alışkanlığını ne kadar sık yaparsın?
Oh, her gün. Terzim bunu yapmamı öneriyor.
Sana inanmıyorum.
Ya, evet, onun-- Bir dakika.
- etiketi oku.
Şu küçük yazıya bak.
''Duş esnasında bu giysiyi giymek...
şeklini korumasını sağlar.’’ vayy! Ha ha!
Su geçirmez.
Ah-ha-ha-ha-ha.
Dur.
Akrilik-naylon. Lifli, dayanıklı.
- Plastik. paslan-maz. yan-maz. eski-mez.
- Deli olan sensin. - Delir-mez!
- Evet? - Bayan Lampert? Bartholomew.
Washington'u aradım, Bayan Lampert.
Devam edin, Bay Bartholomew. Dinliyorum.
Şey, Senin bu adamın Carson Dyle'ın kardeşi olduğunu söylediğini anlattım onlara.
Ne bildiklerin sordum. Onlarda cevapladılar.
Bu pek hoşuna gitmeyecek, Bayan Lampert.
Carson Dyle'ın kardeşi yokmuş.
- Bayan Lampert? - Bir hata olmadığına emin misiniz?
Hiçbir şekilde olamaz. Lütfen dikkatli olun, Bayan Lampert.
hoşçakal.
Su sıçratma oyunundan bezdim. Bir mahsuru var mı?
Sorun nedir? Kötü birşey mi oldu?
Açlıktan bitkin düştün herhalde.
Bugün sadece beş kez yedin.
Takım elbisemi düzeltip, seni akşam yemeğine götüreceğim.
Kalabalık bir yere gidelim haydi. Birçok insan görmek istiyorum.
Hey, görüyorsun, bu şey hala ıslak.
20 dakikadır tek kelime bile etmedin.
Charles ve Scobie'yi düşünüyordum, ve sıradakinin kim olacağını.
Ben mi?
Katilin kim olduğunu bildiğini sanmıyorum, haksız mıyım?
Hayır. Henüz değil.
En son hayatta kim kalırsa onun yaptığı artık kesin olacak.
Ne demeye getiriyorsun? Scobie ve Charles'i benim öldürmüş olabileceğimi mi?
Seni tatmin etmek için ne yapmam gerekiyor? Sıradaki kurban ben mi olayım?
- Daha işin başındayız, nasıl olsa. - Oh.
Seni hiç anlamıyorum.
Bir bakıyorusun banyodayken peşimde koşan sen.
Bir bakıyorsun beni cinayetle suçluyan yine sen.
Carson Dyle'ın kardeşi yokmuş.
Oh, Bunu açıklayabilirim, Eğer güzelce dinlersen.
Şey,bir çift yüzgecim olmadan pek hızlı kaçamazdım, değil mi?
- Pekala, Hayatımın hikayesini dinlemeye hazır ol. - Gerçek mi, uydurma mı?
- Ah-- niye çeneni kapat mıyorsun? - Şey!
- Dinleyecek misin? - Devam et.
Pekala.
Henüz genç bir adamken, babam benden kendi yaptığı işi yapmamı bekliyordu.
Şemsiye gövdesi. Yaptığı buydu.
Makul bir işti, sanırım, Fakat o sıralar makul işler bana pek çekici gelmiyordu.
Sanırım herşey olacağına varıyor.
Şey, bu bir şekilde beni şemsiye gövdesi yapmaktan alıkoydu.
Ama aynı zamanda gerçek anlamda bir desteği de yitirmiştim.
Ne demek yani?
Şey, bu aşırı rekabetçi hayatta,
Meslek bilmeyen bir adamın pek seçme şansı yoktur.
Bu yüzden, ihtiyacından daha çok parası olan adamları kollamaya başladım.
Bazılarının ruhu bile duymazdı.
Yani, bir hırsız mısın?
Şey, benim seçtiğim sözcük biraz daha farklı,
Yine de bu söz yapılan işin ruhuna uygun.
Buna inanmıyorum.
Seni suçlayamam bunun için.
Ama ben inanmıyorum. İnanmadığım da bu zaten.
Demek Alexander Dyle gidiyor, Peter Joshua geri dönüyor.
Afedersin. Adım Adam Canfield.
- Adam Canfield? - Mm-hmm.
Harika. İki gün içindeki üçüncü isim.
Artık kiminle konuştuğumu bile bilmiyorum.
- Şey, adı aynı olmasa bile, adam yine aynı adam. - Hayır, değil.
- Adam Canfield bir dolandırıcı, ve sebebini bilmek istiyorum. - Şey, Çok basit.
Yaptığım hoşuma gidiyor. İşimi seviyorum.
Benim sevdiğim kadar işini çok seven pek adam yoktur.
Bazen etrafını gözlersin.
Bayan Canfield var mı?
- Evet, ama boşandık. - ''Ama boşandık.''
- Haklısın. şimdi git ve yemeğini ye. - Oh, bir atı bile yiyebilirim.
Sanırım sipariş ettiğin de oydu.
Beni bu şekilde kandırdıktan sonra kibar olmaya çalışma.
- Seni nasıl kandırdım? - Ya, bütün o şahane kıvırtmalar.
Sana karşı koyamayacağımı biliyordun.
- Şimdi ise tek ilgilendiğin şeyin para olduğu ortaya çıktı. - Haklısın.
- Ohh! - Ya, ne dememi bekliyorsun?
Güzel hoppa bir kızın benim gibi bir yaşlı kurt için çeyrek milyon dolardan,
Daha çok şey ifade edeceğini mi?
- Sanmam. - Hem öyle olabilir, hem de olmayabilir.
Mmm-- Nasıl yani?
Ellerimi üzerinden çekmek için kendimi zor tuttuğumun farkına varamadın mı?
- Oh,şimdi yüzünü görmelisin. - Nesi var ki?
Çok tatlı.
Ohh.
Şimdi ne var?
Artık aç değilim. Ne güzel, değil mi?
- Adam! - Harika. Gel bir bak.
Bu ışıkta fena görünmüyorsun.
Seni buraya niye getirdiğimi sanıyorsun.
Belki de beni dışarı çıkarırken bu tür şeyleri,
bana göstermek istiyordun.
Oldukça iyiler, değil mi?
yaptıkları herşeyi onlara ben öğrettim.
Oh, Gündüzleri de böyle şey yapıyorlar mı?
Elbette, Buralara nasıl geldiğimi sanıyorsun?
- Senin de beni öpmene izin yok, ha? - Oh, Hayır.
Doktor vücut ısımı artırdığını söyledi.. Hmmm.
¶ Charade ¶
Şey, Baştan çıkarmak istersen, baştan çıkarırsın, değil mi?
Şey, devam et haydi.
Evet. Ha?
Lobide mi?
Aklını mı kaçırdın yoksa?
Saat sabahın 3:30'u daha.
Harbi mi?
Pekala, hemen aşağıya geliyorum, bir dakika bekle.
H-- H-Hey, Işıkları yakın!
Hey, bu şey nasıl duruyor?
Aaaaaah!
Üçü de aynı, hepsi pijamaları üzerindeyken? C´est ridicule.
Bu nedir böyle, Bir çeşit yeni amerikan çılgınlığı mı?
Ve dahası burada yaşayan arkadaşınız, şu Texas'lı olan,
Sanki havaya uçtu.
-Nerede O? - Keşke bilseydim.
Madam?
Konuşun, Bay Dyle. Saat 3:30'da neredeysiniz?
Odamda, uykudaydım.
- Ya siz, Bayan Lampert? - Ben de.
Bay Dyle´ın odasında mı?
Hayır, kendi odamda.
Doğru söylediğiniz apaçık,
Böylesi gülünç bir hikaye uydurmanızın sebebi nedir?
Sizin yerinizde olsam, Pijama giymezdim.
İyi akşamlar.
Şey buradan belli oluyor ki, para Tex'te.
- Onu bulunca sana haber veririm. - Şimdi onu aramaya mı gideceksin?
Onu ilk önce polis bulursa, O çeyrek milyonluğu bize vermeyeceklerdir.
- Ah, Adam-- - Yatağına git ve kapını sürgüle.
- Evet? - Şimdi dinle beni, Dyle.
Paranın kimde olduğunu biliyorum artık, ve kendi payımı istiyorum.
Payım her geçen gün giderek artıyor.
Şey, Onu almadan bir yere gitmem.
- Neredesin, Tex? - Haydi, adamım.
Dinle, annem aptal bir evlat yetiştirmedi.
Ne diyeceğim, biliyor musun.
Beni bulmak istersen,
Etrafına bakman yeterli,
Çünkü bu andan itibaren, tam arkanda olacağım.
Aç şunu.
- Sanırım parayı Tex'in aldığı konusunda yanılıyorum. - Neden?
Onunla yeni konuştum. Hala çok kızgın.
Bu Gideon'u öldürüp parayı almamış demek oluyor.
Bu yüzden, artık ikimizi düşünüyor. Para sende olmalı.
Ama biliyorsun ki heryeri aradım.
Uçak valizi nerede?
- Dolapta. - Getir onu.
Tanrım, çok inatçısın.
Tex Charles'i öldürdüğünde bu valiz de yanında olmalı.
Sağol.
Herkes, hatta teyzesi Lillian bile o çantayı araştırdı.
Ben dahil.
- Tamam, tekrar bakalım. - Günde en az bir kez tekrar bakıyorum.
Birileri onu bulmuş olmalı.
Orada mı, Reggie. Şu an tam ona bakıyoruz.
Yatak üzerindeki birşey çeyrek milyon dolar değerinde.
- Ama ne? - Bilmiyorum. Bilmiyorum.
Dört pasaport. Hayır.
Vapur bileti.
- Başka birşey var mı? - Yok.
Cüzdan.
Tarak? hayır.
Bir dolmakalem.
Ya şu anahtar?
Evin anahtarı. Benimkiyle aynı.
Şey...
Bunlara gerçekten ihtiyacın olmadığına bahse girerim.
Al şunu.
Bu pek mantıklı değil,
Ama yine de bir çeyrek milyon dolar etmez.
- Bir dakika. - Ne var?
- Diş tozu. - Ne olmuş ona?
Eroini tadından anlaybilir misin?
Eroin.
- Nane kokulu eroin. - Mmm.
Şey, Sanırım hepsi bu.
İşi bitmiş.
Şey, yatağına git. Sabahleyin işe gideceksin.
Bu gece yapabileceğimiz birşey yok artık.
Seni seviyorum, Adam.
Evet, söylemiştin.
Hayır, son keresinde, ''Seni seviyorum, Alex.'' demiştim.
- Sıra sende, İngiltereyi tanıtıyorlar - Ooh, la vache.
Bay Başkan, Temsilci arkadaşlar...
Ve benim seçkin italyan meslektaşım.
Majestelerinin temsilcileri büyük bir sabırla Güney Avrupayı dinlediler.
- Oh, Meşgul müsün? - hayır, müsaitim. Sorun nedir, Adam?
Hiçbirşey. Sanırım birşey buldum.
Tex'in odasını karıştırıyorken, çöp sepetinde bunu buldum.
Onları tekrar birleştirdim.
Bunu Charles'in eşyalarını alabilmem için bana Grandpierre vermişti.
- Bunu nasıl birşey açıklayacağını-- - Hayır, sen anlamıyorsun.
Uçak valizini karıştırdığımızda eksik olan birşey vardı; bir ajanda.
Bir randevu defteriydi, değil mi? Orada yoktu.
Haklısın.
Grandpierre'in onu incelediğini hatırlıyorum.
Ama polis içinde önemli bir bilgi olduğunu düşünmüyordu.
Herhangi birşey hatırlıyor musun?
Şey, Charles'le ilgili birşey yazıyordu, ´Son randevu'
Kiminle? Nerede?
- Sanırım sadece nerede olduğu yazıyordu. - haydi, Reggie, düşün.
Aradığımız şey bu olabilir.
Adam, bu para bize ait değil.
- Eğer onu alırsak, kanunları çiğnemiş oluruz. - Saçmalık. Onu biz çalmadık.
- Çalınmış parayı çalmaya karşı bir kanun yok. - Elbette var!
Var mı? Ne zaman böyle aptalca bir kanun kabul edildi? Düşün şimdi, Reggie.
Randevu defterinde ne yazıyordu?
Bir mekan, ya da cadde köşesi, ya da birşey..
Seyret şimdi, benim sıram.
...yarımküredeki konferansın..
22 Mart'taki--
Dur, bekle! Geçen perşembe, saat 5:00.
Jardin des Champs Elysees.
İşte bu, Adam! Orada!
Şey, Bugün perşembe, ve neredeyse saat 5:00, öyleyse haydi.
Sorun yok, beyefendi. Siz devam edin.
Şimdi ne var?
saat 5:00, perşembe, Parkta.
Bu civarda birşey olmalı.
Charles'in randevusu geçen haftaydı.
- Evet, Biliyorum, ama elimizde ki tek ipucu bu. - Şaka yapmıyorsun.
10 dakika önce bir işim vardı.
Şimdi başka bir işin var, Dırdır etmeyi bırakta, etrafa bak biraz.
Bu tarafı ben alıyorum. Sende şurayı ararsın.
Hiç umut yok. Ne aradığımızı bile bilmiyorum.
Tex'in de bildiğini sanmıyorum.
- Tex? O burada mı? - Bak.
Ne için burada olduğuna bir bakacağım. Sen burada kal.
Dikkatli ol, Adam. Üç adam öldürdü.
Dur! Bekle!
Taksi!
Geri çekil.
Pekala, mektup nerede?
Mektup mu dedin? O peş para etmez.
Ne demek istedğimi biliyorsun Pullu zarfı ver bana.
Onu istiyorum.
Seni çaylak!
Niye ki, seni kalın kafalı, kuşbeyinli yarım akıllı çaylak.
İkisi de bizden çok daha akıllıydılar.
- Neden bahsediyorsun? - Önce kocası, şimdi de O mu?
İri gözleriyle sana bir bakış attı...
Ve sende eşekten düşmüş karpuz gibi ona vuruldun.
Zarfı mı istiyorsun?
İşte. al onu. Hepsi senin.
Hepsini yok yere öldürdün!
Seni çaylak!
Seni mankafalı gerzek!
Sen bir budalasın!
Sylvie! Burada ne yapıyorsun?
Jean-Louis'i bekliyorum.
Oh. Neler yapıyor?
Bu sabah ona verdiğin pulları alınca çok sevindi.
- Onlar gibisini hiç görmediğini söyledi. - Memnun oldum.
- Bütün bunlar da ne? - Pul pazarı.
Her perşembe burada olur.
Jean-Louis pullarını burada satar.
- İyi çocuk, nerede O? - Sorun nedir, cherie?
Pullar! Birer servet değerindeler!
- Ne? - Bir servet mi! dalga geçme!
- Oh, Hiçbiryerde göremiyorum onu. - Ayrılalım.
- Sen şu tarafa bak. - Tamam.
Jean-Louis!
Jean-Louis!
- Jean-Louis!
Jean-Louis!
Jean-Louis.
Reggie! Reggie!
Jean-Louis, tanrıya şükür. Şeyler sen de mi--
-Bu nedir? -Bir adam sadece üçü için bunları verdi.
Bir adam mı? Oh, Hayır, Jean-Louis. Kim? Nerede?
Vite, mon cheri. Vite.
- La-bas. - Haydi!
- Oh, adam gitmiş. - Onu suçlayamam.
Girin.
- Bay Felix? - Merhaba.
Sizi bekliyordum. Geleceğinizi biliyordum.
Şunlara bakın, madam.
Tüm hayatınız boyunca böyle güzel birşey görmüş müydünüz?
Üzgünüm. Pullar hakkında pek birşey bilmiyorum.
Daha önce hiç görmemiş olsamda onları kendi yüzüm gibi iyi biliyorum.
Bu dört şilinlik işveç pulu...
Da Gula Fyraskillingen adıyla bilinir,
1854'te basılmıştır.
- Ne kadar eder? - Oh, paha biçilmezdir.
Korkarım bu çok önemli.
Şey, sizin paranızla, belki 85,000 dolar.
- Oturabilir miyim? - Buyrun.
- Ya mavi olan? - O Havai mavisi olarak bilinir.
Sahibi 1894'te ona deliler gibi sahip olmak isteyen...
başka bir koleksiyoncu tarafından öldürüldü.
Bugünkü değeri nedir?
65000 dolar.
- Ya sonuncusu. - Ah, en sonuncu, en iyisi.
Le chef d´oeuvre de la collection. Bir şaheser.
Yeryüzündeki en değerli pul.
Gazette Maldave olarak bilinir.
Renkli kağıda elle basılmıştır.
Ve ilkel bir matbaada damgalanmıştır.
Bugün değeri 100,000 dolardır.
Ben bir hırsız değilim, madam.
Bir hata olduğunu biliyordum.
Çocuğa karşılığında bir sürü pul vermişsiniz.
- Hala satılık mı? - Bir bakayım.
Üçyüzelli Avrupa; İkiyüz Asya;
Yüzyetmişbeç Amerikan; Yüz Afrika;
ve 12 Prenses Grace hatıra pulu.
10 frank eder.
Ve şunları da unutmayın.
Teşekkür ederim.
- Bağışlayın. - Oh, hayır.
Birkaç dakikalığına da olsa benim oldular. Bu bana yeter.
Adam? Adam?
- Alo? - Bay Bartholomew?
Evet.
Tex ölmüş. Boğulmuş.
Ve bunu Adam yaptı. Hepsini o öldürdü.
- Emin misiniz? - Evet, eminim.
Tex ölmeden önce''Dyle'' yazmış.
Size söylüyorum, katil O.
Bir dakika bekleyin, Bayan Lampert. En iyisi herşeyi baştan anlatın.
Mektubun üzerindeki pullar herşeyi çözüyor. Trende Charles'in yanındaydılar.
Hep gözümüzün önündeydiler, ama kimse zarfın üzerine bakmadı.
Bayan Lampert, Beni dinleyin. Bu pullar sizde olduğu sürece güvende değilsiniz.
Bir bakayım. Palais Royale'deki merkez parkı biliyor musunuz?
- Colonnade'yimi? - Evet, Colonnade'nin yanı.
- Derhal oraya gidin. Acele edin, Bayan Lampert. - Hemen çıkıyorum.
Reggie! Pullar! Neredeler? Reggie! Bekle!
Beni de öldüresin diye mi? Tex ölmüş. Halının üzerine ''Dyle'' yazmış.
- Ben Dyle değilim. Biliyorsun. - Ama Tex bunu bilmiyordu. Katil.
Reggie, O pulları istiyorum!
- Palais Royale, lütfen. - Şu an meşgulüm.
- Lütfen çok acil. - Meşgul.
Hey! Bilet!
Amerikan Elçiliği.
Amerikan Elçiliği mi?
Bay Bartholomew´s ofisi, Lütfen.
- Biraz daha sesli konuşabilir misiniz, lütfen. - Daha sesli konuşamam.
Bay Hamilton Bartholomew.
Üzgünüm. Bay Bartholomew dışarı çıktı.
Bakın biri beni öldürmeye çalışıyor.
- Ne? - Beni öldürecek!
Bunu hemen ona söylemelisiniz.
Colonnade'nin yanındaki Palais Royale'in bahçesinde şu an.
Metro istasyonunu tam altındaki bir telefon kulubesinde kıstırıldığımı söyleyin ona.
Adım Lampert.
- Alo? - Alo. Bay Bartholomew?
- Evet. - Henüz sizi biri aradı, Bay Bartholomew.
Çok acilmiş gibiydi. Bayan Lampert.
Lampert? Bu isimde birini tanımıyorum.
Bir metro istasyonunda kıstırıldığını ve birinin onu öldürmeye çalıştığını söylüyor.
Onu öldürmeye mi? Beni ne sanıyor, C.l.A. mi?
Pekala, Sanırım en iyisi siz Fransız polisini arayın.
Bay Bartholomew! Bay Bartholomew! Yardım edin!
Reggie! Dur!
O adam Carson Dyle.
Hepimiz Carson Dyle'ın öldüğünü biliyoruz,Bayan Lampert.
- Sana söylüyorum, O Carson Dyle. - Haydi, Ona inanacak değilsin.
Pulları buraya getir. Yine seni kandırmaya çalışıyor.
Tex onu tanıdı. İşte bu yüzden Dyle yazdı.
- Eğer pulları ona verirsen, seni de öldürür. - Bayam Lampert!
Onun dediği kişi olsaydım, sizi hemen şuracıkta öldürmemi kim engelleye bilirdi?
Çünkü pulları almak için ortaya çıkmak zorunda, Bunu yapamayacağını biliyor.
Bayan Lampert, parayı kendine istiyor.
Tek istediği hep buydu.
- O CIA ile birlikte. Onu elçilikte gördüm. - Sana söylüyorum, O Carson Dyle.
Doğru, Bayan Lampert. Çok doğru.
Ben ölü bir adamım. Bana bak.
Oh, Kimin kim olduğunu bilmiyorum artık.
Reggie, Sana yalvarıyorum.
Bana son bir kez güven.
Niye güveneyim?
Bana güvenmen için bu dünyada tek bir sebep bile göremiyorum.
Durun, Bayan Lampert, yoksa sizi öldürürüm!
Bu size pulları getirmez, Dyle.
Yine de oradan çıkmak zorundasınız, ve ben bu mesafeden pek ıskalamam.
Belki öyledir, ama beni bir mermiyle öldüremezsin.
Bacağımda ve midemde beş kurşunla beni oracıkta terkettiler.
Ölmediğimi biliyorlardı, ama beni orada terkettiler.
Bir Alman kampında, hiçbir ağrı kesici olmadan 10 ay geçirdim.
Beni orada terkettiler. Ölmeyi hakettiler.
- Ama bu benim suçum değil. - Para şu an sende. Ve o bana ait.
Bayan Lampert, hayatta olduğumu biliyorlardı. yine de beni orada terkettiler.
İşte bu yüzden onları öldürmek zorundaydım, Dördünü de.
Bana inanın lütfen.Sizi de öldürürüm. Hiçbir farkı yok benim için.
Yararı olmaz. Zamanınız doluyor.
Geri dönemem artık. Yemin ederim, sizi öldürürüm!
Kararınızı verin, Bayan Lampert. Şimdi.
Adam!
Pekala!
Orada olduğunuz biliyorum, Bayan Lampert. Dışarı çıkın.
Beni duydunuz mu? Dışarı çıkın!
Sizi öldürmek istemiyorum, ama öldüreceğim.
Dışarı çık.
Oyun bitti, Bayan Lampert.
Aaaaah!
Bu kadar haşince kovalaman gerekmiyordu.
- Bu tamam. Şunu yap. - Oh.
Katil olduğunu düşündüğüm için beni affet,
Ama onun da sizin kadar büyük bir yalancı olduğunuz nereden bilecektim?
Postunu kurtardığım için bana göstereceğin minnet bu mu?
Kendi ayağını kendin ov.
Gerçek: Benim postum mu, yoksa şu pullar mıydı?
Ne kötü bir söz. Bunu nasıl düşünebilirsin?
Öyleyse kanıtla bana.
Bana yarın ilk iş elçiliğe gidip bu pulları geri vereceğini söyle.
- Diyorum ki, yarın ilk iş elçiliğe-- - Seni duyuyorum,
Öyleyse söyle.
Pekala, Reggie, Dinle beni. Açıklamak istediğim birşey var.
Boşver. Kendim giderim.
Onların ilgisini çektiğini nereden çıkarıyorsun ki?
Bu sadece bir çeyrek milyon. Bunu kayıtlarına geçirmek kendisinden daha pahalıya patlaycaktır.
Hem, bir vergi mükellefi olarak--
Kim vergi mükellefi? Dolandırıcılar vergi ödemez.
- Afedersin, asker-- - Deniz eri, madam.
Affedin. Devlete ait bir paranın iadesi için kimi görmem gerekiyor?
Maliye Dairesine gidebilirsiniz.
Oda 217, ikinci kat, Bay Cruikshank.
217. Sağolun, deniz eri.
Sizinle birlikte gelmesem olur mu?
O kadar parayı geri vermeyi görmek kalbime dokunabilir.
Bay Cruikshank, lütfen. Adım Lampert.
Evet.
- Bay Cruikshank? Bayan Lamp-- - Bayan
Bayan Lampert sizi görecek.
- Evet efendim. İçeri girin. - Teşekkürler.
En adi,
rezil,
aşağılık, namussuz--
Namussuz ha? Namussuz olmadığımı anladığında sevineceğini görmeliydim.
Sahtekar olmakta bile dürüst değilsin.
Niçin hiçbirşey söylemedin?
- Söylememize izin yoktur. Haydi, pulları ver bana. - Mm-mmm.
Bekle. Dyle bu binada nasıl bir ofis edindi?
- Onu ne zaman tanıdın? Günün hangi saati, yani. - 1:00 civarı.
Öğle yemeği saati. Muhtemelen bunu önceden düzenledi.
Genellikle açık bırakılan bir ofis buldu, ve sen burada olduğun zaman oraya geçti.
Öyleyse buranın seni ofisin olduğuna nasıl emin olayım?
Bayan Foster, güvenlikten Bartholomew'a kısa bir not geçin,
Bartholomew!
Öğle yemeği esnasında kapıların kilitli tutulmasını söyleyin.
Mmm. ilk kendi kitlesin.
- Bana pulları verin. Haydi. - Bugünkü ilk adın ne?
- Brian. - Brian Cruikshank.
Bu isimle de aldatılırsam bana oh olsun.
- Sana aldanmanı söyleyen oldu mu? - Bayan Cruikshank var mı?
- Evet. - Ama boşandık.
Hayır.
Oh.
Annem. Detroit'te yaşıyor.
Onu seversin. O da seni sevecektir.. Haydi, ver şu pulları.
Bana gerçekten Brian Cruikshank olduğunu kanıtlamadan olmaz.
Önüznümzdeki hafta bu isim bir evlilik cüzdanında yazacak, Bu nasıl?
Oyalamayı bırak. Şu an kimlik görmek istiyorum.
- Kimlik hususunda yalan söyleyemem. - Kanıtlayamıyorsun. Hala--
''Evlilik cüzdanı mı'?
Evlilik cüzdanı mı dedin sen?
Konuyu değiştirme. Sadece pulları ver.
Oh, Seni seviyorum, Adam, Alex, Peter, Brian, Adın herneyse.
Oh, seni seviyorum.
Umarım bir sürü çocuğumuz olur.
Hepsine senden isimler veririz.
Şey, buna başlamadan önce, pulları alabilir miyim?