Tip:
Highlight text to annotate it
X
Çeviri: Meral Öztürk Gözden geçirme: Sancak Gülgen
Benim geldiğim yer, Amerika'nın en liberal,
toleranslı ve ilerici yerlerinden birisi:
Seattle, Washington'luyum.
Harika bir Seattle'lı ailede büyüdüm.
Annem ressam, babam öğretim üyesiydi.
Beni böyle yetiştirdikleri için minnettarım:
hayatımı planlarken hep rahat bırakıldım;
"ben" nasıl uygun buldumsa öyle yaptım.
Hatta ve hatta,
ailemin aklındakinden farklı bir yol izledim.
19 yaşımdayken üniversiteden ayrıldım --
ayrıldım, atıldım, önemsiz ayrıntılar bunlar.
(kahkaha)
Profesyonel korno sanatçısı olarak
yollara düştüm ve
en büyük hayalimi gerçekleştirdim.
Amerika ve Avrupa'da oda müziği çaldım,
Charlie Bird diye harika bir jazz piyanistiyle
birkaç yıl turnelere gittim.
20'li yaşlarımın sonunda, İspanya'da
Barselona Senfoni Orkestrası'ndaydım.
Harika bir hayat
Biliyor musunuz, ailem hiç söylenmedi.
Başından sonuna kadar beni desteklediler.
Benim için hayalleri bu değildi.
Eskiden eşe dosta söyle diyorlarmış:
"Bizim oğlan okula 5-10 yıl ara verdi".
(Kahkaha)
Ama bir keresinde,
hayat tarzımla ilgili garip bir konuşma yaptık.
Durun anlatayım.
27 yaşımdaydım ve Barselona'dan gelmiştim.
Noel ziyareti için evdeydim.
Annemle birlikte yemek pişiriyordum.
Mutfakta başbaşaydık.
Ve annem sessizdi, çok sessizdi.
Belli ki bir terslik vardı.
"Anne, aklını kurcalayan ne?" dedim.
"Biz senin için çok endişeleniyoruz" dedi.
"Neden?" dedim. Endişelenecek ne vardı ki?
"Bana doğruyu söyle" dedi.
"Cumhuriyetcilere mi oy veriyorsun sen?"
(Kahkaha)
Doğrusunu söylemek gerekirse
politikayla alakam yoktu.
Sadece korno çalıyordum.
Ama ufak çaplı bir aydınlanma yaşamıştım
ve bunu farkettikleri için kafaları karışmıştı.
Aslında bir kapitalizm hayranı olmuştum ve
size bunun sebebini de söyleyeyim:
Bütün ömrümce ilgimi çeken bir şey,
ister inanın ister inanmayın, yoksulluk.
Çocukken, Seattle'da büyürken,
gerçek yoksullukla ilk karşılaşmamı hatırlıyorum.
Alt-orta sınıf bir aileydik ve
bizimkisi tabii ki yoksulluk sayılamazdı.
Yanına bile yaklaşmaz.
İlk kez fakirliği ve fakirliğin yüzünü görüşüm,
1970'lerin başında, 6-7 yaşlarındaykendi.
Böyle yavan, basmakalıp bir şeydi.
National Geographic dergisinde bir resim..
Doğu Afrika'da benim yaşlarımda bir çocuk,
şiş bir karın ve yüzünde sinekler.
Ölecekti. Biliyordum,
ama elimden bir şey gelmezdi.
Bazılarınız o resmi hatırlar,
aynısı olmasa da bir benzerini.
Batı'ya dünyadaki yoksulluğu tanıtan resim.
O resim hep gözümün önündeydi,
büyürken, okula giderken, okuldan ayrılırken,
aile kurarken, hep merak ettim:
Acaba o çocuğa ne oldu?
Ya da dünyanın her yerinde onun gibilere?
Böylece dersimi çalışmaya başladım.
Üniversitede olmadığım halde bir cevap arıyordum:
Dünyanın en fakir insanlarına ne oldu?
Durumları kötüye mi iyiye mi gitti?
Cevabı buldum ve hayatım değişti.
Cevabı sizinle de paylaşayım.
Şöyle ki...
bir çok Amerika'lı, çocukluğumuzdan beri
o resimden beri açlığın kötüleştiğine inanıyor.
Amerikalılara "Dünyada yoksulluk iyileşti mi kötüleşti mi?"diye sorarsanız,
%70'i 1970'lerden beri kötüleştiğini söyler.
Ama işin aslı şöyle:
düşüncemi değiştiren aydınlanma şöyle:
1970'den bu güne kadar,
açlık seviyesinde yaşayanların yüzdesi,
günde bir dolar ya da daha azıyla yaşayanlar
-enflasyon göz önüne alınarak tabii-
O yüzde azaldı.
%80 oranında azaldı hem de.
Dünyanın en kötü yoksulluğu
çocukluğumdan beri %80 azalmış.
Ama benim haberim yokmuş.
İşte bu, dostlar, bir mucize.
Bu kutlamamız gerken bir şey.
İnsanlık tarihinin
yoksulluk karşısında en büyük zaferi bu.
Üstelik bizim ömrümüz içerisinde oldu.
(alkış)
Bunu öğrendiğimde
"bu nasıl oldu?" diye sordum.
Zira nasıl yaptığımızı bilmezsek,
bir daha aynısını yapamayız.
Bir sonraki 2 milyar insanı
aynı şekilde yoksulluktan kurtarmak istersek
-çünkü bahsettiğimiz bu-
benim çocukluğumdan beri,
en az iki milyar kardeşimiz
yoksulluktan kurtuldu.
Sonraki iki milyar için,
nasıl yaptığımızı
bilmek zorundayım.
Böylece bir cevap
arayışına girdim.
Politik bir cevap değil,
zira politika umrumda değildi.
Doğrusu, hala da umrumda değil.
İyi ekonomistlerden en iyi cevabı istedim,
sağ, sol, orta ayırmaksızın.
İşte cevap.
İşte sebepler.
Bu 2 milyar kardeşimizin
yoksulluktan kurtulmasının beş sebebi var.
Bir: Küreselleşme
İki: Serbest ticaret
Üç: Mülkiyet hakları
Dört: Hukukun üstünlüğü
Beş: Girişimcilik
1970'den sonra dünyaya yayılan
serbest girişimcilik düzeni yaptı bu işi.
Elbette ki saf değilim.
Serbest girişim kusursuz değil,
daha iyi bir dünya için gerekli herşey de değil.
Elbette biliyorum.
Ama bu harika...
ve politikanın ötesinde.
Öğrendiğim şey, aydınlanmam şu:
Kapitalizm sadece mal edinmekle ilgili değil.
En iyi haliyle kapitalizm arzu etmekle ilgili
-ki buradaki bir çok insan da bundan bahsetti.
serbest girişim sistemine yerleştirdiğimiz
hayallerden gelen arzu.
Bunu daha fazla insanla paylaşmalıyız.
Size birincisiyle alakalı
ikinci bir aydınlanmamdan bahsedeyim.
Bence sadece dünyaya değil, buraya da
ilerleme getirecek bir aydınlanma.
İnsanları yoksulluktan kurtarmakla ilgili
az önce paylaştığım düşünceleri özetleyen
duyduğum en iyi alıntı bu:
"Serbest pazar, tarihteki bütün sistemlerden
daha fazla zenginlik yarattı.
Milyarlarca insanı yoksulluktan kurtardı."
Kimin lafı bu?
Milton Friedman ya da Ronald Reagan mı?
Değil.
Başkan Barack Obama'nın lafı bu.
Peki ben nereden biliyorum bunu?
Çünkü bunu bana söyledi.
Kulağa çılgınca geliyor.
"Çok şükür" dedim.
Dahası,
"Ne güzel bir fırsat," dedim.
Ne düşünüyordum biliyor musunuz?
Georgetown Üniversitesi'nde, Mayıs 2015'te
bu konu üzerine bir organizasyondu.
İşte Amerika'daki en büyük sorunun çözümü.
Liberali ve muhafazakarıyla
bu fikirler etrafında toplanarak
bize en çok ihtiyaç duyanlara yardım etmek.
Hepiniz biliyorsunuz ki bir kriz yaşıyoruz.
Amerika'da ve dünyada bir çok yerde
bir siyasi kutuplaşma var.
Bu kutuplaşma kritik seviyelere ulaştı.
Çok tatsız ve yanlış bir durum bu.
Dünyanın en saygın bilimsel dergilerinden
Proceedings of National Academy of Sciences'da
geçen yıl bir makale yayımlandı.
2014'de yayımlanan bu makale
siyasi güdüm asimetrisi üzerineydi.
O da ne demek?
Psikologlar bunu şöyle açıklıyor:
"Benim ideolojim sevgiye,
muhalifiminkisi nefrete dayalı" inanışı.
Dünyadaki çatışmalarda bu çok yaygın.
Mesela bu Filistin ve İsrail'in durumuna bakın.
Bu makalenin yazarlarının bulgularına göre,
günümüz Amerikasındaki
Cumhuriyetçilerin ve Demokratların çoğu
siyasi güdüm asimetrisinden muzdarip.
Bugün ülkemizde
aktif siyaset yapan insanların çoğu
kendisinin sevgiden,
karşısında olanların nefretten
yola çıktığına inanıyor.
Bunu bir düşünün. Bir düşünün.
İnsanların çoğunluğu etrafta
"Benim ideolojim iyiliğe ve yardıma dayalı,
ama bu diğerleri,
onlar kötü kalpli ve bana karşı" diye dolanıyor.
Bu tür bir asimetri varken
toplum olarak ilerleyemezsiniz.
Mümkün değil.
Peki bunu nasıl çözeriz?
Öncelikle, dürüst olalım. Farklılıklarımız var.
Farklılıklarımızı küçümsemeyelim.
Bu saflık etmek olur.
Bu konuda yapılmış bir sürü araştırma var.
Dostum,
TED konuşmacılarından Jonathan Haidt,
New York Üniversitesi'nde psikoloji profesörü.
Farklı insanların ideolojileri,
değerleri ve ahlakları üzerine çalışıyor.
Farklılıklarını görmek için.
Örneğin, muhafazakar ve liberallerin
önemli buldukları şeylere
çok farklı ağırlık verdiğini gösterdi.
Mesela, Jon Haidt'e göre,
liberaller, ekonomik özgürlüğe kıyasla
yoksulluğu %59 daha fazla önemsiyorlar.
Muhafazakarlarsa, ekonomik özgürlüğü
yoksulluğa kıyasla %28 daha fazla önemsiyor.
Asla uzlaşamayacak farklılıklar değil mi?
Asla bir araya gelemeyiz. Yanlış.
Gücümüzün kaynağı bu çeşitlilik.
Fakirleri kurtaran neydi hatırlayın.
Yoksulluğa olan takıntının
bütün dünyaya yayılan
ekonomik özgürlük metoduyla birleşmesi.
Birbirimize ihtiyacımız var.
Yani eğer sıradaki 2 milyar insanı
yoksulluktan kurtarmak istiyorsak.
Başka bir yolu yok.
Hmm
Peki bunu nasıl yaparız?
Kolay bir şey değil sanki.
Yaratıcı düşünceye ihtiyacımız var.
Bu sahnede bol bol var ondan.
Sosyal girişimcilik. Kesinlikle çok önemli.
Yurtdışında sürdürülebilir,
sağlam, etik ve ahlaklı yatırımlar yapmalıyız.
Ama en önemli ihtiyacımız
esnek bir ideolojiye fırsat vermek.
Daha az tahmin edilebilir olmalıyız.
Öyle değil mi?
Hiç ideolojinizin tahmin edilebilir
olmaya başladığınızı hissetitğiniz oldu mu?
Biraz alışılagelmiş?
Sürekli sizinle aynı fikirde olanları dinliyormuşsunuz gibi geldi mi?
Neden bu tehlikeli peki?
Çünkü bu ülkede ekonomi konuşurken,
sağda biz muhafazakarlar hep vergiler,
düzenlemeler, büyük hantal devlet,
solda, siz liberaller
ekonomiden bahsederken
vurgu hep gelir dağılımı eşitsizliğinde.
Öyle değil mi? Bunlar önemli şeyler elbette.
Benim için önemli, sizin için önemli.
Ama iş, açlık çeken,
bize bu gün ihtiyacı olan
insanlara yardıma gelince,
bunlar dikkatimizi dağıtıyor.
Elimizdeki en iyi araçları kullanarak,
en iyi yöntemlerle
fakirliği azaltmak için bir araya gelmeliyiz.
Bu da ancak muhafazakarların
liberallere ve onların yoksulluk takıntısına
ihtiyaç duyduklarını görmesiyle mümkün.
Liberallere de muhafazakarlar ve
onların serbest pazar takıntısı lazım.
Ülkenin gelecekteki kudreti
bu çeşitlilikten kaynaklanacak.
Eğer bunu kabullenmeyi seçersek tabii.
Peki bunu nasıl yaparız?
Bunu birlikte nasıl yaparız?
Sadece sizin değil
benim de atmam gereken bazı adımlar var.
Bir numara. Birinci adım:
Unutmayın,
karşı görüştekilere sadece katlanmak yetmez.
Daha fazlasını yapmak lazım.
Karşı görüştekilerin gereğini hatırlamalıyız.
Çünkü bize ihtiyacı olan,
hala bu araçları bekleyen insanlar var.
Şimdi ne yapacaksınız?
Bunu nasıl ifade edeceksiniz?
Nereden başlanacak? Buradan başlanacak.
Yani buradaki herkesten. Hepimiz şanslıyız.
Çünkü bizi dinleyen insanlar var.
Çünkü müreffehiz ve önderlik edebiliriz.
Bizim sıradışı ideolojimizi duyduklarında
insanlar belki bizi daha iyi dinlerler.
Belki ilerleme bu noktadan başlar.
Bu bir numaraydı. İki numara.
İkinci adım: Sizden ve kendimden istediğim,
safları bilerek isteyerek bulandıran,
muğlak, sınıflandırılması zor kişi olmanız.
Eğer muhafazakarsanız,
sürekli yoksulluktan,
fakirleri savunmanın ahlakî zorunluluğundan
bahseden muhafazakar olun.
Eğer liberalseniz,
düzgün kullanıldığında serbest piyasanın
sorunlarımızı ne güzel çözeceğini,
faydasını anlatıp duran liberal olun.
Eğer böyle yaparsak, iki şey olur.
Bir: Sıradaki 2 milyarla ilgilenmeye başlayabilir
ve geçmişte bir çok örneğini gördüğümüz
gelecekte de ihtiyacımız olan çözüm olabiliriz.
İkincisi de bu ülkede canımızı yakan
korkunç ideoloji savaşını alıp,
birlik ve karşılıklı saygıya dayalı
fikir rekabetine dönüştürebiliriz.
İşte o zaman, belki de
o büyük farklılıklarımızın
o kadar da büyük olmadığını fark ederiz.
Teşekkürler.
(Alkış)