Tip:
Highlight text to annotate it
X
"Düşlerime giren yabancı..."
"Beni yalnız bırakmayan yabancı..."
"Sadece bir kez yüzleş benimle."
"Nasıl birisi? Kim o? Kim bilir nerde şimdi..."
"Dudaklarım kime evet diyor?"
"Tanıdığım biri mi yoksa bir yabancı mı?"
"O gerçek mi yoksa sadece bir efsane mi?"
"Gözlerini dikmiş, uzaklardan, çok uzaklardan beni izliyor."
"Söyle ona uykularımı çalmasın."
"Düşlerime giren yabancı..."
"Beni yalnız bırakmayan yabancı..."
"Sadece bir kez yüzleş benimle."
"Beni etkileyen bir büyü bu."
"Şimdi ne yapmalıyım? Yüreğim onu istiyor."
"Yüreğim bu yaptığın delice diyor. O zaman neden onu hala benden gizliyor?"
''O benim tenimi uyandırıyor. Bütün bunlar onun suçu."
"Söyle ona, ayışığım nerdedir?"
"Düşlerime giren yabancı..."
"Beni yalnız bırakmayan yabancı..."
"Sadece bir kez yüzleş benimle."
Raj! Sabaha kadar partideydin! Bütün gece eğlendin ve uyumadın.
Ve sabah uyanabilmeyi mi bekliyordun? Mezuniyetine geciktin! Acele et!
Tatilde miyiz?
Hayırdır Raj? Kendi mezuniyetine geciktin?
Ne yapabilirim? Dün gece...
Onun nesi var? Çok fazla mı bira içmiş?
Sınıfta bazılarının mezun olamadığını duydum. Dean kendi isminin de...
bütün okulun önünde okunacağını düşünüyor.
Senle gurur duyuyorum evlat! Sen Dharamveer Malhotra'ın, babanın göğsünü kabarttın.
Baba, ne duydun bilmiyorum ama gerçek şu ki... - Biliyordum, birgün beni gururlandıracağını biliyordum!
Ve sadece ben değil, bütün hanedan seninle gurur duyuyor! Bak, hepsi sana gülümsüyor.
Benim büyük büyükbabam Diwan Brijnath, okula hiç gitmedi.
Onun oğlu, benim büyükbabam son hak sınavlarına...
4 kez girdi ve kaldı. Benim babam yani senin büyükbaban...
Divan Pushkarnat, 8 defa bitirme sınavlarına girdi yine de mezun olamadı.
Ve ben, senin baban, üniversiteye hiç kabul edilmedim.
Eğitim almamak, sınıfta kalmak aile geleneğidir. Çok mutluyum.
Çünkü sen geleneğimizi ayakta tuttun, ve gerçekte bizden çok daha üsttesin.
Biz Hindistan'da sınıfta kaldık. Fakat sen burada Londra'da sınıfta kaldın!
- Cidden mutlu musun? - Mutlu...
Eğitim tamamen gereksizdir. Kafaları kitaplarla doldurur.
Ama cebini doldurmaz.
Bana bak. Bhatinda'dan kaçan o köylü çocuk Londra'da bir milyoner oldu.
Ne olursa olsun her şey de bir hayır vardır. Yarından itibaren benimle ofise geliyorsun.
- Ofis mi? Yarın mı? - İstersen hemen bugün.
- Şu an ofise gelemem. - Neden?
Baba, sen deneyim adamısın.
Sınıfta kalmak için ne kadar yoğun bir çalışma gerekli bilirsin. Ben yoruldum baba.
Biraz dinlenmek istiyorum, bilirsin. Avrupa seyahati gibi birşeyler...
- Avrupa seyahati mi? Süre? - İki ay, ya da bir ay, ya da yarım ay.
Beni bunun için mi meşgul ediyorsun? Arkanı döner misin?
Moron! Seni bugünleri görmek için mi büyüttüm?
Hayır! Sakın onu düşürme!
İyi misin baba?
Baba, haklısın. Ben senin işlerinle meşgul olmalıyım.
- Sen artık yaşlandın. - Babana neler söylüyorsun?
Baba, Avrupa'ya gitmekten vazgeçtim. Yarın ofise geleceğim.
Bu evde sadece baban karar verir. Sen Avrupa'ya gidiyorsun.
Hayır. Ben yeteri kadar hoş vakit geçirdim. Gençlik yıllarım beni çoktan terk etti.
Bütün hayatım boyunca gençken sahip olamadıklarımı sana sağlamaya çalıştım.
Gençliğim ne zaman geldi ne zaman geçti hiç bilemedim.
Ama üzgün değilim çünkü biliyorum ki; oğlum benim yaşayamadığım yıllara sahip.
Eğer şimdiye kadar yeterince hoş vakit geçirdim diyorsan...
Eğer gençlik yıllarının bittiğini düşünüyorsan tamam o zaman, sorun değil.
Sadece git ve benim yıllarımı benim için yaşa!
Ajit'in mektubu?
Lajjo! Bak burada ne var? Mektup! Arkadaşımdan.
Ajit'ten.
Sadece kokla!
Punjab'in kokusu bu!
Hardal ve körüyle mayalanmış mısır ekmeğinin lezzeti üstünde.
Uzun, elde dikilmiş gömlekler ve kısa dizlikler.
"Sevgili arkadaşım Baldev, Bizler çok iyiyiz."
"Umuyoruz ki sen, eşin ve çocukların da iyilerdir.''
"Oğlumun sanat okulundan mezun olduğunu duyunca sevineceğini düşündüm."
"Oğlum benim işlerimin başına geçti. Tanrı’nın da yardımıyla...
Aramızdaki dostluğu kan bağına dönüştürmenin zamanı geldi sanırım.
20 yıl önce verdiğimiz sözleri tutmanın zamanıdır şimdi.
Umuyorum ki Simran'la Kuljit'in evliliği için en kısa zamanda buraya gelirsin.
Okusana!
Utandı! Gördün mü Lajjo?
İşte bu bizim etiğimiz, kültürümüz.
Benim kızım utandı. Ben doğru bir iş yaptım.
Londra'nın göbeğinde, Hindistan'ı çocuklarıma aşıladım!
Hala ne bekliyorsun? Lajjo kızın evleniyor, bunu şekerlemelerle kutlamalıyız.
Chutki! Bugün çok mutluyum.
- Bir şey söyleyebilir miyim? - Dört şey söyle.
- Önce Simran'a sorsaydık iyi olmaz mıydı? - Neler söylüyorsun sen?
O daha bebekken Kuljit'le nişanlandırılmış olduğunu hep bildi.
- Bunu biliyordu evet ama 20 yıl... - Endişelenme!
Simran çok mutlu olacak.
Ona nazar değmemesi için dua et sadece!
Ben Ajit'e cevap yazacağım. Tanrım! Nihayet büyük gün geldi.
Simran, ne yapıyorsun?
Düş kurmaya hakkım olmadığını unutmuşum anne.
Hayır, kızım, tabiî ki düş kurabilirsin.
Ama gerçekleşmelerini bekleyemezsin.
Kimbilir belki de Kuljit düşlerindeki yabancıdır.
Umurumda değil. Senin biletini de aldım.
- Benimle beraber Avrupa'ya geliyorsun. - Gelemem.
Babam tek başıma koleje gitmeme bile izin vermedi. 1 aylık Avrupa turuna...
Gitmeme mi izin verecek?
- Burada yapacak çok işim var. - Beni yıllardır tanıyorsun.
Bir bahane bulamaz mısın?
Bahane, bir bahane bulabilirim. Ama babama yalan söylemekten hoşlanmıyorum.
Matonight'la konuşmama izin ver.
- Avrupa? - Evet.
- Arkadaşlarınla? - Evet.
- Bir ay boyunca? - Evet
Chutki, doktoru çağır. Ona de ki Simran delirmiş ölü gibi yatıyor.
- Gelip bir bakabilir misiniz? - Önce aklını muayene edin.
Avrupa'ya trenle seyahatten bahsediyorsun? Eğer baban duyarsa çatıyı başımıza geçirir.
Bir genç kız yalnız başına böyle bir seyahat yapamaz. Anne, yalnız gitmeyeceğim ki.
- Arkadaşlarımla beraber gideceğim. - Benimle bu konuyu tartışma.
Ben buna alet olamam. Ama eğer babanın iznini istiyorsan...
Eve geldiğinde kendisine sorarsın.
Tanrım, lütfen babamın iyi gününde olmasını sağla.
Sadece bira, alıp gideceğiz. Size söyledim, dükkân kapandı.
Çık git!
- Biraları aldın mı? - Alamadım.
- Böylesine basit bir işi halledemedin mi? - Çok sinirli bir adamdı.
- Ben hallederim. - Yapamazsın.
- Aspirin alabilir miyim acaba? - Dükkân kapandı.
Başım çatlamak üzere, sinüzitim var.
Asprin bulamazsam bayılacağım.
Bütün dükkânlar kapalı.
Lütfen aspirin almama izin verin. Bir Hindistanlı bir Hindistanlı'ya yardım etmeli.
- Tanrı’ya şükür. - İşte burada.
Küçük bir ilaç için sizi dükkânınızı açmaya zorladığımdan dolayı kendimi kötü hissediyorum.
Başka şeyler de almak istiyorum.
Biraz bira alacağım. Kendim için değil!
Arkadaşlarım dışarıda, onlar içiyorlar.
- Hemen bırak onları. - Neden efendim?
Beni uyutmaya mı çalışıyorsun? Buradan hiçbir şey almayacaksın, hemen bırak onları.
Kazanmamak için çalışmıyorsunuz, değil mi? Bunlar sizin için kar.
- Yerine koyacak mısın onları? - Şemsiye olmaz!
Tamam, biraz ekstra pound. Oldu mu? Sakin olun tamam mı?
Utanmaz!
Kendinden niye Hindistanlı diye bahsediyorsun! Hindistan'ın adını lekeliyorsun.
Sen yalancı ve terbiyesizsin! Defol buradan!
Tamam gidiyorum. Ama bunları alacağım.
Gazla Rev!
Babam geldi!
- Sorun nedir? Geciktin. - Utanmaz serseriler.
Kendilerine Hindistanlı diyorlar! Hindistan'ı lekeliyorlar. Umarım kendilerini boğarlar!
Alçaklar! Utanmazlar, terbiyesizler... Bu, büyüklerine bile saygı göstermeyenler...
Tanımadıklarına nasıl saygı gösterecekler! - Kavga mı ettin?
Baş belası! Bira için geldi. Ona dükkân kapalı dedim. Ama o zorla aldı.
Tanrı'nın saygınlığına zarar verdiler. Serseriler!
Dinle Lajjo, şükürler olsun ki sen ve kızlarım...
Asla İngiliz kültürünün bir parçası olmadınız!
Yoksa biz bu yerlerde olamazdık!
Baş belası serseriler!
Yelkenlerini fırtınalı havada açarsan batma tehlikesi altında kalırsın.
Seni buraya getirdiğimizde daha çok küçüktün. Ve şimdi...
Bir kız çocuğu yetiştirmenin insana büyük bir sorumluluk getirdiğini söylerler.
Ama senin gibi bir kız evlat, babasının göğsünü kabartır, onurlandırır!
Benim güzel kızım!
- Baba, senden bir şey rica etsem? - Ne istersen.
Avrupa'yı görmek istiyorum.
Eurail 1 aylık Avrupa turu düzenliyor. Bütün arkadaşlarım gidecek.
Lütfen karşı gelme. Asla sana itaatsizlik etmedim baba.
Daha önce hiç görmediğim birçok ülkeye gideceğim.
Evleneceğim adam bana tamamen yabancı birisi olacak. Ama...
Bundan şikâyet etmiyorum. Sen her zaman benim için en iyi olanı istersin.
Bir daha böyle bir şansım hiç olmayacak.
Bir daha buraya dönüp dönemeyeceğimi,
hatta arkadaşlarımı tekrar görüp göremeyeceğimi bile bilmiyorum.
Bu sadece 1 ay... Bu bir ayı sanki bütün bir ömürmüş gibi hatırlayacağım.
Benim bu mutluluğum için, bana ömrümden bu bir ayı veremez misin baba?
Lütfen baba, bana sadece 1 ay ver.
Git. Ve onu yaşa!
Canım kızım.
Simran nerde?
- Nerde olabilir ki? - Lavaboda mı acaba?
Sana Raj'i uyandırmanı söylemiştim. Uyandırdın mı?
Hayır.
Açıl susam açıl!
Acaba sende bunun anahtarı var mı?
Evde kimse var mı?
Kimse yokmuş.
Seni bir yerde görmüş müydüm?
Robbie'nin partisinde? Hayır mı?
- Ben partilere gitmem. - Harika ben de gitmem!
Gözlerin...
Ne var gözlerimde?
Bana birisini hatırlatıyor. - Kimi?
Büyükannemi. Tıpkı seninki gibi, onunda gözlerinde sarı ve yeşil hareler vardı.
Lütfen okumaya devam et. Ben sadece tersten nasıl okunabileceğini öğrenmeye çalışıyorum.
Buraya kadar!
Simran, burada mıydın?
- Treni kaçırdığını sanmıştım. - Hayır, kaçırmadım.
Endişelenmiştim. - Peki, senin adın nedir?
Sheena.
- Sheena ben buradayım. Gidelim mi? - Tabi ki.
- Hadi şişir sunu. - Şişti baksana!
- Bu da bir şey mi? - Raj, nerelerdeydin sen?
Her zamanki, gibi bir kızla beraberdim.
- Kız? - Trene binmesine yardım ettim.
Ve kız resmen içime düştü. - Ne dedin?
Beni usandırdı. Yalnız kaldığımız anda o birden flört etmeye başladı.
Aynı eski numara... Seni bir yerde görmüş müydüm?
- Kız bana iyice sokuldu. - Ne?
Ben tedirgin oldum! Vagonda o kadar yer varken kız benim yanı başımdaydı.
- Sonra? - Sonra ne? Kız tabiî ki gözlerimde kayboldu.
Gözlerini dikmişti, hiç susmadı. Sürekli konuştu. Zamane erkekleri...
Ah şu kızlar! Sadece oradan sağ salim çıkmaya çalıştım.
- Bu nedir? - Bir partiye davetiye.
- Size söylemiştim, sıkıntıdan patlayacağız. - Tabiî ki. Sen bize tren kazası kehanetinde bulunmuştun.
Hepimiz akşam yemeğinden sonra parti ateşi içinde eğlenceden yanacaktık.
- Bakın çocuklar. - Nereye?
Bu o!
Nereye düştük biz böyle? Bu senin fikrin miydi?
- Bize miydi yoksa garsonlara mı seslendi? - Bana.
Rocky anlaşılan avlumuzu yalayacağız.
Neden onları çağırdın?
Biliyor musun Sheena, seni daha önce bir yerde görmüş gibiyim.
- Beni mi? Gerçekten mi? Nerde olabilir? - Robbie'nin partisi?
Belki de. Ben birçok partiye katıldım.
- Biliyor musun Sheena... - Neyi?
- Gözlerin bana birisini hatırlatıyor. - Gözlerim mi? Gerçekten mi? Kimi?
Büyükannemi.
- Şarkı mı söylüyor yoksa çığlık mı atıyor anlayamadım. - Ayrıca ben çok daha güzel piyano çalarım.
Piyano çalmasını biliyor musun?
Ben piyanonun üstünde doğdum. Piyanoyu bebekliğimden beri çalarım.
Biliyor musun, parmaklarım sanki sihirlidir. Piyanoya değdiği anda sihiri hissedersin.
Piyano sanki kendiliğinden çalmaya başlar.
Ses sana da tanıdık gelmiyor mu?
Bu gerekli miydi?
Piyanoyu çalan parmaklarındaki sihir değil mi yoksa?
"Dur, benim yabani sevgilim."
"Sana sormam gereken şeyler var."
"Nesin sen, bir kız yâda bir sihir?"
"Güzel bir koku yâda bir zehir?"
"Gel izin ver sana dokunayım."
"Bekle, benim yabani sevgilim."
"Sana sormam gereken şeyler var."
"Bak bana, gülüyorum sebepsizce."
"Yüreğimi tuttum senin için bekliyorum."
"O çok iradeli duruyor, kendinden çok emin.''
"Ama söyleyecek çok şeyi var."
"Eğer evet dersen, benim de söyleyeceklerim var."
"Bekle, benim yabani sevgilim."
"Sana sormam gereken şeyler var."
"Nesin sen bir kız ya da bir sihir?"
"Güzel bir koku ya da bir zehir?"
"Dünyadaki tek güzel kadın sen değilsin."
"Neden beni reddeden tek sensin?"
"Yüreğimi verdiğim kişi bir başkası."
"Eğer evet derse, onu kollarıma alırım."
"Bekle, benim yabani aşkım."
''Sana sormam gereken şeyler var."
"Nesin sen, bir kız yâda bir sihir?"
"Güzel bir koku yâda bir zehir?"
"Gel izin ver sana dokunayım."
Dün gece için, çok utanıyorum.
Sana çok kötü davrandım.
Sana bir şey söylemek istiyorum.
- Evet. - Bu...
Koşun!
İlk gelen ilk sıradadır.
- Acele! Tren hareket etmek üzere. - Paramı nereye koymuştum?
Bir dakika bu paraları nasıl sayacağım bilmiyorum, Çok fazla bozukluk var...
Acaba bana söyleyebilir misiniz bir ikilik, sekizlik.
Durun!
Tren gitti mi?
Tren gitti!
Ağlamayın, Senyorita!
Ama şimdi durmuştunuz.
Tekrar başladı! Ağlamayın lütfen! Ben yanınızdayım, burdayım! Bakın.
Tamam gidiyorum.. gidiyorum! Çanınız burada.
Bir sonraki tren çok geç bir saatte. Zürih'te treni yakalayabilmemiz için...
Otobüse binmeliyiz yâda araba kiralamalıyız.
Hangisini tercih ederdiniz? Otobüs mü araba mı? Nereye gitti!
Senle karsılaştığım andan beri bana rahat vermedin.
- Ne söylüyorsunuz siz? —Bütün yol boyunca.
- Başımın etini yedin. - Ben mi?
Senle her şey ters gidiyor. Bugün, treni kaçırdım.
- Senin yüzünden. - Benim mi?
Zürih'e zamanında varmak istiyorum. Dolayısıyla sen kendi yoluna git, bende kendiminkine.
İlginç! Biz aynı yöne giden, aynı treni yakalamaya çalışan yolcularız.
Neden ayrı devam edelim ki! Benim gibi bir adamın arkasında senin gibi bir kız olmalı.
Yanlış! Benim gibi bir kızın senin gibi bir adama ihtiyacı yok. Beni takip etmekten vazgeç!
Tamam ben dikerim. İğnem ve ipliğim var! Sana yeni bir elbise alayım!
- Merhaba pasaportunuzu görebilir miyim? - Pasaportum yanımda değil, ben Avrupa turuna çıkmıştım... trenimi kaçırdım...pasaportum orda kaldı...
Bizimle merkeze kadar gelmelisiniz.
Sevgilim, canım, nerelerdeydin! Çok endişelendim. Seni çok özledim. Teşekkürler memur bey, teşekkürler. İşte pasaportum, ben Raj Malhatro, ve o da Bayan Malhatro.
Kendini nasıl bu işe bulaştırdın?
Bana dokunmaya nasıl cürret edersin! Sana peşimde dolanmayı bırakmanı söylemiştim?
Kapa çeneni, sus! ne sanıyorsun sen kendini! Senin peşinde dolandığım yok!
Sana dokunmaya meraklı da değilim! Zamanında yetiştiğim için bana teşekkür etmen gerekir.
Yoksa şu anda hücrede olacaktın. Ben ona yârdım ediyorum söylediği şeye bak!
Hey, gelin götürün şunu!
Özür dilerim.
Ne dedin sen?
Üzgünüm. Yanlış anlamışım.
Sorun değil Senyorita, düşünmeyin bunu. Böyle büyük yerlerde ufak tefek şeyler olabilir!
- Bu Senyorita'da nerden çıktı? - İlk kız arkadaşım bir İspanyol'du.
- Neden ayrıldınız? - Hindistanlılardan nefret ediyordu.
- Sen Hindistanlıları seversin, değil mi? - Zürich’e ne zaman varırız?
Zürich de nedir ki! Burası gerçek Avrupa.
Çok güzel, çok sevimli. Bazen, onun gitgide kirleneceğinden korkuyorum.
- İlk kez mi geliyorsun? - Evet
- Daha hızlı süremez misin? - Acelen ne Senyorita?
Tren yarın saat 11.30’da Zürich’ten hareket edecek. Koca bir gece ve yarım bir günümüz var.
- Zamanında orada olacağız. - Ya olamazsak...
Napalım olamazsak. Şu anda benim yanımdasın.
Merak etme hiçbir şey ters gidemez!
Avrupa en iyi yürüyerek gezilebilir.
Sadece 4 kişiyiz. Chutki daha her şeyin başında, uzun yılları var.
Annemse, anneden çok bir arkadaş gibidir. Bu yüzden bir arkadaşa hiç ihtiyaç duymadım.
Hayatının sonuna kadar arkadaşlarınla yaşayamazsın. Bazen hayatın boyunca...
Seninle yan yana yürüyecek birisine ihtiyaç duyarsın.
- Daha fazla yürüyemeyeceğim. Yoruldum. - Seni taşımamı ister misin?
Buralarda otel olduğunu sanmıyorum. Hadi gidip evlerden biriyle konuşalım, belki uygun bir oda bulabiliriz.
Gel hadi, gece için oda ayarlandı.
Hangisi senin odan?
Durum şu ki. Burada sadece bir oda var.
Ve biz geceyi aynı odada mı geçireceğiz? Yani durum bu diyorsun?
- Mecburen. - Mecburen değil!
- Burada bir dakika bile duramam. - Sen yatağı alırsın, ben sofada yatarım.
- Sorun kalmaz. - İmkânsız, ben gidiyorum!
- Şaka yapmıyorum, gidiyorum dedim! - Bütün yatağı kendime alırım bende!
Vaat! Ne kadar güzel bir oda.
Ne güzel... Ne romantik!
Ve bu perdeler. Ne kadar güzel!
Ve manzara!
Atlar yok mu?
Burası çok sevimli.
Hem de ateş yakmışsın!
Kesinlikle seçimlerinde çok haklısın.
Geceni geçirebileceğin daha iyi bir yer olamazdı, değil mi?
Güzel bir oda bulmuştuk.
Ama sen geceyi benimle burada geçirmeyi tercih ettin. Bir ahırda... Odada değil.
- Hadi ye. - Aç değilim.
Peki, yeme! Beni ilgilendirmez!
Ye şunu.
Sana söyledim, aç değilim!
Hadi ama... Ye.
Ben... Özür dilerim.
Ne dedin sen?
Üzgünüm... Hata yaptım.
Sorun değil. Böyle büyük yerlerde ufak tefek şeyler olabilir!
Sen çok haklısın Senyorita. Bu ahırdaki macera ruhunu...
- Asla rahat bir odada bulamazdın. - Peki, biz Zürich’e nasıl varacağız?
Hayır, Zürich’e değil. Yarın akşam Berlin'e yetişeceğiz. Yarın sabah...
Saat 8'deki ilk otobüsle yola çıkacağız. Ben her şeyi ayarladım.
Artık hiçbir şey ters gidemez.
- O da ne? - Hayat!
Bir bayanın önünde içki içmeye utanmıyor musun?
Bir bayanın önünde donarak ölmekten iyidir! Eğer yaşamak istiyorsan...
- Sende biraz içsen iyi olur Senyorita. - Sakın bana yaklaşmaya kalkma!
Pekâlâ, yaklaşmam.
Yarın görüşürüz, tabi eğer hala hayatta olursan.
Pekâlâ, iyi geceler.
- "Bir kerecik dans etsem? - Olmaz, olmaz, hayır!"
- "Piruet yapmayı denesem? - Olmaz, olmaz, hayır!"
- "Bana bir öpücük versen? - Tanrım! Olmaz, hayır!"
"Bırak beni rüzgârla uçayım!"
"Yüce Tanrım, bana yardim et!''
"Bu soğuk meltemler, bedenimde ateş yakıyor."
"Seninle sevişiyormuşum gibi..."
"hissediyorum"
"Daha önce hiç olmadı böyle bir şey."
"Dünyaya ilk adımımı attığımdan beri."
"Bırak beni rüzgârla uçayım!''
"Yüce Tanrım, bana yardim et!''
- "Bir kerecik dans etsem? - Olmaz, olmaz, hayır!"
- "Piruet yapmayı denesem?" - Olmaz, olmaz, hayır!"
- "Bana bir öpücük versen? - Tanrım! Olmaz, hayır!"
"Nereye gittiğini sanıyorsun, Aşkım... Sevgilim."
"Sen tatlı bir kızsın bense yakışıklı bir delikanlı."
"Hadi kollarıma gel."
"Bırak da seni gözlerime hapsedeyim."
"Tanrım, ben sarhoş oldum."
"Yüce Tanrım! Bana yardim et!"
- "Bir kerecik dans etsem? - Olmaz, olmaz, hayır!"
- "Piruet yapmayı denesem?" - Olmaz, olmaz, hayır!"
- "Bana bir öpücük versen? - Tanrım! Olmaz, hayır!"
"Tanrım! Kendimden geçtim."
"Yüce Tanrım, bana yardım et!"
Sabahları uyanınca, çok daha tatlı görünüyorsun.
Ben buraya nasıl geldim?
Benimle... Dün gece...
Daha önce içtiğini hiç sanmıyorum ama...
Dün çok fazla içtin sanırım.
Şimdi iç bunu.
Dün gece ne oldu?
Dün gece yaşanan, yaşanması kaçınılmaz olandı.
Ama ben böyle hayal etmemiştim, bu şekilde olsun istemedim.
Bana doğru söyle Rab! Dün gece ne oldu?
Buna nasıl cevap verebilirim bilmiyorum Simran?
Bak, gözlerime iyi bak. Gözlerim gerçeği açık söylemiyor mu sana?
Olamaz! Bu asla olmamalıydı.
Bu olmamalıydı. Bu yaşadığımızdı Simran, birbirimize yaşattığımızdı.
Yaşanması kaçınılmaz olanı kimse engelleyemez. Biz bile...
Yalan söylüyorsun! Yalan söylüyorsun di mi?
- Hayır Simyan. - Lütfen yalan söylüyorum de
Pekâlâ! Ben yalan söylüyorum, gözlerim de söylüyor.
Ya bu aşk izleri... Onlar da mı yalan söylüyor?
Söylesene.
Söyle bana Simran! Bunlar senin mi, yoksa bir başkasına mı ait?
Ağlama! Lütfen... Ağlama! Sadece şaka yaptım.
Bunlar gerçek değil! Bak! Senin rujunu kullandım.
Sadece çok içmiştin ve çok ıslanmıştın.
Seni buraya getirmekten başka seçeneğim yoktu. Yemin ederim, sadece şaka yaptım!
Sen burada, bu yatakta tek başına uyudun. Ben dışarıda uyudum. Yemin ederim, sadece şakaydı!
Ağlama, ne olur ağlama! Bak bana! Dinle beni! Dinle!
Hakkımda ne düşündüğünü biliyorum. İşe yaramaz bir serseri olduğumu düşünüyorsun.
Ben pislik değilim, Simran! Ben bir Hintliyim.
Ve Hintli bir kız için namusun ne anlama geldiğini iyi bilirim.
Bırak dün geceyi, rüyamda bile sana bunu yapabileceğimi düşünemem. Güven bana, Simyan!
Söylediğim gerçek, dün gece hiçbir şey yaşanmadı. Bu sadece bir sakaydı.
Lütfen bir daha böyle bir şaka yapma. Kendime neler yapabileceğimi bilmiyorsun.
Lütfen, böyle bir şaka yapma.
Sana söz veriyorum. Bir daha asla böyle kötü bir şaka yapmayacağım.
Hadi giyin artik. Acele et! Otobüse yetişmemiz gerek.
Acaba gömleğimi geri alabilir miyim?
Otobüsün kalkmasına 15 dakika var. Bir şeyler yemek ister misin?
Hayır, aç değilim.
- Hadi gel, gidip içine bir bakalım. - Kiliselerin nesine bakacağız anlamadım.
Ben gelmiyorum.
Sen git bak.
- Ne? - Acele et. Treni kaçıracağız
- Acaba? - Birer çay içip mi gitsek?
Ne için dua ettin? Bundan bahsetmenin doğru olduğunu düşünmüyorum.
O zaman dua ettiğin şeyin gerçekleşeceğine inanıyorsun.
Kim saf ve temiz bir yürekle birsek dilerse, o mutlaka gerçekleşir.
- Sen git. Ben bir dakika içinde gelirim. - Ne oldu?
Git sen. Ben geleceğim.
Ben Raj...
Özür dilerim, burada nasıl dua edeceğimi bilmiyorum. Ama ben kendim için gelmedim.
Yanımdaki kız Simran, o çok iyi. Ve gerçekten çok güzel bir kalbi var.
Ne dilediyse onun gerçekleşmesini istiyorum. Dilediği şeyi ver ona.
Nerelerdeydin?
Kilisede mi?
Yarım kaşık şeker, bir kaşık süt ve biraz krema, işte kahven hazır.
- Eve yollamak için kartpostal ister misin? - Karpostal? Eve mi?
Eğer bu kartpostallar eve ulaşırsa, babam beni ''sen nereye gittin böyle'' diye öldürür heralde.
- En son ne zaman ciddi oldun sen? - Şimdiye kadar, hiç.
- Eğer olursam o da sadece bir an için olacak. - Hangi an?
Aşık olduğumda.
- Senin gibi biri şimdiye kadar hiç aşık olmadı mı yani? - Bir çok kere ilişkim oldu.
Ama hiçbirine aşık olmadım Senyorita. O kızı hiç bulamadım.
Nasıl bir kız arıyorsun ki?
Sana anlatmamı mı istiyorsun?
Ona baktığım an...
kalbimdeki bütün arzular, bütün düşlerim birden canlanmalı.
Bu hiç olmadı. Ama bazen onu düşlediğim anlarda bir fısıltı duyuyorum... Diyor ki...
O bir yabancı, yüzünü daha önce hiç görmediğim biri. Düşlerim ne zaman gerçekleşir bilmiyorum.
- Sana da hiç böyle oluyor mu? - Hayır.
Bir yabancı gelip düşlerini hiç esir almadı mı?
Düşlerimde yabancılara yer yok benim.
Ben nişanlıyım, evlenmek üzereyim.
- Evlenmek üzere mi? - Evet.
Nişanlın nerde? Londra'da mı? - Hayır, Hindistan'da.
Nasil biri?
Bilmiyorum. Onu hiç görmedim.
Daha önce hiç görmediğin bir adamla mı evlenmek üzeresin?
Bunun bir önemi yok. Babam gördü. Onun arkadaşının oğlu.
Daha önce hiç karsılaşmadığın biriyle bütün ömrünü geçireceksin, öyle mi?
Tamamen yabancı biri?
- Bu her zaman başımıza gelebilecek bir şey. - Ve sen bu karardan memnunsun?
Tren geldi.
Çok güzel fotograflar. Bana bunların birer kopyasını yolla. Ayrıca düğün resimlerini de istiyorum.
- Sen düğünümde olmayacak mısın? - O kadar yolu kim gidecek?
- Sheena, gelmek zorundasın! - Sadece şakaydı, tabiki geleceğim.
Gelip damada bakacağım. Evleneceğin ahmağın neye benzediğini bile bilmiyoruz.
Bunu düşürmüşsün.
Ne oldu? Neden öyle bakıyorsun bana?
Sana anlatmam gereken şeyler var, Simran.
Dinliyorum.
Sana aşık oldum.
Şu yüzünün haline bir bak!
Gerçekten sana aşık olduğumu sandın, değil mi?
Şaşkın Simran! Beni uzun zamandan beri tanıyorsun...
ve hala nasıl biri olduğumu anlayamadın mı? Hatırlasana, ben asla ciddi olamam.
Bütün bunlar aşk, sevgi... benden uzak seyler. Hala takılmak için onca zamanım varken...
nasıl bütün bir ömrü sadece bir kızla harcayabilirim! Dünya'da bir çok güzel kadın var.
Bazılarının güzel gözleri, bazılarının güzel dudakları, bazılarının harika saçları var.
- Siz erkekler, hep aynısınız. - Ama sen hepimizden farklısın.
Hayatını daha önce hiç görmediğin birisiyle harcamak üzeresin... Ne büyük erdem!
Bu gerçek aşk olmalı!
Boşver, unut bunu. Sadece bir an düşün, peki ya başka birisine aşık olsaydın?
Demek istedigim, düşün ki bu seyahatte tanıştığın birine aşık oldun.
Örneğin, diyelim ki ben, bana aşık oldun ve bende sana aşık oldum.
Ya o zaman ne yapardın? Geri dönüp tanımadığın o adamla evlenir miydin?
Ya da, benimle bu ilişkiye başlayacak cesaretin olur muydu?
Ne yapardın?
- Treni tekrar kaçırmak istemiyorum. - Ama ben o treni tekrar ve tekrar kaçırmak istiyorum.
- Ne? - Yok bir şey.
Raj, eger sana aşıksa, arkasına dönüp bakar!
Dön.
Dön.
Tekrar Londra'dayız. 1 ay nasıl geçti anlamadım.
Raj, bana adresini vermedin. Verirsen sana düğün davetiyemi göndermek istiyorum.
Geleceksin, değil mi?
Hayır. Gelmeyeceğim.
''Neler oluyor..."
''kalbime?"
"Onu kayıp mı ettim?"
"Ne oldu yüreğime?"
"Nerede bıraktım onu?"
"Sen aşıksın, sevgilim."
"Milyon kere inkar etsende, aşıksın."
"Sen aşıksın, sevgilim."
"Milyon kere inkar etsen de, aşıksın."
"Sevgilim. Aşk bunun adı."
"Sen aşıksın, sevgilim."
"Milyon kere inkar etsen de, aşıksın."
"Sevgilim, aşk bunun adı."
"Bana hiç dönmesen bile..."
"ben hep seni bekleyeceğim."
"Sana dur gitme demek isterken ben..."
"Sen çoktan uzaklara gitmiştin."
"Ne oldu bana? - Hiç bilmiyorum"
"Neden kalbim böyle... - Aşka tutuldu...?"
"Sen aşıksın, sevgilim."
"Milyon kere inkar etsen de, aşıksın."
"Sen aşıksın, sevgilim."
"Milyon kere inkar etsen de, aşıksın."
"Sevgilim... Aşk bunun adı."
"O zaman! Dur, akıp gitme..."
"geçmişe dön."
"Ben kendimi orda kaybettim..."
"hayatımızın kesişen yollarında..."
- "Neredeyim şimdi...? - Sen neredesin?"
- "Peki bu.. - Sihir ne?"
"Sen aşıksın, sevgilim."
"Milyon kere inkar etsen de, aşıksın sevgilim''
"Milyon kere inkar etsen de, aşıksın."
"Sevgilim, aşk bunun adı."
"Neler oluyor..."
"kalbime?"
"Yüreğim hep benimleydi."
"Şimdi kayıp mı ettim?"
"Onu kaybettim."
Anne, günlüğüme yazdığım düşümü hatırlıyorsun değil mi?
Düşlerimde ellerimi tutan yabancıyı?
Hep görmeyi düşlediğim o adamı?
Onu buldum.
Ne?
- Neler söylüyorsun, Simi? - Evet anne, buradan ayrılırken...
Yaşamdan ne istediğimi çok iyi biliyordum.
Sadece 1 ay içinde, olabileceğim kadar mutlu olmayı istedim, geri döndüğümde...
ülkeme gidip, bütün hayatımı yabancı biriyle geçirecektim.
Kendi kaderimle anlaşma imzalamıştım anne. Ama bildiğim bir şey varsa...
o da şimdiye kadar içimde birikenler. Bir fırtına gibi girdi hayatıma...
ve düşen bir yaprak gibi sarsıldım ben.
Aşk böyle bir şey olmalı. Romanlarda okuduğum, hikayelerde dinlediğim.
Ama hiçbir zaman anlayamadığım bir şey... Bana ellerini ilk uzattığında bile...
Hala anlayamamıştım. Onunla uzun zaman yanyana kaldığımız halde...
Yine de hiçbir şey anlayamadım. Ama bugün, ayrılırken...
İlk defa, onu artık hiçbir zaman...
göremeyeceğimi anladım. Arkama bakmaya devam ettim. O gidiyordu.
Onu durdurmak istedim, bir şeyler söylemek istedim, bir şeyler duymak istedim ondan.
Ama o durmadı. Artık anladım. Aşkın böyle bir şey olduğunu.
Ve ben ona bütün düşlerimi verdim. Beni sevip sevmediğini bilmeden.
Şimdi bildiğim tek şey ise, onun benim hayatım olduğu. Başka birine ait olamam, anne.
Kalktın mı? Bizde Simi'yle sohbet ediyorduk.
Uzun zamandır kızım yoktu. Saatin kaç olduğunu anlayamamışız.
Sana benim güvenimi sarsmamanı söylemiştim!
Senden bir söz aldım, ve sen beni çiğneyip geçiyorsun?
- Hayır baba... - Dinle, önce kızınla konuş, bir şeyler sor.
Hiçbir şey duymak istemiyorum!
Hazırlanın. Yarın sabah Hindistan'a gidiyoruz.
Düğün için.
Bırak ağlasın.
O bunu kaderine kendisi yazdı.
Bununla nasıl başa çıkacağını kendi başına öğrenmeli. Bırak ağlasın.
- Adı ne? - Simran.
Kimden bahsediyorsun, baba?
Aya bakarken yüzünü gördüğün kızdan.
Ben bir kız için...
deli divane olacak birisi değilim. - Evet, unutmuşum!
Bazısı güzel dudaklı, bazılarınınsa güzel gözleri var.
- Nerde yaşıyor? - Kim baba?
Şu kız... Simran.
- Bilmiyorum - Nasıl biri?
Sevgi dolu.
O zaman sorun ne?
- Sorun evlenmek üzere olması. - Düğünü durdurmak nasıl bir fikir?
Senin zamanında farklıydı her şey. Artık zaman çok değisti.
Aşktan hala ''aşk'' diye söz ediliyor. Bu hiç değişmedi, ve asla da degişmez.
- O başka birine ait olacak. - Gelin her zaman...
onu evine götüren adama ait olur. Sana şu mandolini çalasın diye babalık yapmıyorum.
Biz böyle aya bakıp bakıp hayal kuracak bir aile değiliz. Eğer aya gerçekten ulaşmak istiyorsan...
Git ve onu eve getir. Hadi git.
Ve buraya sadece gelinimle geri dön! Anladın mı!
Gittiler. Kozlaro evleniyor.
Burayo sattılar ve Punjab'a yerleştiler.
Ben geliyorum, Simran.
Geliyorum.
"Genç kızlar nehir kenarına gittiğinde, halhallarının melodisini duyarsın."
"Olgunlaşmış hardallar tarlalarda dalgalanırken..."
"Bir yılın daha burada bittiğini anlarsın."
"Bugün gel, bugün gel, yüzünde bir gülümsemeyle bana bir şarkı söyle."
"Geleceğin trenin ıslık sesini bekliyorum ben."
"Evine gel gezgin, dostların seni çağırıyor."
"Evine gel gezgin."
"Toprağın seni çağırıyor."
Saygılarımla, anne.
Hayır anne.
Oğlum, 20 yıldır gözyaşlarımı zaten tutuyorum.
Bugün tutamam oğlum. Bugün tutamam.
Simran, benim kızım.
Benim küçük bebeğim.
- Nasılsın? - Ben hiç değişmedim!
Sen artık gelinin teyzesisin! Kendine uygun bir damat bulmanın zamanı geldi.
Lajjo, Ben zaten yıllar boyunca buna hazırdım! Ama bu köyde...
Bana uygun hiç kimse yok. Ne yapabilirim ki ben? Bana...
en uygun kişi buralardan olmayan biri olabilir! - Hiç degişmemişsin!
Hemde hiç!
Bizi burda çok beklettiniz. Ama geç olması hiç olmamasından iyidir.
- Karıcığım, bize biraz müsade eder misin? - Kaybol.
Hadi Baldev, bu kim bil bakalım? Hadi bil.
Bilmiyor musun? Benim kızım Preeti.
- Kuljit'in kardeşi. - Uzun yaşa evladım.
Harika, değil mi? 20 yılda bütün jenerasyonlar belli bir yaşa geldi.
- Çok güzel bir kız. - Babasının kızı, haksız mıyım?
Kaybol.
- Kuljit nerde? - Evet, Kuljit nerde?
Abim ava çıktı. Birazdan burda olur.
- Saygılarımla. - Uzun yaşa evladım.
- Saygılarımla. - Uzun yaşa oğlum.
- Punjab'in güçlü delikanlılarından biri olmuş. - Eee kimin oğlu o?
Kaybol.
- Gelin, kahvaltı hazır. - Evet, ben çok acıktım.
Hadi çocuklar.
Bu sana, bu sana ve bu da sana.
Yarın sabah beni burdan çıkarmalısın.
Tabiki abla.
Çocuklar, Grannie herkesi aşağıya çağırıyor.
Bilirsin Simi, ben daha küçük bir çocukken babam bana anlatırdı.
Bir erkekle bir kadın arasında hiçbir fark yoktur. Herkes eşit haklara sahiptir.
Bütün çocukluğum boyunca, bunun doğru olduğuna inandım. Ama büyüdüğüm zaman...
Bunun bir yalan olduğunu anladım.
Ben okula gönderilmedim. Çünkü erkek kardeşlerimin...
eğitimi çok daha önemliydi. Bu benim ilk fedakarlığımdı.
Sonraki her dönemde, bazen kız çocuğu olarak, bazen kız kardeş olarak...
bazen de eş olarak... kendi mutluluğumdan ödünler vermeye devam ettim.
Ama sen doğduğunda...
Seni kollarıma ilk aldığımda...
Bir söz verdim, bana yapılanların sana yapılmasına müsaade etmeyeceğime dair.
Bir kız evlat, kız kardeş yâda bir eş olarak daha fazla ödün olmayacaktı.
Kız olduysan ne fark ederdi. Hayatını kendi istediğin gibi yaşamalıydın.
Kendi payına düşen mutluluğu tatmalıydın. Ama yanılmışım Simran.
Bir kadının böyle bir söz vermeye hakkı olmadığını unutmuşum.
Kadınlar, erkekler adına fedakarlık yapmak için doğarlar, Fakat erkekler...
asla fedakarlık yapmazlar, ve hiçbir zaman yapmayacaklar.
Ve ben, yani annen, seni bu düşlerinden almaya geldim.
Unut onu kızım. Unut... Çünkü gözyaşlarının baban için hiçbir önemi yok.
Herkesin mutluluğu için...
Sana yalvarıyorum... Unut onu kızım.
Haklısın anne.
Benim saflığım bu. Onun beni sevip sevmediğini bile bilmiyorum.
Her şeyin ötesinde, o benim babam. Her zaman benim mutluluğumu ister.
Babamın mutluluğu için, böyle küçük bir fedakarlığı nasıl yapmam!
Git anne ve söyle babama. Ben düğün için hazırım.
Benimle ilgili hiçbir sorun yaşamayacak.
Senin kız çok güzel.
Kız değil, Kuljit'in talihi güzel.
Benim adım Rajeshwari. Bayan Rajeshwari Singh.
Eğer küçük kız böyleyse büyük olan nasıldır acaba?
Size düğünden sonra anlatırım.
Dinleyin.
Yarından sonraki gün nisan olacak.
Düğün günü ise ayın 25'i.
Tatlıları getirin.
Ben endişeliyim.
Simran'ın gözlerinde neden böylesine bir hüzün var.
Gülümsemesi bile tereddüt dolu. Her şey yolunda mı?
Tabii ki anne.
Yeni bir yer, değişiklik... Birkaç gün içinde düzelecek göreceksin.
Hiçbir şey için endişelenme.
İşte bu da senin.
- Simran daha o çocuğu unutmadı mı? - Evlenmeye hazır olduğunu söyledi.
- Yavaş yavaş unutacak... - Eğer tekrar hatırlarsa, buna pişman olur!
"Seni gördüğüm an anladım..."
"Nasıl bir deliliktir aşk."
"Seni gördüğüm an anladım."
"Nasıl bir deliliktir aşk."
"Nerede olursak olalım."
"Sadece kollarında ölmeme izin ver."
"Gözlerim... Seni düşler."
"Kalbim hatıralarınla dolu."
"Benim olan bir şey yok, her şey sadece senin."
"Hayatım senin, nefesim senin..."
"Uğruna ağlarken ben, gözyaşlarım senin..."
"Kederlerim gülümsemeye başlar sana."
"Seni gördüğüm an, anladım..."
"Nasıl bir deliliktir aşk."
"Nerede olursak olalım."
"Sadece kollarında ölmeme izin ver."
"Hiçbir şey hissedemiyorum."
"Ne söylemeliyim, ne yapmalıyım? Bilmiyorum"
"Sadece karşımda dur öylece."
"Ve sadece sana bakmama izin ve.r"
"Sen beni çağırdın... Ve bak, ben buradayım.''
"Aşk yemininden büyük ne var bu dünyada?"
"Seni gördüğüm an, anladım..."
"Nasıl bir deliliktir aşk."
"Seni gördüğüm an, anladım..."
"Nasıl bir deliliktir aşk."
"Nerede olursak olalım."
"Sadece kollarında ölmeme izin ver."
Götür beni buradan Raj! Götür beni buradan!
- Ne...? - Bilmiyorsun...
Burada neler olup bitiyor bilmiyorsun! Yarından sonraki gün nişanlanıyorum.
Düğün 15 gün sonra. Bütün hazırlıklar yapılıyor.
Babam arkadaşına bir söz verdi. Ve bu sözü adına yaşıyor.
O istediği her şeyi yapabilir, ama... Asla sözünden dönmez.
- Buradan kaçmalıyız Raj, Kaçmak zorundayız! - Hayır Simran. Ben kaçmıyorum.
Buraya seni çalmaya gelmedim. İngiltere de doğmuş olabilirim.
Ama Hintliyim. Buraya, seni gelinim olarak götürmeye geldim.
Baban senin ellerini bana verirse, ancak o zaman seninle geri giderim.
Babamı tanımıyorsun!
Buradan gitmek zorundayız Rab. Lütfen Raj, götür beni buradan.
- Beni seviyor musun? - Dünyadaki herkesten çok.
- Bana güveniyor musun? - Kendimden bile fazla.
O zaman söyleyeceklerimi iyi dinle. Şu andan itibaren...
Biz iki yabancıyız. Ben seni tanımıyorum, ve sen de beni tanımıyorsun. Hadi git şimdi.
Sadece izin ver her şeyi oluruna bırak. Gerisi bana kalsın.
Sence bende korkacak göz var mı? Hem de ruhum tamamen senin aşkınla doluyken?
Ama yalnız başıma... Bu yolda yürüyemem.
Sen de benim gibi güçlü durmalısın.
Benimle beraber olmalısın... Söyle bana beraber miyiz bu yolda?
Sunu da sakın unutma: Ben sadece senin uğruna buradayım, senin için...
Ve senle bir ömre sahip olana kadar, hiçbir yere gitmeyeceğim.
Baksana, hani şu evleneceğin adam... Adı neydi?
Kuljit Singh.
Yardım edin! Kimse yok mu?
Birisi bana yardım etsin!
Kimse yok mu? Yardım edin!
Kimse yok mu?
Tam zamanında yetişmemiş olsaydın Raj, Şu an çoktan aslanlara av olmuştum.
Rab, sana borçluyum!
- Ne söylüyorsun Kuljit sen? - Nerelisin Raj?
- Seni daha önce burada hiç görmedim. - Londra’dan geliyorum.
Londra'dan bir misafirimiz var!
- Buraya neden geldin? - Bir şeyleri elde etmek için.
Neyi elde etmek için? Hadi anlat bize.
- Arazi... Arazi. - Arazi mi?
Evet, eğer iyi bir yerden bir arazi bulabilirsem. Oraya fabrika kurmak istiyorum.
- Fabrika mı... ne fabrikası? - Bira!
Söylesene Kuljit. 8-10 milyon dolar...
Bir fabrika kurmam için yeterli olur mu?
- Ne oldu? -8-10 milyon dolar mı?
- Çok mu az? Biraz daha bulabilirim. - Hayır! Bu yeterli, fazla bile.
Tanrı’nın işine bak! Bizi karşılaştırdı. İkimiz birlikte iyi bir takım olabiliriz.
Fabrika mı kurmak istiyorsun? Olmuş bil!
Bu iş tamamdır, adamım.
Sırası gelmişken Raj...
sen nerede kalıyorsun? - Biliyorsun, bu çevrede kimseyi tanımıyorum.
Dolayısıyla kiralık bir daireye yerleştim.
Tuhaf! Ama artık beni tanıyorsun.
Benim saray gibi bir evim var! Ve sen kiralık bir dairede kalacaksın? Asla!
Binda, git ve bavullarını dairesinden al. Ve bizim eve getir.
- Sen ne yapıyorsun, Kuljit? - Tek kelime etme.
Sen hayatımı kurtardın, Kuljit'i kurtardın! Senin için bir şeyler yapamaz mıyım yanı?
Biliyorum sen Londra’dansın. Burası ise Punjab, ama bizler tanınmış kişileriz.
- Sen sadece eğlenmene bak. - Peki, madem ısrar ediyorsun....
dediğin gibi olsun. - Bu kadar işte!
Peki piliçlerden ne haber?
Ortalığı kasıp kavuracağız!
Sen daha gitmedin mi?
Hadi Binda, acele et. Raj için bir Black Label getir.
Ben Raj'la İskoç viskisi almaya gidiyorum.
Bana bir sigara atsana. İlginç! Ateşi de ver!
Kuljit'in hayatını kurtardığın için sana minnettarız.
- Lütfen, görevimdi. - Uzun yaşa evladım.
Preeti, Raj'a şekerleme ver.
Yeterli.
10 milyon pound! Neden bunu daha önce söylemedin?
- Ben söylemeye çalıştım... - Raj! Evladım!
- Şekerleme. - Aldım.
İzin ver yedireyim. İşte böyle! Demek fabrika kuracaksın?
- Biz senin için her şeyi ayarlarız. - Bunu anlatmıştım.
Hemen üstünü değiştir. Öğle yemeğine Baldev’lere gidiyoruz.
- Baldev kim? - Benim arkadaşım!
Kızı, oğlum Kuljit'le evlenecek.
- Benim orda ne işim var ki? - Doğru. Orda ne yapacak ki?
- Ama madem ısrar ettiniz, bende sizinle geleyim bari. - Tamamdır!
Baldev yarı İngiliz gibidir. Geç kalacak olursak, sorun olabilir.
- Zamanında orda olalım o zaman. - İşte bu!
Hadi git hemen giyin. Senin yüzünden hep geç kalıyoruz.
- Kuljit, Sana anlatacaklarım var. - Fabrika için endişelenme.
Benim...
Tamam, hepsini ver bana.
Tebrikler.
Tebrik ederim.
Dinle... - Ben...?
Bu marketçi de nerden çıktı?
- Seni daha önce bir yerde görmüştüm sanki. - Beni mi, sanmıyorum. Ben evden dışarı adımımı atmam.
- Londra da. - Ama ben Ludhiana'nın sınırları dışına hiç çıkmadım.
Arkadaşımla tanıştın mı Raj? O Londra'dan daha yeni geldi.
Ne söylüyorsun? - Balli, doktor...
Raj dün Kuljit'in hayatını kurtardı.
Bunun kim olduğunu biliyor musun? En eski arkadaşım. Benim kan kardeşim.
Dik dik ne bakıyorsun öyle! Ayaklarına dokunsana.
Saygılarımla.
Acele et! Doktor asırlardır seni soruyor!
Şu doktor harika bir adam. Hadi dostum.
- İhtiyarin iyi bir hafızası var. - Ne oldu?
- Yok bir şey. Bu harika, çok güzel bir ev! - Sana söylemiştim.
Bu Raj. Benim dostum. Londra'dan geldi.
Bu Simran.
Namaste, Simran.
Dün eğer o olmasaydı, şu anda sen ve ben böyle yan yana olamazdık.
Ne söyleyebilirim ki....
Tanıştığıma çok memnun oldum. MS Rajeshwari...
- Bu nedir? - Küçük bir geline, küçük bir hediye.
Mr. Raj, insanların beni Chutki olarak çağırmasından hoşlanırım.
Benden hoşlanan herkes de beni Raj olarak çağırır. Sadece Raj.
- Namaste, Simran. - Namaste.
Hadi gel.
Bu Raj, İngiltere'den gelen arkadaşım.
- Sana bahsettiğim kişi. - Saygılarımla.
- Uzun yaşa, oğlum. - Geliyorum.
- Alır mıydın? - Teşekkürler, anne.
- Size yardım etmeme izin verin. - Hayır, sen damat tarafısın.
- Bizim misafirimizsin. - Ne kadar tuhaf!
Biraz önce bana 'oğlum' dediniz. Ve şimdi de beni sahiplenmiyorsunuz, misafirim öyle mi?
İzin verin.
Şu laskiyi bir deneyin. Kendi ellerimle yaptım! İşte bu da senin için teyze.
Bu da senin hala. Bu senin..
Ne güzel bir kıyafet bu böyle.
Özür dilerim.
Önce siz.
Bütün bu işlerle neden sen ilgileniyorsun? Biz gençler her şeyi idare ederiz. İzin ver.
Bunu ben hep söylerim. Ama kimse beni dinlemez.
- Burada bütün işleri ben yapıyorum. - Bence de.
- Hey... Sen de kimsin? - Ben... Ben Raj!
- Raj da kim...? - Müstakbel damadın.
Kuljit senin müstakbel damadın, ben onun arkadaşıyım.
- Sevimli çocuk! Bardakları oraya koy. - Tamam.
Ne kadar tatlı!
Bugün ilk defa çok güzel bir işaret gördüm.
Simran'in sevinçle güldüğünü görüyorum!
- Onu bana ver. - Vermem.
Haklısın anne. Simran bugün bir başka gülüyor.
İngiliz evladı! Hadi uyan! Acele et! Ava gidiyoruz.
Şuna bak! Gelmiyor musun? Hadi kalk.
Hastayım. Ateşim yükseldi.
Dün gece yüzünden her yerim tutuldu, ayakkabılarımı bile çıkarmadan uyudum baksana.
- Ama sadece tek ayakkabını giymişsin. - O bacağım fena halde tutuldu da ondan.
Üzgünüm dostum, ama ava gelebileceğimi sanmıyorum.
Siz İngilizler çok zayıf bünyelisiniz. Sana ilaç göndereceğim.
Akşama kadar iyi olmaya bak!
Akşam yemeğinde hindi var. Endişelenme, iyi olacaksın.
Hey Kuljit...
Hadi bakalım Raj, başlıyoruz!
- Bu nedir? - Devam edin, siz devam edin.
- Bütün bunlar da ne Raj? - Bugün çok güzel bir sey oldu.
Yolda bir bakanla karsılaştım ve babamın çocukluk arkadaşı çıktı.
Bütün bunları bana o verdi. Ben ilgilenirim, sen yorulma.
Ben yalnız bir adamım. Bu kadar seker, pirinç, buğdayı ne yaparım!
Bende onları buraya getirdim. Burası düğün evi değil mi?
- İşinize yarar, di mi? - Çok sağol, oğlum.
Ama biz gelin tarafıyız. Senden bir şey alamayız.
Bu ilk ve son olsun o zaman. Yalnız şuna bir karar verin.
Ya bana oğlum demeyin, ya da bana oğlunuz gibi davranın.
- Oğullara nasıl davranılırmış bakıyım? - Onlarla tartışmazsınız.
- Pekâlâ. Tartışmıyorum. - İşte bu!
Şimdi söyleyeceklerimi dinleyin o zaman. Benim annem derdi ki....
Kim bir düğünün gerçekleşmesine yardım ederse onun güzel bir gelini olur.
- Bütün bunlar güzel bir gelin için mi? - Başka ne için olacak! Sadece şanslı olanlar...
Güzel bir gelin bulabiliyor artık. - Nasıl bir gelin istiyorsun?
Söyleyeyim. Senin gibi biri.
Böyle konuşma. Hayır, duanı ver bana.
Tabiî ki. Sen istediğin gelini alacaksın.
- Pekâlâ, artik gideyim ben. - Acaba açabilir misin?
Tamam açılacak.
Abla, hiç düşünme bence. Al hemen.
Böyle kumaşı Delhi'de ya da Bombay'de bile bulamazsın.
Giydiğin zaman göreceksin. Bütün kızların gözü sende olacak.
- Erkekleri sorma bile derim. - Güzelmiş.
Bir özelliği yok.
- Bana surdakini göster. - Tamam. İşte burada.
Süper bir kumaş. Kenarındaki süslere bir bak! Üstünde nasıl görünecek kim bilir.
Bunu da beğenmedim. Eğer düğünde giyebileceğim kadar...
- Güzel bir şeyler varsa onu göster. - Şuna bak bir de.
Bu tamamen düğünler için, eğer bunu da beğenmediysen! Bende manifaturacı değilim!
Saf altın yaldızı var üstünde. Ve sana çok yakıştı! Harika!
Saçma sapan konuşma! Çok da güzel değil.
Ama kötü de değil sanırım. Bunu alıyorum.
Paketle ve uygun bir fiyat söyle.
Güzel bir şeyler giyinmeliyim.
- Raj, hadi senden bir şarki dinleyelim. - Ben şarkı söyleyemem.
- Kız gibi nazlı! Söyle hadi. - Yok, hayır büyükanne.
Söyle, lütfen.
Aşıksam, neden korkayım ki?
Ben sevdim, hiç bir şey çalmadım.
Neden gizlice ağlayayım ki?
Aşk için yaşarım, aşk için ölebilirim.
Aşk için her şeyi yapabilirim. - Aşıksam, neden korkayım ki?
Yanlış hedefi vurdun, yanlış yerde elin.
Unutun bunu... sen şarkı söyleyemiyorsun.
Çılgın aşık, gelinini uzaklara götürecek.
Gelinin akrabalarının ağzı açık kalacak.
Çılgın aşık, gelinini uzaklara götürecek.
Ne yapıyorsun? Herkes dışarda, bırak gideyim!
- Bir tek şartla. - Ne?
- Bana bir öpücük verirsen Senyorita. - Delirdin mi sen?
- Bir öpücük! - Annem görecek!
Bırak görsün.
- Chutki görebilir! - Bırak o da görsün.
- Teyzem içeri girebilir. - Bırak girsin.
Babası beni bir gün öldürecek!
Neye şaşırıyorsun Baldev? Hiç hamlen kalmadı.
20 yıldır ilk defa, seni mat ediyorum.
İyi hamleydi gerçekten. Bu sefer ben mat oldum.
- Bu şah ve bu da mat. - Harika!
Evet babacım, ben harikayım!
Nasıl mat edebildi?
Hayır, tekrar bakacağım. - Hayır bir daha bakmama izin ver.
Ne oldu??
Yarın ne olacağını biliyor musun?
Ne?
Yarın ben Kuljit'le nişanlanıyorum.
Yarın, Kuljit bu parmağa bir yüzük takacak.
Nişan yüzüğünün neden bu parmağa takıldığını biliyor musun?
Çünkü elden direk kalbe giden tek damar bu parmaktadır. Kan, kalpten bu parmağa akar.
Senin dışında kimsenin yüzüğünü takamam Raj.
Herkesin önünde elimde bir yüzükle sana yürüyüp...
Parmağına takmamı istiyorsan, tamam yaparım, problem değil!
Bütün bunlar sana şaka gibi geliyor değil mi? Benim ne hissettiğim....
umurunda bile değil. - Bak bana!
Dinle.
Ben her şeyi hissediyorum Simran, nasıl özlemimi çektiğini, acını, gözyaşlarını...
Ama neden anlamak istemiyorsun? Bu sadece bir başlangıç.
Bu insanlar hala beni tanımıyorlar.
Biraz daha zamana ihtiyacım var... ve senin desteğine.
Hadi gülümse biraz. Şimdi iyi dinle... O alçak adam seni asla benden alamaz.
Sen benimsin... Sadece benim...
Chutki uyanmış olmalı. Git hadi.
Baksana!
Abla...
- Bir şey söyleyebilir miyim? - Evet
Ben bu Kuljit'i hiç sevmedim. Onla evlenme.
Saat geç oldu. Hadi uyu.
Didi, ben çatıdaki adamı çok sevdim...
Ne dedin sen?
Didi, Raj Avrupa'da tanıştığın kişi değil mi?
Evet.
- Ben onu çok sevdim! Onla evlen. - Endişelenme!
O benim evleneceğim tek kişi...
- Evet Grannie? - Şerbet için Pistachios?
Tamam.
- Raj, çiçekler nerde? - Onları sen merdivenin arkasına koydun.
Oh unutmuşum! Sen olmasan her şey allak bullak olacak!
Bu da beni söylediğim şey. Çılgın aşık, gelinin uzaklara götürecek.
Raj, sen damat tarafı değil miydin? Yoksa gelin tarafına mı geçtin?
Birgün benim de bir gelinim olacak, değil mi?
- Sadece biraz alıştırma yapıyordum. Tamam mı? - Sorun değil. Kaybol.
Alçak herif!
- Kuljit çok şanslı! - Gerçekten?
Şimdi seninkini ver.
Simran, elini uzat.
Simran, elini ver.
Hadi.
Bu nedir?
Ben... dün parmağımı yanlışlıkla kestim.
Sorun değil. Öteki elini ver.
"Şu kızlar zehir hapı gibi."
"Bu çocuklar serseri."
- "Zehir hapı. - Serseri"
“Gelinin kınalı elleri hazır mı?”
“Gelinin çeyiz sandığı hazır mı?”
"Sevdiğin seni buralardan götürmeye geliyor, güzel kız."
"Duvağın arkasındaki bu yüzün sana geleceğini söz veririm."
"Bu bir gönül meselesi. Kalbinde saklı olan."
''Nefesini tutmuş derin."
"Uçuşan örgünün tek teli için. Bu delikanlı senin yolunu gözler."
"Genç kızlar utana delikanlılara giderler."
"İşte bütün bunlar için şehrin tüm delikanlıları buraya bu köye gelirler."
"Bakışlarını yerde tut: Kendini onurlu."
"Bakışlarını yerde tut: Kendini onurlu."
"Sevdiğin seni buralardan götürmeye geliyor, güzel kız."
"Ben genç bir erkeğim, sen ise tatlı bir kız."
"Kalplerimiz birbirine hükmettiyse, benim suçum ne?"
"Yüreğine sahip olmalısın. Bu güzellik büyülü."
"Peki, bu büyü etkiliyse benim suçum ne?"
''Benim için devam et, kapıyı aralık bırak."
"Benim için devam et, kapıyı aralık bırak."
"Sevdiğin seni buradan götürmeye geldi, güzel kız."
"Daha fazla söyleme artik, yapma daha fazlasını."
"Daha fazla söyleme artık, yapma daha fazlasını."
"Bu bir gönül meselesi. Kalbinde saklı olan."
"Gelinin kınalı elleri hazır mı? Gelinin çeyiz sandığı hazır mı?"
"Duvağın arkasındaki bu yüzün. Sana geleceğine söz veririm."
"Kıymetlim"
''Kıymetlim...anlamıyorsun..."
"Sen hala güzelsin ve ben hala genç..."
"Ve ben hala senin için ölebilirim, sevgilim."
"Gelinin kınalı elleri hazır mı? Gelinin çeyiz sandığı hazır mı?"
"Duvağın arkasındaki bu yüzün sana geleceğine söz veririm."
Babacığım, dün harikaydın! Nasıl bir dans! Herkesten daha iyiydin.
Hayır, babacığım, sadece ufak bir leke. Şimdi temizlendi.
Çok az kumru var, düşündün mü hiç? Beyaz olanlar.
Bak... Bir, iki, üç.
Hayır, Belki de dünkü gibi.
Karar verdim. Bugün bu konuyu Raf’la konuşacağım.
- Bu utanılacak bir şey mi ki? - Raj burada!
Döndün mü erkenden?
Raj! Değerli evladım! Buraya gel. Biz de tam senden bahsediyorduk.
- Sana söyleyeceğim bazı önemli şeyler var. - Tabi ki, dinliyorum.
Bu gibi konular aslında büyükler tarafından konuşulmalı. Ama sen bize bu kadar yakın olduğuna göre...
- Düşündüm ki neden seninle de konuşmayayım? - Dinliyorum.
Umuyorum ki bu güzel dostluk bir gün güzel bir ilişkiye dönüşür.
- Neden olmasın, neden olmasın? - Kızım Presti için...
Senin de hemfikir olduğunu düşünüyorum.
Raj! Çabucak bir şeyler düşünmelisin! Yoksa başın büyük belaya girecek!
- Raj, Herhangi bir engelin var mı? - Ne? Hayır. Nasıl olabilir?
- Evladım! - Ama ben...
Böylesine büyük bir kararı tek başıma alamam. Dolayısıyla ailemle konuşmam gerekiyor.
Ailen. - Baban.
Gördün mü? Ne kadar iyi bir çocuk! - Ben şimdiye kadar...
- Babamın dileklerine ters düşen hiçbir şey yapmadım. - Sorun değil. Bana onun numarasını ver.
Ben kendisiyle telefonda konuşurum.
- Buraya davet ederim. - Sorun değil.
Ülkem, topraklarım, evladım Raj! Buradayım, geldim oğlum...
Ülkene adım atar atmaz, aradığın her şeyi buluyorsun.
- Ama sizin eşiniz servis yapıyor. - Teşekkürler, hanımefendi.
Ganga'ya aşık birisi için dil ya da kültür değildir, Thames nehrinin ne olduğu topraklarımızdır.
İşte bu yüzden Raj'a ''sadece gelinimle geri dönebilirsin'' dedim.
- Kesinlikle işte bu! - Böylesi bağlılık!
- Londra'da neyle meşgulsünüz? - Londra'da...
- Londra'da...? - Unutun şimdi Londra’yı. Bildiğim tek şey...
Doğuyu gez, Batıyı gez. Ama Punjab tek!
Oğlum!
Endişelenme. Ben işi bağladım.
Beni babanla tanıştırmayacak mıydın?
Ne büyük sürpriz! Henüz bu sabah kendisi hakkında konuşuyorduk.
Ve bu sabah babanı pazarda elinde bir fotoğrafla seni sorarken buldum.
Kim ne derse desin, bu evlilik mutlaka cennette yapılmış olmalı. Haksız mıyım?
Haklısınız. - Haklı.
Çok tuhafsın! Böyle güzel bir olay için benim iznime ihtiyacın yoktu.
Nasıl hayır diyebilirim? Şimdiye kadar hiç dileklerini reddettim mi?
Tatlılardan ne haber? Damadın bekliyor.
- Hemen geliyor! - Çabuk!
Düğün en erken zamanda yapılmalı! Güzel olaylar fazla beklememeli.
Ben Kuljit ve Raj'in aynı zamanda evlenmelerini düşünüyordum.
Ne güzel bir fikir?
- Karar verilmiştir! - Raj, mutlu musun?
Bana biraz şekerleme verin! Çabuk! Oğlum çok mutlu!
Sen şimdi Preeti ile evleniyorsun. Kızın abisi Kuljitse...
Simran'la evleniyor. Ve sen Simran'i seviyorsun. Preeti'yi değil!
- Preeti Londra'da ne yapıyordu? - Preeti değil. Londra’daki Simran'dı.
- Evet, Simran... Simran da kim? - Baba! Sadece düşünmekten vazgeç lütfen.
Düşünmekten vazgeçilerek işler nasıl yoluna konulabilir?
- Ben buradayım. Her şey yolunda olacak. - Şimdiye kadar zaten yolundaydı!
Düğün en erken zamanda yapılmalı! Güzel olaylar beklememeli! Neden geldin sen?
O bir hataydı! Bir daha olmayacak. Onlara annenin...
Ölüm yıl dönümünü unuttuğumu söyleyeceğim.
Düğün tarihi 1 ay uzatılmalı.
- Gelebilir miyim? - Tabiî ki, içeri gel.
Uzun yaşa evladım. Raj ve ben henüz senin hakkında konuşuyorduk.
Otur.
Sen de otur. Süt benim için mi? Teşekkürler!
Yarın Karwa Chauth. - Karwa Chauth nedir?
Raj'ın refahı ve gücü için oruç tutacağım. Acaba ben..?
- Tabi, sorun değil! - Karwa Chauth, baba...?
Karwa Chauth. Hayır! Asla!
Neden...? Biz bunu kötü bir inanç olarak tanımlıyoruz.
Bir genç kız için bu ritüeli kocası uğruna evlenmeden önce yerine getirmek bir kuraldır.
Evladım, Bu ritüeli biz 1 aydan önce yerine getiremeyiz.
Raj'in annesini kaybettiğimiz ay bu aydı.
Düğün için başka bir tarih belirlemek zorundayız. Hadi babanla konuşalım.
Ajite...
Raj, yarının ne olduğunu biliyor musun?
- Nedir? - Benim ilk Karwa Chauth'um.
Senden bana su içirmeni ve orucum bittikten sonra yemek yedirmeni istiyorum.
- Evlilik sözü. - Ne?
Sana söyledim. Bu bir evlilik sözü.
Simran, eğer beni sevmiyorsan bunu doğrudan söylemen yeterli. Hemen giderim.
Sonra sen Kuljit'le evlenirsin. Bu beni her gün yaşadığım melodramdan korur.
- Söylediklerim bir şey ifade etmiyor mu? - Ama sen bir şey söylemedin, hayır?
Senden bana su içirmeni ve orucumu açarken ilk yemeğimi yedirmeni istiyorum.
Kendi ellerinle.
Sen aklını mı kaçırdın? Yani benden görkemli bir şekilde...
''Selam Simran! Ben senin kocan olacağım! Hadi ellerimden su iç" dememi mi bekliyorsun!
Umurumda bile değil! Açlıktan ölsem de!
Suyun ilk yudumunu bana sen içireceksin ve yemeğin ilk parçasını...
senin elinden yiyeceğim! Anladın mı?
Aynı babası gibi.
Neden ben alay konusu oluyorum?
Sen iyi birisin Mr. Malhotra. Her ne kadar giysilerin Hindistan'a...
ait olduğunu göstermese de... - Giysi seni yanıltmasın...
ben Hindistan'ı kalbimde taşıyorum. - Harika!
Harika?
Ajit burada fabrika kuracağınızdan bahsetti.
Fabrika sadece bir bahane. Eğer gerçeği soracak olursanız...
Buraya Raj için bir gelin bulmaya geldim.
Bütün erkekler dışarı gittiler.
Bizi bu kadınlar gününde rahatsız etmek istemiyorlarmış.
- Sen de oruç tutuyor musun? - Evet.
Uzun yaşa evladım. Benim Kuljit'im senin gibi...
bir gelin bulduğu için çok şanslı.
Gel Ma-ji, bu benim babam.
Oğlunuz buradaki herkesi büyüledi.
O benim oğlum.
Hemen dönerim.
- Baba, bu... - Biliyorum.
O sadece Simran olabilir!
Kimse önüne bakmıyor burada! Tut şunu! Çiçekler!
"Bırakın çiçekler yağsın!"
"Benim sevdiğim burada."
Kammo, çiçekler nerde? Acele et.
Ben Raj'ın babasıyım. Londra'dan geldim. - Londra'dan mı?
Aslında ben Bhatinda'lıyım. Ama uzun yıllardır Londra'dayım... Siz?
- Ben Simran'ın teyzesiyim. - Bu olamaz.
- Ne? - Ancak ablası olabilirsiniz.
- Acaba... siz de oruç tutuyor musunuz? - Hayır. Ben hala bekarım.
- Daha güzel bir haber olamazdı. - Anlamadım!
- Çiçeğiniz. - Belki de sizin içindir.Saklayın onu.
Ay ne zaman yükselecek? Açlıktan ölmek üzereyim.
Umarım ölürsün. Sana oruç tut mu dedim?
Gizlice ye şunu. Kimse bakmıyor.
Hayır.
- Ay çıktı. - Nerde?
Orada.
"Evli kadınların duasıdır bu gece..."
"Kavuşturup ellerimi, Ay'a bakarak dua ederim."
"Sonra orucumu açarım."
"Bana bir yudum su ver, kölenim al, kraliçen yap beni."
"Bu gece, dileklerimi ver bana."
"Evine gel gezgin, sevdiğin seni çağırıyor."
- Ne oldu? - Su.
- Simi, kızım. - Su iç.
- Ne oldu? Ona ne oldu? - Bayıldı.
Kalk hadi, gel evladım.
- Ne oldu? - Bir şeyi yok. Sadece kendinden geçti.
Önemli bir şey değil. Hadi gelin, bir şeyler yiyelim.
Çok narin bir kız değil mi?
Neden böyle endişelisin? Yoksa sen de mi oruç tutuyorsun?
- Hayır. - Gel o zaman.
Abla, Raj'ı gizlice alıp getirmek kolay değil. Herkes hep onu soruyor çünkü.
Gelebileceğini sanmıyorum, abla. Lütfen bir şeyler ye.
- Asla! Açlıktan ölsem de yemeyeceğim. - Çok güzel! Kendi kendini öldür!
Özür dilerim, geciktim. Ama ne yapayım? Beni hiç yalnız bırakmıyorlar.
Yediğini düşünmüştüm. İşte... al bakalım.
Yesene.
Geciktiğim için özür diledim... Artık ye. Yoksa gerçekten bayılacaksın.
Chutki, söyle ona, benim için endişelenmesine gerek yok.
Ben burada açlıktan bayılacakken, o aşağıda midesini dolduruyordu.
Ayrıca bu benim ilk Karva Chauth'um. Oruç tutan o değil ki; neden erken gelmeli ki?
Açlıktan ölecek olan benim, o değil!
Bilmediğin bir şey var. Raj da bütün gün hiçbir şey yemedi.
Seninle beraber oruç tuttu, senle açmak istedi. Ve benden sana söylemememi istedi.
Özür dilerim Raj, ama daha fazla sessiz kalamazdım.
Buraya gel.
- Bana mı dedin? - Gel buraya.
Hata yaptım. - Sorun değil, Senyorita.
Böyle büyük yerlerde ufak tefek şeyler olabilir.
Benim sıram Senyorita, yiyebilir miyim?
Sana söylemiştim, benim güvenimi sarsma diye. Simran daha o adamı unutmadı mı?
Eğer hatırlarsa, buna pişman olur.
Bana yapılanın kızıma yapılmasına izin vermeyeceğim.
Bir kız evlat, kız kardeş, ya da bir eş olarak daha fazla ödün olmayacak.
İstediği gibi bir hayat yaşayacak. Kendi payına düşen mutluluğu tatmalı.
Gelin.
Al bunu.
- Anne, bu...? - Bir şey söyleme! Her şeyi biliyorum.
Her şeyi gördüm. Avrupa'da tanıştığın o genç Raj. Biliyorum.
Şunu da biliyorum ki ikiniz de birbirinizi çok derinden seviyorsunuz.
Yanlış yaptım Simran! Benim kızım kendi mutluluğunu feda etmeyecek.
Benim kızım aşkını da feda etmeyecek!
Biliyorum ki Raj, sen kızımı çok mutlu edeceksin. Benim tüm dualarım seninle.
Götür kızımı buradan. Bir an önce götür.
Sizin aşkınızı kimse umursamaz. Götür onu buradan.
- Gerisini ben düşünürüm. - Hayır Anne!
Hiçbir şey duymak istemiyorum, hayır! Lütfen gidin buradan!
- Sana yalvarıyorum oğlum! - Götüreceğim anne, Onu buradan götüreceğim.
Gel, otur yanıma.
Al bunları.
Anne, ben daha küçükken, annemi kaybettim.
Ama bugün eğer buradaysam, bu onun sayesinde.
Annemin bana küçükken söylediği bir sözü hala unutmadım. Demişti ki...
"Oğlum, hayatının her dönemecinde, karşına iki yol çıkacak. Biri doğru, diğeriyse yanlış."
"Yanlış olan kolay görünecek, çekici gelecek. Doğru yol ise..."
"zor, tehlikeli ve risk dolu olacak."
"Yanlış yola girersen başlangıçta başarıyı, mutluluğu bulabilirsin."
"Ama sonunda, kaybedersin. Doğru yolda ise, başlangıçta..."
"attığın her adımda bir zorlukla, bir tuzakla, bir tehlikeyle karşılaşabilirsin."
Ama sonunda, her zaman kazanırsın."
Şimdi söyle bana, anne. Ben doğru yolda mıyım, yoksa yanlış yolda mı?
Yolun tamamen doğru olandır, oğlum. Ama kocamı tanımıyorsun.
Ve anneciğim kocan da daha beni tanımıyor.
Eğer Simran'ı kaçırmak isteseydim, şimdiye çoktan kadar kaçırırdım.
Ama ben onu çalmak değil, onun bana verilmesini istiyorum.
Onu buradan gizlice götürmek değil, alenen bunu yapmak istiyorum.
Eğer buraya geldiysem, eminim ki gelinimi buradan götüreceğim.
Ama bunu sadece babası kendi rızasıyla kızının elini bana verirse yapacağım.
Artık Simran senin sorunun değil. Benim sorunum.
Ve sen kızını bana verdiğine göre...
Gelinimin benimle gelmesi, sadece bir zaman meselesi.
Şu ağlama meselesi... genetik bir şey mi?
Kuljit madem artık dostuz, sana bir şey söylemek istiyorum.
- Tabiki amca, söyle! - Şu kız... Neydi adı...?
Evet Simran. Pek uygun değil sanki.
- Neden amca? - Güzel kız ama.. sana göre değil.
Sen Punjab'ın en güçlü delikanlısısın! Ama şu kız biraz kırılgan, içine kapanık.
Bu uygun mu sence? Sana fişek gibi bir kız lazım!
Benimle Londra'ya bir gelsen, Seninle öyle kızlar tanıştırırım ki...
deliye dönersin!
Düğünden sonra Simran'la birlikte Londra'ya geliriz. Bende senin fişeklerle o zaman tanışırım!
Bir elin yağda, bir elin balda yani!
- Kim engelleyebilir ki! - Seni pislik herif!
Daha küçük bir çocukken, babamın omuzları üstünde tarlaları dolaşırdım.
Bu kumrularla öyle tanıştım. Dostluğumuz başlayınca anladım ki...
çok huzur dolular.
Kumrularla vakit geçirmeyi çok seviyorum.
Söyler misin Baba, buradaki kumrular Londra'dakilerden farklılar mı?
Fark sadece burası. Buradaki kumrular, beni biliyorlar... tanıyorlar,
benim vatanıma aitler. Ama diğer kumrular yabancı.
Belki de farklı düşünmelisin! Belki de buradan uzaktaki bir kumru...
buradan kanat çırpmıştır. Senin vatanından... Seni bilenlerden biri...
Seni tanıyanlardan biri... Belki de sen onu tanımamışsındır?
Ne oldu?
- Ne yapıyorsun? - Annem şöyle derdi..
Bizim ülkemizin toprakları çok kuvvetlidir. İyileşecek...
Ama bu insafsızca! Kim yapmış olabilir bunu?
Babacığım, bak...
- Hadi gidelim. - Babacığım...
O bira olayı yüzünden hala bana kızgın mısın?
Çocukçaydı. Beni affedemez misin?
Ben o olayı uzun zaman önce unuttum.
Hakkında yanılmışım. Haklısın.
Seni tanıyamamışım. Gel, gidelim.
Anne, sorun nedir? Beni çağırmışsın?
Oğlum, doktor ne söylerse söylesin.
Zamanımın geldiğini biliyorum.
Güzel şeylerden bahset, anne. Nasıl kelimeler bunlar?
Kaygılanma evlat. Ben insanların dünyayıterk ettiği yaştayım.
Mükemmel bir hayatım oldu.
Oğlum, şikâyet edecek hiçbir şeyim yok.
Ama şimdi Simran'ı gördüm...
yıllar sonra bir dilek yerleşti yüreğime.
Simran'ın evliliğini görmek istiyorum.
- Umarım o evlenmeden önce, ben... - Nasıl böyle şeyler konuşabiliyorsun?
Dinle oğlum...
Gelinin sandığı henüz diğer eve gönderildi.
Şimdi herkes burada, Düğün yarına alınsa...
- Ne fark eder ki? - Kesinlikle haklısın!
Düğün yarın olacak. Evet Baldev? Yarın olacak.
Evet Ma-ji. Yarın...
Simran'i gizlice buradan götürmek zorundayız.
Başka hiçbir şey işe yaramayacak. Endişelenme. Ben her şeyi ayarlarım.
Yarın sabah ilk trenle gideceğiz, sizi istasyonda bekleyeceğim.
Bir şekilde nasıl olacaksa olsun. Yarın Simran'la istasyonda ol.
Daha sonra olacakları göreceğiz.
Duyuyor musun?
Biliyorum bu senin yolun değil. Simran'i bu şekilde alıp götürmek istemiyorsun.
Ama evlat, şu an her şey için çok geç. Eğer onu seviyorsan...
Eğer onla bir ömür geçirmek istiyorsan onu simdi alıp götürmelisin. Anladın mı?
Lütfen Raj, Beni buradan götür! Babamı tanımıyorsun!
- Buradan kaçmalıyız. Zorundayız! Öyle mi? - Ben buraya seni gelinim olarak götürmeye geldim.
Sadece baban bana senin elini verdiği zaman seni alıp götürürüm buradan.
Yarın ne getirecek, bilmiyorum.
Yarın ne yapacağım, bilmiyorum.
Ama bana güvenmek zorundasın.
Yarın yapacağım şey her ne olursa olsun, sadece bizim için olacak.
Beni seviyor musun?
Bana güveniyor musun?
O zaman gelin yuvadan uçmadan önce bu sadece bir zaman meselesi, değil mi?
''Kalbimin ateşi."
"Sevgilim."
"Seni korusun diye."
"Tanrı’ya emanet ettim."
"Dünyanın oyunları çok tuhaf."
"Gönül çaresizlikten deliye döndü."
"Duyulacak ne var? Söylenecek ne kaldı?"
"Bırak aramızda kalsın bu hikâye."
"Saklambaç sona erdi, ben evleniyorum."
''Feryatlarım seni öldürmesin."
Simi, aşağıya gel, çabuk! Düğün öncesi kına zamanı geldi.
"Sevgilim."
"Dolunayım."
"Sen benim hayatımsın..."
''Aşkım."
Sana anlatmaya çalıştım.
Çeviren: Seda Öktem