Tip:
Highlight text to annotate it
X
Risale-i Nur Külliyatı Sözler'den
Müellifi: Bediüzzaman Said Nursi
Onyedinci Söz
بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ
اِنَّا جَعَلْنَا مَا عَلَى اْلاَرْضِ زِينَةً لَهَا
لِنَبْلُوَهُمْ اَيُّهُمْ اَحْسَنُ عَمَلاً ٭ وَاِنَّا
لَجَاعِلُونَ مَا عَلَيْهَا صَعِيدًا جُرُزًا ٭ وَمَا
الْحَيٰوةُ الدُّنْيَا اِلاَّ لَعِبٌ وَلَهْوٌ
(Bu söz, iki âlî makam ve bir parlak zeylden ibarettir.)
Hâlık-ı Rahîm ve Rezzak-ı Kerim ve Sâni'-i Hakîm; şu dünyayı, âlem-i ervah ve ruhaniyat
için bir bayram, bir şehrayin suretinde yapıp bütün esmasının garaib-i nukuşuyla
süslendirip küçük-büyük, ulvî-süflî herbir ruha, ona münasib ve o bayramdaki
ayrı ayrı hesabsız mehasin ve in'amattan istifade etmeğe muvafık ve havas ile mücehhez
bir cesed giydirir, bir vücud-u cismanî verir, bir defa o temaşagâha gönderir.
Hem zaman ve mekân cihetiyle pek geniş olan o bayramı; asırlara, senelere, mevsimlere
hattâ günlere, kıt'alara taksim ederek herbir asrı, herbir seneyi, herbir mevsimi,
hattâ bir cihette herbir günü, herbir kıt'ayı, birer taife ruhlu mahlukatına ve nebatî
masnuatına birer resm-i geçit tarzında bir ulvî bayram yapmıştır. Ve bilhâssa
rûy-i zemin, hususan bahar ve yaz zamanında masnuat-ı sagirenin taifelerine öyle şaşaalı
ve birbiri arkasında bayramlardır ki, tabakat-ı âliyede olan ruhaniyatı ve melaikeleri ve
sekene-i semavatı seyre celbedecek bir cazibedarlık görünüyor ve ehl-i tefekkür için öyle
şirin bir mütalaagâh oluyor ki, akıl tarifinden âcizdir. Fakat bu ziyafet-i İlahiye ve bayram-ı
Rabbaniyedeki İsm-i Rahman ve Muhyî'nin tecellilerine mukabil İsm-i Kahhar ve Mümît,
firak ve mevt ile karşılarına çıkıyorlar. Şu ise وَسِعَتْ رَحْمَتِى
كُلَّ شَيْءٍ rahmetinin vüs'at-i şümulüne zahiren muvafık düşmüyor.
Fakat hakikatte birkaç cihet-i muvafakatı vardır. Bir ciheti şudur ki:
Sâni'-i Kerim, Fâtır-ı Rahîm, herbir taifenin resm-i geçit nöbeti bittikten ve
o resm-i geçitten maksud olan neticeler alındıktan sonra, ekseriyet itibariyle dünyadan, merhametkârane
bir tarz ile tenfir edip usandırıyor, istirahata bir meyil ve başka bir âleme göçmeğe
bir şevk ihsan ediyor ve vazife-i hayattan terhis edildikleri zaman, vatan-ı aslîlerine
bir meyelan-ı şevk-engiz, ruhlarında uyandırıyor. Hem o Rahman'ın nihayetsiz rahmetinden uzak
değil ki, nasıl vazife uğrunda, mücahede işinde telef olan bir nefere şehadet rütbesini
veriyor ve kurban olarak kesilen bir koyuna, âhirette cismanî bir vücud-u bâki vererek
Sırat üstünde, sahibine burak gibi bir bineklik mertebesini vermekle mükâfatlandırıyor.
Öyle de, sair zîruh ve hayvanatın dahi, kendilerine mahsus vazife-i fıtriye-i Rabbaniyelerinde
ve evamir-i Sübhaniyenin itaatlerinde telef olan ve şiddetli meşakkat çeken zîruhların,
onlara göre bir çeşit mükâfat-ı ruhaniye ve onların istidadlarına göre bir nevi
ücret-i maneviye, o tükenmez hazine-i rahmetinde baîd değil ki bulunmasın. Dünyadan gitmelerinden
pek çok incinmesinler, belki memnun olsunlar. لاَ يَعْلَمُ الْغَيْبَ
اِلاَّ اللّٰهُ
Lâkin zîruhların en eşrefi ve şu bayramlarda kemmiyet ve keyfiyet cihetiyle en ziyade istifade
eden insan, dünyaya pek çok meftun ve mübtela olduğu halde, dünyadan nefret ve âlem-i
bekaya geçmek için eser-i rahmet olarak iştiyak-engiz bir halet verir. Kendi insaniyeti
dalalette boğulmayan insan, o haletten istifade eder. Rahat-ı kalb ile gider. Şimdi, o haleti
intac eden vecihlerden, nümune olarak beşini beyan edeceğiz.
Birincisi: İhtiyarlık mevsimiyle; dünyevî, güzel ve cazibedar şeyler üstünde fena
ve zevalin damgasını ve acı manasını göstererek o insanı dünyadan ürkütüp,
o fâniye bedel, bir bâki matlubu arattırıyor.
İkincisi: İnsanın alâka peyda ettiği bütün ahbablardan yüzde doksandokuzu, dünyadan
gidip diğer bir âleme yerleştikleri için, o ciddî muhabbet saikasıyla o ahbabın gittiği
yere bir iştiyak ihsan edip, mevt ve eceli mesrurane karşılattırıyor.
Üçüncüsü: İnsandaki nihayetsiz zaîflik ve âcizliği, bazı şeylerle ihsas ettirip,
hayat yükü ve yaşamak tekâlifi ne kadar ağır olduğunu anlattırıp, istirahata
ciddî bir arzu ve bir diyar-ı âhere gitmeye samimî bir şevk veriyor.
Dördüncüsü: İnsan-ı mü'mine nur-u iman ile gösterir ki: Mevt, i'dam değil; tebdil-i
mekândır. Kabir ise, zulümatlı bir kuyu ağzı değil; nuraniyetli âlemlerin kapısıdır.
Dünya ise, bütün şaşaasıyla âhirete nisbeten bir zindan hükmündedir. Elbette
zindan-ı dünyadan bostan-ı cinana çıkmak ve müz'iç dağdağa-i hayat-ı cismaniyeden
âlem-i rahata ve meydan-ı tayeran-ı ervaha geçmek ve mahlukatın sıkıntılı gürültüsünden
sıyrılıp huzur-u Rahman'a gitmek; bin can ile arzu edilir bir seyahattir, belki bir
saadettir.
Beşincisi: Kur'anı dinleyen insana, Kur'andaki ilm-i hakikatı ve nur-u hakikatle dünyanın
mahiyetini bildirmekliği ile dünyaya aşk ve alâka pek manasız olduğunu anlatmaktır.
Yani, insana der ve isbat eder ki:
"Dünya, bir kitab-ı Samedanîdir. Huruf ve kelimatı nefislerine değil, belki başkasının
zât ve sıfât ve esmasına delalet ediyorlar. Öyle ise manasını bil al, nukuşunu bırak
git.
Hem bir mezraadır, ek ve mahsulünü al, muhafaza et; müzahrefatını at, ehemmiyet
verme.
Hem birbiri arkasında daim gelen geçen âyineler mecmuasıdır. Öyle ise, onlarda tecelli
edeni bil, envârını gör ve onlarda tezahür eden esmanın tecelliyatını anla ve müsemmalarını
sev ve zevale ve kırılmaya mahkûm olan o cam parçalarından alâkanı kes.
Hem seyyar bir ticaretgâhtır. Öyle ise alış-verişini yap, gel ve senden kaçan
ve sana iltifat etmeyen kafilelerin arkalarından beyhude koşma, yorulma.
Hem muvakkat bir seyrangâhtır. Öyle ise, nazar-ı ibretle bak ve zahirî çirkin yüzüne
değil; belki Cemil-i Bâki'ye bakan gizli, güzel yüzüne dikkat et, hoş ve faideli
bir tenezzüh yap, dön ve o güzel manzaraları irae eden ve güzelleri gösteren perdelerin
kapanmasıyla akılsız çocuk gibi ağlama, merak etme.
Hem bir misafirhanedir. Öyle ise, onu yapan Mihmandar-ı Kerim'in izni dairesinde ye,
iç, şükret. Kanunu dairesinde işle, hareket et. Sonra arkana bakma, çık git. Herzekârane
fuzulî bir surette karışma. Senden ayrılan ve sana ait olmayan şeylerle manasız uğraşma
ve geçici işlerine bağlanıp boğulma." gibi zahir hakikatlarla dünyanın içyüzündeki
esrarı gösterip dünyadan müfarakatı gayet hafifleştirir, belki hüşyar olanlara sevdirir
ve rahmetinin herşeyde ve her şe'ninde bir izi bulunduğunu gösterir. İşte Kur'an
şu beş veche işaret ettiği gibi, başka hususî vecihlere dahi âyât-ı Kur'aniye
işaret ediyor.
Veyl o kimseye ki, şu beş vecihten bir hissesi olmaya...
Onyedinci Söz'ün İkinci Makamı
{(Haşiye): Bu ikinci makamdaki parçalar şiire benzer, fakat şiir değiller. Kasdî
nazmedilmemişler. Belki hakikatların kemal-i intizamı cihetinde, bir derece manzum suretini
almışlar.}
Bırak bîçare feryadı, beladan gel tevekkül kıl!
Zira feryad, bela-ender, hata-ender beladır bil!
Bela vereni buldunsa, atâ-ender, safa-ender beladır bil!
Bırak feryadı, şükür kıl manend-i belâbil, dema keyfinden güler hep gül mül.
Ger bulmazsan, bütün dünya cefa-ender, fena-ender hebadır bil!
Cihan dolu bela başında varken, ne bağırırsın küçük bir beladan, gel tevekkül kıl!
Tevekkül ile bela yüzünde gül, tâ o da gülsün.
O güldükçe küçülür, eder tebeddül.
Bil ey hodgâm! Bu dünyada saadet, terk-i dünyada.
Hudabîn isen, o kâfidir, bıraksan da bütün eşya lehinde
Ger hodbîn isen, helâkettir, ne yaparsan bütün eşya aleyhinde.
Demek terki gerektir her iki halde bu dünyada.
Terki demek: Huda mülkü, onun izni, onun namıyla bakmakta.
Ticaret istiyorsan ger, şu fâni ömrünü bâkiye tebdilde.
Eğer nefsine talib isen, çürüktür hem temelsiz de.
Eğer âfâkı ister isen, fena damgası üstünde.
Demek değmez ki alınsa, çürük maldır hep bu çarşıda.
Öyle ise geç, iyi mallar dizilmiş arkasında...
Siyah Dutun Bir Meyvesi
[O mübarek dut başında Eski Said, Yeni Said lisanıyla söylemiştir.]
Muhatabım Ziya Paşa değil, Avrupa meftunlarıdır. Mütekellim nefsim değil, tilmiz-i Kur'an
namına kalbimdir.
Geçen sözler hakikattır, sakın şaşma, hududundan hazer aşma,
Ecanib fikrine sapma, dalalettir kulak asma, eder elbet seni nâdim.
Görürsün en ziyadarın, zekâvette alemdarın, O hayretten der daim: "Eyvah, kimden kime
şekva edeyim ben dahi şaştım!"
Kur'an dedirtir ben de derim, hiç de çekinmem. Ondan ona şekva ederim sen gibi şaşmam
Hak'tan Hakk'a feryad ederim, sen gibi aşmam, Yerden göğe dava ederim, sen gibi kaçmam.
Ki, Kur'anda hep dava nurdan nuradır, sen gibi caymam.
Kur'andadır hak hikmet, isbat ederim, muhalif felsefeyi beş para saymam.
Furkan'dadır elmas hakikat, dercan ederim, sen gibi satmam.
Halktan Hakk'a seyran ederim, sen gibi sapmam.
Dikenli yolda tayran ederim, sen gibi basmam. Ferşten arşa şükran ederim, sen gibi asmam.
Mevte, ecele dost bakarım, sen gibi korkmam. Kabre gülerekten girerim, sen gibi ürkmem.
Ejder ağzı, vahşet yatağı, hiçlik boğazı; sen gibi görmem.
Ahbaba kavuşturur beni, kabirden darılmam, sen gibi kızmam.
Rahmet kapısı, Nur kapısı, Hak kapısı, ondan sıkılmam, geri çekilmem.
Bismillah diyerek çalıyorum, {(Haşiye-1): Eyvah diyerek kaçmıyorum.} arkama bakmam,
dehşet de almam.
Elhamdülillah diyerek rahat bulup yatacağım, zahmeti çekmem, vahşette kalmam.
Allahü Ekber diyerek ezan-ı haşri işitip kalkacağım, {(Haşiye-2): İsrafil'in ezanını
fecr-i haşirde işitip Allahü Ekber diyerek kalkacağım. Salât-ı kübradan çekilmem,
mecma-ı ekberden çekinmem.} mahşer-i ekberden çekinmem, mescid-i a'zamdan çekilmem.
Lütf-u Yezdan, nur-u Kur'an, feyz-i iman sayesinde hiç üzülmem.
Durmayıp koşacağım, arş-ı Rahman zılline uçacağım, sen gibi şaşmam inşâallah.