Tip:
Highlight text to annotate it
X
Qurrat-ul Absar, Hamza Yusuf: Ders 3 / 11
Bismillahirrahmanirrahim. Şimdiki bölüm: "Efendimiz as in babasının ölümü ve süt anneleri"
"ezzı'ru" süt anne demektir.
Arapça öğrenenler için söyleyeyim: genelde, eğer isimlerde belirsizlik yoksa
başka bir deyişle ismin eril mi dişil mi olduğu açıkça belliyse Araplar onun dişil olduğunu belirtme ihtiyacı duymazlar
yani genelde sadece eril formu kullanırlar
ve bu da aslında onun "eril form" olmadığını ifade ediyor..
mesela "murzia" (dişi form) demezsiniz çünkü sadece bir kadın süt anneliği yapabilir, o yüzden "murzi'" (eril form) dersiniz.
ya da mesela hamile bir kadın için "hamil" (eril) dersiniz, "hamileh" (dişil) denmez.
diyor ki "Abdullah, Efendimiz as ana rahmindeyken vefat etmiştir" yani babası öldüğünde Efendimiz as daha doğmamıştı.
babası ateşli bir hastalığa yakalandı.
eşiyle çok kısa bir balayı yapabildiler.
sonra bir yolculuğa çıktı ve yüksek ateş sonucu vefat etti..
sonra.. "kızları Saadiyye sebebiyle Hudeyl'in kabilesi nasıl da bir şerefe nail oldu"
Beni Sa'ad buraya hakikten çok yakın bir kabileydi.. hatta burada hala Sa'ad lı insanlar var..
dün gece bize şöförlük yapan kişi Beni Saad 'dendi.
bu kabileler hala burada ve o kabile (Saad) Müslüman olduğu müddetçe şerefli kabul edilecek çünkü..
ve şöför de şöyle dedi "ben Halime Saadiye'in kabilesindenim" yani onun soyundan geldiğini biliyor
burada da tam olarak ondan bahsediyor
kızları Onun as süt annesi olduğu için Hudeyl kabilesi nasıl da şerefe nail oldu
bu anlatmaya değecek bir hikaye..
bu bölgede kıtlık vardı, çok zor bir seneydi.
Beni Saad bir bedevi kabilesiydi.
bedeviler öncelikle kullandıkları dille anılırlar, çok yüksek bir dil seviyeleri vardı
çok rafine bir Arapça konuşuyorlardı
ayrıca şehirdekilerden çok daha fazla sayıda kelime kullanıyorlardı
kullandıkları Arapça açısından, çöl Araplarının naklettikleri hadisler diğerlerinin naklettiklerinden çok farklıdır
onların dili daha karmaşıktır
Halime Saadiye'nin ra naklettiği hadisleri anlayabilmek için bir sözlüğe ihtiyacınız var
metinlere bakarsanız, kullandığı kelimeler normalde yaygın kullanılan kelimeler değil, ama onların dili böyleydi
Kureyş, onlar artık ehlullahtı (Allahın halkı), Araplar arasında özel bir statüleri vardı
onları özel insanlar olarak görüyorlardı, diğer kabileler gibi değillerdi
liderlik sorumluluğu da onların üzerindeydi
bu yüzden, aralarındaki aristokrat aileler iki sebepten çocuklarını çöl Araplarının yanına gönderirlerdi
birincisi: oradaki havanın şehirdekinden daha iyi olduğuna inanıyorlardı
daha sağlıklı bir hava olduğunu, bunun da küçük yaştaki çocuklar için daha iyi olacağını düşünüyorlardı
aynı eski Yunandaki Sparta gibi.
çocukların Spartada büyümesi onların (bugünün deyimiyle) güçlü bir bağışıklık sistemine sahip olmasını sağlıyor denirdi
ikinci sebep ise bu saf Arapçayı öğrenmelerini sağlamak
Efendimiz as doğduğunda.. bunun için nerdeyse bir çeşit çarşı kurulurdu,
bedevi kadınları gelirdi, Kureyş kadınları kucaklarında bebekleriyle otururlardı
ve bedevi kadınlar onlardan birini seçer ve bir anlaşma yaparlardı
burada hayret edilecek şeylerden biricisi: aralarındaki güven
toplumdaki güvenin geldiği seviye..
kabileler arasındaki bu ilişkiler sayesinde..
insanlar bir söz veriyorlar ve.. bu ayrıca sözün Araplar arasında ne kadar değerli olduğunu gösteriyor
çünkü bebeklerini hiç tanımadıkları birine teslim ediyorlar
gerçi tam olarak böyle denemez, çünkü hangi kabileden olduklarını biliyorlar..
ve bu kabilelerin her üyesi tüm kabilenin sorumluluğunu taşır
Araplar der ki "nar, ardan evladır" yani kabilemize utanç getirecek birşey yapaktansa yanmayı tercih ederiz.
ve Araplarda bu çok güçlü bir anlayıştır
yani yoğun bir güven var
ama Amine Zuhriyye, bu noktada Haşimilerin kabilesindedir.
her ne kadar kendisi Zuhriyye den olsa da, oğlu Abdullahın çocuğu olduğundan dolayı o da Haşimilerden sayılıyor
ailecek zor günler geçiriyorlardı ve babasını kaybettiği için yetim kabul ediliyordu
ailenin geçimi babanın üzerinde, "erkekler kadınların bakımından sorumludur" Arap sistemi de böyleydi
o yüzden böyle bir yerde babanın kaybı büyük bir hadisedir.
şüphesiz babanın yokluğunda sorumluluğu alan bir amca var, gerçi Efendimizin as vakasında bu dede oluyor
süt anneleri.. bilirlerdi kim kimdir, hangi ailenin durumu nasıldır vs dedikodu mekanizmaları vardı
"oo şurdaki Mahzumluların bebeği, orda iyi para var"
yani bu şekilde bebekler üzerinden onlar da faydalanmak istiyorlardı
Halime ra bu hadisi naklederken der ki "Rasulullah as haricindeki tüm bebekler alınmıştı"
ve kendisi de o gün bebek bulamamıştı, Ebu Kebşe'ye (kocasına) dedi ki:
"çöle bebeksiz dönmek istemiyorum, hadi geri dönüp o yetimi alalım.."
ve geri dönerler
ilginçtir, geliş yolunda onun eşeği çok kötü durumdadır, dişi bir eşektir ve çok zayıftır
böyle olduğu için kafilede tüm kadınların arkasından geliyordu
annesinin yanına gidiyor, diyor ki "Efendimiz as yeşil bir battaniyede yatıyordu ve horlamasını duyabiliyordum"
Amine ra ile anlaştı, bebeği aldı
diyor ki, bebeği kucağına alır almaz memelerindeki sütü hissetmiş
memesine sütün yürüdüğünü hissetmiş
ve başka bir bebeği daha olduğu için Efendimizin as sadece bir memesinden süt emdiğini söylüyor
sonra kafileye dönmek için eşeğine biniyor ve birden bu eşeğe can geliyor,
ve dediğine göre kafiledeki tüm eşeklerin önüne geçiyor
başka bir kadın ona "Halime, Mekkeden başka bir eşek mi aldın?" diye soruyor, o da "hayır" deyince
"o halde ne oldu senin eşeğe böyle? bunca güç nerden geliyor?" diyor.. ama gerçek bu işte.
Efendimiz as sözkonusu olduğunda herşey Ondan as haberdar oluyor.. hatta taşlar bile
sahabeden bazılarından perde kaldırılmış ve taşların Efendimiz as'a selam verdiklerini duymuşlardı
bunlar, gerçekten yaşanmış hadiseler
ama o gece kabilelerine geri döndüklerinde, Ebu Kebşe koyunları sağmak üzere dışarı çıktığında koyunların memelerini sütle dolmuş halde buldu.
dediklerine göre uzun bir zama sonra ilk defa doymuş olarak yataklarına girmişlerdi..
o da karısına "evimize mübarek bir kimse getirdin" dedi.
yani onlar, bu hadiselerle gelen bebek arasındaki bağlantıyı görmüşlerdi.
üzerlerindeki kuraklığa rağmen, hayvanları otlamaya gönderdiklerinde memeleri sütle dolu halde geri dönüyorlardı
kabiledekiler kendi çobanlarına "git de Ebu Kebşe'nin hayvanlarını takip et" diyorlardı. ama bu fiziksel bir mesele değildi, bereketle ilgiliydi.
ve bereketin sırrı da budur, berket azı çoğaltan birşeydir. yani bereketli ama az bir miktar, çok miktarda ama bereketsiz olandan iyidir.
yani bereket sahibi az miktarda yemek yerseniz, doyarsınız.ve bu yiyeceğin besin değeri de size yeter
ama bereketsiz bir yemekten kaplarca yeseniz de doymazsınız ve vücut için besleyici de olmaz..
"Halimenin O'nda as gördüğü sayısız işaretten biri de, koyunlarının verdiği sütlerin birden artmasıydı"
tabi kendi sütünün de arttığını biliyoruz.
"insanların en şereflisinin göğsü, iki yaş ve iki aylıkken yarılmıştı."
oyun oynuyordu, ve bu muhtemelen yürüyebildiği ve ufaktan konuşmaya başladığı bir dönem olmalı..
bazı çocuklar o yaşlarda konuşmaya başlarlar.. ama kesinlikle yürüyebildiği bir dönem..
kardeşleriyle oyun oynuyordu, iki melek belirdi ve çocular kaçıştılar..
rivayete göre, melekler Onu as alıp göğsünü ikiye yardılar..
yarığı açarak kalbini aldılar ve içinde buz bulunan bir tasa koydular.
ve üzerine zemzem döktüler..
benim için bu hadisle ilgili muhteşem olan şu...
aranızda hiç açık kalp ameliyatı gören oldu mu? nakil edilmek için bekleyen kalbi buzda tutarlar, çünkü buz kalbin metabolik aktivitesini yavaşlatır.
sonra da üzerine "cryonic cözelti" dedikleri bir sıvı dökerler, bu da esasen içinde bol miktarda potasyum ve sodyum bulunan soğuk bir sudur
bunlar, anabolik-katabolik faaliyeti kolaylaştırmak için gereken elektrolitler..
bu hadisteki tasvir, modern bir açık kalp ameliyatının tasvirine çok benziyor
ve sahabe efendilerimiz, eğer Efendimizin as göğsüne yeterince yakından bakılırsa çok ince bir çizgi görülebileceğini söylerler
eğer kalp ameliyatı geçiren birini gördüyseniz, onlarda da buna benzer bir ameliyat izi vardır.
yani bu, sahabenin gözleriyle şahit oldukları birşeydir..
şimdi, açık kalp ameliyatı gayet yaygın birşey. ama o zamanlarda bir göğsün yarılıp içinden kalbin çıkarılması gibi bir hadiseyi duymak olağanüstü bir durum..
"göğsü, peygamberliğinin başlangıcında da yarılmıştı.."
Efendimizin as kalbi üç defa yıkanmıştır. Nakledilenlere göre bir kez de İsradan önce olmuştu..
tüm peygamberlerin kalbi yıkanmıştır. ve hepsinin içinde yıkandığı kap aynı kaptır.
bazı rivayetlere göre bu kap Yahudilerin sandığındadır. Hz Musanın as eşyaları ve bazı diğer kutsal emanetlerle birlikte
sonra diyor ki....
"Süveybe ra onun süt annesi olmaktan dolayı ne çok nimete nail oldu, aynı Baraka ra gibi.."
yani bunlar da ona süt anneliği yapan hanımlar..
Süveybe as, Onun as doğumunun haberini verdiği için azad edilen hanım..
"Baraka ra Onun as dadısıydı, annesinin vefatından sonra velayeti dedesi Abdulmuttalib'e, o da vefatedince amcası Ebu Talib'e geçti."
"Annesi, O as 4 yaşında iken vefat etmiş, dedesini ise 8 yaşında iken kaybetmişti."
"13 yaşına geldiğinde amcası ile birlikte Suriye tarafına yolculuk etti.."
bu da üzerine düşünülmesi gereken birşey, 13 yaşında bir çocuk ve amcasıyla birlikte ticari bir kervana katılıyor..
bu yolculuğa gitmeyi kendisi istemiştir, önce amcası kabul etmemiş.. amcası Onu as çok severdi..
Abdulmuttalib dahi, Kureyşin efendisi olduğu için Kabede ona has, kimsenin oturamayacağı bir yeri vardı
ama ne zaman Efendimiz as gelse orada oynamasına izin verir, bu durumdan çok memnun olurdu ve "o çok büyük bir kimse olacak" derdi.
yani dedesi Ondaki as durumu görmüştü, aynen Ebu Talib de Onu as çokça severdi, dolayısıyla bu yolculuğa beraberinde götürdü..
birçoğunuzun bildiği gibi, yol üzerinde orada hala duran bir ağaç var.. resimlerini gördüyseniz muhteşem bir ağaçtır o..
çok acayip bir ağaç, dalları ve gölgesi uzunca yayılmıştır..
yolculuk esnasında bu ağacın altında dinlendikleri bir vakit, oradaki Nestoryan rahibi onu görüyor.
yolculuk esnasına Basra yakınlarına geldiklerinde, şu anda Suriye ile Arabistan sınırı civarında, Bahira ya da Buheyra ismindeki bir rahip..
kendisi muhtemelen bir Nestoryan rahibi.. orada küçük bir manastırı var, Efendimizi as gördüğünde bazı alametleri farkediyor..
Onu as gölgeleyen bulutları farkediyor.. bir peygamberin geleceğini bildiğinden tüm Kureyşlileri davet ettiği bir yemek tertip ediyor.
bu ilk defa olan birşey.. normalde burası kafilelerin sürekli kullandığı bir yol..
ve orada bu rahibin olduğunu biliyorlar, ama geçen kafilelerle daha önce hiç ilgilenmemiş
bu sefer hepsini davet ediyor, geliyorlar.. ama en gençleri olduğundan, Efendimizi as bazı kölelerle birlikte hayvanların yayında bırakıyorlar
Buheyre "herkes burada mı?" deyince "bir çocuğu hayvanların yanında bıraktık" diyorlar.
o da "herkesin gelmesini istiyorum" diyor. ve Onu as da çağırıyorlar..
sonra Buheyra Efendimize as bakıyor, "babası kim?" diye soruyor
Ebu Talib "babası benim" deyince rahip "babası hayatta olmamalı" diye cevap veriyor
Ebu Talib bu sefer "ben amcasıyım" diyor. ve bu durum, Arapçadaki kullanımları bakımından "baba" ile "amca" yer değiştirebildiğine bir delildir.
Araplar "Ebu" (babası) dendiklerinde bu aslında "Ammuhu" (amcası) anlamına gelebilir
bu sebepten Yakup as "babaların İbrahim ve İsmail ..." dediğinde her ne kdar İsmail as amca olsa da Kuranda böyle geçiyor ve bu yanlış bir kullanım olmuyor
ve ayrıca İbrahim as, babasının putperest olduğunu söylerken aslında bahsettiği Ezar onun amcasıdır, gerçek babası değil. çünkü babası bir muvahhiddir.
Bahira kedisine "Lat ve Uzza adına yemin ederim" dediğinde Efendimiz as "bunlar benim için en çirkin isimlerdir" buyuruyor
zira Efendimiz as aklı ermeye başladığından itibaren putları kabul etmiyordu
sonra Bahira bazı sorular sordu, en sonunda sırtına bakmak istedi. baktığında iki kürek kemiği arasındaki mührü gördü.
bu mühür, daire şeklinde kabarmış bir doku idi, kırmızıya çalan bir rengi vardı.. ve eski kitaplarda bu mühürden de bahsediliyordu
dolayısıyla rahip Onun as kim olduğunu anladı ve Ebu Talibe "onu Filistine götürme" dedi. çünkü oradaki bazı Yahudilerin kendisini fark edebileceklerinden korkuyordu
ve bu aralar, Yahudiler ve Hristiyanlar arasında çok derin bir düşmanlık vardı.. Hristiyanın yönetimindeki Yahudiere çok sert muamele ediliyordu
Kudüse gitmelerine izin verilmiyordu ve çok büyük zulüm gören bir azınlık idiler.
dolayısıyla bu iki grup arasındaki düşmanlık hat safhadaydı.
bunları söyledikten sonra, Efendimiz as oradan ileriye gitmedi ve geri döndü..
sonra devam ediyor..
"amcası, bazıları sapmış ve kafir olan Yahudilerden korktuğu için Onu as geri gönderdi"
"daha sonra Rahmanın ikramı olarak, Meysere ile birlikte Suriyeye gittiler"
Meysere, Hz. Haticenin ra ticari işlerini yürütürken Efendimiz as'a tahsis ettiği kölesiydi.
"Öğlen sıcağının en kötü zamanında, bir melek Onu yol boyunca gölgeliyordu"
"Mekkeye döndüğünde, 26. yaşına girerken evlendi"
Efendimiz as esasen bundan önce bir hanımla evlenmek istemiş fakat mali durumu müsait olmadığından evlenememişti..
"ömründen 40 sene geçmiş olduğu halde Hatice hanım ile evlendi"
yaklaşık 40 gerçi, biraz daha genç olabilir. 30 ların sonları gibi.
"hanımların en hayırlısı, 24 senesini Onunla as geçirdi"
"ve şu kesin ki, biri hariç tüm çocukları Haticeden ra doğmuştu"
evlatlarından yalnızca biri ondan değildi, İbrahim : Maria el Kıptiyye'den ra olmuştu.
Haticeyle ra evlenmek istediğinde... aslında Hatice ra Onunla as evlenmek istemişti.
Meysere ile çıktıkları seferden, Haticenin ra o zamana kadar hiç kazanmadığı kadar çok gelirle dönmüşlerdi.
yine Efendimizin as bereketini görüyoruz...
geri döndüklerinde Meysere kendisine şahit olduğu bazı durumları anlatmıştı.
mesela, sürekli başının üstünde duran bulut vs gibi
ayrıca, Hatice ra, ilim sahibi kuzeni Varaka bin Nevfel sayesinde bazı bilgilerden haberdar idi.
ve Hanifler, bir peygamber beklendiğini biliyorlardı. Ensar da bunu biliyordu.
dolayısıyla Hatice ra, "belki bu o beklenen peygamber olabilir" diye düşünmüştü.
kendisine evlenme teklif etti, çok zengin bir hanımdı, daha önce iki defa evlenmişti.
bir kocası vefat etmişti, diğer evlilik ise iyi gitmemişti.
kendisi yaklaşık 40, Efendimiz as ise 25-26 yaşlarındayken evlendiler.
bu ilginç bir durum zira, genelde erkekler kendilerinden daha genç hanımlarla evlenirler.. Arap dünyasında özellikle bu çok yaygındır..
batıda pek böyle değil, batıda birçok kişi eşleriyle okulda tanıştıklarından genelde aynı yaşlarda olurlar ya da en fazla bir iki yaş fark olur .
ama özellikle eski dönem Arap dünyasındaki çiftlerde, kadınlar erkeklerden 10- 15 yaş daha genç olurlardı.
hatta dün bizimle beraber olan bir bedeviye evli olup olmadığını sordum. "hayır değilim" dedi.
evlenmeyi düşünüyor musun diye sorunca "bu konuda bir felsefem var" dedi
neymiş o? dedim... ben 30 yaşıma geldiğimde, 15 ya da 16 yaşlarında bir kızla evlenmeyi düşünüyorum..
neden deyince.. "çünkü bir erkek 42 yaşına gelince tazelenmeye ihtiyacı olur, ...
.. ve eğer böyle bir kızla evlenirsem ben 42 yaşına geldiğimde o gençliğinin zirvesinde olacak..
.. dolayısıyla tazelenmeyi dışarıda aramak zorunda kalmayacağım."
ama bu, premodern dönemdeki anlayışla çok tutarlı bir yaklaşım biçimi.. erkekler kendilerinden çok daha genç kadınlarla evlenme eğilimdedir.
yani bu adamcağız meseleyi halletmiş.. sonra biz "gelin adayın var mı?" deyince "var" dedi..
Sh Abdullah "o bu durumdan memnun mu peki?" diye sorunca "??????" dedi
ama ilginç noktalardan biri şu: bir kadın 30 yaşlarına geldiğinde.. genelde evliliğin ilk yıllarında.
ve bu, buradaki gençlere tavsiye iyi dinleyin..
hanımlar evliliğin ilk yıllarında, daha sonraki yıllara nispeten daha fazla söz dinler..
yani sizinle çok fazla çekişmez, uyumludur..
ama yaşı arttıkça ve kendinden emin hale geldikçe daha ısrarcı, kendini kabul ettiren bir tavır alır.
birçok erkek böyle bir durumla karşılaştıklarında bunu bir tehdit olarak algılarlar. ve çok ciddi gerilimler çıkabilir
tabi bazen kadının karakteri gereği işin başından itibaren böyle bir tavrı olabilir,
o zaman problemler de ilk baştan ortaya çıkar.. çünkü erkek böyle bir tavrı beklemiyordur..
ama Efendimiz as, halihazırda olgun bir hanımla muhatap olduğu için..
Hz Hatice ra çok güçlü bir kadındı.. kendisi zengindi, insanları işe alıp, işten çıkarıyordu....
daha önce evlendiği için erkeklerden ne beklenir biliyordu.. dolayısıyla burada Efendimiz as genç ve toy olan taraftır..
bu yüzden Haticenin ra Efendimizi yetiştirmesi çok kıymetlidir..
Efendimiz'in as, çok genç olan Hz Aişe ra ile evliliğinde bakınca..
Aişe ra validemizin daha işin başından itibaren kendi karakterini ortaya koyduğunu görüyoruz..
bunun sebebi, Efendimizin as hanımlarının bu tarafını asla baskı altında tutmamış olmasıdır.
hatta onları bağımsız olmaları ve kendilerine ait bir görüşlerinin olması konusunda teşvik etmiştir..
hatta kocalarının görüşlerine eleştiri getirmelerini..
ki bu o bağlamda çok olağandışıdır..
bu sebepten Aişe ra validemiz Efendimizle as görüş ayrılıkları yaşamıştır..
düşünün ki, bu kişi Allahın cc rasulu, kendisi buna inanıyor.. babası Onun as en yakın takipçisi..
ama bunlara rağmen ne kadar dobra olduğunu biliyoruz.. ve Efendimizin as onunla ilişkisi hakkında çok özel detaylara sahibiz..
dolayısıyla, Hz Hatice ile o olgun yaşında evlendi ve onunla 60 lı yaşlarına gelinceye kadar birlikte idi..
o da çok güzel bir kadın olarak tanınırdı..
35 yaşında iken, Kureyş beytullahı yeniden inşa etmeye karar vermişti.
fakat her gün Kabenin yanından çıkıp tıslayan büyük bir yılan vardı....
bunlar batıl itikadı olan kimselerdi, korktular ve bunu Allah cc tarafından bir uyarı gibi algıladılar.. "belki de Kabe ile uğraşmamamız lazımdır"..
sonra yine bir sabah yılan çıkmış tıslarken bir kartal gelip onu kapıp gitti.
sonra onlar "elhamdülillah, sonunda izin çıktı" diyerek inşaata başladılar
fakat yeterli paraları yoktu, çünkü bu işin finansmanında faizden ya da fuhuştan kazanılan paranın kullanılması yasak olarak belirlenmişti.
bu kısıtlamalar sebebiyle, topladıkları bağışlar planlanan düzeye ulaşamadı.
dolayısıyla, inşa ederken kavaidi dışarıda bıraktılar. o çıkıntı yani.. tavaf yaparken etrafından döndüğünüz o mermer yapı aslında beytullahın orjinal sınırlarıdır.
yani o kısımda Kabeye doğru yöneldiğinizde aslında Kabe'nin içinde kalıyorsunuz. zira Kabenin orjinal sınırı o duvarın hizasındadır..
o kısımda bulununca Allahın cc evinin içine girmiş oluyorsunuz, fiziksel olarak kapalı yapının içine girmenize gerek olmadan..
gerçi şu anki yapının içine girmek te, yapabilenler için, çok muhteşem bir tecrübedir
ayrıca hicr-i İsmail de Kabenin içidir. bu arada insanların şunu bilmesi gerek: tavaf ederken o kısımdan geçmemelisiniz
çünkü oradan geçerseniz tavaf etmiş olmazsınız, şavtı bozmuş olursunuz.
oranın dışından tavaf etmek gerekir, birçok insan bunu bilmiyor
Kabeye dokunarak tavaf ediyorlar, bu da geçersizdir.
neyse bu Kureyş inşaatı yaparken, sıra Hacer el Esvedin bulunduğu köşeye yerleştirilmesine geldi.
bu konuda tartışmaya başladılar, neredeyse cidden savaşacaklardı.. çünü her kabile bu iş için kendilerini layık görüyordu..
mesela Beni Mahzum "bu bizim işimiz" diyor, Abdud Dar da aynı şeyi söylüyordu. her biri "bu şeref bize aittir" diyordu..
nihayet "ne yapsak" diye düşündüler ve mescide ilk girecek kimsenin bu konuda hakemlik yapmasına karar verdiler.
beklerlerken, içeri ilk giren Efendimiz as oldu. hepsi bir ağızdan "el-Emin'in hükmüne razıyız" dediler. çünkü en güvendikleri kimse idi..
Efendimiz as yere bir bez serip taşı bu bezim içine oturttu. Sonra da her birinin kumaşın bir kenarından tutmasını söyledi... ve beraberce kaldırdılar.
bu hiç şüphesiz Efendimizin as bilgeliğini gösteren bir hikayedir.. hepsi birden taşıdılar ve en sonunda taşı yerine bizzat kendisi yerleştirdi.
sonra diyor ki "vazifesinin başlaması 40 yaşında iken olmuştu"
bundan önce, 30 lu yaşların sonlarına doğru rüyalar görmeye başlamıştı.
Seyh bana bu şeyi verdi.. bunu özel olarak bu vaka için getirmedim ama..
Şeyh, oğullarından birinden Abraham Lincoln ile ilgili bir araştırma yapmasını istemiş..
ve o (Lincoln) hakikaten de suikasta uğramadan 3 gün önce bir tiyatroda öldürüleceğini rüyasında görmüş..
yakın arkadaşlarından rüyasını anlattığı birden fazla şahit var.. Şeyh bunu bir örnek olarak getirmişti..
Ne benim ne de Dr Abdulhadi'nin kendi tarihimizi yeterince bilmediğimizi görünce şaşırdı.. Ben de "aman Şeyh" dedim..
Peygamberlik tecrübesinin ilk adımları olan bu rüyaları görmeye başlıyor... salih rüyalar.. çok net rüyalar..
ve 40 yaşında.. Hira mağarasının da üzerinde olduğu Nur dağına çıkıyordu..
bu esasen Efendimizin as dedelerinin de yaptıkları bir şeydi... sadece kendisine has bişey değil.. orası ataları için de bir inziva yeriydi.
oraya gidenleriniz bilir, gayet küçük bir mağaradır..şimdi binalardan mümkün değil ama o zaman mağaranın içinden Kabe görünüyordu.
siyer kitaplarında Hira mağarasında "tehennüs" yapardı derler.. Arapçada "hins", Vakıa suresinde de geçtiği gibi, şirktir.
tefa'ul babının fiillere yüklediği anlamlarından biri ise, bir şeyden kaçınmaktır.. mesela "teheccüd" hücud'dan yani uykudan kaçınmak demektir.
dolayısıyla "tehennüs", hinsten kaçınmak demektir. yani orası, kendisini etraftaki şirkten arındırmak için gittiği bir yerdi.
ve belli ki, bugün meditasyon diye adlandırabileceğimiz bir çeşit ibadet biçimine devam ediyordu..
bu dönemde, 40 yaşındayken Ramazan ayında Cebrail as geliyor.
geldiğinde yaptığı ilk şey, Efendimizi as 3 kere sıkmak oluyor. "kaburgalarım birbirine girecekti" dedirtecek kadar dayanılmaz derecede sert biçimde 3 defa sıkıyor
işaret ehli ulemadan bazıları bunun, vazifesine hazırlık için yapılan "son ruhi boşaltma" olduğunu söylerler. ıstılahta buna "tahliye" derler..
Allaha cc giden yolun üç aşamasının "tahliye", "tehliye" ve "tecliye" olduğunu söylerler.
tahliye: kalbin Allahtan cc gayrısından boşalması
tehliye: Allahın cc razı olacağı sıfatlarla ziynetlenmek
tecliye ise, manaların aşikar olmaya başladığı safha derler..
bu tecrübeden sonra, Efendimize as ilk olarak "İkra, bismi rabbikellezi khalaq" ayeti gelir..
bazıları "ya ayyuhel müzemmil" daha öncedir demiştir. ama "alak" en yaygın kabul edilen görüş.
bu tecrübeden sonra Efendimiz as dışarı çıkıyor ve Cebrail as'ı tüm ufku kaplamış bir halde görüyordu.
içine girdiği durumu tahmin edebilirsiniz, tam anlamıyla bir şok geçirmişti.
ve tepenin üzerinden, ki eğer gördüyseniz çok dik bir tepedir.. çıkmamız birkaç saati almıştı.
oradan hızla iniyor ve Hatice'nin ra evine kendini zor atıyor, titriyor..
bir çeşit travma halinde yani.
bu hikayeyi okuyan her travmada uzmanı bilir ki, çünkü ben de bir travma biriminde çalıştım, bir travma geçiriyor..
tramva geçiren bir kimseye yapılacak ilk müdahele, onu üstünü örtmektir.
çünkü ısıyı bedende tutmaya çalışırsınız.
bu hikayeyle ilgili bana olağanüstü gelen ise şu:
Efendimiz as olayın yeterince farkında, zira travma halindeki insanlar tamamen habersiz olurlar..
mesela Mina'da bir adamın vefat ettiğini gördüm..
şeytan taşlama bölgesinde üst katlardan bir yerden diğerine geçmeye çalışırken tam bizim önümüze düştü..
Sudanlı bir adam.. yanımda da bir doktor vardı..
bu adam düşer düşmez ayağa kalktı ve biz ona oturmasını söyledik, ama o "yok yok ben iyiyim" dedi..
biz tekrar otur dedik ki.. birden düşüp vefat etti.
yani travma halindeki insanlar içinde bulundukları durumu anlayamazlar..
ama Efendimiz as o şartlar altında dahi, "beni örtün, beni örtün" diyecek kadar oradaydı..
bu dahi Onun as durumunu gösteren çok kıymetli bir delil..
şimdi, Hristiyan bir arka plandan gelenler için...
özellikle de Ortodoks ya da Katolik geleneklerden olanlar.. bu arada en iyileri bunlardır..
Hristiyanlıkta "temyiz kuralı" diye tabir ettikleri birşey vardır..
bu kural, herhangi bir tecrübenin aslında Şeytani mi yoksa Rahmani mi olduğunu ayrıştırmaya yarar..
çünkü insanlar çeşitli manevi olaylar tecrübe ediyorlar...
Katolik ve Ortodoks geleneklerine göre, bu "temyiz kuralı"ndaki en önemli ayrım şudur:
gerçek bir dini tecrübede, önce ruh üzerinde çok şiddetli bir daralma olur, sonra bunu bir genişleme takip eder.
şeytani bir tecrübede ise bunun tam tersi geçerlidir: önce bir genişleme yaşanır, hemen ardından bir daralma gelir..
bu bakımdan Efendimizin as bu tecrübesi bu "temyiz kuralına" tam anlamıyla uyuyor
eğer ilgileniyorsanız buna google'dan bakabilirsiniz. zira altını çizmek önemli..
çünkü Efendimizin as yaşadıkları, Hristiyan geleneğinin doğaüstü tecrübeleri ayrıştırmak için kullandığı kriterlere göre "Rahmani tecrübe" tanımına uyuyor.
yani.. O as inanılmaz derecede sıkıştırılmıştı.. ve tedirgin olmuştu..
ve yine bu bahsettiğim temyiz kurallarına göre, gerçekten kıymetli insanlar kendilerini değersiz hissederler.
ama bir kimsenin benliği hala ortada ise, böyle bir tecrübe yaşadığında "eh, tabii ki bana olacaktı, ben çok özel bir kimseyim" diye düşünür
ama Efendimiz as bunun bir cin ya da buna benzer birşey olmasından korkmuştu. (kendisini bir meleğin muhatabı gibi görememişti)
ama Hatice ra validemiz kendisine ne dedi? bu onun ne kadar harika olduğunu gösteriyor..
ilk önce başörtüsünü çıkarıyor ve "onu hala görüyor musun" diye soruyor.. Efendimiz as "hayır" diyor
sonra başörtüsünü örtüyor, bu sefer görebiliyor..
bunu yapması aynı zamanda kendisinin şu gerçekten haberdar olduğunu gösterir:
melekler, cinsel içerikli birşey gördüklerinde edeplerinden dolayı orada bulunamazlar..
ve bir hanımın örtüsünü çıkarması da bu cinsten birşeydir.. yani insanlar mahrem bir ilişki için soyunurlar..
bu sebepten melekler ayrılıyor, tekrar örtününce geri geliyorlar..
aslında bu da bir çeşit "temyiz kuralı".. bunların ne türden yaratıklar olduklarını anlamak için bu kuralı işletiyor..
haya sahibi bir varlık mı? yoksa hayadan yoksun bir varlık mı? böyle bir ilme sahip olması gerçekten çok acayip..
sonra Efendimize as diyor ki "senin Rabbin seni asla terketmez"
neden? "çünkü, sen muhtaç olana yardım edersin, aç olanı doyurursun, yetime ve dula bakarsın, insanların yüklerini üerlerinden alırsın"
sosyal duyarlılığın bütün türleri.. inanılmaz, o eşinde bunu görüyor "hayır, sen iyi insanlardan birisin. kötü kimselerden değilsin."
sen ben-merkezli birisi değilsin ki! sen, başkalarına hizmet etmek için yaşayan birisin.
ve Allah cc bu tür insanları yüz üstü bırakmaz.. o Efendimiz as hakkında bunu farketmişti.
burada bir kadının, erkeğine "kendine inan" dediğini görüyoruz.. çünkü ben senin kim olduğunu biliyorum, sen de bunu fark et.
çünkü Efenndimiz as daha bilmiyor..
sonra daha sağlam bir teyit için "hadi kuzenim Varaka'ya gidelim, zira o bu tür şeyleri bilir, biz bilemeyiz." diyor
gidiyorlar, ve Varaka onlar gelir gelmez meseleyi anlıyor ve "bu sana gelen Namus'tur" diyor.
Yunancadaki kanun (şeriat) anlamına gelen "Nomos" tan geliyor.
bu, bir Rasule gelen vahiydir, Nebilere gelen cinsten değil.
Namus, kendi şeriati ile birlikte gelen vahiydir.. Nomos, Kanun yani..
"bu, Musa'ya da as gelmişti" diyor.. burası da ilginç..
çünkü Musa as'a gelen Eski Ahit'e bakarsanız orada, Allah cc "Musa as gibi bir peygamber daha göndereceğini" söyler.
ve bu son peygamber olacak der.. Musa as gibi..
İsa as, Musa as gibi değildi.. Onun siyasi bir liderliği olmadı, o yeni bir şeriat getirmedi..
"Ben kanunu feshetmek için gelmedim, onu teyit etmek için geldim" demişti. Halbuki Efendimiz as yeni bir şeriatla geldi..
Bu dönemde Efendimizin as hayatında bunlar olurken...
"İnsanları tevhide davet etmeye başladı.."
"Allah cc tarafından mucizelerle desteklendi"
"Onları saymak mümkün değildi, yağmur gibi ard arda geliyorlardı"
"Güneş gibi ihtişamlı ve ışıl ışıl güzellikte"
"Bütün bunlara rağmen, güvenilir tarihi kaynaklara göre, şer güçler Ona as türlü ambargolar uyguladı"
"Eğer dileseydi onlara büyük zararlar verebilirdi, ama cömertçe mühlet tanımayı tercih etti."
yani Efendimiz as, bu tevhid mesajıyla geldiğinde kendisine birçok delil verilmişti.
gerçek apaçık ortada idi, ama Kureyş bunu kabul edemedi.
Çocukluğunu biliyorlardı, aralarında büyümüştü. Fakir bir aileden geliyordu..
bu hadiseden önce, toplumda öne çıkmış bir kimse değildi
dürüstlüğü haricinde bilinen bir yanı yoktu, konuşmalar yapan beliğ hatiplerden değildi, şair değildi...
zengin değildi, sahip olduğu varlık evlilikten kaynaklanmıştı, zengin biriyle evlendiği için..
yani her ne gerekçe ile olursa olsun, Onu as kendi aralarında öne çıkacak birisi gibi görmüyorlardı
dolayısıyla, kendilerini tevhide davet etmeye başlaması onların ağırına gitti.
bununla ilgili çok hikaye var, Dr Lings'in kitabı da var sizlerde..
hepsinin üzerinden geçmek isterdim aslında çünkü hepsi çok kıymetli.
ama bitirmemiz gereken uzun bir metin var o yüzden şimdiden itibaren metin üzerinden gitsem iyi olabilir.
zira bunu bitirmemiz biraz vaktimizi alacak gibi duruyor.
ve bu, öğrenmek isteyenler için gerçekten harika bir metin..
eğer vaktim olsaydı ingilizce versiyonunu da bir vezin düzenine sokmak isterdim. ki çocuklar da ezberleyebilsinler..
buraya kadar sorusu olan var mı?
(Hz Haticenin ikinci evliiği ile ilgili bir soru)
Evlilikleri yürümedi, ve ayrıldı.. Bu konuda da ihtilaf olabilir. Çünkü peygamberlikten önceki kısımla ilgili çok ihtilaf vardır.
sonrasıyla ilgili bile var..
nasıl?
(Bahiranın ne dediği ile ilgili bir soru)
Aslında doğrudan bir peygamber olduğunu söylemedi.
Sadece "bu çocuğun ilahi bir vazifesi var" gibi, yani tabi bir yönüyle bunu demiş oluyor..
Ama Efendimizin as o dönemde bunun farkında olduğunu zannetmiyorum. Farkında olduğuna dair herhangi bir gösterge yok.
(Eğer Filistin Yahudileri, bir peygamberin geleceğini biliyorlarsa, neden Onun as için bir tehdit oluşturuyorlardı?)
Şöyle, çünkü bazıları kendi pozisyonlarını ortadan kaldıracak birinin geleceğini biliyorlardı.
Çünkü onların insanlık içinde özel bir statüsü vardı. Ve Efendimiz as "nebiyyul ummiyyin" (sıradan insanların peygamberi) dir.
O as, anlaşmayı (ahti) evrenselleştiren bir İbrahimi peygamberdi.
Zira onlar, İsa as'ı reddettiler. İsa as'ın takipçileri ahti, Yahudi olmayanları da içine alacak şekilde evrenselleştirmişlerdi.
Ama onlar bunu asla kabul etmediler, o yüzden İsa as'ı da asla kabul etmediler.
Efendimiz as'ı da kabul etmediler çünkü o bir Yahudi değildi, bu çok açık.
ve Efendimiz as'ı kabul eden Yahudiler açıkça bundan bahsederler.. hasetlerinden kabul etmediklerini söylerler.
İlginç olan şu, bazı Yahudiler kabul etti.. ve ağırlıklı görüşe göre, mesela Haham Kohler'in kitabında geçer..
Bostonlu bir Haham, "Yahudi Teolojisi" isminda bir kitabı var, kitapta İslam hakkında da bir bölüm var
İslam'ın aslında ilahi bir kaynaktan gelen bir din olduğunu söylüyor. Ve bunun bazı haham çevrelerinde hakim görüş olduğunu bildiriyor
ama onlar Efendimiz as'ı, Zekeraya'da bulunan bir ayetin ("Tevratın suyu Yahudi olmayanların üzerine akacak") gerçekleşmesi gibi görüyorlar.
ve bazı Yahudi Hahamlarının bazıları Efendimi as'ı Mesih'in müjdesini getiren bir kimse gibi algılıyorlar..
dünyayı tevhid inancına hazırlayan birisi gibi görüyorlar..
aslında onlar Hristiyanları da bir dereceye kadar böyle görmüşlerdir ama, "dinlerini Musevilikten aldıkları nispette" böyledir demişlerdir
ama mesela teslis (üçleme) itikadını reddetmişlerdir. Yahudiler de teslise Müslümanlar gibi yaklaşmıştır.
bunun bir küfür olduğuna inanırlar. o yüzden onların tek tanrı itikadını düzgün temsil etmediklerini düşünürler..
ama bizim Nuhi geleneğe ait (?) insanlar olduğumuzu düşünürler.
bu güzel çünkü Musevilere göre Müslümanlar kurtulmuşlardır, bizim pagan ya da putperest olduğumuzu düşünmezler.
çünkü biz, tevrattaki 10 emirden 7 si olan "Nuhun evrensel kanunlarına" uyan bir topluluğuz..
bu sebepten onlar bizim sahih bir gelenek olduğumuza inanırlar
ama Efendimiz as'ın "Nebiyyül Ümmiyyin" olduğunu, bir Yahudi Peygamberi olmadığını söylerler..
bu yüzden bizim akide kitaplarımızda özellikle, "o bir peygamberdir ama bize gelmemiştir" dedikleri için hala kafir sayıldıklarından bahsedilir..
bazı Yahudilerin görüşü böyledir, Efendimiz as peygamberdir ama Yahudilere gönderilmemiştir..
ve tarihsel olarak birçok Yahudi Müslüman olmuştur, hala da olmaktadır..
bismillah
bizim kitaplarımızda çoğu zaman Yahudiler hakkında toptancı cümleler kurulur
çok dikkatli olmanız gerekir.. çünkü herşeyden önce Arapların "özele işaret etmek için genelden bahsetmek" dedikleri bir belagat kuralı vardır
yani "bir kimseden" bahsetmek niyetiyle "herkes" demek gibi..
mesela Kuranda "Yahudiler, Allahın eli bağlı diyor, Allah onların ellerini bağlasın" ifadesi geçer
eğer bu ayetle ilgili tefsirlere bakarsanız, İbn Cüzeyy el Kelbi "bunu tüm Yahudiler değil, sadece bir Yahudi söylemiştir" der
Efendimiz as borç para istediğinde, Medinedeki Yahudilerden bir tanesi "ne o, Allahının eli mi bağlandı?" demişti. dalga geçmek için yani..
ama dindar bir Yahudi için bunu demek küfürdür zaten..
ama maalesef birçok Müslüman, Araplar mesela bunu okuyup "şu Yahudiler yok mu" gibi noktalara varırlar..
hayır, son derece dindar Yahudiler de var ve onlarda da bizim gibi Allah cc hakkında konuşmakla ilgili hükümler var..
yani bu premodern metinlere yaklaşırken çok dikkatli olmanız gerekiyor..
onu araştırmaya çalıştım ama Efendimiz as'ın hirada tam olarak ne yaptığına dair net bir tarif yok..
ama şüphesiz o dönem Hunefanın yaygın bazı uygulamaları vardır
bizde, Hristiyanların anladığı şekliyle bir "ilk günah" doktrini yoktur.
ama bizim geleneğimizde insanın kalbindeki siyah bir noktadan bahsedilir..
Efendimiz as "her insanın kalbinde kötülüğe meyl eden siyah bir nokta vardır" buyurmuştur
ve insanlar şerre bulaştıkları nispette o nokta büyür, bir tohum gibi yani..
bu devam ederse tüm kalbi siyaha bürüyecek kadar büyüyebilir..
yani biz, bir "günah potansiyeli" olarak bir noktanın varlığına inanırız
ama biz kimsenin günahını miras aldığımıza inanmayız.. "hiçbir kimse kendinden öncekinin günahını devralmaz"
ayrıca biz Adem as'ın tevbesinin kabul edildiğine inanıyoruz.
bununla birlikte, günahların tesirlerinin insanların çocuklarına yansıdığını biliyoruz..
bu, çocukların o günahlardan dolayı herhangi bir sorumluluğu olduğu anlamına gelmiyor ama günahlardan etkilenirler..
aynen eğer babanız... sizin babanız değil bir kimsenin babası meşhur bir hırsız ise o kişinin de bu yaftayla yaşaması gibi..
ne bileyim isminizi değiştirebilir, herşeyi gizleyebilirsiniz ama... insanlar bazı şeyleri miras almak durumunda kalırlar..
bu yüzden eğer iyi bir aileye mensup iseniz bu çok büyük bir nimettir, bu sebepten iyi kimselerse annebabanıza karşı da müteşekkir olmalısınız
ama eğer içinde kötü kimselerin bulunduğu bir aileden geliyorsanız bundan etkilenirsiniz..
işte aynı bu şekilde insanlar atalarının günahlarından etkilenirler.. bunda şüphe yok..
arkadaki kimselerden.. buyur
hacer, semdan dünyaya inmiş bir taş. Allah bilir ama belki de bir meteordu..
gerçi incelemişler onu, hakikaten bir meteor..yani dünyadan olmadığı kesin...
ve aktarılana göre, şimdi üzerinde kralın sarayının olduğu Ebu Kubeys dağına inmiş..
geldiğinde ışık yayıyormuş ve ışığın ulaştığı yerler, Harem'in sınırlarını belirlemiştir.. bir rivayete göre.
İbrahim as evi (Kabeyi) inşa ettiğinde taı onun içine koymuş ve hadisi şerife göre insanların günahları sebebiyle ışığı karardı
taş.. bu iyi bir nokta aslında çünkü Araplar taşlara tapıyorlardı ve bu yüzden Ömer ra taşın yanından geçerken "vallahi senden zarar ya da fayda gelmeyeceğini biliyorum..
.. ve eğer Efendimiz as'ın seni öptüğünü görmeseydim seni öpmezdim" diyor.. yani insanlar bunu bilsin istiyordu.
İmam Ali kv bunu duyunca "hayır, o zarar ve fayda verir" demişti. yani ikisi farklı zaviyelerden konuşuyorlardı..
Ömer ra, hakikat zaviyesinden konuşuyordu, "dünya üzerindeki hiçbirşey zarar ya da fayda vermez" gibi
İmam Ali kv ise şeriat zaviyesinden konuşuyordu yani "sebepler bize zarar ya da fayda vesilesi olurlar"
yani bunun da farkında olmak lazım. sebeplere itibar etmek gerekir..
zehir içmezsiniz mesela, ya da güç sahibi kimselere karşı dikkatli olursunuz
bu sebepten dolayı..
ayrıca İmam Ahmed'in rivayet ettiği bir hadise göre bu taş "Allahın cc yeryüzündeki sağ elidir"
kadim topluluklarda Tanrının elini öpmek bir gelenekti,
dolayısıyla Allah cc bu taşı sembolik bir "el öpmeye" imkan sunması için göndermiştir
yani Allahın cc evine gidip, onu ziyaret etmek ve taşı öpmenin bir sembolizmi var
hicret boyunca birçok mucize var, evet. hicret bahsinde göreceğiz.. ama çok sayıdadır.
(Varaka ne kadar yaşamıştı, o Müslüman sayılır mı?)
o kesinlikle Müslüman.. Efendimiz as "onun hakkında kötü konuşmayın" buyurmuştur.
Efendimize as inanıyordu. Kısa süre sonra vefat etmişti.
Kendisinin daha önceki vahiyler hakkında bilgisi vardı, bu da Kureyş'ten bazılarının Efendimize yönelik "anlattıklarını bir İranlıdan öğrendiği" iddialarını yalanlıyor
Ama o hadiseden az bir süre sonra vefat etti. Ayrıca "insanlar seni yerinden çıkardıklarında sana yardım edebilseydim" demiştir
Efendimiz as "halkım beni vatanımdan mı sürecek?" dediğinde, "yeryüzüne halkı tarafından sürülmeyen hiçbir peygamber gelmemiştir.." demişti
"Tahliye" ve "tecliye"..
Mesela göğsünün yarılması bir tahliyedir ya da meleğin onu sıkması, ayrıca başına gelen bütün musibetler de bu sürecin bir parçası idi..
Ama Onun as durumu diğer insanlardan farklıdır, çünkü Efendimizde as diğer insanlarda olan "aşağılık güdüler" yoktu, onun kalbi her zaman yüksek bir makamdaydı
ama bizim geleneğimizde "hasenatül ebrar, seyyiatül mukarrabin" derler
"iyi kimselerin güzel amelleri, Allahın cc yakınlığını kazanmış olanların kötü amelleri gibidir"
çünkü herşey makamına göre... insanlar sadaka veriyor mesela ve bu güzel bir amel..
ama nefs bundan hala haz alır.. çünkü benliğin ameldeki payı nispetinde amelde eksiklik vardır..
dolayısıyla, amel ne kadar halis ise, insanı o kadar Allaha cc yaklaştırır..
dolayısıyla Allaha en yakın kulların (mukarrabin) amelleri en halis olanlardır..
bu sebepten onlar, marifet ve takvaları arttıkça -aslında iyi şeyler olan- eski amelleri için istiğfar ederler..
bu sebepten "abese ve tevella" (körden yüzünü çevirdi) çok önemli bir ayettir.
zira Efendimiz as zaten iyi bir işle uğraşıyordu, ama aynı anda yapılması gereken daha iyi bir iş vardı.
Efendimiz as iyi bir işle uğraşırken daha iyisini ihmal etmiş oluyordu. işte Allaha cc yakın insanların kötü amelleri bu cinstendir.
buradaki kötülük, iyi ameller arasındaki öncelikte yanılmaktır, amellerin kendileri değildir.
dolayısıyla Allah cc, Efendimizi as önceliği olanı tercih etmemesi sebebiyle uyarmıştı..
O anda mesaja karşı pek ilgili olmayan zenginlere yönelmeyi, öbür tarafta mesajı duymak isteyen bir fakirle konuşmaya tercih etmişti..
ve Allah cc şunu hatırlattı "bu insanlar daha önemli"
Siyer el Halebiyye gibi bazı siyer kitaplarında hadiselere ilişkin bu tip manevi yorumları bulabilirsin..
Efendimizin as makamının yükseltilmesiyle ilgili İbn Ebi Cemre'nin bahsettiği bir örneği anlatayım..
İbn Ebi Cemre der ki,
Peygamberliğin başında, etrafındaki rahatsızlık verici şeylerden uzaklaşmak için Hira mağrasına çekilme ihtiyacı duyar..
ama vazifesinin sonuna geldiğimizde, önündeki yatakta 18 yaşındaki güzel hanımı yattığı halde namaz kılarken..
secdeye gidebilmek için hanımı bacağını çeksin diye onu dürtüyor..
yani artık tamamen Rabbinin huzurundadır, Onun as dikkatini dağıtabilecek hiçbirşey kalmamıştır..
bu, İbn Ebi Cemrenin bahsettiği bir örnek..
başörtüsünün çıkarılması ile ilgili mi..
yo, yo, evinizde tamamen (istediğiniz gibi durabilirsiniz)..
meleğin tavrı size karşı edepten dolayıdır.. onlar edepli yaratıklardır.. mesela bir karı-koca yakınlaştığında melekler mesafeli dururlar..
tamamen edeplerinden dolayı.. orada olmadıklarından değil ama sadece kendilerini uzak tutarlar..
aynı şey çıplaklık için de geçerli. Efendimiz as "evlerinizde çıplak gezmeyin, evinizde bu yaratıklar da var" buyuruyor..
yani sizin de onların varlığından haberdar olmanız ve onlara karşı edep göstermeniz gerekir manasına..
yoksa bu asla banyo yapmayın manasına gelmiyor... ne yapmanız gerekiyorsa yapacaksınız..
sadece evinizdeki görünmeyen yaratıkların varlığından haberdar olun..
ilk kez melekler tarafından inşa edilmiştir evet.. "beytul ma'mur" semadadır ve yeryüzüne Kabe üzerinden bağlıdır..
dolayısıyla, orada sema ile arz arasında bir bağlantı vardır.. orası bulunmak için muhteşem bir yer..
çünkü doğrudan bir bağlantının olduğu bir nokta. adeta kuantum mekaniğindeki bir karadelik gibi..
duaların doğrudan semaya yükseldiği acayip yerlerden biridir..
daha sonra Adem as Kabeyi inşa etti evet.. sonra zaman içinde yıkıldı ve İbrahim ve İsmail as tarafından yeniden inşa edildi.
tevhid akidesi aynıdır, şeriat (hukuk) değişiyor..
yani itikat (inanç esasları) hep aynıdır. yeniden dirilmeyi, kıyamet gününü, Allahın cc birliğini, peygamberleri, vahyi...
hani bizim iman ettiğimiz 6 şey var ya, bütün bu temel esasları öğretirler..
Allaha, ahiret gününe, kitaplarına, meleklerine, kadere, hayrın ve şerrin Allahtan cc olduğuna, yeniden dirilmeye..
bunların hepsini öğretirler..
ama şeriat (hukuk) değişir..
eski milletlerin şeriatlarında olup da bizden kaldırılan birçok yükümlülük var..
onların yiyemediği bazı şeyleri yiyebiliyoruz, yapamadıkları bazı şeyleri yapabiliriz..
hiç şüphesiz ciddi bir düşmanlık var.. sadece dikkat etmeniz gerekir..
Rifaa, Samuel,Mukhayrik vs gibi.. Efendimiz as bazı Yahudiler hakkında iyi konuşmuştur..
Ticaret yapmıştır.. Ehli kitap hakkında.. "hepsi aynı değildir" aralarında Allahın cc ayetlerini ananlar vardır..
bazıları "bu ayetler ehli kitap ileride Müslüman olacak anlamındadır" diye yorumlamışlardır,
bazı alimler ise "hayır, ehli Kitap olanlardan bazıları" iyiyi emreden ve kötülükten nehyeden kimseler..
ve batıda yaşayan insanlar arasında iyi insanlar olduğunu biliyoruz. İncillerini okuyan, iyilik faaliyetleri yapan, gördükleri kötülüğü lanetleyen..
zannediyorum ki, batıda yaşayan herkes orada Kuranın tarif ettiği işleri yapan iyi insanlar olduğunu biliyordur..
Kuran ayrıca der ki "aralarında inananlar vardır".. "ama birçoğu bizim kendilerine koyduğumuz sınırları aşmıştır"
"Tevrat ve İncili uygulamadıkça sizin için birşey yok"
Kierkegaard birkaç yüzyıl önce "Hristiyan alemindeki tek Hristiyan, İsadır" diye yakınıyordu.. Hristiyanlık takip edilmesi zor bir dindir.
Ama Yahudiler.. onlar da her toplum gibi çeşit çeşittir.. ne var ki onlarla ilgili bazı problematik durumlar var..
kendilerine çok sayıda peygamber gönderilmiştir. Eğer bugün İsraile bakarsanız, birçoğunun ateist olduğunu görürsünüz.
Kendi istatistiklerine göre, orada ciddi sosyal bilim çalışmaları var, araştırabilirsiniz.
ayrıca onlar din konusunda son derece saygıdan yoksun konuşurlar..
batıdaki dine saygısızlığı Yahudi mizahı başlatmıştır, bunda hiç şüphe yok..
ama bundan dolayı tüm Yahudiler hakkıdna toptan bir hüküm verebilir miyiz? hayır.. bu çok tehlikeli birşey olur.
aynen bizim hakkımızda yapılmasını istemediğimiz gibi, biz de başka milletlere yapmamalıyız.
her toplumda iyi ve kötü insanlar vardır.. ne kadarının iyi ya da kötü olduğunu belirlemek imkansız birşey.. eğer Tanrı değilseniz.
evet, bazı toplumlarda kötü insanlar çoğunlukta gibi görünür ya da tam tersi.. ama bunu tespit etmek mümkün değil..
o bakımdan topluluklara birer karışım gözüyle bakmak daha iyidir..
Shakespeare "biz iyi ve kötünün kaynaşmasından meydana geldik" der, ki bu gayet doğrudur
Efendimiz as "Şeytan her ademoğlunun kanında dolaşır" buyurmuştur.
Burada hususen neopeptitler gibi birşeyden mi bahsediyor, orasını Allah cc bilir.
ama kesinlikle hepimiz kendi benliklerimizle baş etmeye çalışıyoruz..
bazı insanlarda şer ağır basıyor, bazısında ise tam tersi..
hayır, iyi iyidir. iyi bir iş yaptığınız zaman işin içine benlik karışmışsa bile bu durum onu yapmamaktan ya da kötülük yapmaktan daha iyidir.
bunda hiç şüphe yok..
Kadı Ebubekir der ki "ihlas o kadar değerlidir ki, hayatınızda yalnızca bir an bile samimi olsanız bu size yeter"
Kadı Ebubekir " -onlara ancak Allaha cc ihlas ile kulluk etmeleri emredildi- ayetini duyunca Yer ve Gök bunun ne kadar zor olduğunu bildiklerinden ayağa kalktı" demiştir
hayır, Hacerül Esved ve Rüknü Yemani buna dahil değil. ama Hicri İsmail'in etrafındaki mermer dahildir. ona dokunmamanız gerekiyor.
ama Hacerül Esced ya da Rüknü Yemani'ye değmek tavafı bozmaz zira Efendimiz as ikisini de istilam etmişlerdir..
Allah sizden razı olsun...
Medine ile ilgili, malum Medineye giderken Efendimize as Salatü Selam getirmek iyi olur
unutmayın burası Harem, artık Kansasta değilsiniz. Harem-i Şeriftesiniz, bulunması ağır bir yerde.
içinde ne kadar durursanız, o kadar unutkanlaşırsınız..
mesela Sh Abdullah bin Bayyah Mekke ya da Medinede birkaç saatten fazla geçirmez. geldiği gibi ayrılır..
ve böyle yapan birçok alim biliyorum..
çünkü ne kadar çok bilirseniz burası o kadar tedirgin edici oluyor, burada olmanın edebi ağır bir yüktür..
dolayısıyla elinizden geldiğince dikkatli olun, zikredin.. gıybet vs gibi şeyler Haremde normalde olduğundan çok daha ağır günahlardır.
lütfen buradaki insanlara karşı da çok saygılı olun...