Tip:
Highlight text to annotate it
X
Çeviri: Ramazan Şen Gözden geçirme: hatice yildiz
Bana baktığınızda ne düşünüyorsunuz?
İnançlı bir kadın? Bir uzman?
Belki bir abla.
Ya da baskılara maruz kalmış,
beyni yıkanmış,
bir terörist.
Ya da sadece havaalanı güvenlik görevlisi.
Aslında doğru olan bu.
(Gülüşmeler)
Eğer olumsuz fikirleriniz varsa, sizleri suçlamıyorum.
Medya benim gibi görünen insanları
bu şekilde resmediyor.
Yapılan bir çalışma,
İslam ve Müslümanlarla ilgili haberlerin %80'inin olumsuz olduğunu göstermiştir.
Ve araştırmalara göre birçok Amerikalı bir Müslümanın ne olduğunu bilmiyor.
Sanırım insanlar, Uber sürücüleri ile konuşmuyorlar.
(Gülüşmeler)
Daha önce bir Müslümanla tanışmamış olanlar,
sizinle tanıştığıma çok memnun oldum.
Müsaadenizle size kim olduğumu anlatayım.
Ben bir anneyim, bir kahve aşığıyım --
double espresso, yanında krema.
İçine kapanık biriyim.
Özenti bir fitnes fanatiğiyim.
Ve ibadetlerini yapan, dindar bir Müslümanım.
Ama Lady Gaga'nın dediği gibi değil, çünkü bebeğim, ben böyle doğmadım.
Bu bir seçimdi.
17 yaşındayken, açıklamaya karar verdim.
Hayır, bazı gay arkadaşlarım gibi değil,
ama bir Müslüman olarak
ve başörtüsü takmaya başladım, başımı kapattım.
Feminist arkadaşlarım donakaldı:
"Kendini neden baskılıyorsun?"
İşin garip yanı,
tam o sıralarda feminist bağımsızlık bildirgesi çıkmıştı.
17 yaşımda hissettiğim baskıdan
mükemmel ve erişilemez bir güzellik standardına bağlanmıştım.
Ailemin inançlarını pasif olarak kabul etmedim.
Kur'an ile mücadele ettim.
Okudum ve düşündüm ve sorguladım ve şüphelendim
ve sonunda inandım.
Tanrı ile olan ilişkim -- ilk görüşte aşk değildi.
Kur'an'ı her okuyuşumla derinleşen
bir güven ve yavaş bir teslim oluştu.
Ritmik güzelliği bazen göz yaşlarımla karışıyor.
İçinde kendimi görüyorum. Tanrı'nın beni bildiğini hissediyorum.
Hiç o hissi yaşadınız mı, birisinin sizi gördüğünü, sizi tamamen anladığını
ve sizi her şekilde sevdiği hissini?
Bu his böyle bir his.
Ve daha sonra, evlendim
ve her iyi Mısırlı gibi
bir mühendis olarak kariyerime başladım.
(Gülüşmeler)
Evlendikten sonra çocuğum oldu
ve gerçekten Mısırlı-Amerikalı rüyasını yaşıyordum.
Ve sonra Eylül 2001'in korkunç sabahı.
Sanıyorum bir çoğunuz o sabah nerede olduğunuzu hatırlıyorsunuzdur.
Mutfağımda oturmuş kahvaltımı bitiriyordum
ve ekrana bakıp "Son Dakika Haberi" kelimelerini gördüm.
Duman vardı, uçaklar binalara çarpıyordu,
insanlar binalardan atlıyordu.
Bu neydi?
Bir kaza mı?
Bir arıza mı?
Şok halim çabucak öfkeye döndü.
Bunu kim yapar?
Sonra kanalı değiştirince şunları duydum:
"...Müslüman terörist..."
"...İslam adına..."
"...Orta Doğu kökenli..."
"...cihad..."
"...Mekke'yi bombalamalıyız."
Aman Tanrım.
Sadece ülkeme saldırılmamış,
ama birdenbire,
başkasının yaptıkları yüzünden bir vatandaştan bir şüpheliye
dönüşmüştüm.
Aynı gün, lisansüstü eğitimine başlamak için taşınmamız
ve Orta Amerika boyunca yolculuk yapmamız gerekti.
Yolcu koltuğunda oturduğumu hatırlıyorum,
sessizce yol alıyorduk,
koltuğa olabildiğince gömülmüştüm,
hayatımda ilk defa, birilerinin benim Müslüman olduğumu öğrenmelerinden korktum.
O akşam, başka bir dünyada gibi hissettiren
yeni şehirdeki, yeni dairemize taşındık.
Ve sonra Müslüman vakıflardan uyarılar duyuyor,
görüyor ve okuyordum:
"Tetikte olun," "Uyanık olun,"
"İyi aydınlatılmış yerlerde kalın," "Bir araya gelmeyin."
Tüm hafta evden çıkmadım.
Sonra aynı haftanın Cuma günü,
Müslümanların ibadet için toplandıkları gündü.
Ve uyarılar: "İlk Cuma'ya gitmeyin,
hedef olabilirsiniz." şeklindeydi.
Ve haberleri, olay kayıtlarını izliyordum.
Normal olarak duygular çok hamdı
ve ayrıca Müslümanlara yapılan saldırıları
veya Müslüman olduğu düşünülen insanlar dışarı çıkartılıp
sokakta dövüldüklerini duyuyordum.
Camiler gerçekten bombalandı.
Ve evde kalmamız gerektiğini düşündüm.
Ama içim rahat değildi.
Çünkü ülkemize saldıran insanlar
ülkemize saldırmıştı.
İnsanların teröristlere kızmasını anlıyorum.
Bilin bakalım? Ben de öyleydim.
Ve sürekli kendinizi açıklamak zorunda olmak kolay değil.
Soruları önemsemem. Soruları severim.
Zor olan şey suçlamalardır.
Bugün insanların şöyle şeyler dediklerini duyuyoruz:
"Bu ülkede bir problem varsa o da Müslümanlardır.
Onlarda ne zaman kurtulacağız?"
Bazı insanlar Müslümanları yasaklamak ve camileri kapatmak istiyor.
Topluluğum hakkında Amerika'daki bir tümör gibi bahsediyorlar.
Ve soru, kötü huylu mu yoksa iyi huylu mu olduğumuzdu.
Bilirsiniz, kötü huylu tümörü tamamen çıkartırsınız
ve iyi huylu tümörü denetim altında tutarsınız.
Bu seçenekler anlamsız çünkü soru yanlış.
Müslümanlar, diğer Amerikalılar gibi, Amerika'nın tümörü değil,
hayati bir organıdırlar.
(Alkışlar)
Teşekkür ederim.
(Alkışlar)
Müslümanlar mücittir ve öğretmendir,
ilkyardımcıdır ve Olimpik atlettir.
Peki camileri kapatmak Amerika'yı daha güvenli bir yer haline getirecek mi?
Daha çok park yeri açılabilir
ama terörizmi bitirmeyecektir.
Düzenli olarak camiye gitmek aslında
insanların inançlarına daha toleranslı olmak
ve daha fazla sivil katılımla ilişkili.
Ve geçenlerde, Washington'da bir polis amirinin
bana anlattığına göre,
insanlar aslında camilerde radikalleşmiyor.
Bodrum katında veya yatak odasında bilgisayar önünde radikalleşiyorlar.
Ve radikalleşme süreci hakkında buldukları şey
internette başladığıdır.
Ama olan ilk şey
kişinin kendi toplumundan, kendi ailesinden uzaklaşmasıdır.
Böylece aşırı gruplar onları inandıkları şeye,
teröristlerin gerçek Müslümanlar olduğuna
ve davranış ve fikirlerinden iğrenen diğerlerinin
hain ve mürted olduğu yönünde beynin yıkayabiliyor.
Yani eğer radikalleşmeyi önlemek istiyorsak,
insanların camiye gitmesini sağlamalıyız.
Şimd, bazıları İslam'ın sert bir din olduğunu ileri sürecektir.
Nihayetinde, IŞİD gibi bir grup barbarlığını Kur'an'a dayandırıyor.
Bir müslüman, bir anne ve bir insan olarak,
IŞID gibi bir grubu durdurmak için gereken her şeyi yapmamız gerektiğini düşünüyorum.
Onları 1.6 milyar insanın inancının temsilcisi olarak görürsek
onların hikayelerini kabullenmiş oluruz
(Alkışlar)
Teşekkür ederim.
IŞİD'in İslam ile olan ilişkisi
Ku Klux ***'ın Hristiyanlıkla olan ilişkisi kadardır.
(Alkışlar)
İki grup da temel ideolojilerini kutsal kitaplarından aldığını iddia ediyor.
Fakat onlara baktığınızda, kutsal kitaplarında okuduklarına göre
hareket etmediklerini görürsünüz.
Kendi barbarlıkları yüzünden kutsal kitaptan bu çıkarımları yapıyorlar.
Geçenlerde, önde gelen bir imam, beni gerçekten şaşırtan bir hikaye anlattı.
IŞİD'e katılmayı düşünen bir kızın ona geldiğini söyledi.
Çok şaşırdım ve ona,
kızın radikal dini bir liderle iletişime geçip geçmediğini sordum.
Ve problemin farklı olduğunu söyledi.
Konuştuğu her vaiz onu durdurmuş ve öfkesinin,
dünyanın adaletsiz olduğu düşüncesinin
onun başını derde sokacağını söylemiş.
Ve bu öfkesini yönlendirip anlamlandıramadığı için
ona bir çözüm sunan aşırıların
sömürebileceği açık bir hedefti.
Bu imamın yaptığı şey onu tekrar Tanrı'ya ve toplumuna bağlamaktı.
Onu öfkesi yüzünden ayıplamadı -- onun yerine, gerçek bir değişim için
yapıcı yollar gösterdi.
O camide öğrendiği şeyler onun IŞİD'e gitmesini engelledi.
İslamofobiya'nın beni ve ailemi
nasıl etkilediğinden biraz bahsetmiştim.
Peki sıradan Amerikalıları nasıl etkiledi?
Başkalarını nasıl etkiledi?
24 saat şiddetli korku demokrasimizin, özgür düşüncemizin
sağlığını nasıl etkiledi?
Bir çalışmada -aslında, sinir bilimi dalında yapılan birkaç çalışma-
korktuğumuz zaman en az üç şeyin olduğunu gösteriyor.
Otoriteciliği, riayet etmeyi ve önyargıyı
daha kabullenici oluyoruz.
Bir çalışma, kişilerin Müslümanlar hakkında olumsuz haberlere
maruz kaldığında
Müslüman ülkelere yapılan saldırılara ve Amerikalı Müslümanların haklarını kısıtlayan
yasalara karşı daha kabullenici olduklarını gösteriyor.
Bu sadece akademik değil.
Müslüman karşıtı düşüncenin sivrildiği
2001 ve 2013 yılları arasına bakarsanız,
bu üç kez olmuş,
fakat terörist saldırılarının yaşandığı süreçte değil.
Irak Savaşına girerken ve iki seçim dönemi sırasında.
Yani İslamofobiya sandığım gibi, sadece Müslüman terörismine
doğal bir tepki değil.
Kamu manipülasyonu için bir araç olabilir.
Akılcı ve aydın vatandaşların oluşturduğu özgür toplumun temellerini aşındırarak.
Müslümanlar kömür madenindeki kanaryalar gibiler.
İlk hisseden biz olsak da,
korkunun zehirli havası hepimize zarar veriyor.
(Alkışlar)
Ve ortak suç atfetmek
sürekli kendini açıklamak zorunda olmak demek değildir.
Deah ve eşi Yusor
Chapel Hill, Kuzey Caroline'de yaşayan ve orada okuyan
genç evli bir çiftti.
Deah bir atletti.
Diş hekimliği okuyordu, yetenekli, gelecek vaad ediyordu.
Kız kardeşi bana, onun tanıdığı
en tatlı, en cömert insan olduğunu söyledi.
Onu ziyarete gittiğinde abisi ona özgeçmişini göstermiş
ve kız şaşırıp kalmış.
Demiş ki: "Küçük kardeşim ne zaman bu kadar başarılı bir genç adam oldu?"
Suzanne'nin kardeşini ve eşini ziyaretinden birkaç hafta sonra
komşuları,
Craig Stephen Hicks
onları katletti,
onları dairelerinde ziyarete gelen Yusor'un kız kardeşi Razan'ı da
yakın mesafeden infaz etti.
Facebook sayfasında Müslüman karşıtı ifadeler yazdıktan sonra.
Deah'ı sekiz kez vurmuş.
Taassub sadece ahlak dışı değil, ölümcül de olabiliyor.
Hikayeme geri dönelim.
11 Eylül'den sonra ne oldu?
Camiye mi gittik yoksa riske girmeyip evde mi kaldık?
Mesele hakkında konuştuk
ve küçük bir karar gibi gözükebilir, ama bizim için,
mesele çocuklarımıza nasıl bir Amerika bırakacağımızdı.
Bizi korku ile kontrol eden mi
yoksa inancımızı özgürce yaşayabileceğimiz bir yer mi?
Camiye gitmeye karar verdik.
Ve oğlumu araba koltuğuna oturttuk,
kemerini bağladık ve sessizce camiye doğru yol aldık.
Onu dışarı çıkardım, ayakkabılarımı çıkardım, mescide yürüdüm
ve gördüğüm şey beni durdurdu.
Mekan tamamen doluydu.
Ve sonra imam bir duyuru yaptı.
Gelenleri teşekkürle karşıladı.
Çünkü cemaatin yarısı
Hiristiyan, Yahudi, Budist, ateist,
bize saldırmak için değil, dayanışma için gelen
inançlı ve inaçsız insanlardı.
(Alkışlar)
O zaman kendimi tutamayıp ağladım.
O insanlar oradaydı çünkü panik ve önyargı yerine
cesaret ve merhameti seçmişlerdi.
Siz neyi seçeceksiniz?
Bu korku ve taassup zamanında neyi seçeceksiniz?
Kendinizi sağlama mı alacaksınız
yoksa biz bundan daha iyiyiz diyenlere mi katılacaksınız?
Teşekkür ederim.
(Alkışlar)
Çok teşekkür ederim.
Helen Walters: Dalia, bir yaraya parmak bastınız.
Fakat merak ediyorum,
size şu gibi itirazlarda bulunacaklara ne dersiniz:
TED Konuşması yapıyorsunuz,
derin düşünen bir insansınız,
üst düzey beyin takımında çalışıyorsunuz,
istisnasınız, standarta uymuyorsunuz.
Bu insanlara ne söylersiniz?
Dalia Mogahed: Bu sahne sizi yanıltmason derim,
ben tamamen sıradanım.
Ben bir istisna değilim.
Hikayem sıradışı değil.
Ben de onlar kadar sıradanım.
Tüm dünya Müslümanlarına baktığınızda --
ki ben bunu yaptım, Dünya genelindeki Müslümanlar üzerinde yapılan
en geniş çaplı çalışmayı yaptım --
insanlar sıradan şeyleri istiyorlar.
Aileleri için huzur istiyorlar,
iş istiyorlar
ve barış içinde yaşamak istiyorlar.
Yani ben hiçbir şekilde bir istisna değilim.
Standardın dışında gözüken insanlarla tanıştığınızda,
çoğu zaman o standartta bir bozukluk vardır,
mesele onların istisna olmaları değildir.
HW: Çok teşekkürler. Dalia Mogahed.
(Alkışlar)