Tip:
Highlight text to annotate it
X
Qurrat-al Absar, Hamza Yusuf: Ders 6 / 11
Evet, bugün Efendimizin as halaları ve amcaları bahsine geldik...
"Seçkin Peygamberimizin as halaları ve Sevgili örneğimizin amcaları bahsinde deriz ki.."
"Amcalarının sayısı oniki tanedir Bunların onbir tanesinden bahsedilmiştir.."
"Haris, Zübeyr, Mukavvim (yani) Abdul Kabe, Dirar, Kusem"
"Sonra Muğire ve Gaydak, ki ittifaken Hiçbiri İslama yetişememiştir"
bildiğiniz gibi Abdulmuttalip ra Allahtan cc on tane oğul istemiş ve bunları verirse birini kurban edeceğini söylemişti..
bu çocuklar arasında en gençleri Abdullah ra idi.. aralarında Ebu Talip vardı, yine Hamza ve Abbas ra vardı..
ama bunlardan bazıları İslamdan önce vefat etmişlerdi..
işte burada bahsettiği isimler bunlar..
Haris, Zübeyr, Mukavvim(diğer ismi Abdul Kabe), Dirar, Kusem, Muğire ve Gaydak..
bunların hiçbiri İslamı görecek kadar yaşamadılar..
"Ayrıca Hamza ve Abbas ra var ki bunlar Ulemaya göre nübüvvete yetişip iman ettiler"
Dolayısıyla Hamza, Abbas ve Ebu Talip ve Ebu Leheb.. Bu dört amcası Efendimizin as vazifesini ilan ettiğine şahit olmuştu..
Hamza ra, bildiğini gibi.. O bir avcıydı, Kureyş içinde çokça sayılan bir kimseydi.. Çok güçlü bir çöl adamıydı.. Sıkça çöle giderdi..
Abbas ra bir tüccardı, ayrıca tefecilik yapardı, Mekkedekilere borç para verirdi..
ve Ebu Talip.. esasen o Beni Haşim'in Efendisi pozisyonundaydı...
Beni Haşim ve Muttalibiler diye iki kol var.. Muttalip, Haşim'in kardeşi.
ve mesela İmam Şafii, bir "Muttalibi" lerdendir.. bu sebeple eş- Şafii el- Muttalibi diye anılır..
kardeşi Haşim Gazze'de vefat etmişti.
ve Haşim'in oğlunun adı da Abdulmuttalib dir..
Muttalip onu Medineden getirirken atının arkasına attığı ve üzerinde çok hırpani kıyafetler olduğu için insanlar onu Muttalibin kölesi (Abdulmuttalib) zannettiler.
gerçek adı Şeybedir. Şeybetül Hamd..
ama onu amcası Muttalibin kölesi (Abdulmuttalib) diye anmışlardı. bu ismi böyle almıştı..
Beni Haşim, bu kolun adıdır.. ve bildiğiniz gibi bütün Kureyş bir noktada birleşiyor.
bu yüzden Efendimizin as dedelerini bilmek faydalı demiştim..
zira hepsi zamanda geriye gidildiğinde bir noktada akraba çıkıyor..
Beni Haşim çok zor zamanlar geçiriyordu.. Kureyş içinde saygı duyulan Aristokrat bir aileydiler, Araplar içinde de Kureyşin önemli bir yeri vardı..
ama maddi olarak çok zor zamanlar geçiriyorlardı.. mesela Efendimizin as amcası Ebu Talib'e yardımcı olmak için oğlu Aliyi ra kendi evine almıştı.
Karen Armstrong'un pre-modern döneme ait dikkat çektiği şeylerden biri, ki insanlar şimdi bunu unutuyorlar, kıtlık gerçeğidir..
o dönemlerde ekinler kırılabiliyor, kuraklıkta hayvanlar ölebiliyordu..
bu durum şöyle şeyleri mümkün kılabiliyordu.. mesela bir kimse yalnızca hayvanları olduğu için zengin olabilirdi
ama ağır bir kuraklık gelirse bu insan tüm varlığını yitirebilirdi..
ayrıca mesela çobanlar hayvanları otlatmaya çıkarırlar ve bunlar baskınlara uğrayabilirlerdi..
birden Beni Gifar gelip bütün develerinizi alabilirdi.. aynen Ebrehe'nin Mekkeye yaklaştığında 100 deveyi gaspetmesi gibi..
eğer onların güvenliğini sağlamak için güçlü bir desteğiniz yoksa, bir anda tüm zenginliğinizden olabilirdiniz..
dünyadaki herşey gibi zenginlik te artıp azalabilir.. bir ara çok zenginken başka bir zaman bunu kaybedebilirsiniz..
ben konuşurken dikkatinizi buraya verebilirseniz çok memnun olacağım..
bu çok temel bir edep kaidesidir..
eğer birşeyler okumak istiyorsanız, lütfen bunu odanıza vs gidip orada yapın..
ama ben konuşurken insanlar kitap okuduğunda konsantrasyonumu muhafaza edemiyorum..
bu benim bir zaafiyetim belki de, bazıları bunu yapabiliyor..
bazıları muhatapları kendi aralarında konuşurken dahi konuşmaya devam edebiliyor, böylelerini gördüm çok etkileyici, ama ben beceremiyorum..
düşünce bütünlüğümü kaybediyorum.. o yüzden rica ediyorum..
not almak isterseniz mesele yok, ama bana bu nezaketi göstermenizi rica ediyorum..
biliyor musunuz, bu programa katılan her insan sebebiyle buraya gelemeyen ondan fazla insan var..
tamam mı? Aişe burada mı? Subhani..
bu kararı vermek zorunda kalıyorlar.. yani buradaki insanlar, bazı kimselerin gelememesi demek..
ve bana telefonlar geliyor, insanlar buraya gelmek için gerçekten yalvarıyorlar..
yani, buraya gelmekten niyetiniz neyse... öğrenmek , hocalarla..
yani Sh Abdullah bin Bayyah ile beraber olmak.. onun gerçek öğrencileri doktora seviyesindeki insanlar..
onunla hususi olarak çalışanların hepsi Arapça ve Fıkıh Usulünde doktoralarını almış kimseler.. o bunları yetiştiriyor.
o başlangıç seviyesindeki öğrencilerle ilgilenemiyor..
dolayısıyla yalnızca onunla aynı ortamı paylaşmak dahi büyük bir şeref.
Dr Abdullah Nasif, Rabıta'nın başında bulunuyor ve hayatını konferanslara giderek, ulemayla tanışarak geçiren birisi..
kendisi, ilimde Sh Abdullah bin Bayyah kadar ileri gitmiş kimseyi görmediğini söyledi..
Sh Yusuf el Kardavi'nin oğlu da Mecme'al Fıkhi toplantısında babasının aynı şeyi söylediğini belirtmişti.
Kardavi onun için "Bu adam benim öğretmenim" demiştir.. ve biliyorsunuz, insanlar ondan (Kardavi) görüş soruyorlar..
dolayısıyla, düzey bu.. buraya çok kaliteli insanları getirmeye uğraşıyoruz..
...
normalde bunu yapmam, arayan Sh Abdullah el Kadı.. bu sabah rahatsızlığı sebebiyle gelemediği için özür diliyor.
işte burada yapmaya çalıştığımız şey bu.. bu program sanırım 14 yıldır devam ediyor..
ve biz elimizden geldiğince dikkatli olmaya çalışıyoruz.. bu sebepten bir çeşit eleme yapmak zorunda kalıyoruz..
çünkü çok fazla insan başvuruyor ve inanın onların gelememeleri beni üzüyor.. insanlar ağlıyorlar..
ve ben bu seçim sürecine katılmıyorum çünkü birilerinin vasıtasıyla iş yapılmasını istemiyorum, dürüst bir seçim olmasını istiyorum.
insanların "ben falancayı tanıyorum, gelebilir miyim" demelerini istemiyorum..
hayır.. bu, kendisinden kurtulmaya çalıştığımız eski dünyanın anlayışı..
çünkü Müslüman dünyasını yerle bir eden bu anlayıştı..
dolayısıyla geldiyseniz, siz burada olduğunuz için buraya gelemeyen 10 kişi daha olduğunu bilmeniz gerekiyor...
tamam mı? ve bunun üzerine biraz düşünün.. siz burada olduğunuz için burada olmayan 10 kişi..
insanların bunun kıymetini bilmesini ümit ederim..
gittiğimiz yerlerin bir çoğu kimsenin giremediği kilitli mekanlar..
Sh Abdullah el Kadı gibi alimlerin araştırma yaptıkları ve özel izinle girebildiğimiz yerler..
bizzat ben bu özel izinleri talep ettim.. dolayısıyla bunlar nadir imkanlar..
umuyorum ki insanlar.. benim şeyle ilgili bir meselem yok... hayır, gerçi var ama bundan bahsetmek istemiyorum..
benim sizden ricam biraz dikkatinizi vermeniz..
bu en temel, Arapların dediği gibi "asgari müşterek" tir.. gerçi bu ifade bizim onlar bizden almışlar.. "en küçük orta payda" ...
bu temel dikkat.. sizden rica ediyorum..
geçmişte buraya evlenme niyetiyle gelenler oldu, büyük bir problemdi.. Harem'e erişimimiz olduğu için katılanlar oldu.. vs
Umre yapmak, bu şehirleri ziyaret etmek bunlar büyük nimetler evet.. ama bunları herhangi bir grupla da yapabilirsiniz..
bu Allah'a kurbiyetimizin artması ve normalde kendileriyle ders yapamayacağımız hocalardan ders almak için yapılan bir Rıhle programı,
ayrıca Efendimizin as hayatının tarihsel bağlamını daha iyi anlayabilmek için bizzat onun bulunduğu mekanlara gidebildiğimiz bir program..
ama emin olun gelen insanların doğru niyetlerle burada olması için elimizden geleni yapmaya çalışıyoruz.. bundan başka bir amaçla gelmiyorlar..
ve Taifte ulemanın "teaddütün niyat" (birden fazla niyeti olmak) ten bahsettiğini söylemiştim..
insanlar Umre yapmak niyetiyle geliyorlar, bu bir tanesi. ama bunun yanında ilim öğrenmek, alimlerle beraber olmak vs gibi niyetler de var..
ve burada öğrettiğimiz şeyler çok açık.. İmam Malik "bu dinde tartışma yoktur" der..
biz, sahip olduklarımızı hocalarımızdan aldık.. onlar kendi hocalarından, onlar da kendi hocalarından.. vs bu ilim elden ele intikal etmiştir..
bu kitabi bir bilgi değil.. kitaplarla çalışıyoruz ama..
ulema "ilim göğüslerdeydi (sudur), sonra kitaplara (sutur) intikal etti. fakat kitapların anahtarları göğüslerdedir.." demiştir
ilim başlangıçta tamamen sözlü bir gelenekti, insanların göğüslerindeydi..
daha sonra kitaplarda kaydedilerek sözlü halden yazılı hale geçti.. ama sözlü gelenek bu kayıtların anahtarıdır..
başka bir deyişle.. mesela eve gidip bu metni okuyabilirsiniz.. ama ben bunu, ucu Abdulaziz Lamti'ye kadar giden bir zincire ait bir hocadan okudum..
ve Abdulaziz Lamti, siyeri ucu İbn İshak'a kadar giden bir zincire mensup bir hocadan okudu..
insanlar farklı ilim seviyelerine sahipler.. yani bu metni benden çok daha ileri derecede bilen insanlar da var.. ama bu zincirin bir parçası omanın özel bir bereketi var...
ve burada yapmaya çalıştığımız şey de bu zincirin bereketini sürdürmektir.. bir geleneğin parçası olmak..
bu kitap, hocalarımla bunu okurken bizzat yaptığım düzeltmelerle dolu.. yapmak istediğimiz bu, geleneğin bir parçası olmak.
kitabi bilgiden çok farklı bir durum bu.. bu sebeple sözlü aktarım..
"ikra" hem "kitaptan yüzünden oku" hem de "kıraat et" demektir.. bu dinin sırrı, bunun hem sözlü hem de yazılı bir din oluşudur..
çünkü modern dünya sözlü geleneklerini büyük ölçüde yitirmiş durumda.. ama Müslüman dünyada Kur'anı hala bir hocanın dudaklarından öğrenirsiniz..
Gelmiş en büyük Kur'an karilerinden biri ve İmam Nafi'nin talebesi olan Kalun sağırdı.. Kur'anı hocasının ağzını izleyerek öğrenmişti..
ve halen Libya'da Kur'an onun rivayeti ile okunur.. sağır bir kimseydi.. ama işte Kur'an ona dahi sözlü olarak aktarılmıştı..
bu gelenek, sözlü haliyle muhafaza edilmektedir.. bizim yapmaya çalıştığımız da bu.. biz boşluğu olmayan bir zinciri takip ediyoruz, geleneğimiz bu..
bu mesele hakkında bu kadar yeterli.. ama..
insanlar buraya birşeyler öğrenmeye geliyor.. eğer böyle bir niyetiniz yoksa lütfen benim gayretlerime hakaret etmeyin..
zira bu çok yorucu bir iş, bir sürü insan çalışıyor.. ben yaklaşık 6 aydır devam eden bir turnenin sonunda buradayım.. çok yorucu bir turnenin sonunda..
burada sizinle bir arada olmak büyük bir nimet.. gerçekten büyük nimet..
bu ay benim için bir çeşit tazelenme imkanı gibi.. yılın geri kalanı için enerji topladığım bir yer..
benim için çok kıymetli bir zaman... ve sizden yalnızca asgari düzeyde edebe riayet etmenizi rica ediyorum.. tek istediğim bu.
Abbas ra, Efendimizin as amcasıydı.. Mekkedeyken Müslüman olup olmadığına dair ihtilaf vardır..
ulemadan bazıları Bedir'den önce Müslüman olduğunu söyler. Bedir'de İslam ordusu tarafından esir alınır..
ve kefalet karşılığı iade edilir.. kendisi Efendimize as kefaletle salıverilmesini istediğini söyler..
Allah cc, Enfal suresinde Efendimize as şöyle söylemesini buyurur: "eğer kalplerinde hayır varsa, Allah onlara o hayrı kendilerine verecek" yani kendilerinden alınanı tazmin edecek.
dolayısıyla Abbas ra muhtemelen Bedir savaşından önce de Müslümandı, ama Efendimiz as için casusluk yapıyordu..
bu bir görüş, başka bir görüşe göre ise Bedir'den sonra Müslüman olmuştur..
ama bundan sonra Mekke'de kaldığı ve İslam'ını gizlediği konusunda şüphe yoktur..
kendisi, Efendimizin as Mekke'yi fethinin hemen öncesine kadar hicret etmemişti..
çok ilginç bir şekilde hicret sevabını alıyor, çok hoş birşey..
hicret etmek için yola çıkıyor ve Efendimiz as Mekke'ye doğru fetih için yaklaşırken onunla Zul Huleyfe'de karşılaşıyorlar..
dolayısıyla hicret sevabından mahrum olmamış oluyor..
ayrıca Abbas ra.. Mekke'nin biraz dışında bizim ziyaret ettiğimiz bir vadi var..
Efendimiz as, Mekkeye yaklaşan orduyu izlemesi için Ebu Sufyan'ı bu vadinin tepesinde bir yere götürmesini istiyor..
ve "onu vadinin en dar yerine götür" buyurmuştu.. bunun psikolojik sebebi, onun orduyu olduğundan çok daha büyük zannetmesini sağlamak istemesiydi..
Ebu Sufyan bu tepeden ordunun geçişini izlerken çok etkilenmiş ve "ibn Ebi Kebşe'nin ne acayip bir ordusu var" demişti. onlar Efendimizi as bu isimle anarlardı..
bunun üzerine Abbas ra, "bunun nübüvvet olduğu apaçık ortadayken artık iman etmenin vakti gelmedi mi?" demişti..
Ebu Sufyan, "hala kalbimde bir şüphe var.." demişti..
"La ilahe illallah" kısmı ile ilgili bir problemi yoktu, çünkü zaten "eğer o putların bir faydası olsaydı şimdi ona karşı bize yardım ederlerdi" demişti..
yani "La ilahe illallah" için hazırdı.. ama kalan kısmı hala zor geliyordu..
ayrıca unutmayın Ebu Sufyan, Mekke'de zamanının en güçlü adamıydı ve halkının lideriydi..
ve böyle birşeyi kabul etmesi zor geliyordu zira Efendimiz as ona nispeten çok mütevazi bir çevreden geliyordu..
ama sonunda çok iyi bir Müslüman oldu ve nihayet Suriye'de cihad ederken savaşta gözünü kaybetmişti..
yine karısı Hind de iyi bir Müslüman olmuştu..
meşhur hikayedir.. esir alınırken çadır direklerini alıp adamlara karşı koymuşlardı..
bu Abbas ra... ve oğulları.. siyer uleması der ki: hiçkimse yok ki oğulları dünya üzerinde bu kadar dağılmış olsun..
oğullarından Abdullah ibn Abbas: Taifte medfundur.. sonra Ubeydullah: Medine'de, Ma'bed: Tunustadır..
ve ibn Abbas (Abdullah) Tunusta savaşmıştır.. o hem Türkiyede, hem Tunusta hem de Mısırda cihada katılmıştır..
ve diğer oğlu Kusem, futuhat için gittiği Semerkand'da medfundur.. oğullarının bu kadar farklı coğrafyalarda yatıyor olması çok ilginçtir..
yine birisi de Suriye'dedir..
bu ikisi, Hamza ve Abbas ra, Efendimiz için büyük destek olmuşlardı..
Efendimiz as her ikisini de çok seviyordu.. aynı şekilde Ebu Talibi de seviyordu..
zira Kur'anda "sen sevdiğine hidayet edemezsin, Allah cc dilediğine hidayet eder" buyrulmuştur..
buradaki "sevdiğine" ifadesinde Ebu Talibe nispet vardır.. bu da Efendimizin as Ebu Talibi sevdiğinin delilidir..
Ebu Talib, kabilesinde çok saygın bir liderdir..
bundan daha önce de bahsetmiştim, senedi zayıf olan bir hadis var.. bazı alimler bu hadisi Ebu Talib'in durumu hakkında delili olarak kullanırlar..
buna göre: Efendimiz as, Kureyş liderlerinin hepsi oradayken ölüm döşeğinde Ebu Talibe "bir kelime söyle de, Rabbimin huzurunda onunla seni savunayım" buyuruyor..
ondan tek istediği "La ilahe illallah" demesiydi.. çünkü muvahhid olması, Efendimizin as onu savunmasını mümkün kılacaktı..
o arada Kureyş liderleri de "hayır, hayır asla söyleme.. ölüm döşeğinde atalarımızın dinini terk mi edeceksin?" diyorlardı..
o da söylemeyince, Efendimiz as çok üzülerek geri çekiliyor..
o arada Abbas ra "ben dediğini duydum ya Rasulallah" diyor.. Efendimiz as ise "ben duyamadım" buyuruyor..
burada ihtilaf var.. bazı ulema Müslüman olduğunu söyler, ama ağırlıklı görüş olmadığı yönüdedir..
bu görüş (Müslüman olmadığı) en güçlü olanıdır..
dediğim gibi, bunu Sh Abdullah bin Bayyah'a sorduğumda "tavakkuf (bir hüküm veremiyorum)" demişti..
bu hususta hüküm vermeden, olduğu gibi bırakmayı tercih ediyorum demişti..
Sahihi Müslüm'de "o, ateşe girenlerin en az azap çekeni olacak" diye geçen hadis ahad bir hadistir.. ve ahad hadislerle itikadi hüküm verilemez..
yani Allah cc en doğrusunu bilir, hiç şüphe yok ki Efendimiz as onu seviyordu..
ulemadan bazıları bunu onun kurtulacağına ilişkin görüşlerine delil olarak kullanırlar..
Sh Abdullah el Kadı'nın hocası Sh Ahmed Karadari'nin görüşü bu yönde mesela.. Allahın cc, Efendimizin as Ebu Talibi sevdiğine tanıklık etmesi dahi bunu gösterir der..
Allah cc en doğrusunu bilir
"Ebu Talib ve Ebu Leheb de yetiştikleri halde Ne yazık ki iman nimetine erişemediler"
Ebu Leheb, bildiğiniz gibi, çok düşmanca bir tavır içindeydi..
Yangın alarmı mı?.. Değil..
Efendimize as karşı çok düşmanca bir tavrı vardı, karısı Ümm Cemil de öyleydi..
Ümm Cemil, aynı zamanda Muaviye'nin halası olur.. Orada bir bağlantı var.
Akil ve Muaviye'nin birbirleriyle çekişmeleri dillere düşmüştü..
Sırf onların birbirlerine yaptıkları iğnelemelerden bahseden kitaplar vardır..
Bunlardan bazıları; Akil'in Ebu Leheb'le, Muaviye'nin ise Ümm Cemil ile akraba olmasıyla ilgilidir..
Akil, Sh Abdullah el Kadı'nın büyük dedesi olur.. Yani, o Efendimizle as Abdullah'ta buluşur..
Akil, Ebu Talib'in oğludur.. Yani Efendimizin as kuzeni oluyor.. Cafer vs gibi..
Sh Abdullah bir Akilidir.. ve Akil de Ehli Beyt ile birlikte burada Baki kabristanında yatıyor..
"Halaları arasında muhterem Safiyye, Ümeyme, Atike ve Berre var"
Safiyye ra Müslüman olmuştur. Ümeyme, Atike ve Berre.. halalarının durumu ile ilgili ihtilaf vardır..
"Ayrıca Ümmü Hakim ve Erva, ki tarihçiler İlk sayılan Müslümandır der, diğerleri ihtilaflıdır"
Safiyye'nin ra Müslüman oluşu kesin, diğerleri ile ilgili farklı görüşler vardır..
ama Atike ve Safiyye ra burada medfundurlar.. Peygamberin as halaları için bir bölüm var kabristanda..
Efendimizin as Mevali (köle) leri..
Bir "Mevla"...
Maşallah... Birşey yapmamız gerekiyor mu? Tamam..
"Mevla" bir çeşit yardımcıdır.. Arapçada "Mevla" kelimesi "velâ" kökünden geliyor..
"Velâ" ise sadakat / bağlılık demektir.. birine bağlılık göstermeniz anlamına gelir..
"Mevla" ilginç bir kelime, çünkü Arapçadaki "al-ad`daad" denilen kelime sınıfında..
"Ad'daad", aynı anda iki zıt anlamda kullanılan kelimeler için kullanılan bir tabir..
bunun bir örneği mesela "mefâze" kelimesidir.. "mefâze" hem "saadet bulduğun yer" hem de "mahvolduğun yer" demektir..
Araplar bazı şeylere "tefe'ulen" isim verirler.. mesela "el-afiyeh", sağlık anlamındadır ama aynı zamanda ölümün isimlerinden biridir..
Yani birtakım olumsuz şeylere, onları uğurlu kabul etmek için böyle isimler verirler..
Örneğin "mefaze" de kaybolursanız.. Çölün ortasında, birçok insanın çürüyüp gideceği bir yerde demek yani..
belki buradan size gerçekten bir "mefaze" çıkar umuduyla bu tabiri kullanırlar..
bu tip (ad'daat) kelimelerin anlamlarından biri budur..
ayrıca tabii ki zıtların aynı isimle anılmasının metafizik bir anlamı da var..
ama işte "mevla" bu tip kelimlerden.. o hem fail (özne) hem de mef'ul (nesne) olarak kullanılır..
yani mesela Allah cc bizim mevlamızdır.. o yüzden "Mevlana" (mevlamız) deriz..
aynı şekilde Deobandi - Brelvi (güney Asya) geleneklerinde mevlana kelimesi alimler için kullanılır..
Mevlana "Efendimiz" anlamında kullanılır.. "Seyyiduna" daki gibi.. Bir çeşit bağlılık göstergesidir..
Liege (köle) ve Master (efendi) gibi yani..
"Mister" (bey) kelimesi aslen İngilizcedeki "Master" (efendi) kelimesinden gelir..
yani bir çeşit saygı hitabı.. birisine "Mister" (bayım) diye hitap etmek ona Arapçada "Seyyidi" (efendim) demek gibidir..
dolayısıyla metnin burasında bahsedilen "mevla", azad edilmiş köleleri ifade ediyor..
bir hadiste "bağlılık, sizi azad edenedir" buyruluyor
bu şu anlama geliyor.. İslamdan önce Araplar, kabile hayatı yaşıyorlardı..
böyle olduğu için, Araplar "biz" dediğinde kabilelerini kastederlerdi..
çoğul kipini kullandıklarında bununla aşiretlerine işaret ettiklerini bilirdiniz..
"Bizler, Kureyş halkı.." gibi. Lider, bu kabile adına konuşurdu..
Dolayısıyla, eğer bir kabilenin içinde köle iken azad edildiyseniz o kabilenin mevlalarından (yardımcı, hizmetçi) olurdunuz.
Kabilenin bir parçası haline gelmek gibi..
bilmem Sh Abdullah'ın yanında bulunan bazı hizmetçileri fark ettiniz mi? Şöförü vs..
onlar aslında birer "mevla"dır.. zira, onların bulundukları kabile içinde bir dönem sahipleri vardı..
daha sonra azad oldular, fakat aynı kabile içinde yaşamaya devam ettiler.. ve kabileye karşı bir sahiplenme hissi duyuyorlar..
yani onlara hangi kabileden olduklarını sorsanız, "messuma" derler.. ama esasında onlar messuma kabilesinin mevlalari..
yani bu sistem hala devam ediyor..
Moritanyada hala yaşayan birşey..
işte mevla budur, azad edilmiş bir köle..
İslamın erken dönemiyle ilgili çok ilginç bir durum var:
Ömer bin Abülaziz'den önce, eğer dışarıdan birisi Müslüman olduysa bir kabilenin mevlası olmak zorundaydı..
Ömer bin Abülaziz bu sistemi bitirdi.. ama erken dönemde Müslüman olan birisi bir Arap kabilesine dahil olmak zorundaydı..
bunun gerekçesi güvenliktir.. kabile sizi desteklerdi..
birisi oldürüldüğü zaman diyet parası kabile arasında bölüşülerek ödenirdi.. bir çeşit sosyal güvenlik mekanizması gibi.
ayrıca insanlar sizin bir kabileye ait olduğunuzu bildikleri için size sataşmazlar..
mesela Medine'deki cariyeler başlarını örtmezlerdi ve yolda sarkıntılığa maruz kalırlardı..
ve Kuran, bu muameleye maruz kalmamaları için kadınlara başlarını örtmelerini söylemişti..
yani özgür kadınlar olduğunuz anlaşılsın...
her ne kadar cariyelere asılmaya izin verilmese de, insanlar genelde güçlülere değil zayıflara zulmetme eğiliminde olurlar..
ve bu kendilerini ayrıştırmanın bir yoluydu..
cariyelerin avreti ile özgür kadınların avreti aynı değildir..
köle kadınlar başlarını örtmezlerdi, göğüslerini örtmek zorunda değillerdi..
ve bu tarih boyunca böyledir..
bu sebepten ben şahsen baş örtüsünün.. o genelde cinsel bir gerekçeyle emredilmiş gibi lanse edilir..
ama aslında o insanın izzeti ve tezyinatı ile ilgilidir....
zira erkekler de tesettürle mükelleftir... o da giyinmek zorundadır ve başını örtmesi tavsiye edilmiştir..
her ne kadar Efendimiz as bazen başı açık yürümüşse de...
o insanlara mecburi olmadığını göstermek için bazen mekruh sayılan şeyler yapmıştı..
yani tesettür aslında kadınlara şerefli görmenin bir yoludur..
İslamdan önce Arap kadınları baş örtüsü takarlar fakat göğüslerini örtmezlerdi..
bu yüzden Kuran örtüleriyle göğüslerine de kapatmalarını buyurmuştur..
[videoda kısa bir atlama] "Khimar" o demek değildir. "Khimar", "Khammara" dan gelir.. Başı örtmek..
zira "Khamr" (şarap: sarhoşluk veren herşey) aklınızı örten şeye denir.. dolayısıyla Arap dilinde "Khimar" tam olarak baş örtüsü demektir..
ama onlara, bu baş örtülerini alıp onunla göğüs kısmını da örtmeleri söylenmiştir..
"nuhur" kısmı.. ayetin anlamı bu yani..
tabii illa ki bu şekilde yapmak zornuda değilsiniz, bu onların uygulaması, onların örfüydü..
yani göğüs kısmını örttüğünüz sürece, bunu illa ki baş örtüsünü uzatarak yapmak zorunda değilsiniz..
ama onlar bunu bu şekilde yapıyorlardı.. onların elbiseleri bu şekilde tasarlanmıştı.. dolayısıyla onlar bu şekilde onu aşağıya doğru çekiyorlardı..
Arapçada "Khimar" bu demek..
yani, mevlalık sistemi, azad edilmiş kölelerin aynı toplumda yaşayabilmesi için kurulmuş bir protokoldü..
bunlar da Efendimizin as mevalisi (mevlaları)..
"Kaç tane mevalisinin olduğunu açıklamak Ve hür hizmetçilerini saymak için deriz ki"
"Zeyd, oğlu Üsame ve Sevban, Enese, Fuzale ve Şükran ra"
Zeyd bin Harise el Kelbi ra.. Beni Kelb kabilesinden, ailesinden zorla koparılmış ve Mekke'de köle olarak satılmış..
Hz Hatice'nin evinde bulunmuş, o da onu Efendimize as hizmet etmesi için vermişti..
Ailesi onun Mekke'de olduğunu öğrenince babası ve amcası onun için Mekke'ye gelmişlerdi..
Durum kendisine anlatılınca, Efendimiz as derhal Zeydin ra onlarla dönebileceğini söylemiş ve kendisini çağırıp "ister benimle kalabilir, istersen gidebilirsin" demişti..
Zeyd ra ise "ben sizinle kalmak istiyorum" demişti..
babasıyla dönüp kabilesine katılma imkanı varken bunun yerine Allahın rasulu as ile kalmayı tercih etmişti..
bu durum üzerine Efendimiz as o kadar etkileniyor ki, "Zeyd, bu günden sonra Zeyd ibn Muhammed as olmuştur" buyuruyor..
yani onu evlat edinmiş oluyor.. o günden sonra da ona kendi oğlu gibi davranıyor...
ta ki İslamda evlat edinme yasaklanıncaya kadar..
kendisi yine Efendimizin as hizmetçilerinden olan Ümmü Eymen ra ile evlenmişti ve bu evlilikten Efendimizin çok sevdiği Üsame ra dünyaya gelmişti..
o, Efendimizin as "hem sevgilisi hem de sevgilisini oğlu" lakabını almıştı..
Efendimizan as, 17 yaşındayken Suriye'ye giden ordunun başına kumandan yaptığı kişi oydu..
bazı sahabeler için.. hatırlayın, Mekke'deki Darun Nedve'ye girebilmek için en az 40 yaşında olmanız gerekiyordu..
Kureyş sistemi içinde bir "seyyid/büyük" kabul edilebilmek için en az 40 yaşında olmalısınız..
dolayısıyla genç insanlara bu kadar büyük liderlik pozisyonlarının verilmesi Araplar için tam bir devrim niteliğindeydi..
Efendimiz as gençlere çok büyük yetkiler veriyordu.. erken dönemde en yakınındaki sahabelerin çoğu çok gençtir..
kendisinden çok daha genç kimselerdi.. Hz Ali, Hz Ömer.. vs işte Üsame de ra bunlardan kabul ediliyordu..
onra.. Sevban, Eneseh, Fuzale ve Şükran..
"Bunların yanında Rabah, Yasar Tuhman, Ma'bur, Ubeyd ve Vakid ra"
Ma'bur, aynı zamanda Mâbur diye de okunabilir.. Kureyşin telaffuzu böyledir.. burada geçen Temimi telaffuzu.
kıraat ilminde, Medine'nin kıraat ekolü olan Nafi, Kureyşlilierin kullandığı telaffuzdur..
Nafi hakkında iki rivayet vardır, Kalûn ve Warş.. Kalûn beni Temim'e yakındır..
ama Warsh doğrudan Kureyş'in lehçesidir..
dolayısıyla Warş okulundan bir kıraat dinlediğinizde, Kureyş'in orijinal telaffuzunu dinlemiş olursunuz..
Ahmed ibn Hanbel'e hangi kıraati tercih ettiği sorulduğunda: "Nafi'yi, eğer o olmazsa Asım'ı tercih ederim" demiştir..
Asım, Ebu Hanife'nin kıraatidir.. Birçok insan Asım'ın Hafs rivayetini öğreniyor..
yani Efendimizin as konuştuğu lehçede mesela "Mûmin" denilirdi, "Mu'min" denilmezdi.. bu Beni Temim lehçesidir..
"Mûminun" şeklinde telaffuz ederlerdi.. "einne" derlerdi, iki hemze olduğu şekliyle "e'inne" demezlerdi.. hemzelerden bir tanesini düşürürlerdi..
bu lehçede ayrıca "imâle" yaparlardı.. yanlış bilmiyorsam Hafsta bir yerde imâle yapılıyor..
ama Varş'ta küçük ve büyük imâle vardır, mesela : "ved'duhee, velleyli iza secee" şeklinde telafuz ederlerdi..
bütün bunlar Kureyş dillndeki telaffuzdur..
buraya "Ma'bur"'dan gelmiştik.. iki şekilde de söylenebilir..
"Babaları Râfi ve Hişâm, Huneyn, Ahmer ve gayretli Süleym ra"
"Kirkire el Nûbi, Zeyd, Eslem Sefine, Enceşe ve Mid'am ra"
ona aynı zamanda "Fulfule" ya da "Filfile" de deniyordu zannedersem.. Kirkire el Nûbi ra.. Nubiya'lı (Sudan) bir hizmetçiydi..
Efendimizin as eşyalarını muhafaza ederdi.. evin bekçisi gibi..
Sefine ra, çok acayip bir insan.. adı "Gemi" anlamına geliyor..
İmam el-Hakim'in sahih senediyle naklettiği bir hadisi şerife göre: Sefine bir gemi kazası geçiriyor ve bir tahta parçası üzerinde kıyıya geliyor..
tamamen kaybolmuş, bir çeşit ormanın olduğu bir yere geliyor..
birden bir aslan beliriyor.. ve Sefine bunu kendisi naklediyor.. bir aslan beliriyor ve açmış gibi bazı hırıltılar çıkarmaya başlıyor.
ve Sefine "ey aslan, ben Sefine, Rasulullahın as mevlasıyım.." diyor
ve diyor ki, bunu söylediklten sonra aslan kuyruğunu sallamaya başlıyor..
sonra yanına geliyor ve hafifçe dürtüyor..sonra da ona ormandan yola çıkması için rehberlik ediyor..
Sefine bunu kendisi naklediyor, bu evliyaullahın kerametlerinden biri..
İmam Lakkani "evliyanın kerametine inanın, onu reddeden evliyayı reddeder" buyurur..
Kendisini yola çıkardıktan sonra aslan "hmm hmm" gibi sesler çıkarıyor ve ayrılıyor. Sefine ra "sanki bana veda ediyordu" diyor
ayrıca Muaviye'nin ra teyit ettiği bir rivayete göre, Ukbe bin Nafi', Kayrevan şehrini kurmak üzere Tunus'a gittiğinde..
Oduna ihtiyaçları olmuştu.. Kayrevan (Kervan) Arapçada "silah taşıyan kafile" demektir..
"Kafile" diye aslında dönüş yolu üzerindeki konvoya denir.. Ama nihayet "Kayrevan" silah taşıyan bir kafiledir..
O da başkentine bu ismi vermişti.. Ama şehri kurmak için oduna ihtiyaçları vardı.. Bu yüzden ormana gider..
Bu bahsettiğim Ukbe, Fasta atını suya süren adam..
Fas'ın güneyinde kara bitince atını Atlantik okyanusuna doğru sürer ve "Ey Allahım cc, bu suyun öte tarafında insanlar olduğunu bilsem"..
(ki aslında Amerikan yerlileri vardı, ama o bunu bilmiyordu)
"eğer bilsem, senin mesajını okyanusun ötesine ulaştırmak için gemiler inşa ederdim.." der
ama bu aşamada (ormana geldiklerinde) Ukbe, hayvanlardan ormanı terk etmelerini rica etmişti.. onlardan izin istedi..
"bizim Müslümanlara ev yapmak için bu ormana ihtiyacımız var, sizden ormanı boşaltmanızı rica ediyorum" demişti..
dediklerine göre üç gün boyunca bütyün hayvanların ormanı terk ettiklerini görmüşlerdi.. başka yerlerde yaşamak için ormandan ayrılmışlardı..
Muaviye ra bunu duyduğunda, olaya bizzat şahit olan kimselerle görüşmek istedi.. bu sebepten bu olay, tabiin neslinin mütevatir kerametlerinden kabul edilir..
hayret verici bir rivayet.. Muaviye ra bunu teyit etmişti.. aynı zamanda o konuşan ineğe de şahitlik etmişti..
bunlar bilinmesi önemli şeyler.. yine Ebul Ala el Hadrami ra, bir takip esnasında askerlerini atları ile birlikte bir gölün üzerinden geçirmişti..
"Bismillah deyin ve beni takip edin" demişti.. Atlarını sürdüler ve atların batmadan suyun üstünden geçtiğine şahit oldular..
bunlar bu insanların birçok kişi tarafından şahitlik edilen kerametleri..
bazıları, "bu tip şeyler neden artık gözükmüyor?" diyorlar..
eh, halimize bir bakın.. ihtiyacımız olan tek cevap bu.. inanın bana, Hristiyanların mesajı şifa dağıttıkları için yayılmıştı..
erken dönem Hristiyanları çalışırsanız görürsünüz.. ve bunlar mütevatir olaylardır..
bir yere gittiklerinde, cüzzamlı insanlar gelirdi ve yalnızca ellerini üzerlerinde gezdirerek onları iyileştirirlerdi..
bunun sayısız şahidi var, dinleri böyle yayılmıştı..
dolayısıyla kerametler, dinlerin başlangıç aşamasında yaygınlaşmasını sağlayan şeylerdir..
çünkü insanları ikna ediyor.. bir defa inanç yaygın bir kabul gördükten sonra kerametler o kadar gerekli olmayabiliyor..
ama evliya arasında hala kerametler zuhur eder.. elhamdülillah, Allah cc adamlarının kerametleri hala yaşıyor..
ben bazı öğretmenlerinden çok acayip işler gördüm, ne kadar keşif (perdenin kaldırılması, hakikatin ayan olması) varsa..
Murabıt el Hac'ın keşiflerine birden fazla defa şahit oldum.. açık, reddedilemez şeyler.. benim için en azdından.
başka insanlardan da.. Cidde'de şu anda Sh Abdullah bin Beyyah'nin evinde kalan bir adam var..
size bir tanesini anlatayım, bu gerçek bir hikayedir zira ben buna bizzat şahit oldum..
ismi Muhammed Yahya Velhatti, oğlu Yahya.. ve bana Murabıt el Hac'dan ilk bahseden kişi oydu..
ve bana babasından bahsetmişti.. babasının kerametleri herkes tarafından biliniyor.. çok acayip bir adam..
bir seferinde Giru'daydım.. Kiffa (Moritanya) civarında küçük bir kasaba burası..
daha önce Kiffa'ya hiç gitmemiştim, "oraya gitmek ister misin" diye sordular..
ben de "bir tek şey için gitmek istiyorum.. bu Yahya Velhatti denen adamı görmek için" dedim..
onlar da "yok olmaz, o çölde yaşar şehrin dışında.. bizim vaktimiz yok seni oraya götürmek için.." dediler
herneyse, beni yalnızca Kiffa'yı görmek için bir geziye ikna ettiler.. ben de gittim..
bu dediğim hadise, cep telefonlarının olmadığı bir zamanda ve elektiriğin olmadığı bir yerde yaşanıyor.. hiçbir telefon vs hattı yok..
Kiffa'ya gittik, bir fotoğraf çekmek istiyorlardı.. kasabanın ortasındaydık, muhtemelen 5-6 kişiydik..
birden bir adam gelip aramıza girdi, elimi tuttu ve "iyi şeyler olur" gibi birşey dedi.. sonra selam verdi ve uzaklaştı..
bunun üzerine bizimkiler gülmeye başladı.. ben de "ne oluyoruz yahu" dedim, onlar da "bu adam şu görmeyi istediğin Yahya Velhattidir" dediler..
ben bunu kendim gördüm..
ve bu..
bu insanlardan birçok olağanüstü şeyler zuhur eder.. Umm Mabed.. yiyecek birşeyi yoktu..
Efendimz as Umm Mabed'e ra gidip "yiyecek birşeyin var mı" diye sorduğunda "vallahi olsa sana verirdim" demişti..
yani çok kötü durumdayız.. Efendimiz as "koyununu getir" buyurdu..
kendi naklettiğine göre, Efendimiz as hayvana dokunduğunda hayvanın etlendiğini görebiliyordu..
yine Efendimiz as hayvanın memelerine dokunduğunda içleri sütle dolmuştu..
sonra yine onun dediğine göre, Efendimizin as abdest aldığı yerde bir ağaç vardı..
aslında Sh Abdullah el Kadı'nın yaptığı araştırmaya göre ağaç hala orada, kurumuş ama hala orada..
Umm Mabed'in ra dediğine göre, abdest aldığı yerde yetişen bu ağaca "Mübarek ağaç" diyorlardı..
ve onun meyvesinden yediği halde açlığı ve susuzluğu giderilmeyen, hastalığı şifa bulmayan kimse olmamıştı..
yine dediğine göre, gördükleri en güzel ve en yeşil ağaç oydu..
bir gün uyandıklarında onun kuruduğunu gördüler.. "bunu görünce Efendimizin as irtihal ettiğini anlamıştım" demiştir..
ve gerçekten o gün irtihal etmişti.. bu Umm Mabed ra..
dolayısıyla erken dönem Hristiyanların mucizeleri gerçek mucizelerdir..
Katolik ve Ortodoks geleneğine göre, evliya kabul edilmek için bedenin çürümemesi şartı olduğunu okumuştum..
ki buna biz de inanıyoruz.. bedenler.. "yeryüzü, gerçek evliyanın cesedini yemez" kaidesi vardır..
bakın, iyi insanlar (salihler) Allahın veli kullarıdır..
ama Alahın hususi velayet mertebesi verdiği (kutsadığı) kimseler.. yeryüzü onların bedenlerini yiyemez..
Kuran Hafızları için de bu böyledir.. ama hafız deyince, Kuranı baştan sonra ezberleyenleri kastetmiyoruz.. Kuranı yaşayanları kastediyoruz..
zira "hafız"ın gerçek anlamı, sadece harfleri bilen değil Kuranın taşıyıcılarıdır.. onunla yaşayanlardır..
Vatikanda, yeraltı mezarlarındaki bedenler üzerinde bir araştırma yapmışlardı..
orada olduğu gibi muhafaza edilmiş bedenler vardı..
ve bazı bilmadamlarını da içeriye kabul ettikleri için Disovery dergisinde bununla ilgil bir makale yayınlanmıştı..
bu bedenlerden bazılar, mumyalanmıştı.. ve bu işlemi genelde "Papa"lar yaptırırdı..
kutsiyet kazanmak için bir çeşit sigorta poliçesi gibi.. olur da bedenleri toprakta çürürse diye kendilerini mumyalatırlardı..
ama birçoğunun bedeni, bir tanesi İslam öncesi dönemden kalma biri.. hayat kadınlarının koruyucu azizesi, tövbe eden bir hayat kadını..
bilim adamlarından biri "bu kadının mükemmel derecede muhafaza edilmiş olmasın karşısında dehşete düştüm" demişti...
tabii onlar hadiseyi ortamdaki nemle vs açıklamaya çalışıyorlar.. bu yeraltı mezarlarının yapısı vs..
ama bunlar gerçek.. defalarca.. buradaki mezar kazıcıları toprağı açtıklarında hiç bozulmamış bedenler buluyorlar..
Iraklı bir alim olan Sh. Mahmud es Savaf, sel esnasında Hz Hamza'nın ra vücudu açığa çıktığında onu gördüğünü anlattı..
bu görgü şahidini bizzat dinledim.. ve bu adamın doğru söylediğinden şüphe etmemi gerektirecek hiçbir sebebim yok.. tanıdığım gerçek alimlerden biri..
o sırada Medinedeydi ve Hz Hamza'nın ra bedenini yeniden gömmek için çağrılmıştı..
ve bedenin bozulmamış ve çürümemiş olduğunu görmüştü.. Hamza Efendimiz ra..
yine ayrıca birçok mezardan gelen misk kokusu.. ben bizzat birçok farklı yerde bu kokuyu duydum.. bu gerçek..
bunlar, ayetler.. tabi bunlara açık insanlar için .. bu tip şeyleri kabul etmiyorsanız Allah cc sizi bunlardan mahrum eder.. bu kadar basit.
gaybi olan şeyleri tecrübe etmeye hazır olmanız gerekir.. Meymune'ye her gidişimizde insanlar gelip "bu koku ne? birisi mi sürmüş buraya?" diyorlar..
ben de "hayır" diyorum, oraya her gidişimde orada o koku var.
ne yani birileri gidip hergün misk mi döküyor? ve her zaman yok, sadece akşam namazından sonra duyulan bir koku o..
gün içinde duyulmuyor, yalnızca gece alınabilen bir koku..
aynı durum Efendimizin as mağarasında da var.. mağaraya giden herkes bilir ki.. ilk girişinizde gelen o koku..
ve yüzyıllarca kitaplarda bundan bahsedilmiş.. bir parfüm üreticisi bundan baya bir para kazanmış olmalı.. her gece oraya koku sürmekten..
yani kerametlere inanmak iyidir.. reddetmemek lazım..
bu Sefine ra idi.. sonra Enceşe ra.. kendisi Efendimizin "hâdi"sidir.. hadi diye şuna derler..
Araplara göre eğer develere şarkı terennüm ederseniz belli bir ritimde yol alırlar..
gerçi bazıları bunun develerin rahatsız olmasına bağlar.. kurtulmak için ilerler derler..
ama ağırlıklı görüşe göre develer bundan etkilendikleri için motive olurlar..
genelde Recez vezninde söylerler.. zira Recez ritmi, devlerin hareketini taklit eder..
müstef'ilûn, müstef'ilûn, müstef'ilûn... Recez bahrinin ritmi böyledir.. develerin hareketini taklit eder..
işte hâdi diye bu terennüm eden kişiye denir..
İbn Kayyım el Cevziyye'nin rh kitaplarından birinin ismi çok güzeldir: "Hâdi el ervâh ila bilâd-il efrâh"
Arapçada çok daha güzel, kusuruma bakmayın.. "Saadet beldesine doğru hareket etmeleri için ruhlara terrenüm eden" demektir..
"ruhlara terrenüm eden"... ve geneleneksel olarak inşâd (neşid/ilahi söylemek) teşvik edilen birşeydir..
Enceşe ra, Efendimiz as için neşideler söylerdi.. sesi çok güzeldi..
Efendimiz as "Ey Enşece, kristaller (hanımlar) için biraz ağır ol.." buyurmuştu,
zira "garura" diye kırılgan camlara (kristal) denir.. hani bazen şarkıcılar camları kırabilirler ya..
gerçekten bazı opera şarkıcıları o kadar tiz perdelere çıkabiliyorlar ki camı çatlatıyor..
işte Efendimiz as buna işaret buyurmuşlardı.. kalpler, kristal şişeler gibidir.. çok güçlü söylenen şarkılar onları kırabilir..
Enceşe'ye ra bunu hatırlatıyordu.. ayrıca Amr bin Ekva da ra Efendimiz as için neşide söylerdi..
bir defasında yine söylemişti.. bu Sahihi Müslimde geçer.. bitirince Efendimiz as "Allah sana rahmet etsin.." buyurdular..
bunu dediğinde Hz Ömer ra "onunla biraz daha beraber olmamıza izin vermez misiniz ya Rasulullah?" demişti..
bu Sahihi Müslim'de geçer.. bu hadisle anlıyoruz.. sahabe efendilerimiz şunu biliyorlardı,
Efendimiz as ne zaman birisine doğrudan "Allah sana rahmet etsin.." dese o kişi kısa zaman içinde vefat ederdi.. ve Amr da gittikleri savaşta şehit olmuştu..
Hz Ömer ra "onunla biraz daha beraber olmamıza izin vermez misiniz ya Rasulullah?" demişti..
eğer bu ifadeyi zahiren alırsanız, neredeyse şirke giden bir anlam çıkar..
ama Araplarda Mecaz-ı Mürsel diye önemli bir belagat kaidesi vardır..
buna göre, birşeyi zahirde sebebe bağlarsınız, fakat aslında onun müsebbibe ait olduğunu bilirsiniz.. failin o olduğunu bilirsiniz..
örneğin "ilaç beni iyileştirdi" dediğinizde.. böyle bir şey söyleyebilirsiniz, ama bunun Mecaz-ı Mürsel olduğunu anlamak şartıyla..
mesela "o ilaçtan çok fayda gördüm" demek gibi.. bu Mecaz-ı Mürseldir.. eğer bunu kabul etmeden söylerseniz bu şirktir..
bu apaçık şirktir.. dolayısıyla Hz Ömer ra, Efendimizin as bir sebep olduğunun farkındaydı.. gerçekte müsebbibbin Allah cc olduğunu biliyordu..
zira, "o kendi hevasından konuşmaz" ayetine göre, Efendimiz as Allahın cc kendisine verdiği otorite ile konuşuyordu..
Allah cc kendisine, hükümlerini söylemesi için yetki vermişti..
Efendimiz as hükmediyor, onun isimlerinden biri de "Şaâri" dir.. (kanun koyan)
ama bu Mecaz-ı Mürseldir, o gerçekte "Şaâri" değildir.. Allah cc "Şaâri" dir..
dolayısıyla Efendimiz as gerçekte kanun koyucu değildir, ama ona "Şaâri" denilirdi..
Allah cc "sen sevdiğine hidayet edemezsin" buyurmuştur, ama aynı zamanda "sen, dosdoğru yola hidayet edersin" de buyurmuştur..
e peki hidayet edebilir mi, yoksa edemez mi? zira, Allah cc "sen hidayet edemezsin, Allah hidayet eder" diyor..
ama "sen hidayet edersin" ayetindeki anlama göre, o "el Hâdi" dir (hidayet veren).. Ama mecazen, hakikaten değil..
Arap dilindeki bu ayrımı iyi anlamanız gerekiyor.. çok önemli bir mesele..
Sonra, Mid'am.. Mid'am ra, Efendimizin mevalilerinden biri.. kendisi "miskin"dir..
Hayberden dönüş yolu üzerinde, Vadil Kura denilen yerde.. Hayberden kaçan Yahudilerden birinin attığı bir okla vurulmuştu.. ve vefat etti..
bunun üzerine sahabeler, "ne mutlu ona, şehadet ve cennetle şereflendi.." dediler..
Efendimiz as "heyhâte, heyhâte" buyurdular.. keşke öyle olsaydı, ondan çok uzakta..
daha sonra "Hayberin ganimetinden çaldığı bir şal, şimdi onun için ateşten bir örtü oldu." buyuruyor
zira ganimetten çalmıştı.. dolayısıyla Efendimiz as, yapabileceğiniz en kötü şeylerden birinin hırsızlık olduğunu işaret etmiş oluyor..
ama inşallah o bir Müslümandı ve inanıyoruz ki bu onun bir hatasıydı..
ve ayrıca bu vaka, insanların en hayırlısının etrafında dahi zayıf kimselerin olduğunu gösterir..
en sevdiğim hadislerden birisi.. bu Buharide geçer.. Abdullah ra isminde bir sahabi hakkında..
ismi Abdullahdı, bazıları ona Nu'eyman (şakacı) da derlerdi.. Abdullah el- Nu'eyman ra..
Efendimizi as güldürürdü.. ama içki müptelasıydı.. Medine'de..
bazen onu bulup getirirlerdi, ceza verirlerdi.. ve Medine'deki had cezaları..
geçen bir kadına 500 kamçı cezası verdiklerini okudum.. "bunu nerden çıkarıyorlar" dedim..
ceza belli bir sayının üzerinde olamaz, kırktan fazla olmaz mesela..
gerçi Hz. Ömer ra çok fazla kişi aşırıya gittikleri için fazlasına izin vermişti ..
ama Efendimizin as zamanında kırbaç cezası.. onlara hurma dallarıyla ya da sandaletle vururlardı..
bir keresinde sahabeler Medinede sarhoş bir adam buldular ve onu Efendimize as getirmek için yakalamak istediler..
o da kaçıp Abbas'ın ra evine sığındı.. onlar kapıyı çalınca Abbas'ın ra açtı..
"sarhoş bir adam evine girdi" dediklerinde Abbas ra "ben kimseyi görmedim" demişti..
içeri girmelerine izin vermemişti, bu adamı koruyordu yani..
sonra bu hadiseyi kendisine anlattıklarında Efendimiz as yalnızca gülümsediler..
yani bu insanların kalbinde ne derecede merhamet vardı.. ama.. Allahumme Salli ala Seyyidina Muhammed..
hah! Abdullah'tan ra bahsediyordum..
onu cezalandırdılar.. ama tekrar yakalanmıştı ve bu sefer sahabeden birisi "Allahım cc buna lanet et, sürekli sarhoşluktan yakalanıyor" demişti..
ama Efendimiz as "ona lanet okumayın, vallahi onun hakkında bildiğim tek şey Allahı cc ve Rasulunu as sevdiğidir"
ve bu hadisi ulema.. İbn Hacer el Askalani "büyük günah işleyen insanlar için bu hadisten daha ümit verici birşey yoktur" demişti..
çünkü dediler ki: ma'siyet (günah) muhabbeti iptal etmez...
çünkü alimler şunu demişlerdir: "Allaha cc isyan ettiğin halde onu sevdiğini mi iddia ediyorsun?"
"bu, tutarlı olmayan bir tavır.. eğer gerçekten sevseydin, ona itaat ederdin.."
"zira aşık olan, sevdiğine karşı itaatkar olur"
ama işte burada bahsedilen "kamil muhabbet"tir..
bu yüzden isyan (günah) muhabbeti toptan iptal etmez... yalnızca bu, günahları uzaklaştırmaya yetmeyecek kadar zayıf bir muhabbettir..
dolayısıyla Mid'am da ra inşallah böyledir..
"Ebu Lübabe, Ebu Hind ve Ebu Zumra ra Cariyelerin bahsetmek gerekirse:"
"Mariye, Selma ve Ümm Rafi' ve Bereke, ki o süt annesiydi ra"
"Sonra Meymune, Reyhane, Hazara ve Razve ra, ki sayılarını bil!"
Mariye el Kıptiyye ra cariyeleri arasında sayılıyor..
"Mariye, Selma ve Ümm Rafi' ve Bereke, ki o süt annesiydi ra"
"Sonra Meymune, Reyhane,..
Meymune ra, Efendimiz as'ın evlilik teklif ettiği bir cariyesiydi..
ama o fıtraten çok kıskanç olduğu için bulunduğu konumda kalmayı tercih ettiğini söyledi...
"Hür hizmetçileri arasında ise Enes bin Malik el-Ensari ra"
Enes ra, hür hizmetçilerindendi.. Annesi, o 8 yaşlarındayken Efendimize as getirip oğlunu kabul etmesini istedi..
o, Efendimiz'in as Medinede geçirdiği tüm zaman boyunca yanındaydı.. dolayısıyla Efendimiz as irtihal ettiklerinde yetişkin olmalı..
Enes ra, büyük muhaddislerdendir.. çok sayıda hadis nakletmiştir, Efendimizden as çok istifade etmiş ve sahabenin büyük alimlerinden olmuştur..
naklettiği en güzel şeylerden biri şudur:
Efendimize as 10 yıl boyunca hizmet ettim, bana hiçbir ihmalim sebebiyle "neden bunu yapmadın" ya da hiçbir hatam sebebiyle "neden böyle yaptın" demedi..
en güzel hikayelerden birinde, daha küçük bir çocukken Efendimiz as "pazara gidip şunu şunu yapar mısın?" dediğinde Enes "yapmam" diyor
ve rivayete göre Efendimiz as ona yalnızca tebessüm ediyor ve odadan çıkıyor..
şimdi bu tavır, modern sosyal bilimlerle o kadar mutabık ki..
çocuk yetiştirmeyle ilgili yapılan bilimsel çalışmalar acayip, bu zamanlarda üretilenler..
ve bunların çoğu insanlar tarafından kullanılmıyor, çünkü Harvard gibi yerlerde kalıyor..
burada gördüğmüz şeye "Pattern Disruption" (şablon yıkma) diyorlar..
çünkü, çocuklar birşeye "olmaz" dediklerinde aslında sizin reaksiyonunuzu görmek istiyorlar.. nabız yokluyorlar..
dolayısıyla Efendimiz as tebessüm ettiğinde, çocuğun bu tavrına hiçbir tepki vermemiş (onun gerçek olmadığını göstermiş) oluyor
odadan ayrıldıktan bir müddet sonra odaya tekrar geldiğinde, "daha gitmedin mi?" deyince Enes ra "şimdi gidiyorum" diyor..
ve bu modern pedagoji çalışmalarıyla son derece uyumlu bir tavır,
zira artık biliyoruz ki onlara bir işi yaptırmanın en iyi yolu onları zorlamamaktır.. onun yerine bu teknikleri kullanmak..
bakın mesela bir çocuğa birşey yaptırmak istiyorsanız ona seçenekler sunun.. eğer bir şeyi dayatırsanız hemen "hayır" der..
ama "söyle bakalım, bunu mu yapmak istersin, yoksa şunu mu" dediğinizde.. iş çözülür..
buna İngilizcede "Hobson's choice" (Hobson'ın seçimi) derler..
zamanında at kiralayan bir adam varmış, müşterilerine "ilk bölümde olması şartıyla istediğin atı alabilirsiniz" diyormuş..
İngiliz edebiyatında buna "Hobson'un seçimi" denir, aslında seçenek falan yok yani..
bu Enes'ti ra..
"Sonra Ibn Mesud, Bilal ve Ebu Zerr, Bir de Rebia bin Ka'b ra sayılır"
Ebu Zerr ra, aslında Efendimize as "halili" (dostum) diye seslenirdi..
bu, Efendimizin as bu insanlarla nasıl bir ilişkinin olduğunu gösteriyor..
onlara emri altındaki kimseler gibi davranmıyordu.. bilakis büyük bir itibar gösteriyordu..
"Ukbe bin Amir ve Sa'd ile Zü Mihmar, Esma ve Hind de var ra"
bunlar Efendimizin as hizmetçileriydi..
sorusu olan var mı?
hmm.. bunu hiç duymadım.. olabilir gerçi..
derler ki Hz İsa'nın as havarilerinden Aziz Andrew; ikinci yüzyılda birinin rüyasına girer
ve ona mezarının yerini göstererek kendisini iskoçyaya götürmelerini ister..
o da çapraz bir haç üzerinde şehit edilmişti.. iskoç bayrağındaki çarpı işaretinin sebebi budur..
İskoçlar, onun İskoçyanın koruyucu azizi olduğuna ve rüyasına girerek emir verdiği birisi tarafından Filistinden İskoçyaya getirildiğine inanırlar
Allah cc en doğrusunu bilir..
Soru: Efendimizin as "eş Şaâri" (kanun koyucu) olmasıyla ilgili birşey sormak istiyorum..
Soru: Bununla ilgili iki hadisi şerif aklıma geliyor,
Soru: birinde Efendimiz as "eğer size ağır gelmesinden korkmasaydım misvakı size emrederdim" buyuruyor..
Soru: diğerinde de şöyle deniyor "kişinin çocuğuna süt emdiren eşiyle yatmasını yasaklamayı düşündüm .... sonra ... sebebiyle yasaklamaktan vazgeçtim"
Soru: bu hadisi şerifleri okuyunca kafam karıştı, acaba Efendimiz as'ın bir kuralı koyma ya da koymama hususunda seçim hakkı mı vardı?
bu güzel bir soru.. usul uleması onun içtihadı konusunda farklı görüşlere sahiptir..
Efendimiz as içtihad yaptı mı yoksa herşey doğrudan Allahın cc emriyle mi?..
gerçi Efendimiz as "mülhem" dir yani aslında yaptığı herşey ilahi bir ilham iledir..
Medine'ye gelene kadar, tarımla uğraşan bir topluluğun içinde değildi...
ilk geldiğinde Medine'dekiler, ağaçları aşılıyorlardı.. bunu çapraz dölleme için yapılması gerekiyordu..
Efendimiz as bunu gördüğünde ona garip geldi ve bununla ilgili bir yorum yaptı..
onlar da bunu yapmaktan vazgeçtiler, eh, Allahın Rasulu as söylediyse..
ve o sene çok düşük bir hurma hasadı aldılar..
bunu Efendimize as söylediklerinde "siz, dünyanıza ait işlerinizi benden daha iyi bilirsiniz" buyurmuştu..
yani aslında o esnada bir görüş belirtmişti, yaptığı teşri (kural koyma) değildi..
ama biz o hadisten çok şey öğreniyoruz..
zira, ibadet ve nebevi uygulama ile dünyevi iştigalleri birbirinden açıkça ayırıyordu..
ibn Haldun, "Efendimiz as insanlara tıbbı öğretmek için gönderilmiş bir doktor değildir" demiştir...
ve "onun tıbbı, kendi halkının tıbbi uygulamasıdır..." demiştir..
yani Efendimiz as bazı tıbbi tavsiyelerde bulunduğunda, bunlar o dönem faydalı telakki edilen şeylerdir..
tabii ki bunları faydasına inanarak uygulamakta rahmet vardır..
İbn Kayyım el Cevziyye'nin, Tıbbı Nebevi'de dediği gibi: "bu tedavilerden Efendimize olan imanınız derecesinde faydalanırsınız.."
dolayısıyla bir tedavi, ona inancınız güçlüyse fayda verebilir...
ama biz bunu zaten plasebo ilaçlar sebebiyle biliyoruz.. ilaca karşı güçlü bir inanca sahip insanların nasıl olağanüstü faydalar gördüğünü biliyoruz..
dolayısıyla fayda göreceğine inanmak iyidir.. ama Efendimiz as dünyaya tıbbı öğretmek için gönderilmemişti..
dolayısıyla "tek tedavi yöntemi olarak tıbbı nebeviyi takip etme" fikri Efendimizin hadiste söylediği bu boyutu kaçırmak anlamına gelir..
"siz, dünyanıza ait işlerinizi benden daha iyi bilirsiniz"
ama misvakla ilgili.. Efendimizin as bazı işlerle ilgili..
örneğin teravih namazı da böyledir.. insanlar takip edince birkaç gün sonra bırakmıştı, zira Allahın cc bunu mecburi kılacağından korkmuştu..
bazı şeyleri, bu korku sebebiyle ümmetine şefkatinden terk etmişti..
ama misvak kullanmak konusunda çok kararlıydı.. sahabeden bazısı günde kaç defa kullandığını saymaya çalışıyordu..
dişlerini her gün defalarca temizlerdi.. onlara çok iyi bakardı.. kusursuz bir ağız temizliği vardı..
dişlerini iple temizlerdi.. İbn Ebi Zeyd sünnetlerle ilgili kitabında "diş ipi kullanmak sünnettir" der
Efendimiz as bunun için hurma lifi kullanırdı ve "melekler namaz kılan kişinin dişlerin arasındaki yemek artıklarından rahatsız olurlar" buyururlardı..
şimdi biliyoruz ki, ağız sağlığı ile sistemik hastalıklar arasındaki ilişkiyi daha yeni anlamaya başlıyoruz..
kalp hastalıkları vs gibi şeyler dahi.. ameliyat olmadan önce insanların ağızlarının temiz olmasını istiyorlar..
çünkü öyle olmaması bakterilerin kana karışmasını kolaylaştıran birşey, bu da birçok hastalığa davet çıkarıyor..
bence insanların ağız temizliğine bu kadar önem vermesi Efendimiz'in as mucizelerinden biridir..
yemek yedikten sonra ağzın yıkanması.. hem de suya erişimin hiç kolay olmadığı bir zamanda..
bu şartlar altında bile yemekten sonra ağızlarını yıkamalarını tavsiye etmesi.. sonra abdest alırken ağzı çalkalamak.. ve abdest esnasında misvak kullanmak..
eğer günde beş defa abdest alıyorsanız, ki bu mendubdur, dişlerinizi günde beş defa temizliyorsunuz demektir..
tabi illa "misvak" kullanmak zorunda değilsiniz, diş fırçası da iş görür..
Efendimiz as misvak kullanmıştır, misvak aslında... buradaki gibi yaygın satılan birşeyse kullanın tabi..
dişleri temizler.. ve biliyorsunuz, diş fırçanızı sıkça değiştirmeniz gerekiyor.. çünkü üzerinde mikroplar birikip size zarar verebilir..
hiç şüphe yok ki, Efendimizin as yaptığı her şey onun sünnetindendir.. o uygulama nebevidir ve vahiy kaynaklıdır..
biz buna inanıyoruz, onun sünneti Kur'ana eşit derecede vahiydir..
yalnızca kanun koyma yetkisi Kur'anla aynı seviyede değildir.. çünkü delaleti ve vürûdu genelde zannidir..
yani hem bizzat Efendimiz'den as geldiğinden hem de ifadelerin aynen aktarıldığından emin olunması çok zor bir şeydir..
bu sebepten mütevatir (bu iki bakımdan kesin olan) hadisler, Kuranla eşit derecede şer'i kuvvete sahiptir..
böyle bir hadis Kur'anın bir ayetini dahi nesh edebilir..
ama âhad hadisler, ki çoğu böyledir, bunların kuvveti ihtilaflıdır..
"lütfen öğrencilere yemekleri israf etmemeleri hususunu hatırlatır mısınız?"
şu anda Medinedeyiz.. buradaki yiyecekler.. elhamdülillah..
bu durum beni rahatsız ediyordu ama, subhanallah, sonra şu ayeti düşündüm "Allah'ın cc kulları için çıkardığı nimetlere kim haram diyebilir?"
ama o ayetten önce "yiyiniz, içiniz fakat israf etmeyiniz, zira Allah cc israf edenleri sevmez.." buyuruyor
dolayısıyla.. yemekler, otel bunlar büyük nimet.. elhamdülillah.
ama sadece ihtiyacınız kadar alın.. geri kalanlarla ne yapacakları onların sorumluluğunda.. o sizin günahınız değil..
ama yemek alıp tabakta bıraktığınız için atılırsa, o günahı siz işlemiş olursunuz.. o sizin sorumluluğunuz..
ve israf... fena birşey. ve eminim buradaki bazı kimselerin anneleri ya da nineleri..
eminim.. Suriyeli bir hanım vardı.. siz Suriyeli misiniz? ninenizin nasıl davrandığını hatırlıyor musunuz?
değil mi? cidden.. en ufak ekmek kırıntısını, bir tek pirinç tanesini atmayı israf sayarlardı.. böyle bir terbiye vardı..
Müslümanlar böyle yetişirlerdi.. nimete hürmet etmeyi öğrenirlerdi..
ve yemek büyük bir nimet..
öyle bir zamanda yaşıyoruz ki; dünyanın bazı yerlerinde aşırı derecede bolluk var, ama bazı yerlerde yok..
unutmayın, çok az yiyecekle hayatta kalmaya çalışan insanlar var.. açlıktan ölen insanlar var..
lütfen bunu aklınızdan çıkarmayın, bütün bu nimetler için hamd edelim.. ama sadece..
İngilizcede bir tabir vardır "gözüm karnımdan daha aç" diye..
bazen bütün o çeşitleri görünce doldurmak geliyor içinizden.. ama sadece ihtiyacınız kadar alın..
eğer daha yemek isterseniz tekrar gidin... ama makul miktarda alın..
elhamdülillah, Medinedeyken.. bakın Medinedesiniz.. bu şehirde Efendimizin as sünnete elinizden geldiğince riayet etmeniz gerekir..
çünkü Efendimizin as hemen yanıbaşındayız.. Allah cc bize Efendimize as güzel komşuluk etmeyi nasip etsin..
hepinize rahmetiyle muamele etsin..