Tip:
Highlight text to annotate it
X
EHL-İ BEYT'TE NAMAZ
Şimdi anlamıyorum.
Söylenmemiş, bugüne kadar söylenmemiş şeyleri anlatıyorum.
Biz bunları hiç duymadık nereden uyduruyorsun diyorlar.
Söylenmişleri anlatıyorum.
Sen eskileri tekrar ediyorsun diyorlar.
Ne yapayım?
Ya bugüne kadar söylenmemiş bir şeyler söyleyeceğim,
araştırıyorum, inceliyorum, yöneliyorum vesaire.
Bir şeyler buluyorum, çıkartıyorum, anlıyorum, anlatıyorum...
Yok, hayır, bunları biz daha evvel hiç kimseden duymadık
hiçbir yerde anlatılmamış nereden çıkartıyorsun?
Hay Allâh'ım ya Rabbi, bu insanlara nasıl yaranacağım anlamıyorum,
yaranmak gibi bir derdim de yok,
hiç kimseden bir şey istediğim de yok,
sadece bilgiyi veriyorum,
alın dinleyin anlamaya çalışın diyorum,
E, ne yapayım, yine laf ediyorlar, yine söylenmedik laf bırakmıyorlar.
Neyse, diyecekler, desinler. Demezlerse hatırım kalır.
Gelmişim ömrümün sonuna, bundan sonra böyle arasıra bir şeyler söyleyeceğim
ve çekip gideceğim. Kim ne derse desin arkamdan, derdim değil…
Şimdi, ortada çok yanlış anlaşılan bir şey var,
İman, taklit kabul etmez.
İman, maymunlara gelmemiştir.
İman teklifi maymunlar için değildir.
Kurân'da çok enteresan bir olay var.
”O iman etmemiş kişileri biz mesh ettik, maymuna döndürdük yüzlerini” diyor.
Şimdi, maymuna döndürülmesi, mesh edilmesi deyince...
Ben gençliğimde ilk bu konuları okuduğum zaman,
Yahu böyle bir kavim var mı?
Nasıl olmuş bunlar maymuna döndürülmüş diye düşünürdüm.
Her şeyi böyle şekil yönünden ele alıyoruz ya,
hiç olayın mecaz yollu, işaret yollu anlatıldığını düşünmüyoruz ya
dolayısıyla böyle düşündüm o zaman.
Sonra araştırdık, inceledik, baktık ki, imanı olmayan,
sorgulamayan, düşünmeyen, bu neden böyle,
nasıl böyle, niçin böyle diyemeyen toplumlar, meshe uğramış olarak anlatılıyor
ve maymuna dönmüş olarak anlatılıyor.
Çünkü maymun dünyada taklitte en ileri gelen mahlûk.
Yani yaptıkları hareketleri taklitle yapıyorlar.
Neyi neden, niçin, nasıl yaptığını düşünmüyor sorgulamıyor
ve yaptığının anlamını düşünmüyor anlamına olarak,
mesh edilmiş, maymuna dönmüşler.
Bundan bir süre evvel yazmıştım, anlatmıştım
ve Allâh'a şükür belki de Allâh benim muradımı gerçekleştirdi.
Honda robot yaptı.
Honda'nın robotu namaz kılıyor.
Honda'nın robotu Fâtiha'yı okuyor ve namazı da kılıyor.
Allâhuekber diyor, eğiliyor, kalkıyor, yatıyor bitiyor.
Honda'nın robotu gibi namaz kılınmaz.
Namaz kılınır da,
salât diye Kurân'ın anlattığı şey o namaz değildir.
Kurân'da “Feveylün lil musalliyn, elleziyne hüm 'an Salâtihim sâhun” diyor.
Onlar namazlarının hakikatinden,
namazlarında yaşamaları gereken şeyi yaşamaktan gâfildirler,
dolayısıyla onların namazları yoktur diyor.
Efendim şimdi falanca zât geçmişte şöyle büyük zâtmış
ve gecede 400 rekât namaz kılarmış. “Fe tebarek Allâhu ahsenul halikiyn”.
Ne diyeyim efendim. Şimdi Honda'nın robotunu kurdum.
Dakikada bir, ayakta fâtiha'yı okudu, bir de zammı sûre okudu,
belli bir sûre okudu, ondan sonra rükûya gitti, tesbih yaptı, kalktı, bekledi
ondan sonra secdeye gitti, secdede biraz kaldı geldi falan,
hadi diyelim ki bütün bunları 1 dakikaya sığdırdı.
Toplam 400 rekât 400 dakika yapar.
Bu 400 dakika 6,5-7 saat yapar.
Şimdi siz düşünün ki, durdunuz seccadenin başına,
400 defa yatıp kalkıyorsunuz. Tak tak tak ....yattım kalktım.
Rasûlullâh (sav) mescitte namaz kılan birini görüyor.
Adam secdeye yatıyor, Allâhuekber diyor, kalkıyor, yatıyor.
Rasûlullâh (sav) diyorki: ''Sen secde etmedin''
diyor, ''Böyle tavuk yem yer gibi secde olmaz''.
secdeye yatacaksın, tesbih edeceksin, ettiğin tesbihin mânâsını düşüneceksin,
kalkıp oturacaksın. Hadi gelin, gelin şu namazı bir düşünelim.
Namaz diye bahsedilen Salât, esas anlamıyla yöneliş demektir.
Yöneliş tümüyle Allâh’a olur.
Tanrıya değil! Allâh’a olur!
Kim diyor bunu?
Bunu, Emirül Müminin Şahı Velâyet Hz.Âli diyor.
Biz, Hz.Âli'den uzanan
Ehlibeyt silsilesinin büyüklerinden,
mânânın yüceliklerini yaşamış olanlardan gelen bilgilerde,
salâtı böyle anlıyoruz.
Onlar konuların hakikatini yaşarlardı. Hakikatini yaşamak ne demek?
Hakikatini yaşamak demek, ağzından çıkan her kelimenin mânâsını
beyninde önce düşünüp, hissedip, yaşayarak
kendinde onu bulmak demektir.
Namaza durduğun zaman
varlığındaki Allâh'a yönelmek durumundasın, Rabbine yöneliyorsun.
Eğer Rabbine yönelişin olmadıysa namaza girmedin.
Namaza girerken o besmeleyi çekerken
ismi Allâh olan Rahmân ve Rahıym,
benim beynimin, varlığımın hakikatidir, benim derûnumdadır.
Dolayısıyla ben onu hissetmek, onu yaşamak için
şu anda bu hâldeyim bu işlevdeyim demektir.
Elhamdulillâhi Rabbulalemiyn derken,
âlemlerin Rabbi olan Allâh
kendi kendini hakkıyla bilip değerlendirebilir demektir,
Allâh'ın hamdı demek, Allâh'ın varlığını
ancak kendisinin değerlendirebileceğini itiraf etmek demektir.
Çünkü Allâh varlığı dışında gayrı varlık olmadığı için,
bir başkasının onu değerlendirmesi mümkün değildir.
Dolayısıyladır ki,
hamd, tamamen Allâh'a ait olan bir olaydır.
Bunu bütün varlıklarda olarak hissetmek lazım.
Çünkü âlemlerin Rabbinden söz ediyorsun.
Bütün âlemlerin Rabbi nedir?
Allâh ismi ile işaret edilenin,
isimleri olarak anlatılan işlevler, özellikler.
İsimden amaç, o ismin karşılığı olan müsemmadır yani mânâdır.
O isimle hangi mânâ, yani hangi özellik,hangi işlev anlatılıyor.
İşte bütün bu isimler, Allâh isimleri,
Rubûbiyet mertebesi denen mertebenin orjini ve hakikatidir.
O isimlerin özelliklerinden her şey meydana geliyor,
âlemler meydana geliyor ve âlemlerde varolan her şey meydana geliyor.
Elhamdullilâhirabbülâlemiyn derken,
bütün âlemlerin senin Rabbin olan,
Rabbinde olan özelliklerle meydana geldiğini hissedip,
müşahade edip yaşamak demektir.
Bunun değişik hâllerini yaşamak demektir,
Rabb-ül âlemîn'den sana akanı hissedebilmen için.
Er Rahmân, Er Rahıym. Râhman oluşu,
bütün bu isimlerle işaret edilen özelliklerin
potansiyeli olmasına işaret eder Rahmân.
Dolayısıyla kâinat veya derûnundaki
bütün âlemlerdeki açığa çıkan tüm özelliklerin
potansiyelidir, Rahmân.
Rahmân derken,
bütün âlemlerde açığa çıkan özellikleri seyredebildiğin kadar seyredeceksin.
Er Rahıym,
rahimden gelir, üretir, oluşturur, açığa çıkartır.
Varlıktaki her şeyin,
potansiyelden fiile aktive oluşa dönüşünün kaynağı Rahıymiyettir.
Dolayısyla her şeyin Rahıym isminden meydana geldiğini müşahade etmek,
''Âlemler Allâh'ın rahmetinden meydana gelmiştir''
sözünün anlamının da hissedilmesi.
Errahmânirrahıym derken namazda bunu düşüneceksiniz.
Mâliki yevmiddiyn veya meliki yevmiddiyn,
Rasûlullâh (sav) iki şekilde okumuş bunu,
hem mâliki yevmiddiyn ,
yani din, yani varlıkta geçerli sistem ve düzenin
ki bu her an böyle, dolayısyla mâliki yevmiddiyn.
Din günü, Allâh sistem ve düzeninin, Sünnetullâh'ın geçerli olduğu
her an demektir.
Her an açığa çıkan her şeyin,
her oluşun, tüm meydana gelişlerin mâliki,
sahibi ve meliki, hükmedenidir.
Şimdi bunu yaşamaya çalışıyorsunuz,
ben burada çok kısa anlatıyorum bu olayı,
bunu siz namazda yaşamaya çalıştığınız
zaman bilmiyorum ne kadar sürer?
Sonra geldik, ''iyyake nabudu ve iyyake nestaiyn''.
Şimdi bundan bir süre evvel yaptığım bir sohbette
beyni anlatırken,
beyindeki bilgilerin process edilmesi sonucu
beyinde belirli bir farkındalık,
anlayış açığa çıktığından söz etmiştim.
Beyindeki bu farkındalık ve açığa çıkışı, bu processi meydana getiren
beynin derûnundaki, hakikatindeki Rabbanî özellikler dedim.
Yani beynin hakikati, beynin orijini,
daha anlaşılır söylemek gerekirse, ismi beyin olan,
biz ona beyin ismi takmışız, beyin ismini taktığımız yapının orijini,
hakikati Rabbin esmâsıdır.
Dolayısıyla Rabbin esmâsı
gelen bilgiler istikametinde yaratarak
sendeki yeni oluşu oluşturuyor her an, her an yeni bir şanda olarak.
Dolayısıyla iyyake nabudu sana kulluk ederiz,
ederim değil, ederiz.
Yani burası da, orası da, orası da, herkes, O'na kulluk etmede.
Her beyin sahibi,
kendisinde açığa çıkanları yerine getirmek suretiyle
Rabbinin yani ismi beyin olanın orijini olan
Allâh esmâsının özelliklerini açığa çıkarmak suretiyle
her an kulluk etmede, kulluk ederiz.
''Ve iyyake nestaiyn'' ve bu kulluğumuzun devamı için senden yardım dileriz.
Yani Rubûbiyet mertebesi diye anlattığımız o esmâ özelliklerinin
açığa çıkışı eğer olmasa,
üst planda o kulluk etme hâlinin meydana gelmesi mümkün değildir.
Oluşlar kesilir, durur.
İşte her beyin sahibi
kendi hakikatini meydana getiren o esmâ özelliklerinin kulluğu hâlindedir
ve bunun devamı için de yine Rabbin esmâsının
açığa çıkışının devamına muhtaçtır.
''İhdinas Sıratal’müstakıym'',
bizi sırat-ı müstakime yönlendir, hidâyet et.
Hidâyet, kişide açığa çıkan bilginin,
kendi hakikati olan Rubûbiyet hakikatini tanıyıp bilmesi
ve onu değerlendirmeye başlaması demektir.
Bizi hidâyete yönlendir ki sırat-ı müstakim budur.
Sırat-ı müstakim hidâyet üzere olmaktır.
Hidâyet üzere olmak, kişinin hakikati olan Rabbine yönelişi
ve hakikati olan Rabbini, varlığının derûnunda hissetmesi
ve Rabbinin varlığı önünde kendi varlığının yokluğunu,
hiçliğini fark ederek, var olan yalnızca sensin diyebilmesidir.
Ki "Varolan yalnızca sensin"in diyebilmenin fiili ifadesi de secdedir işte.
Onun için secde gelir arkasından kıyamdaki bu okumanın.
Şimdi fâtiha'yı böyle okuyoruz, ''iyyake nabudu iyyake nestaiyn'' dedik,
''İhdinas Sıratal’müstakıym'' dedik,
''sıratellezine en'amte aleyhim'' dediğimiz zaman
işte bu gerçeği, bu hakikati yaşamış
ve bu hakikati dillendirmiş Rasûlullâh (sav),
Ehlibeyt, Hz.Ebu Bekir
gibi muhteşem zevâtın
hissedip yaşadığı ve kendilerinde açığa çıkan,
Allâh‘ın in'amı olan
yani varlığındaki Rabbinin kendinde açığa çıkarttığı bir nimet olan
bu hakikati yaşamayı diliyoruz.
''Ğayril’mağdûbi aleyhim; Ve laddaaalliyn''.
Gazabına uğramış
yani hakikatindeki bu muhteşem özellikden mahrum kalarak
sonsuza dek gaflet
ve de tamamen kendini beden sanmanın,
Rabbinden mahrum bir şekilde yaşamanın sonuçlarına uğramış kişilerden olmaktan
sana sığınırım diyoruz.
Ondan sonra gel bir İhlâs'ı okuyalım desem
o daha bir gidecek uzayacak.
İhlâs çünkü başlı başına ayrı bir konu.
Ondan sonra geldik Allâhuekber dedik,
bütün bunları anlattıktan sonra Allâhuekber dediğimiz zaman
o Allâhuekberin anlamı, Allâhuekber diyorsun, onun anlamı
bütün bu okuduklarımın ötesinde bu açığa çıkış özellikleri
ve esmâ özellikleriyle anlamaya çalıştığım, hissettiğim Rabbimin
esasen sonsuz yüceliği, azameti, diğer ne bilirsen
onlar ötesinde bütün âlemlerden ganî,
herhangi bir sûret veya mânâyla kayda girmeyen
varlığı önünde rükû ediyorum.
Rükûya ediyorum, şimdi, rükûya ediyorum, rükûya gitmenin anlamı şudur;
eski ümmetlerde namaz vardı fakat onlarda rükû yoktu.
Onlar ayakta okurlar secdeye giderlerdi.
Hz.Muhammed ümmetine nimet olarak rükû da girmiştir devreye.
Rükûnun anlamı; benliğinin yokluğunu tam olarak hissedemeyeceğin
anlayamayacağın için, hiç değilse bu anlayış ve idrak içinde
Allâh'ın kulluğunu ifa etmekte olduğunun anlayışını yaşa demektir.
Esasında daha önceki toplumlarda,
onlara sunulan, bahşedilen namaz nimetinde,
hakikati hisset yaşa ve yok ol, yokluğunu hisset hükmü vardı.
Fakat Muhammed ümmetine rahmet olarak
namaza rükû girdi.
Namaza rükûnun girmesi, sen bütün bunları
anlayıp hissediyorsun,yaşıyorsun diyelim,
fakat benliğin mutlak olarak ortadan kalkmıyor.
Hâlâ sen kendini bir yerde açığa çıkmış bir varlık olarak,
hakkın esmâsının açığa çıkışının meydana getirdiği
bir varlık olarak hissetme hâlindesin ya,
işte o hâlle dahi yine de kulluğun geçerlidir
anlamında olarak sana rükû bahşedilmiş.
Ve rükûda diyorsun ki,
genel bir tesbihatı yapıyorsun ama genelde kullanılan tesbih
''Subahne rabbiy el aziym'',
Aziym olan Rabbimin tesbihini yapıyorum.
Rabbim aziymdir ama Subhandır.
Rabbim Aziym'dir, ama "Subhan'dır"ın altında şu var;
benim Rabbim dediğim zaman, benim Rabbim;
benim beynimde bütün özellikleri açığa çıkaran,
o ismi beyin olanın varlığını oluşturan
Rabbimin esmâ özellikleri, 99'u diye biliyorsan 99'u da,
1001'i diye biliyorsan 1001'i de yani bütün Rabbinin esmâ özellikleri
senin ismi beyin olan yapının derûnunda
mevcut, dolayısıyla Rabbine yönelişin senin,
yukardaki, dışardaki, ötedeki, karşındaki bir tanrıya değil, böyle bir tanrı yok.
Dolayısıyla senin yönelişin hakikatin olan Rabbine.
''Niye mümine secde etmezsin ki ol müminde Rabbin var" gibi açıklamalar
hep, senin benzerin misalin olan, bütün beyinlerin hakikati olan
Rubûbiyet mertebesidir.
dolayısıyla bu Rubûbiyet mertebesinin sonsuz esmâ özelliklerini
dile getirme yaşama anlamında subhane rabbiyelaziym diyorsun
ama başındaki subhanla da bütün bunlar onun özellikleridir ondan açığa çıkmaktadır
o meydana getirmektedir ama bütün bunlarla kayıtlanmaktan,
bütün bunlarla sınırlanmaktan, bütün bunlarla bu kadardır diye anlaşılmaktan da
münezzehtir diyorsun, orada da sonsuzluğa kapı açıyorsun.
O sonsuzluğa kapı açıyorsun sonra da Rabbinin azametini dillendiriyorsun rükûda,
rükûda bunları düşünüyorsun,
bunları düşünmüyorsan rükûn yok.
Honda'nın robotunun rükûsu oluyor senin yaptığın şey.
Ee! sonra namaz kıldığını mı zannediyorsun ?
İstersen 5 defa değil günde 50 defa yap 5000 defa yap.
O robotu ben, programladığım zaman 4 saat
değil 400 rekât değil4000 rekât da kılıyor.
Söylediklerinin anlamını duymuyorsun, farkında değilsin.
Ondan sonra bunu dillendirerek rükûdan kalkarken
''Semi Allâhu limen hamideh'',
Semi Allâh; Allâh, Semi olması hasebiyle
yani varlığındaki Semi isminin mânâsı ile,
ismi beyin olanın derûnundaki Rabbin senin bu tesbihinin,
bu anlayış, hissedişinin farkındadır,
değerlendirmesini yapmaktadır.
''Semi Allâhu limenhamideh'', hamd edenin hamdını duymuştur,
diye anlatılan olay.
Ve işte o zaman rükûdan kalktığın zaman dik duruyorsun ve diyorsun ki,
''lekelhamdu kema yenbagiy licelalivechike ve liaziymi sultanik'';
"Hamd tümüyle sana aittir."
Yani process alanında ne olup biterse bitsin bunu değerlendirmek
ancak bu beyindeki process alanının orijini olan, derûnu olan
isimlerle işaret edilen özellikler alanına aittir,
o alan bütün bunlarda olup bitenleri her an değerlendirerek
bir sonrasını yaratmaktadır.
''Kema yenbagiy licelalivechike'',
vechinin celâlini, azametini,
açığa çıkış şiddetini ve kemâlini
her an vechinin açığa çıkış kemâlini ve celâlini
hiçbir şekilde bu process alanında benim değerlendirmem mümkün değildir.
Çünkü sınırlı bir alanda yaşıyorum, farkındalığım sınırlılık alanında,
derûnumdaki o Rubûbiyetin sınırsızlığını hakkıyla değerlendirmem mümkün değildir.
Ve saltanatının azametini de hiçbir şekilde düşünebilmem mümkün değildir,
dedin.
Deyince de Allâhuekber demekten başka şansın yok, secdeye kapandın.
Secdeye kapandığın zaman
Allâh'ım senin indînde benim varlığım hiçbir zaman yok,
ben senin içinde senin esmânın açığa çıkışının aldığı bir isimden ibaretim,
bu ismin müsemması bütünüyle senin esmâ özelliklerin,
esmâ varlığın, dolayısıyla varolan yalnızca sensin,
ben hiçbir zaman...ben diye bir şey yok, sen varsın,
en âlâ ve mükemmel olan sen varsın.
Ben diye bir şey yok
çünkü beyin oluşurken,
Tâ geçmişlerden gelen bir bilgi kırıntısı olarak
bir bilgi olarak beyine ben bilgisi girmiş, ben virüsü girmiş
bu ben virüsü girdiği bilgisayardaki bütün dosyalara
“im” uzantısını koymuş ve dolayısıyla da beyinde
benim böbreğim, benim karaciğerim, benim akciğerim, benim kalbim,
benim ayağım, benim elim, benim kızım, benim oğlum kavramları oluşmuş.
Niye? Hani anlattık ya insular kortekste, beyin oluşurken
bütün organların özellikleri beyinde yerleşir ,
dolayısıyla da beyin kendini bu varlık, bu beden gibi hisseder diye.
İşte o çocuğu doğurmak için hamile kaldığı zaman kadın,
çocuk kendi içinde oluştuğu için,
beyine o çocuğun bilgisi de kendisinin bir organıymış gibi gidip yerleşiyor.
Karaciğerim diye düşündüğü gibi, oğlum, kızım diye de düşünmeye başlıyor.
Çünkü o dokuz ay kendi içinde yerleşiyor ve o bilgi devamlı beyine yerleşiyor.
Ha karaciğerim demiş, ha kızım demiş, ama çocuk
çıkmış dışarı gitmiş, bir yerlere gitmiş.
Olsun fark etmiyor.
O beyinde hâlâ o kızım oğlum bilgisi var.
Nasıl tıpta fantom bilgi var.
Adamın kolunu kesiyorlar. Adam hâlâ kolum var diye hissediyor,
düşünüyor, rüyasını görüyor vesaire.
Neyse konu çok geniş hangi birine gireceğim.
Neyse buralara dağılmayalım, şimdi secdeyi anlatıyordum,
secdeyi anlatırken nereye uğradık.
İhtiyarlık, konuları artık devam ettiremiyorum, takip edemiyorum, böyle oldu.
Neyse şimdi, o secdede işte, kendi yokluğunu hissediyorsun.
Ve Rabbinin varlığını itiraf ediyorsun.
Ben yokum sadece sen varsın.
Ondan sonra secdeden kalkıyorsun.
Rasûlullâh (sav)'in okuduğu ''vafuanna,vağfirlena,verhamna,vehdina'' diyorsun.
Acı bana, sen çok merhametlisin.
Rahmetinden ihsanda bulun bana.
O rahmetinle yarat bende hakikatıma yönelme idrakını.
Rahmetin esası bu.
ve
hidâyet et, vehdina, hidâyet et.
Sana tümüyle yönelip sende yok olmayı nasip et.
Ee! bu duayı edince otomatikman tekrar
Allâhuekber deyip yeniden secdeye kapanıyorsun.
Sen varsın ben yokum. Ben hiçbir zaman var olmadım,
varolan yalnızca senin esmân ve
varlıkta var olan sadece sensin diyorsun
ve ikinci secdeyi de bu şekilde tamamlamış oluyorsun.
Şimdi çok basit ve kısa bir şekilde size
bize Rasûlullâh (sav)'den intikâl eden salât bilgisi hakkında
bir şeyler anlatmaya çalıştım.
İşte bu yaşanılası ve yaşanması istenilen
günümüzde namaz kılmak diye geçiştirilen
gerçekte Kurân'daki adı salât olan eylemdir.
Bildiğim kadarıyla.
Esasen bunun daha derini var,
Yani bunların, daha yaşanası hâlleri var.
Çünkü namaz diye çevriliyor.
Salât müminin mir'âcıdır.
Mir'âc, Allâh'a urûctur.
Dolayısıyla bu urûcun yaşanması gerekir.
Bu urûc yaşanmadığı zaman, salât, salât olmaz, kılınan namaz olur.
Kılınan namazın da Honda'nın robotunun kıldığı namazdan farkı yoktur.
Çünkü teyp tekrar eder gibi fâtiha, vesaire tekrar edilmiştir,
Tesbihler tekrar edilmiştir, jimnastik yapar gibi hareketler yapılmıştır.
Yaşanan bir olay yoktur.
Hâlbuki salât tümüyle yaşanan bir olaydır.
Onun içindir ki dinin direğidir denmiştir.
Dinin direği ne demek?
Yani Allâh sistemi ve düzeni içinde senin oluşan varlığın,
senin kendi hakikatına ermen ve hakikatının gereğini yaşamandır amaç.
Eğer sen bu işin bu hakikatını yaşayamıyorsan senin dinin yok diyor.
Din, duyduğun cümleleri, kelimeleri, menkıbeleri, hikâyeleri
birtakım hükümleri tekrar etmek değil.
Din, varlığın orjini, hakikati Allâh'tır,
Allâh var ben yokum diyebilmektir.
Bunu hissedip yaşamaktır.
Demek değil, dil değil.
Bunun lafını öğrenenler,tekrar ederek, tekrar ederek kendilerini tatmin ediyorlar,
ama bunu yaşamadıkları için tümüyle bedenselliğe dönük,
bedenin keyfi ve zevki için yaşıyorlar.
İşte böylece de deccale tâbi olmuş oluyorlar.
Bu ilmin sende açığa çıkması, senin Mehdi'nin gelmesidir.
Bu ilim sende açığa çıkmıyorsa sen Mehdi'yi görmeden gideceksin.
Bu ilim sende açığa çıkmış ve yaşıyorsan,
Mehdi sana ulaşmıştır.
Benim dışarıdan gelecek biriyle işim yok.
Rabbinden sana ulaşan hidâyetin adı Mehdi'dir.
Şimdi bunun diğer bölümleri var daha. Orucu falan var.