Tip:
Highlight text to annotate it
X
http://groups.yahoo.com/group/izmirdivx
Genç bir kadından elde edilen
basit tatmin.
Herşeyin tam yerine oturduğu
o çabucak uçup giden yaşlar.
Büyülü bir dönemdir ve herhangi bir erkeği
herhangi bir yerde çaresiz bırakabilir.
Bazıları, genç kadınlar konusunda,
bir uzman olduğumu söylüyor.
Bunun nedeni, sanırım, 40 yılı aşkın süredir
onlarla çıkıyor olmam.
-Yani, bebek, sen zenginsin.
-Annem zengin. Yani sayılır... Aslında tam değil.
Buraların bir mil yakınında bir evi varsa,
zengin demektir.
Şey, sanırım, tutan bir oyun
Hamptons'dan bir ev almanı sağlayabilir.
-Annenle tanışmak isterim.
-Hayır, istemezsin...
Şey, yani harikadır, gerçekten mükemmeldir...
ama senin tipin değil.
Benim hakkımdaki harika şeylerden birini
görmezden geliyorsun....
-Benim tipim diye birşey yok.
-Otuzunun üstünde.
Ne? Sanki şey konusunda
küçük bir ünün olduğunu bilmiyorsun...
Ne konusunda?
Asla otuz yaşın üstündeki kadınlarla
çıkmadığın konusunda...
Durum şu ki, tatlım,
belli bir yaştaki kadınlar benimle çıkmıyorlar.
Hiç böyle düşünmedin mi?
Hayır, suçlu hep benimdir zaten.
Pazartesi günü ararım.
Beni bulamadığını söyle.
Kim?
Onu... daha sonra ararım.
Hayır. Hayır, numarası bende var. Evet.
Sağa dön.
Soldan ikinci giriş.
Sağa...
Vay...
Mükemmel bir sahil evi.
Peki, ikimiz, yanlız başımıza, koca iki gün
burada ne yapacağız?
Bana gerçeği söyle...
Beklediğimize memnun değil misin?
Gerçeği mi? Hayır, değilim.
Ama nihayet geldiğimize çok memnunum.
-Yüzmeye gitmek ister misin?
-Üstünü değiştirmen ne kadar sürer?
-30 saniye.
-Gerçekten mi? O kadar uzun mu?
Bu arada, evde sigara içmek yok.
Annem izin vermiyor.
Ama ön bahçede soyunmana izin veriyor...
Çıktığın erkekleri buraya getirmene...
Yaptığım herşeyi, ne zaman yaptığımı,
ya da nerede yaptığımı bilmez.
Tamam... Muhteşem iki katlı oturma odası...
Ki, burada hiç vakit geçireceğimizi sanmıyorum.
-Muhteşem.
-Teşekkürler.
Bu arada, bu turun rehberliğinde çok iyiyimdir
ama şimdiye kadar hiç soyunarak yapmamıştım.
Ardımda havuzu ve okyanus manzarasıyla
Hamptons iskelesi var.
Pantolonun, lütfen.
Bayanlar önden.
Biliyor musun, mezatçılığa ilk başladığımda biri,
heyecanlandığımda gelenleri
iç çamaşırlarıyla hayal etmemi söylemişti.
-Şu anki durum bu söze yeni bir anlam katıyor.
-Gergin değilsin, değil mi?
Hep biraz gerginim olurum.
O zaman mayonu giy. Şampanya getirmiştim.
Ben de onu buza yatırayım.
Tanrım! Bu da ne?
Tamam.
Tamam. Olduğun yerde kal.
Bıçağımız var!
Burada mı yaşıyorsunuz?
Bakın, bayım. 91 1'i arayacağım
ve siz de kımıldamayacaksınız!
-Zoe, telefonu ver.
-Hayır, anlamadınız. Ben kızınızın arkadaşıyım.
Ya? Hiç sanmıyorum. Kızım şehirde
ve sen de buraya ***'yle uçarken buraya daldın.
-Gerçekten. Eğer...
-Bak, orada kal!
İsrail ordusundaydım.
Seni ikiye bölebilirim.
Alo? Evet! Evet, evime biri girdi.
Daniels Caddesi, 21 numara...
Ben kızınız Marin'le çıkıyorum.
Beni hafta sonu kalmaya davet etti.
-Şu anda odasına üstünü değiştiriyor.
-Kızımla mı çıkıyorsun?
Bunun daha kötü bir haber olacağı
kimin aklına gelirdi?
Özür dilerim, yanlış alarm.
Hayır, hırsız değil. Kızımla çıkıyormuş.
Anne, bu hafta sonu geleceğini bilmiyordum,
çünkü yazman gerektiğini söylemiştin.
Gerekiyor, tatlım
ama burada yazarım diye düşünmüştüm.
Ben aptalın tekiyim.
Buraya birini getireceğimi sana söylemeliydim.
Özür dilerim,
belli ki, sana buraya geleceğimizi söylemeliydik.
Herneyse, hepimiz buradayız.
Merhaba. Ben onun annesiyim.
-Harry Sanborn. Nasılsınız?
-Tanrım! Özür dilerim. Bu arkadaşım Harry.
Harry, bu annem Erica.
Bu da teyzem, Zoe.
Özür dilerim.
Bir anda, birkaç günlüğün
şehiden uzaklaşmaya karar verdik.
Güzel. Çok güzel.
Tatlım, Harry'nin bornozu var mı?
Sanırım, ben gitsem iyi olacak.
Siz kızlar da hafta sonunun tadını çıkarırsınız.
Hayır, hayır! Özür dilerim.
Elbette, gitmeyin. Bu çok aptalca.
Zoe ve ben gideriz.
Siz Harry'le burada kalın.
Harry, üzgünüm.
Seni neredeyse tutuklattığım için özür dilerim.
Çok etkileyiciydiniz.
Çok güçlü... Çok maço.
Bence pek maço değildim...
Bana güvenin. İç çamaşırlarıyla dolabıma dalan
bir adamla karşılaştığımda...
sizin davrandığınızın yarısı kadar
erkekçe davranabilmeyi dilerim, Bayan... Bayan...
Oldu, peki... Herneyse...
Tamam, o zaman. Ben gidiyorum.
Bayanlar, sizinle tanışmak heyecen vericiydi.
Bebek, beni ara.
Bir dakika. Bir dakika.
Bu kadar dramatik olmayalım.
Neyiz biz? Dört liseli mi?
Hepimiz erişkin insanlarız.
Hepimiz hafta sonunu burada geçirelim.
Annenin çalışması gerekiyor,
ben de sınav kağıtlarını okumalyım.
Sizi ikiniz de, yapacağınız her neyse, onu yapın.
Beraber takılmak istersek, takılırız.
İstemezsek de, talkılmayız.
Hiçbirimizin bu muhteşem hafta sonundan
vazgeçmesine gerek yok.
-Cidden. Ben baş edebilirim.
-Ben de baş edebilirim.
Yani... şey... ben de baş edebilirim.
-Etkileyici.
-Babamdan ayrıldıktan sonra
Fransızca dersleri almaya başladı.
'Kendini meşgul et, ardına bakma'
programının bir parçası.
Artık oldukça akıcı konuşabiliyor.
-Hiç de fena değil.
-Evet, ben de akıcı konuşabilirim.
Hemen dönerim.
Bu bir salgın.
Özür dilerim.
Özür dilerim.
-Benim hatam.
-Hayır, önemli değil.
Söylesene, Harry, ne iş yaparsın?
Diğer işlerimin yanında,
bir müzik firmasının sahiplerindenim.
-Gerçekten mi? Hagi şirket?
-Drive By Records.
Drive By Records mı?
Bu bir şaka mı? Yani, ne demek bu?
-Bir Hip Hop firması.
-Hip Hop mu? Oh, Rap. Tamam, tamam. İlginç.
Bakalım nereye varmaya çalıştığını
anlamış mıyım?
Özür dilerim, ama bak,
ben Rap'ten nefret ederim. Gerçekten.
Benim için biraz fazla kaba ve saldırgan,
şövenist olmasından bahsetmiyorum bile.
Bazı insanlar Rap'i şiir olarak görüyor.
-Ya? Hadi ama,
o*ospuyla kafiyeli kaç kelime bulabilirsin?
Sıradaki lütfen!
-Nasıl gidiyor?
-Beni tutuklattırmaya çalıştığında gitmeliydim.
Yeni oyun nasıl gidiyor, anne?
Memnun musun?
Şey, beni bilirisin.
0/090 çalışma, 0/010 yetenek.
Ve yetenek bölümü henüz devreye girmedi.
Tamam. Tamam.
-Oyun ne hakkında?
-Ne hakkında?
Şey, tam olarak emin değilim,
ve bu da biraz sorun yaratıyor ama...
Şimdilik bir boşanma ve bir yazar hakkında.
Gergin, kontrol delisi, çok bilmiş bir karakter.
Aynı zamanda şirin ve çok sevimli.
Bir komedi.
-Peki... nasıl tanıştınız?
-Christie's'de bir şarap müzayedesinde.
-Harry gecenin en büyük alıcısıydı.
-Sırf bana gülümsesin diye numaramı kaldırıp durdum.
Farkına varmadan tüm koleksiyonu,
bilinen tüm Chateu Margot'ları almışım.
Ardından bir şişeyi benimle paylaştı.
-Hiç evlendin mi, Harry?
-Hayır. Hayır, evlenmedim.
-Sence neden hiç evlenmedin?
-Bazı insanlar o kalıba uymuyor. Şimdiye dek...
-Seni uydurabilen çıkmadı.
-Kesinlikle.
-Bir dakika. Sen ünlü bi bekar değil misin?
-Ünlüyüm diyemem.
Evet. New York Magazine'de
senin hakkında bir makale okumamış mıydım?
Galiba, bu kadar uzun süre medyanın gözünden
kaçmış olmam bazı insanlara ilginç geliyor.
-Makalenin adı buydu. 'Kaçış Sanatçısı'.
-O makaleyi ben de okudum. O sen miydin?
Bir zamanlar çok ünlü biriyle nişanlıydın.
Kimdi o? Joan Collins miydi? Hayır.
-Hayır.
-Bir dakika. Carlyle Simon?
-Evet, öyle birisi.
-Öyle birisi.
-Martha Stewat değildi.
-Hayır, Martha Stewart değil. Hayır.
Kendisine sorsanıza.
Hayır, böylesi daha eğlenceli.
Sanki burada değilmişim gibi.
- Harry, bir zamanlar Diane Sawyer'la nişanlıydı.
-Ne? -Diane Sawyer mı? Ona bayılırım!
-Çok etkilendim.
-Evet, senin yaşındaki kadınlar buna bayılıyorlar.
-Ne demek istediğimi bilisin.
-Evet, biliyorum.
-Senin yaşındaki kadınlar demek kötü birşey değil.
-Hayır, eminim bir komplimandı.
Bu sadece doğru bir saptamaydı.
-Bu ne zamandı? Nişan?
-Uzun zaman önce.
Tapılacak güzellikteydi. Gördüğüm en güzel
bacaklara sahip, Kentucky'li uzun boylu kız.
Neden bacaklarını hiç göstermediği
bir iş yapmaya başladığını asla anlayamadım.
Ciddi olamazsın. O Diane Sawyer.
Kafasında bir türban,
Afganistan'daki mağaralara giriyor.
Bacakları kimin umrunda?
Ne var, biliyor musunuz?
Böyle yemekten nefret ederim.
-Hayır, dur!
-Hayır. Hadi ama. Burada olanlar gerçekten çok ilginç.
-Zoe Colombia'da kadınlar üzerine ders veriyor.
-Tamam. Yani bu can yakacak.
-Hayır. Mesela sen ve Erica'yı örnek olarak alalım.
-Zoe...
Harry, sen oldukça görmüş geçirmiş bir adamsın.
Haksız mıyım? Kaç yaşındasın? 60 falan?
63? İnanılmaz.
Hiç evlenmedin. Bildiğimiz gibi,
br kadın olsaydın bu bir lanet olurdu.
Bir kocakarı olurdun. Kokana.
Falan filan...
Ama sana acımak yerine,
hakkında makaleler yazıyorlar.
Evlenmemiş olmanı kutluyorlar. Yakalanması zor,
elde edilemeyen birisin. Gerçek bir av.
-Diğer yanda, güzel kardeşim var.
-Hayır! Ne? Dur...
-Dinleyin! bu ilginç.
-Hayır, sen beni dinle...
Bak ona. Çok başarılı.
Şeyden beri gelen en iyi kadın oyun yazarı. Kim?...
Lillian Helmann?
50 yaşının üstünde, boşanmış...
ve geceler, geceler ve geceler
boyu tek başına evde oturuyor...
çünkü ona uygun erkekler,
böyle dediğim için özür dilerim, talalım, ama...
ama Marin gibi görünen birilerini istiyorlar.
Yani 50 yaş üstü çıkma piyasası erkeklerin
yaşlı kadınları dışarda bırakmasına yönelik işliyor.
Ve bunun sonucu olarak,
kadınlar daha da üretken...
ve bu yüzden de
daha da ilginç hale geliyorlar.
Ki bu da onları daha da az arzu edilir hale getiriyor,
çünkü hepimiz biliyoıruz ki, erkekler,...
özellikle yaşlı erkekler, ilginç ve üretken kadınlar
tarafından kendilerini tehdit ediliyormuş gibi hissediyor
ve ölesiye korkuyorlar.
Herşey ortada! Bekar yaşlı kadınlar toplumsal
gruplar içinde en s*kilmiş durumda olanı!
Neyin var senin? İçine şeytan mı girdi?
O şeyleri nasıl söyleyebildin?
Bence oldukça açıktı. Durumun adaletsizliği.
Erkekler bizden daha genç ölüyor. Tek artımız bu.
O zaman, ne yap, biliyor musun?
Bu konuda bir tez yaz...
geceler, geceler ve geceler boyu
evde oturduğumu tüm dünyaya ilan etme.
Bu arada, geceler ve geceler boyu demen yeterliydi!
Geceleri evde oturmamın
işimin bir parçası olduğunu hiç farkettin mi?
Neden oyunlarımın yönetmeniyle evlendim sanıyorsun?
Gördüğüm tek erkek oydu çünkü.
Herneyse. Evde oturmayı
ve hayatımın bu dönemini seviyorum.
Neden kendimi savunmak zorunda kalıyorum ki?
20 yıl evli kaldım. Bana bu kadarı yetti.
-Bu da neydi?
-Özür dilerim. Birşey bulduğumu sanmıştım.
Tatlım, bu adamla ne işin var?
O yaşlı biri.
-Ve şövenin teki.
-Eğlenceli biri.
-Eğlenceli mi? Nasıl eğlenceli? O yanlış biri!
-Evet ama yanlışlar eğlenceli olabilir, anne.
Hayır, bu yanlış değil.
Aslında inanılmaz derecede zeki ve ilginç biri.
Medeni durumu dışında birşeylerden bahsetseydiniz
ne kadar zeki olduğunu anlardınız.
-On tane falan şirketi var.
-On tane şirketi var ne demek?
Bu bağlanamıyor demek. Anlamı bu.
Tanrı korusun! Bağlanmak mı?
Bunu anladım!
Herneyse. İkinizin de çok spontan
ve hoş olduğunuzu düşündüğünü söyledi.
-Sonra da, güneş doğar doğmaz gideceğini söyledi.
-Ne yani? Arabasının farı yok muymuş?
Bekle bir dakika. Bu kadar sinirlenmeye
hakkım yoktu. Özür dilerim.
O senin arkadaşın, benim değil. Özür dilerim.
Seni seviyorum.
Ben seni daha çok seviyorum.
Bizim hoş olduğumuzu söylemiş olması
ihtimali yok.
Lütfen. Hem de hiç.
-Ne dinliyorlar?
-Umrumda değil.
Marvin Gaye?
''Hadi başlayalım...''
Keser misin, şunu!
-''Hadi başlayalım...''
-İğrençsin, Zoe. Kes şunu!
Al bakalım.
Bu hafta sonundan sonra bir daha onu görmeyecek,
bunu biliyorsun. O da bağlanamıyor.
Gerçekten eğlenceli biri galiba. Kabul et.
Onda birşeyler var. Sen de hissettin.
-Tamam, delilik bu.
-Anne!
-Anne mi dedi?
-Anne! Acele et!
Anne!
Tamam.
Ne oldu, anlamadım. Dönüp duruyoduk,
kendini iyi hissetmediğini söyledi, sonra birden düştü.
-Harry, neyin var?
-Ben iyiyim. Birşeyim yok.
-Göğsün ağrıyor mu?
-Üstüne bir fil oturmuş gibi.
91 1'i ara. Bir ambulans yollamalarını söyle.
Marin, hemen!
-Aman Tanrım!
-Ne yapıyorsun?
Sunni teneffüs.
Seni s*ktiğimin herifi!
Evet, hemen bir ambulans lazım!
Hadi, Harry!
Kendine gel!
-Sorun ne?
-Kalp krizi.
-Nasıl gidiyor?
-30 dakikadır göğüs ağrısı çekiyor.
Mide bulantısı, nefes darlığı, nebız 104, solunum 18.
-Kalp için CBC CNB verelim.
-Peki, doktor.
Bay Sanborn, ben Doktor Mercer.
Şu anda ağrınız var mı?
Göğsümde baskı var.
Çok sıkışıyor.
-Bana ağrıyan yeri gösterebilir misiniz?
-Tam burası.
-Ağrı başladığında ne yapıyordunuz?
-Güzel bir kadını öpüyordum.
-Seks yapıyor muydunuz?
-Ne yazık ki, hayır.
Mizah duygunuz zarar görmemiş.
Ona 5 mg. Asprin verin ve seruma nitrogliserin ekleyin.
-Bay Sanborn...
-Evet?
EKG damarlarınızdan birinin tıkalı olduğunu...
ve kalbe yeterli oksijen taşıyamadığını gösteriyor.
Kalp krizi mi geçiriyorum?
Krizi durduracağız ama kullandığınız ilaçları bilmeliyim.
-Lipitor alıyorum...
-Şunu çiğneyin.
-Başka?
-Tansiyon ilacı.
Ya ***?
Bay Sanborn, bugün *** aldınız mı?
Bay Sanborn?
Hayır, *** almadım.
Tamam, güzel. Emin olmak istedim,
çünkü serumunuza nitrogliserin koydum.
Ve eğer *** almış olsaydınız,
ikisinin karışması ölümcül olabilirdi.
-Babanız iyileşecek.
-O benim babam değil.
-Özür dilerim. Büyük babanız iyileşecek.
-Çok teşekkürler.
Biz akraba değiliz. O bir arkadaşım.
Özür dilerim.
Ben Doktor Mercer.
Bay Sanborn hafif bir kalp krizi geçirdi. Damardaki
tıkanıklığı açması için bir ilaç verdim ve işe yaradı.
Çok şanslı. Yarım saat daha gecikseydi
aynı ilaç işe yarar mıydı, bilmiyorum.
Bu benim için fazla ağırdı.
Şu anda çok iyi durumda.
Ona uyuması için birşey verdim. Başlarda
biraz sersemletebilir ama uyuması gerekiyordu.
-Siz Bayan Sanborn musunuz?
-Hayır! Hayır, ben sadece... Hayır.
Adım Erica Barry. Bizde yemek yiyorduk.
Onunla bu akşam tanıştım.
-Siz Erica Barry'siniz?
-Evet?
-Oyun yazarı?
-Evet?
Ne büyük bir zevk!
Ben çok büyük bir hayranınızım.
-Gerçekten mi?
-Çok büyük bir hayranınızım.
-Teşekkürler.
-Vay canına!
Teşekkürler.
Teşekkür ederim, Doktor.
-Erica? Yeşil çay?
-Çok sıcak! Teşekkürler.
-Birşey değil. Oturabilir miyim?
-Evet, elbette.
Çok iyisiniz.
Tıp fakültesinde ilk yıl, neyin sizi çıldırtmadan
tüm gece ayakta tutabileceğini öğrenirsiniz.
Hamptons'da bir eviniz olduğunu duymuştum.
Gerçekten çok büyük bir hayranınızım.
Sanırım yazdığınız tüm oyunlarınızı seyrettim.
Sanırım bazıları siz doğmadan yazılmıştı.
Marin bile hepsini görmedi.
Hayır, hepsini seyrettiğime eminim.
Sonuncusunu da iki defa seyrettim.
Julian, dikiş atılması gereken
ayakta bir hasta var.
Tamam, teşekkürler.
Ben Bay sanborn'a bir bakacağım.
Uyuyorsa, gidip biraz uyuyup sabah gelirsiniz.
Seninle tanışmak harikaydı, Erica.
Bayanlar...
Tamam. İşte senin için mükemmel bir erkek.
Çok tatlı.
-Anne, benimle bu kadar az ilgilenen
bir erkek daha görmedim.
-Ya da seninle bu kadar ilgilenen.
-Benimle mi? O daha 30 yaşında.
-Hayır, otuzun üstünde.
Yaşı kimin umrunda? Yani, benim tipim değil.
Yakışıklı bir doktor. Ama tam sana göre.
Ve senin için yanıyor
ve bu da onu daha da mükemmel yapıyor.
Tamam, kesin şunu.
O benim yazdıklarımdan hoşlanıyor, benden değil.
Ben asla...
Kapayın çenenizi.
Tanrım. O iyi mi?
Harry!
Harry, buraya gel.
Tatlım, eve gitmek istiyorum.
Leo'yu çağırabilir misin?
-Harry! Hayır, yatağa dönmelisin.
-Beni alsın çünkü ben...
Kadın, sen benim hayatımı kurtardın.
-Bir hemşire çağırın.
-Hemşire!
Bilinci yerinde değilken bile sülüğün teki!
Çekil üstümden!
Ayağa kalkmamalısınız.
-İşte.
-Özür dilerim. Teşekkürler.
-İşemeliyim.
-Biz hallederiz, Bay Sanborn.
Tamam.
Bunu görmek isterim.
İşte bunu görmek isterim.
Acele etseniz iyi olur.
Acele etseniz iyi olur.
-Sizin için ne yapabilirim?
-Harry Sanborn'u almaya geldim.
Ben Doktor Mercer.
Gelin, sizi ona götüreyim.
-Ve sizler...
-Ben Leo Hofmann, Harry'nin özel asistanı.
Biraz şef, biraz şöför, biraz parti planlayıcısı.
Neye ihtiyacı varsa.
-İlginç bir işe benziyor.
-Altı yıldır onunlayım ve bir an bile sıkılmadım.
Tamam, Harry.
Anlaşılan seni taburcu etmemiz gerekecek.
Sakin olun, çocuklar.
Sadece biraz hızlı kalktım.
Doktor, söyle onlara.
İyi miyim?
-Bu sabah testlerim nasıl?
-Büyük bir hızla iyileşiyor.
-Ona sarılabilir miyim?
-Elbette.
Tamam. Tamam.
Sulugözlü ahmak.
Burada sadece iyi haberler var.
Tak tak.
Selam.
-Dışada görüşürüz.
-Çok teşekkürler, Doktor.
Muhteşem bir flörtüm, değil mi?
-Evet, Bay Heyecan.
-Bana birşey söyle.
-Henüz seks yapmadık, değil mi?
-Hayır.
-Yapacaktık ki, sen yıkıldın.
-İşte uğruna yaşanacak birşey.
Yanağa döndük.
Yavaş olun, Bay Sanborn.
Hala hareket halindeyiz. Yavaş!
Selam, ben...
Harry, üzgünüm ama
henüz yolculuğa çıkmana izin veremem.
Oraya dönmeyeceğim.
Ben de arabaya binmene izin veremem
ve seni otoparkta da bırakamam.
Sizi dava etmeyeceğim. Eğer
düşündüğün buysa istediğin herşeyi imzalarım...
sadece bırak da şehre döneyim.
İşte sana en iyi teklifim:
Birkaç gün buralarda kalmaya söz verirsen
seni hastaneye yatırmayacağım.
Bir hemşire tut, ben de
gücünü toparlayana kadar sana göz kulak olayım.
Buralarda kalmak mı?
Doktor, nereye gitmemi önerirsin?
Biri bana, nasıl oldu da bu adama
bakıcılık yapmaya başladım, anlatsın, lütfen.
Bu hayatımda yediğim en iyi hindili sandviç.
-Beni dinlemiyorsun bile.
-Dinliyorum. Sinirlenme hemen.
Buraya huzur bulmak için geliyordum
ve bir anda bir karikatür karakteri oluverdim!
Telefon da hiç susmuyor
ve asla bana değil.
-Böldüğüm için özür dilerim.
-Önemli değil, Leo, ben alırım.
-Önemli, değil. Ben hallederim.
-Hayır, ben alırım.
Ben yıkarım.
Bulaşık yıkamaktan yüksünmem.
Peki.
Nasılsınız?
Adımı bile bilmiyor ama bulaşıklarını yıkıyorum.
İşte o. Tamam. Yarın, oldu mu? Harika.
Ben hallederim. Bir saniye.
-Selam, Erica. Bunu nereye bırakayım?
-Tam buraya. Ben alırım.
Harika. Dinle, Harry'nin başı çok ağrıyor.
Tynelol var mı?
-Tynelol.
-Harika. Extra güçlü varsa muhteşem olur.
-Selam. Ben Tanya.
-Selam.
-Harry'nin asistanıyım.
-Dave Klein. Ben de onun asistanıyım.
-Tanıştığımız memnun oldum.
-Tanıştığımız memnun oldum.
Sağol.
Çok makbule geçti.
Bunu ne yapayım? Boş bir su bardağı.
Çok seçenek var.
Tamam, seni daha fazla rahatsız etmeyeceğim.
Yani, bana gösterecek yeni sayfan yok?
-Dave...
-Sana baskı yapmıyorum. Sadece sordum.
-Baba! Burada olduğunu bilmiyordum.
-Tam çıkıyordum, tatlım.
Ben de Zoe'yle şehre inecektim
ama sen gidiyorsan seninle gelmeyi tercih ederim.
Aslında gitmeden önce buluşmam gereken biri var.
Dur, dur, dur, dur.
Sen gidiyorsun, Zoe gidiyor, onun ekibi gidiyor...
Ve ben burada onunla yanlız mı kalacağım?
-Hastane sabah ilk iş bir hemşire yollayacak.
-Sabah mı? Daha 19 saat var.
Tamam, bununla baş edebilirim.
Kendimi bir Zen ortamına koyup,
müzik dinleyip, yemek yapıp yazacağım.
Odaklanacağım.
Hadi.
Teşekkür ederim.
Sıkıcı siyah kravatlar herkeste aynı etkiyi yaratırdı.
Selam.
Seni birazdan arasam olur mu, bebek?
Sağol.
-N'aber?
-Tamam. Sorun şu:
Senin hasta kötü çocuk tiplemene karşı
tutucu hemşireyi oynamak istemiyorum.
Bir kalp krizi daha geçirmek istiyorsan,
buyur geçir. Bu senin hayatın.
Ama benim işim var
ve sen halihazırda tıkanmış damarlarını...
dumanla dolduruyorsun diye
hastaneye koşturacak vaktim yok.
Ama daha da önemlisi, yeni boyanmış evimin
bir bilardo salonu gibi kokmasını istemiyorum.
Hep böyle miydin,
yoksa buna ben mi neden oluyorum?
Sadece, bilirsin...
Daha önce bir kadını bu şekilde etkilediğimi
hiç sanmıyorum.
-Üstümde nasıl bir etkin olduğunu düşünüyorsun?
-Pek tanıyamadım.
Bu yüzden daha önce hiç olmadığını biliyorum.
-Peki, hiç uyumaz mısın?
-Gecede dört saat yetiyor.
Bana da. Hayatımda hiç sekiz saat uyumadım.
Ben de. Keşke uyuyabilseydim.
Şunları kapatmamı ister misin?
Sabahları çok güneş olur.
-Olur.
-Eee, Harry, bu saatte kimle konuşuyordun?
-L.A.'den bir arkadaşla.O tarafta daha saat on.
-Ve onun yatma saati daha gelmedi?
-Yani saat geçtikçe yumuşamıyorsun?
-İyi geceler, Harry.
Sana birşey daha sorabilir miyim?
Neden boğazlı giyiyorsun?
Yazın ortasındayız.
-Peki, cidden, benim ne giydiğimden sana ne?
-Sadece merak ettim.
Seviyorum. Hep sevdim.
Ben boğazlı tipi bir kadınım.
-Hiç ateş basmaz mı?
-Hayır.
-Asla mı?
-Son zamanlarda hiç.
'-Hiç ateş basmaz mı?'
'-Hayır.'
'-Asla mı?'
'-Asla diyemem...'
Nihayet.
Tamam. Tamam.
Hayır!
Üzgünüm.
-Tanrım, nasıl üzgünüm.
-Ne yapıyorsun?
-Mutfağı bulmaya çalışıyordum.
-Burada mı?
Kafam karıştı. Karanlıktı ve...
aslında pek birşey görmedim.
Sadece...
Sadece göğüslerini ve biraz da...
-Hoşçakalın, Bayan Barry.
-Hoşçakalın mı? Gidiyor musun?
Hayır, bu hiç iyi değil.
-Kovuldum.
-Kovuldun mu? Hayır, daha yeni başladın.
Kovulmadın, hayatım.
Sadece sana ihtiyaç yok.
İhtiyaç yok mu? Ne? Bir dakika.
Ne demek, ihtiyaç yok? Elbette, ona ihtiyacımız var.
Hayır, hayır, hayır. Bugün kendimi
oldukça canlı hissediyorum. Kendime geldim.
Zahmet verdiğimiz için özür dileriz, Bayam Gimbel.
Kendinize iyi bakın.
Harikasınız.
-Dinle, dün gece hakkında...
-Bu konudan hiç bahsetmesek, olur mu?
Eczaneye gitmiştim. Reçeteni hazırlamışlar.
Bunları tokken almanı söylediler.
-Sadece bir silüettin.
-Sanırım, bu konuşmaya giriyor.
-Seni pek o kadar da net görmedim.
-İşte başladın.
-Tamam, bir daha lafını etmeyeceğim ama ben...
-Çalışma vakti, Harry.
Sen de benim k*çımı gördün ama deli gibi davranıp,
gözlükler, şapkalar, garip kıyafetlerle gezmiyorum.
Evet mi, hayır mı? Anlaşma ne?
Gidebilir miyim?
-Hala başın dönüyor mu?
-Eskisi kadar değil.
-Nefesin kesiliyor mu?
-Sadece bazen.
-Güzel. Erica sana nasıl bakıyor?
-Kim?
Erica.
Ha, o. Tam bir olay.
Doktor, kadın yaz ortasında boğazlı kazak giyiyor.
Tutucunun da ötesinde.
Yakınlarında bulunmak neredeyse eğlenceli hale geliyor.
Tutucu mu? Komik.
Ben hiç farketmedim.
Onunla yaşamayı bir dene.
Dün gece onu çıplak gördüm.
-Bu bana pek tutuculuk gibi gelmedi.
-Kazara oldu.
O benim uyuduğumu sanmış,
ben de onun odasının mutfak olduğunu sandım.
Bir söz vardır.
'Kaza diye birşey yoktur.'
Bana güven.
Bu bir kazaydı.
Ama benim 5, 6 metre uzakta olduğumu bile bile
neden çıplak gezsin ki?
-Sen neden yatak odasını mutfak sandın?
-Karanlıktı. Saat sabahın ikisiydi.
Bu neden ortalıkta çıplak dolaştığını açıklıyor olabilir.
Derin bir nefes al.
Biliyor musun,
daha önce o yaşta bir kadını hiç çıplak görmemiştim.
Dalga geçiyorsun.
Hepimiz doktor değiliz, bebek.
Bence çok güzel biri.
Ve muhteşem bir yazar, biliyorsun.
Hayır, bilmiyorum.
Oldukça önemli bir yazardır.
Demek kızıyla çıkıyorsun?
Tamam. O harika bir piliç.
Babasına çekmiş olmalı.
Piliç dedim de aklıma geldi.
Doktor, Bay Geceyarısı ne olacak?
-O bölüm ne zaman çalışmaya başlayabilir?
-Bence Bay Geceyarısı birkaç hafta daha dinlenmeli.
-Ama yaptığımda ölmeyeceğim, değil mi?
-Hayır. Egzersiz sayılır. Sana iyi gelir.
Kalp krizinden sonra yaklaşık hesap şudur:
Merdiven çıkabiliyorsan, seks yapabilirsin.
Yani yolculuk yapamaz mı, diyorsun?
Uçakla bile mi?
-Tren?
-Sanmıyorum.
Zor geçti, ha?
Şey, yani..
Geldikten bir saat sonra hemşiresini kovdu.
Şimdi de hemşireye ihtiyacı olmadığını söylüyor.
Antrenman yapmak gibi oldu.
Sen nasılsın?
-Ben mi?
-Sen.
Şey, ben...
Ben iyiyim. İyiyim.
Bir kere daha iyiyim dersen, sana inanmayacağım.
Telefonu nereye koydum?
-İşte burada. Sağol.
-Birşey değil.
Alo?
Selam.
Arayamadığım için özür dilerim.
Hayır.
Oyunun bir bölümü Paris'te geçiyor.
İlham versin diye Fransız müzikleri dinliyorum.
Hayır.
Uğraşıyorum.
Henüz pek akmaya başlamadı ama...
Seni yedi gibi alayım mı?
-Peki... ya hasta ne olacak?
-Dediği gibi. Hemşireye ihtiyacı yok.
Evde geziniyorum!
Hayır.
-Selam.
-Dinle...
'Beni çıplak gördün' hikayesini aşmaya karar verdim.
Bu yüzden bu konuyu açmayalım, oldu mu?
Güzel.
Çünkü bütün günü senden saklanarak geçirdim.
-İçeri gelmek ister misin?
-Ritmini falan bozmak istemem.
-Keşke öyle olsa.
-Güzel resim.
-Dışarı çıkıp kısa bir yürüyüş yapmayı deneyeceğim.
-Yapabilecek misin?
Evet, doktorum önerdi. Merdiven tırmanmak
falan için antrenman yapmalıyım.
-Bana katılmak istemezsin.
-Bu gelmemi istemiyorsun mu demek?
Hayır, ister misin, diye soruyordum.
Evet, elbette isterim
ama genellikle yazmaya başlayınca ara vermem,
bu yüzden gelmesem daha iyi olur, sanırım.
Yani, biraz temiz hava zarar vermez ama...
Bu sadece bir yürüyüş, Erica.
Evlenme teklifi değil.
-Adımı biliyorsun.
-Erica Jane Barry. lnternet'ten baktım.
Senden bahseden 8,000'den fazla
web sitesi olduğunu biliyor muydun?
-Bu mümkün değil.
-Doğru. Artık hakkındaki herşeyi biliyorum.
-Geçen gece yüzünden değil...
-Evet, biliyorum. Anladım.
Doğrusunu istersen, ben de sana baktım.
-Öyle mi?
-Evet.
L.A.'de büyüdüğünü biliyorum.
Kimsenin yapmadığını yapıp, 29 yaşında
kendi plak şirketini kurdun. Çok etkileyici.
40 yaşında sattın. Bu daha da etkileyici.
Sonra dergi çıkartmaya başladın, nette site açtın.
Sonra da küçük bir plak şirketine yatırım yapıp,
dünyanın en büyük ikinci HipHop şirketi haline getirdin.
-Dinlemesi bile çok yorucu.
-Evet, biliyorum. Biliyorum ama...
-Gerçek şu ki, zaman çok hızlı akıyor, değil mi?
-Göz açıp kapayıncaya kadar geçiyor.
Evet.
Şuna bak!
Evinin her tarafında
bunlarla dolu kaseler olduğunu farkettim.
Çılgınca, biliyorum.
Ama bence çok güzeller.
-Neden sadece beyazları topluyorsun?
-Sadece beyazları toplamıyorum.
-Demek gerçekten delisin.
-Biliyorum. Sadece beyazları topluyorum. Tanrım!
Bu ne anlama geliyor?
Maceracı birşeyi
kontrol altında tuttuğum anlamına mı?
Demek kendi ruhuna da
herkese davrandığın kadar sert davranıyorsun.
Beni hatırlarsın.
-Sana bişey sorabilir miyim, Harry?
-Evet, elbette. Sor.
Neden sadece genç kızlar?
Yani, hikayesi ne? Gerçekten?
-Az eşyayla yolculuk yapmayı severim.
-Az eşyayla.... Tanrım!
Özür dilerim ama bu ne demek?
-30 yaşında biri durumu anlar.
-Yani kanar.
Yani kabul eder.
Burada anahtar 'kabul'.
Tamam, eğer istediğin buysa...
Tehdit oluşturmayan kadınlar...
Telefon numaranı istemezler...
Gösteriyi sen yönetirsin...
Bu arada, bence bizim ilişkimiz de gelişiyor.
Farkettin mi?
Ciddiyim. Belki de
tek yapmamız gereken evden çıkmaktı.
Farketmiş olabilirsin, ilginç bir şekilde
eve doğru yürürken yine zorlaşmaya başladı.
Elbette zorlaştı.
Senden bahsediyorduk.
Bu küçük düşmanlığı kabulleneceğim
çünkü refakatinden büyük zevk alıyorum.
İyi misin?
Evet. Evet ama...
Ben galiba burada kalıp gün batımını izleyeceğim.
İlgilenir misin? Saha kenarından yer ayırıttım.
Şey...
-Önemli bir randevun mu var?
-Aslında evet. Senin doktorunla.
Doktorumla demek.
Çünkü o senin için çok genç değil.
Hayır, hayır, benim için kesinlikle çok genç.
Sadece yemek yiyeceğiz. Bu bir randevu değil.
Onun bundan haberi var mı?
Ona söyleyeceğim.
Ama zaten böyle gördüğünden şüpheliyim.
-Tamam mı?
-Ben senin şüphe duyduğundan şüpheliyim.
Canın ne isterse onu yap.
Şöyle düşün:
Tehlikeli değil, numaranı istemez,
gösteriyi sen yönetirsin...
-Bu hiç adil değil!
-Güven bana. Harika bir randevu olabilir.
-Bak sen kapıyı açana.
-Ve bak sen kapıda dikilene.
Sana birşey getirdim.
Kafeteryamızdan kalp dostu bir akşam yemeği.
Teşekkür ederim.
Merhaba.
-Çok güzel görünüyorsun.
-Teşekkür ederim.
Selam, ben Marin. Şu anda evde değilim.
Mesaj bırakın, sizi arayayım.
Selam, tatlım. Evde oturmuş
bebeklik resimlerine bakıp seni düşünüyordum.
Selam, Brook ve Shannon'a ulaştınız.
Brook için bire, Shannon için ikiye basın.
Yaşlı saç dışında herkes dışarda....
Yaşlı... Yaşlı...
Yaşlı...
Yaşlı saç...
Yığının en üstünde.
-Julian, sana birşey sorabilir miyim?
-Ne istersen.
-Kaç yaşındasın?
-36 yaşındayım.
Yani senden neredeyse 20 yaş büyüğüm.
Bu sence de çok büyük bir fark değil mi?
Bence bunun hiçbir önemi yok.
-Yani biliyorsun.
-Biliyorum.
Tamam ama...
Bizim açımızdan...
-Sadece arkadaş olmak istiyorsun, değil mi?
-Gerçekte mi? Hayır.
-Peki, ne olmak istiyorsun?
-Söylersem seni utandırırım.
Seni görmek için giyinirken bile utandım.
Bu seni şaşırtabilir ama bazı kadınlar
benim çok çekici bir erkek olduğumu düşünüyorlar.
Hiç evlenmedim, doktorum...
Bunun onlara ne kadar çekici geldiğini bilemezsin.
-Bazıları için.
-Evet, bilirim.
Ama kendi yaşındaki kızlardan
hoşlanmıyor musun?
Hoşlanıyorum ama tepki verdiğim biriyle
hiç karşılaşmadım.
Böyle bir tepki.
Başına daha önce hiç gelmemiş birşey geldiğinde,
en azından ne olduğunu öğrenmen gerekmez mi?
Herhalde. Yani bilmiyorum. Bu benim için biraz zor.
Ben bu işleri pek sık ya da pek iyi yapmam.
Hadi canım. Taliplerinden kurtulmak için
onları sopayla kovalıyor olmalsıın.
-Dalga geçiyorsun, değil mi?
-Hayır.
Hayır. Benim yaşımdaki erkekler,
en azından benim karşılaştıklarım, şey...
Bak, ben normal biri değilim
ve onlar normal olanlardan hoşlanıyorlar.
O zaman senin yaşındaki erkekler aptallar.
Bunu hiç düşündün mü?
Evet, düşündüm. Defalarca.
-Güzel koktuğunu biliyordum.
-Sadece sabun.
-Erica, inanılmaz derecede seksisin.
-Hayır, yemin ederim değilim.
Ben geldim.
-Eğlendin mi?
-İlginçti.
İyi geceler, Harry.
İyi geceler.
Şunu atalım.
Bu iyi.
HARRY37
'Ne yapıyorsun?'
Yazıyorum. Selam.
Sen ne yapıyorsun?
Elbette. Aralıksız.
Joan Rivers'ın mücevher satmasını seyrediyorum.
Randevun bir randevu muydu?
Sanırım öyleydi...
Demiştim.
Aç mısın?
Yemekten daha yeni döndüm.
Evet, ama
kadınlar randevularında asla yemek yemezler.
Herşeyi nasıl bilebildiğini anlamıyorum.
Aslında biraz açım.
Ben de.
Mutfakta buluşalım mı?
Pijamalarımı giydim.
Pijamalarını giymiş.
Ben de.
Pijama partisi?
Pijama partisi.
Beş dakikaya görüşürüz.
-Çok şiriniz.
-Bu benim için oldukça sıra dışı.
-Evimde birilerinin kalmasına alışkın değilim.
-Ben de.
Gerçekten mi?
Seninki gibi bir sosyal hayatla, ha?
Hayatım, seksle uyukuyu birbirine karıştırıyorsun.
-Uyumak tek başıma yapmayı tercih ettiğim birşey.
-Tamam. Bunu bilmek güzel.
-Ne istersin?
-Seçeneklerim ne?
Pek seçici olmadığımı
düşündüğümü biliyorum ama...
Lütfen, ne farkeder?
Seni düşündüğümde...
benim hakkımda ne düşündüğünü
hayal edemiyorum.
Tamam. Pankek, makarna, dünden kalanlar...
-Kızrmış peynir?
-Pankek.
Tam da istediğim şey.
Hiç evli olmayı özlüyor musun?
İddiaya girerim, harikaydın.
Bazen. Evet, geceleri.
Ama artık pek özlemiyorum.
Demin birimiz ilginç birşey söylemişti.
Senin hakkında ne düşündüğümü
hayal edemediğini söylemiştin.
Evet, tamam,
ama buna cevap vermek zorunda değilsin.
-Peki.
-Ama söylemezsen merak ederim.
Önce bana evli olmayı
neden sadece geceleri özlediğini söyler misin?
Şey... Geceleri telefon pek çalmaz.
Yanlız kalma duygusu geceleri gelir...
Tek başıma uyumaya alışmak biraz vakit aldı
ama çözdüm.
Yatağın ortasında uyumalısın. Diğer tarafta
kimse yokken bir tarafta yatmak hiç sağlıklı değil.
Şimdi senin hakkında düşündüklerimin
doğru olduğuna inandım.
Sen bir güç abidesisin.
-Cevabımı puanlandırma.
-Üzgünüm, tamam mı? Üzgünüm ama...
Neye benziyorsun, biliyor musun?
Şömine üstüne asılan o büyük portrelere benziyorsun.
Senin gibi kadınları tanımlamak için
kelimeler icat edildi.
Mesela?
Kaya gibi...
ve nüfuz edilemeyen.
Yani acımasız olduğumu mu düşünüyorsun?
Hayır, bence sen yenmesi zor birisin.
Evet, soğuk, uzak.
Sanki bir resimde donmuş gibi mi?
Hiç de değil. Ama gücünü kendini herkesten
uzaklaştırmak için kullandığını düşünüyorum.
Ama kalkanların indiğinde,
kendini izole etmediğinde nefes kesicisin.
Bence senin kazanacak kombinasyonun bu.
En güçlü kombinasyonun bu, aslında.
Benden nefret mi ediyorsun, yoksa...
beni şimdiye kadar anlayan tek insan mısın,
karar veremiyorum.
Senden nefret etmiyorum.
-Etmiyor musun?
-Hayır.
Anne?
Süpriz!
-Selam. Oda servisi.
-Selam.
Tatlım, bu saate burada ne işin var?
Büyük bir yardım balosu vardı.
Bir grup arkadaşla oraya gittik.
Harry için üzüldüm. Burada yanlız kalıp sıkılıyordu.
Ben de gelip nasılsınız diye bakayım dedim.
Harika çiçekler için çok teşekkürler, bu arada.
-Kocamanlardı.
-Benim için zevkti.
Çok tatlı.
Pankek mi yapıyorsunuz?
İkiniz de pijamalısınız.
Kndimi birşeyleri bölüyormuşum gibi hissettim!
Aptallaşma. Benim hiç uyumadığımı biliyorsun.
O da uyumuyormuş.
Alo?
Hayır, geldim. Rekor kırdım.
Herkes hala orada mı?
Tamam.
Evet...
Tamam, görüşürüz.
-Marin.
-Evet?
Geldiğine göre şunları sen yapsana.
Ben de çalışmaya devam edeyim.
Anne, daha yeni geldim.
Bu arada, babam bugün beni ekti.
Beraber yemek yiyecektik ve gelmedi.
-Hep böyle miydi?
-Tatlım... Bilmiyorum.
Bir çift boşanınca böyle olur zaten.
Tüm sorunlar çocuğa geçer.
Ben çocuk değilim ama...
Sen nasılsın?
Kendini nasıl hissediyorsun?
Şey...
Söylesene.
Ne zaman eve dönebileceksin?
Ben gerçekten gidip çalışacağım.
Şunu sen bitirsene.
Hem ikiniz biraz hasret giderirsiniz.
Bunu nasıl yapacağını biliyorsun.
Artık pankek istemiyor musun?
Ben...
Hayır, istemiyorum.
-Harry'den ayrılıyorum.
-Ne demek istiyorsun? Neden?
-Çünkü başka birisiyle tanıştım.
-Son iki günde mi?
Beni bilirsin. Hayatım çılgındır.
Hergün binlerce yeni insanla tanışmalıyım.
Ayrıca, kabul edelim, benim için çok yaşlı.
Bu işi sürdürmem delilikti.
-Doğru. Ama biliyor musun, o...
-Biliyorum...
Ondan hiç beklemezken
ne kadar dolu olduğunu görüyorsun.
-Bu çok cesaret kırıcı.
-Hayır, anne. Dinle...
Düşünüyordum da,
eğer bununla baş edebilirsen... Sen ve Harry...
Baş edebilirim...
Eğer İstersem ...
Böyle diyorsun
çünkü onunla yattığımızı sanıyorsun.
Sesini alçalt!
-Yatmadınız mı?
-Asla. Yakınından bile geçmedik. Yemin ederim.
Bunu ortaya koyuyorum çünkü
hayat ritmlerinin uyuştuğunu düşünen iki nsan var.
Dün gece mutafakta pişen tek şey pankek değildi.
Alo?
5:15'te kalktığımdan beri aklımda olmana rağmen
aramadan önce mantıklı bir süre bekledim.
Bir daha ne zaman
yemeğe çıkabileceğimizi merak ediyorum.
Gelecek birkaç gece çalışıyorum.
Gelecek haftayı beklersek korkup kaçacağını
biliyorum. Bu yüzden Cuma'ya ne dersin?
Çıkıyormuşuz gibi olacağını biliyorum
ama bence bu iyi birşey.
Kimsiniz?
-Şaka yaptım.
-Komik. Sekizde Grill'de buluşalım mı?
-Tamam olur. Sekiz uygun.
-Ben de seni görmek için sabırsızlanıyorum.
-Artık senindir.
-Kes şunu. Nasıl karşıladı?
Herşeyi benim adıma halleti.
Tam işinin ehli.
Çok zarifti.
Kaderimizin dost olmak olduğunu söyledi.
Aman Tanrım!
Aman Tanrım! O beni terkediyordu.
Farkına bile.... O bir dahi!
-Bu mümkün değil! Yapmış olamaz!
-Kesinlikle yaptı.
Ve ne var, biliyor musun?
Bunun bir önemi yok.
Çünkü artık beraber değiliz
ve ikmiz de bundan rahatsız değiliz. Tamam mı?
-Gitmeliyim.
-Peki.
Şimdi, Erica...
Bunu şimdiye kadar kendin için yaptığın
en akıllıca şey olarak düşünmeye çalış.
-Mumlar?
-Romantik.
-Özür dilerim. Ben..
-Ne için?
-Seni öptüm ve ben...
-Hayır, tatlım, ben seni öptüm.
Bunu yapanın ben olduğumu biliyorum.
Çetele tutmamaya çalış.
Yumuşak dudaklar.
Bunun işe yaradığına çok sevindim.
O kadar uzun zamandır dudaklarımı
öpüşmek için kullanmadım ki... Rujum...
Vay vay...
Bak kimde çalışan birşey varmış.
*** bile alma....
Kaçırmadan öp beni.
Bu akşam klasikler arasına girecek.
Hiç kuşkun var mı?
-Evet.
-Benim de.
Şu ana kadar...
öpüşmek harikulade.
Abartmıyorum.
Sadece olanı söylüyorum.
Muhteşem.
Harry...
Kahrolası boğazlı kazağını aşamıyorum.
Kes çıkar... Lütfen...
Lütfen...
Kes çıkar...
Lütfen...
Süprizlerle dolusun.
Evet.
Çok güzelsin.
Gözlerini aç da,
beni duyduğunu bileyim.
Güzelsin.
-Ya doğum kontrol?
-Menopoz.
Kimmiş şanslı çocuk?
Tamam. Tamam.
-Bence tansiyonunu ölçmeliyiz!
-Tansiyonumu mu?
Ölçmemek sorumsuzluk olur.
-Bu senden başka kimsenin aklına gelmezdi.
-Evet, bu yüzden şanslısın.
-Göremiyorum.
-Gözlüklerimi al.
Tamam.
Normal çıktı!
Evet, bebek!
Aman Tanrım!
Seksi çok seviyorum!
Gerçekten de seviyormuşsun.
Tanrım.
Demek yağmurlu bir öğleden sonra
yapılması gereken buymuş.
Benim için bu sayfanın gerçekten kapandığını
düşünüyordum.
Bunu hiç beklemiyordum.
Beni daha çok şaşırtan hiçirşey olmadı.
Bu çılgınlık.
Son kez ne zaman ağladım, hatırlamıyorum.
Karşı koyamıyorum.
Ben de.
Mükemmel tanım.
Kalp krizi geçirdikten üç gün sonra
seks yaptım ve ölmedim!
Bu bir rekor olmalı.
Evet.
Doktoruna bundan hemen bahsetmeyelim,
olur mu?
Tatlım, yapmadığım birçok şey olabilir...
ama yaptığım bi tek şey varsa,
o da ağzı sıkı olmaktır.
Erica...
-Erica...
-Evet?
Erica, benim tek eşlilikte
pek başarılı olmadığımı biliyorsun, değil mi?
Tekeşli mi? Lütfen...
Seni tanıyorum.
-Ama neden Paris?
-Hep orada biten bir oyun yazmak istemişimdir..
İnsanların romantizme ihtiyacı var.
Benim gibi biri yazmazsa nereden bulacaklar?
-Gerçek hayattan mı?
-Pardon? Peki, buna ne diyorsun?
Sabahlıklarımızı giymiş,
mum ışığında yumurta yiyoruz...
şeyin ardından...
Özür dilerim.
Paris'te nerede yemek yemeyi seviyorsun?
Kraliyet Sarayının arkasındaki
küçük bistroya bayılıyorum.
Evrendeki en iyi fırında tavuk orada.
Seninle Paris'e gitmek eğlenceli olurdu.
Bütün gece eğlenmek için en iyi şehirdir.
Doğum günün ne zaman?
-Şubat'ta.
-Benimki de Ocak'ta.
O zaman hala görüşüyorsak,
doğum günlerimiz için Paris'e gidelim mi?
Olabilir.
Demin dedin ki...
Bunu nasıl yapacağımı bilmiyorum...
Nasıl samimi olmadan
samimi olunacağını bilmiyorum.
Tamam, bak. Ben işeyeceğim
ve sana bir tansiyon hapı getireceğim.
Döndüğümde artık konuşmayalım.
Erica...
Sen seks yaptığım en komik kızsın.
Şey...
bu da birşeydir.
Tatlım...
ben odama dönsem iyi olacak.
-Sen de biraz uyu.
-Uyuyayım.
Evet.
Doğru ya.
Sen genellikle kızları evlerine yollarsın.
-Ama ben kendi evimdeyim. Peki.
-Ben yaşlı bir köpeğim, biliyorsun.
Bu tamamen... neyse.
Bu...
harika bir geceydi.
Benim için.
Benim için de.
-Evet.
-Bir an...
Ruh eşi olduğumuzu bile düşündüm.
İyi geceler.
Seninle uyumayı denemek istiyorum.
Aman Tanrım!
Sence saat kaçtır?
-Görebiliyor musun?
-Pek sayılmaz. Şey gibi gözüküyor...
Onbir mi?
-Gerçekten onbirmiş.
-Öyle mi? İmkansız. Olamaz!
Aman Tanrım!
Bu sekiz saat uyuduk demek.
-İmkansız.
-Evet.
Dönüyor. Biraz başım dönüyor.
Olamaz. Tamam, sen kımıldama.
Kumanda burada.
Biliyorsun, bir saate doktorla randevun var.
Ben kahve yapacağım.
Sana da haplarını getiririm.
Tost yapacağım.
Bugüne kadar yapılmış en iyi pekmezden de var.
Erica...
sen tam aşık olunacak kadınsın.
Sen tam aşık olunacak kadınsın.
Bu da ne demek?
Tamam, dostum, kalbin çok iyi görünüyor.
Kalkabilirsin artık.
-Güzel.
-Son birkaç gün sana çok iyi gelmiş.
Evet, şu merdiven hikayesini çalışıyordum.
-Bu arada, yapabiliyorum.
-Neyi?
Merdiven çıkabiliyorum.
Hatta birkaç kez.
Harika.
Peki, Erica nasıl?
Erica inanılmaz bir kadın.
-Tam..
-Bu harika. O bence harika biri.
Bence de harika biri.
Selam söyle.
Julian...
Teşekkür ederim...
Herşey için.
-İyi olacaksın.
-İyiyim.
Bunu ikinci yapışım. Engelleyemiyorum.
Durup dururken oluyor.
Seninki gibi bir krizden sonra duygusallaşmak
sık görülen bir durumdur.
Herşey yeni bir anlam kazanır.
Bu çılgınlık. Birşeyler yapılmalı.
Krizden sonra tüm karakter değişiyor.
-Ağlamak gibi mi?
-Evet.
Zevklerin tamamen değişmesi gibi.
Birdenbire, daha önce hiç sevemeyeceğini
düşündüğün birşeyi sevmek gibi.
Hem de hiç.
-Bu çok cesaret kırıcı.
-Bence, şu anda herşeyi bekleyebilirsin.
Kalp krizinden sonra
çok çılgınca şeyler yapan insanlar da oldu.
Ama çoğu insan eski hallerine döndüler, değil mi?
Ben tekrar eski ben olamam.
Değil mi?
Göreceğiz.
İşte. Bunları geri alabilirsin.
Buradaki ilk gecende el koymuştum.
-Teşekkürler, hayatım.
-İçmemeye çalış.
Kan şekerin düşerse diye sana sandviç yaptım.
-Sevebileceğin yağsız bir sandviç.
-Ne kadın.
Elinde birşey daha var.
Beni hatırla diye.
-Bir de bu var.
-Paris de hep var.
Kötü bir şakaydı.
-Tatlım...
-Evet?
Beni kabul ettiğin ve bana baktığın için
sana olan minnettarlığımı anlatacak kelime yok...
Kalp krizin başıma gelen en güzel şeydi.
-Seni seviyorum
-Ben de seni seviyorum!
Eğer dediğin buysa...
Sona erer mi bilmiyorum.
Bu resmi bir 'seni seviyorum' ama.
Sen kimseye benzemiyorsun.
-Ben Erica.
-Alo, benim.
-Ne oldu?
-Bu sabah babamla buluştuk. Konuşuyorduk.
Sonra birden garip davranmaya başladı
ve üç hafta önce biriyle tanıştığını söyledi.
Gerçekten özel bir ilşki olduğunu söyledi
ve sonra evleniyorum dedi!
Neden bu kadar üzülüyorum?
Ben otuz yaşındayım!
-Dur, dur. Kimle evleniyor?
-Bilmiyorum. Üç hafta önce tanıştığı bir piliçle.
Benden iki yaş büyük.
Bir kulak burun boğaz doktoru.
-Babam aklını mı kaçırdı?
-Tatlım...
Bu gece çok büyük bir müzayedem var
ve çok üzgünüm.
Diğer mezatçı iki haftalığına tatile çıktı.
Gelebilir misin?
Çalıştığını biliyorum ama lütfen...
Bak, evlenmeye hakkı olduğunu anlıyorum
ama onu tanımıyor bile.
Ve neredeyse benim yaşımda.
Bunun nasıl bir duygu olduğunu biliyor musun?
Tüyler ürperticiden de öte.
Benim yerime birini koyduğunu düşündüğümden
değil. Öyle olmadığını biliyorum.
Böyle davranmak için çok yaşlı olduğumu biliyorum.
Bu delilik!
İlk olarak, lütfen sigara içme.
Yerine geçilen biri varsa, o benim, sen değil.
Ve istatistiklere göre neredeyse tüm boşanmış
erkekler tekrar evlenir. Yapıları böyle.
Hayatımın sırrını öğrenmek ister misin?
Neden hep yanlış adamlarla beraber olduğumu?
Nedeni bu.
Çünkü yanlış adam sana bunu yapamaz.
Benim büyük korkum bu.
Adamın birinin beni böyle dağıtabileceği!
Ve bu sadece babam!
Hakkımda bunu biliyoruz:
Ben bu tip dramlara uygun değilim.
Bence insanı güçlendiren hayattaki dramdır.
Bana hep böyle şeyler söylüyorsun.
Herkesin senin gibi olmadığını asla anlamadın.
Özür dilerim ama, eski kocam,
oyunlarımı yönetmesine hala izin verdiğim adam...
32 yaşında bir kulak burun boğaz bebeğiyle
evleniyor olsaydı ben çıldırırdım.
Bir de kendine bak!
Hiç bu kadar iyi görünmemiştin, bu arada.
Marin, hazırız.
Gidip 40 milyon dolarlık
sanat eseri satmam gerekiyor.
Anne, bana çok büyük bir iyilik yapar mısın?
Sadece evet de. Lütfen...
Ne istersen, tatlım.
Bu gece ben, babam
ve nişanlısıyla yemeğe gelmelisin.
-Kesinlikle olmaz. Hayır.
-Anne, gelmek zorundasın!
-Hayır!
-Gelmek zorundasın!
-Hayır!
-Evet, çünkü onunla tanışmamı istiyor.
Tek başıma gidemem!
Gelip gelemeyecğini sordum bile.
İkisi de olur dediler.
Nasılsa tanışmak zorunda kalacaksın,
hiç değilse beraber tanışmış oluruz.
Hadi... Lütfen.
-Bunun altından kalkabileceğini biliyorsun.
-Şey...
İşte bu.
Yüzündeki ifadeyi görüyor musun?
Bendeki eksik gen bu işte.
İyi akşamlar. Christie's'e hoşgeldiniz.
Bu gece programda Empresyonist
ve Modern sanat eserleri var.
Müzayedeye katılanlar, mezatçının artırmayı
satıcı adına fiyat vererek,
istediği kurdan açabileceğini bilmeliler.
Tamam, bir numarayla başlayalım.
Burada gördüğünüz Maynard.
Ve 80,000 dolarla başlıyoruz.
Beyefendi 85,000 dolar dedi.
90,000 dolar.
100,000 dolar. 1 10,000 dolar.
120,000 dolar. 130,000 dolar...
-Galiba ekildim.
-Sipariş vermek ister misiniz, yoksa...
Neden olmasın?
Kravat falan da taktım zaten.
Bundan bir tane daha getirebilir misiniz?
Güzel. Çok teşekkür ederim.
Çok lezzetli!
Susadın mı?
Büyük bir iş günü geçirdim.
Nasıl hızlı geçtiklerini unutmuşum. İyiyim.
Söylesene, Christine.
Tıp fakültesine nerede... gittin?
-Çok özür dilerim!
-Pennsylvania Üniversitesinde.
Aslında ben de oralardanım.
-Evet, Bradmar'dan.
-Dalga geçiyorsunuz! Annem de oradan!
Vay! Babamla evlenmekle kalmıyorsun,
annelerimiz de aynı koleje gitmişler.
-Sipariş verelim mi?
-Kesinlikle.
-Erica, ben ördek sever miyim?
-Evet, tavşandan nefret edersin.
Sana sevdiği ve sevmediği herşeyin listesini veririm.
Bırakalım da, bunları kendi öğrensin.
Zorlanacağını sanmıyorum.
Ne de olsa tıp okumuş.
Çocukların önünde böyle şeyler konuşulmaz.
Anne, iyi misin?
-İyi misin?
-Evet, iyiyim. Ben...
İyiyim.
-Emin misin?
-Evet.
İyi.
-Sanırım biraz hava alsam iyi olacak.
-İyi misin?
İyiyim. Hemen dönerim.
-Afedersiniz.
-Özür dilerim.
-Merhaba, Harry.
-Selam.
-Selam.
-Tanıştınız mı, bilmiyorum...
Tanrım, ne kadar aptalım!
Ne?
-Erica!
-Harry, gitmek zorundayım.
Yavaşla. Beni öldürmek mi istiyorsun?
Taksi!
-Erica, o sadece arkadaşım.
-Tabii. Tam ahbaplık edilecek bir kız gibi görünüyor.
Hadi ama. Sadece yemek yiyoruz.
Harry, bak...
Sorun şu:
-Senden gerçekten hoşlanıyorum.
-Ben de senden gerçekten hoşlanıyorum.
Evet ama ben seni seviyorum, hoşlanıyorum.
Seni seviyorum.
Bence belki de
biraz aceleci davrandığımızı göz önüne almalıyız.
Öyle mi?
Ben durumu anlamayan aptal kız gibiyim.
Daha önce hiç aptal kız olmamıştım ve bu harika.
Biraz sakin olalım.
Bu planlar seninle tanışmdan önce de vardı.
Yani seni görmek hoşuma gitti.
Gerçekten. Süpriz oldu.
Süpriz? Ne olacağını sanıyordum ki?
Sana hiç yalan söylemedim.
Her zaman gerçeğin bir türünü söyledim.
Gerçeğin türleri olmaz, tamam mı?
Bana biraz anlayış gösterir misin?
Tüm hayatım altüst oldu.
-Benimki de öyle!
-O zaman ikimiz de kendimiz biraz toparlayalım.
Ben toparlanmak istemiyorum!
Ben zaten derli topluydum!
Seninleyken, daha önce var olduğunu
bile bilmediğim birşey hissettim.
Bunun nasıl birşey olduğunu biliyor musun?
20 yıllık evlilikten sonra?
Başka bir insan için birşey hissetmenin...
Doğru. Doğru.
Bu senin sorunun değil.
Tanrım! Bunu yazdığımı biliyor muydun?
Ama daha önce hiç anlamamışım.
-Bunun ne olduğunu biliyor musun?
-Hayır.
Bu bizim sorunumuz.
Bu çözüm nasıl?
Beni öldürüyorsun.
Sadece bir haftadan daha uzun sürmesini dilerdim.
Ben de.
Bu çok kötü bir söz.
Biliyor musun, senden önceki hayatımı
nasıl sürdüreceğimi biliyordum.
Sonsuza dek sürdürebilirdim.
Bir de şimdiki halime bak.
Ne yapacağım ben?
Tüm bunları ne yapacağım?
Taksi!
Erica, bir saniye bekle.
Gerçek şu ki, ben...
nasıl erkek arkadaş olunacağını bilmiyorum.
Tüm geçenlerden sonra söyleyeceğin bu mu?
Nasıl erkek arkadaş olunacağını bilmediğin?
Bu küçük birşey değil.
-Bitti mi yani?
-Bilmiyorum.
Tanrım!
Aman Tanrım!
Taksiyle geldi.
Hayati işaretler dengeli.
Solunum cihazı geliyor.
Göğüs ağrılar çekiyor.
Geliş nedeni bu.
-Tamam. Nitro serumu takın.
-Takamazsınız.
-*** aldım.
-Daha önce de oldu, ha?
20 mg KC verelim.
Peki, şu anda göğsünüzde ağrı var mı?
Hayır, ve gelen ağrı keskindi.
Önceki gibi değildi.
Bu iyi.
'Önceki gibi değildi' duymak istediğimi sözdür.
Gerçekten nefessiz kaldım.
-Nefes alamıyordum.
-Tamam, ona bir Asprin verin. Tansiyonunu ölçelim.
Bay Sanborn, ağrı geldiğinde ne yapıyordunuz?
Biriyle kavga ediyordum. Bir kadınla.
Bir kadın göğsünüzü ağrıtabilir mi?
Dalga mı geçiyorsunuz?
'Aşk acıtır.' Bu sözü daha önce duymadınız mı?
Duydum ama daha önce
bu konuda bir deneyimim olmamıştı.
-Şanslıymışsınız.
-Evet, şanslı.
Tamam. EKG'niz tamamen normal görünüyor.
Kalp atışlarınız da iyi.
Anlattığınız ağrı
genelde korktuğumuz tarzda bir ağrı değil.
Bence yaşadığınız stres yüzünden
ortaya çıkan hiper-ventilasyondu.
Stres mi?
Evet. Ve duymadıysanız söyleyeyim,
stres yüzünden kalp krizi geçirebilirsiniz.
Bay Sanborn, kalp krizi geçirdikten bir hafta sonra
ortalıkta neden gezindiğinizi anlamadım.
Ama eğer babam olsaydınız,
evde yatağınızda yatmış, iyileşiyor olurdunuz.
Babam olsaydınız...
Selam. Ben Erica.
Evde değilim. Mesaj bırakın.
Bir mesajınız var.
Birinci mesaj.
Erica, selam. Ben Julian.
Şu anda restorandayım.
Yolda mısın, diye merak ettim.
Saat 8:20 ve çok güzel bir gece...
Tamam....
Size tam olarak ne olduğunu anlatacağım.
(Hıçkırır)
Aşık oldum
Kızımın sevgilisine aşık oldum.
HARRY37
Duyduğum Fransız müziği mi?
Orada mısın?
Evet. Merhaba.
Oyun nasıl gidiyor?
Şimdi de seller gibi akıyor. Gel de anla.
Gel de anla.
Seni öz...
Ben tam çıkıyordum.
Kendine iyi bak, Harry.
Sen de kendine iyi bak.
-Anne biz şehre iniyoruz.
-Tamam.
Sen ağlıyor musun?
Evet. Yeni hobim.
Bu konuda anormal seviyede iyiyim.
Neden? Ne oldu?
Aşığım. Harika, değil mi?
Galiba nasıl yapıldığını öğrenmem gerekiyor.
Çalışacak birşey de kalmadı ama...
Anne, bundan nefret ediyorum.
Şimdi neden korktuğumu anlıyor musun?
Kendini korumalısın.
Bu söylediklerine gerçekten inanmıyorsun,
değil mi?
Gerçekten 'Acı çekmek'ten
daha zeki olduğunu düşünmüyorsun, değil mi?
Bence denemeye değer.
Beni dinle.
Ya yürümezse, ya dağılırsam diye
korkarak hayatın boyunca aşktan kaçamazsın.
Böyle yaşanmaz.
Bana senin başına gelenin
iyi birşey olduğunu mu söylüyorsun?
Bence, ikimizin, senin farkettiğinden daha
benzer olabileceğimiz ihtimalini bir düşünmelisin.
Biriyle tanıştım
ve hayatımın en güzel zamanlarını geçirdim.
-Ben öyle birşey hiç yaşamadım.
-Biliyorum, bebeğim.
Ve sana kalbimin derinliklerinden
şunu söylüyorum:
Ne bekliyorsun?
Harika bir parti.
Seni gördüğüme sevindim.
-Eğleniyor musun?
-Pek sayılmaz.
Sana pazardan nefis birşey aldım.
Bunlar benden özür dilerken vermen için.
Julian, umarım, davranışımdan ötürü
ne kadar mahçup olduğumu biliyorsundur.
Seni arayacak
ya da bir not falan yollayacaktım...
-Ve şimdi...
-Ve şimdi...
Bu biraz soğuk oldu.
Çok utanıyorum. Son dönem
kendimde değildim. Ne diyebilirim?
Üzgün olduğunu söyle, yeter.
Üzgünüm.
O zaman, beni öpebilirsin.
Seni öpmek mi?
-Seni öpersem, beni affedecek misin?
-Sanırım.
Bu öpücük için kimse seni affetmez.
İzninle.
Seni affediyorum.
Sabah trafiğinin sesleri duyulmaya başlarken,
Eiffel Kulesinin ışıkları söner.
SON
Evet!
-Bu şimdiye kadar yazdığın en iyi şey.
-Öyle mi?
Harika.
Evet, tatlı, zekice, eğlenceli...
Sen o muhteşem zekanla anlatmamış olsan
ne kadar iyi olurdu ki?
Her seferinde bunu yapmak zorunda mıyız?
Buraya gel.
Hayır.
Güzel. Böyle güzel.
Ne yapacağım, biliyor musun?
Aman Tanrım!
Sana bunu anlatmalıyım.
Bu seçme beni çok heyecanlandırıyor.
Harika bi rol.
Yardımcı rollerden biri ama çok komik bir karakter.
Çok komik bir sahne var.
Yaşlı, şöven bir adamla çıkıyor...
Tam işi pişirmek üzerelerken adam inliyor,
kız da çok heyecanlandığını sanıyor.
Ama adam aslında kalp krizi geçiriyor.
Kız çok korkuyor.
Adamdan nefret eden kızın annesi içeri dalıyor.
Adama kalp masajı yapıp hayatını kurtarıyor.
İyi misin?
Çok komik, değil mi?
Durun, durun.
Durumu bu kadar dramatikleştirmeyelim.
Neyiz biz? Dört liseli mi?
Hepimiz yetişkin insanlarız.
Hepimiz hafta sonunu burada geçirelim.
Annein işi var, benim sınav kağıtlarını okumam
gerek. Siz de ne yapacaksanız onu yapın.
Seninle konuşmalıyım.
Bir dakikan var mı?
-Demek oyunun bizim hakkımızda.
-Hayır, benim hakkımda.
-Ben var mıyım?
-Sana benzeyen bir adam var ama sen değilsin.
Ben olmayan bu adama ne oluyor?
Henüz kesin karar vermedim.
Yaşayabilir ya da ölebilir.
-Eğilimin hangi yönde?
-Ölüm. Daha komik.
Komik bir kalp krizi nedeniyle ölüyor.
Kahramanımızla oynayan bir pislik olduğu için
pek de hüzünlü olmayacak.
Pislikler de insandır, biliyor musun?
Ölüm sence biraz fazla sert değil mi?
Ben sadece hikayenin beni götürdüğü yere gittim.
Bu çalışma bir kurgu. Benim uydurduğum şeyler.
Erica, hastanedeki '*** kullanıyor musunuz'
sahnesini için hazırlar.
-Seni bekleyelim mi?
-Evet. Güzel.
-Harry...
-Yani Broadway'in soytarısı mı olacağım?
Harry, o sen değilsin.
Tabir caizse, senin gerçekliğinin bir türü.
Tekrar böldüğüm için özür dilerim ama
Dave Henry'nin 'seni seviyorum' derken
'seviyom' mu dediğini öğrenmek istiyor.
Evet.
Harry...
-Hoş görünüyorsun.
-Teşekkür ederim.
İyi misin?
Seninle görüşmeyi kesmek istemiş
falan değildim.
Eğlenceyi biraz daha sürdürebilirdik.
Neden siz kadınlar 'ya hep ya hiç' dersiniz?
Bilmiyorum.
Konu aşk olduğunda aptallaşıveriyoruz.
-Evet.
-Harry, sence sorun yoksa, arkadaş olmak isterim.
-Senin arkadaşın olmaya hazır değilim. Bu nasıl?
-Peki. Bunu anlıyorum.
Neyse. Seksten sonra kadın ve erkeğin
arkadaş olabileceği palavrasına
gerçekten inanıyor musun?
Ben eski kocamla arkadaşım,
ama zaten aramızda geçen sadece seks değildi.
-Bizimki de sadece seks değildi.
-Neydi o zaman? Bilmek için can atıyorum.
Ne olduğunu çözdüğümde
sana e-mail atabilir miyim?
Tamam. Tamam.
Bu işin başka bir evresine geçiyorum
Sana çok kızgınım.
-Ben de sana çok kızgınım.
-Mükemmel!
Çünkü seni bu kadar çok düşünüyor olmaktan
memnun değilim!
Ve nasıl olduğunu merak etmekten...
hayatını mahvedip etmediğimi
düşünmekten memnun değilim.
Benim için endişelendin mi?
Evet, tatlım. Ölmeyi hak eden pislik
senin için endişeleniyor.
Bazen senin için endişlenmek
tam zamanlı bir işmiş gibi geliyor.
Bebek, ben harikayım, dolayısıyla
artık o vardiyada çalışman gerekmiyor.
Erica, Dansçı Henry'lerin kostümlerine
bir bakmanı istiyorlar.
Bunlar uygun mu?
-Bay Sanborn, çabuk geri geldiniz.
-Doktor, ölüyorum.
20 dakikadır göğüs ağrısı, miğde bulantısı
ve nefes yetmezliği çekiyorum.
Tansiyonum tavana vurmuş olmalı.
Bana nitro verin. *** almadım.
Beni EKG'ye bağlayın!
Ben iki tip Beta Önleyici kullanıyorum.
Yerinizde olsam
göğsüme kalp masajı yapmaya başlamıştım.
Bay Sanborn, teşhisiniz, çok ilginç olmasına rağmen,
tamamen yanlış çıktı.
İmkansız!
Sert bir anksiyete nöbetinin kalp krizi
semptomları gösterbileceğmni biliyor musunuz?
Yani delirdim. Mükemmel.
Haplarını almadığım bir tek o kalmıştı.
Her hafta buraya gelmek istemiyorsanız,
boşalmak için elinizden geleni yapmanızı öneririm.
Şimdi uzanın.
Bebraber birşey deneyelim. Hadi.
Bana elinizi verin.
Rahatlayın. Rahatlayın.
Peki, gözlerinizi kapatın.
Tamam, güzel.
Şimdi sizden...
İki gözünüzü de.
Gözünüzün önüne size huzur ve sukunet
veren bir görüntü getirmenizi istiyorum.
Bilemiyorum... Ne?
Bir hamak.
Güzel.
Başka?
Palmiye ağaçları...
Temiz mavi bir deniz.
Başka ne görüyorsunuz?
His, tat?
Şeftalili Margarita.
Küba purosu.
Millerce uzunlukta yumuşak bir kumsal.
ALTl AY SONRA
Alt kattan aradığına inanamadım.
Vay! Sakal bırakmışsın!
-Seni görmek çok güzel.
-Çok güzel görünüyorsun.
Teşekkür ederim. İçeri gel.
Hayır, hayır. Sadece bir uğrayıp
merhaba demek ve...
seni üzecek birşey yaptıysam
özür dilemek istemiştim.
Ne demek istiyorsun?
Bana çok iyi davrandın.
-Öyle miydim?
-Her zaman.
Bunu bilmek çok rahatlatıcı.
Güzel.
Kendine ne yaptın bilmiyorum ama
kesinlikle ışık saçıyorsun.
Üç aylık hamileyim,
bununla bir ilgisi olabilir.
-Gerçekten mi?
-Evet.
-Şanslı adam kim?
-Kocam.
Biraz bekle.
Seninle tanışmayı çok istiyor.
Danny!
Harry Sanborn.
Bu da kocam Danny Benjamin.
-Hakkınızda çok şey duydum.
-Buna eminim.
-Bilirsiniz, oyundan falan...
-Ünlü oldum yani?
Sadece aramızda.
Annem her röportajında
seni uydurduğunu söylüyor.
Oyundaki adam başaramıyor, değil mi?
İkinci perdenin sonunda ölüyor.
Ama çok kahkaha topluyor.
Cezamı erteleyeceğini umuyordum.
Evet, şey...
Tamam.
-Seni gördüğüme sevindim. Tebrikler.
-Teşekkürler.
-O nasıl?
-Çok iyi. Hala aynı şeyleri yapıyor.
İtalyanca öğreniyor,
şehirdeki dairesini yeniden dekore ediyor...
Onu görmek isteseydi, nasıl olurdu?
Bunu öğrenmenin bir tek yolu var
ama şu anda şehir dışında.
-Öyle mi? Nerede şimdi?
-Paris'te. İki gün önce doğum günü için gitti.
Ama gelecek hafta dönecek.
Paris.
Gösteri zamanı.
-Burada olacağını biliyordum.
-Biliyor muydun?
Önce yanlış restorana geldiğimi sandım
ama işte buradasın.
Tam hayal ettiğim gibi.
Yani şans eseri karşılaşmadık mı?
Buraya beni görmeye mi geldin?
Cesur bir hareket olduğunun farkındayım.
İnsanı alıp götüren ani isteklerden biri.
-Şimdilik iyiyiz, değil mi?
-Oh! Yani...
Bunu bir evet olarak kabul etmeme
izin verirsen harika olur.
-Bir bardak şarap ister miydin?
-Evet, şarap. Şaraba bayılırım.
Sadece seni bir kez öpecektim.
Peki.
Münasebetsiz bir durum oldu.
Hatırlarsın...
Hala birbirimizi tanıyor olursak,
doğum günlerimiz için Paris'e gidelim demiştin.
Şey..
Hala birbirimizi tanıyoruz.
Bu doğru.
Ama Harry, senden altı aydır haber almadım.
Evet. O akşamüstü seni Dansçı Henry'lerin
olduğu tiyatroda gördükten sonra...
-Evet....
-Hayır. Komikbir hikaye.
-Bir kriz daha geçirdim.
-Üzgünüm.
Birşeyim olmadığı ortaya çıktı ama
ben ölmek üzere olduğumdan emindim.
Acil servisteki doktor boşalmam gerektiğini söyledi.
Ben de öyle yaptım.
Oradan çıktım ve hayatımı değiştirdim.
Şirketlerin çoğunu sattım, bavullarımı topladım
ve Karayipler'de bir adaya yerleştim.
Tüm bu zaman boyunca orada mıydın?
Karayipler'de?
Aslında, hayır.
Varalı daha altı saat olmuştu ki,
beni hasta eden şeyin tedavisinin
Karayipler'de çürümek olmadığını farkettim.
Ben de başka tür bir yolculuğa çıkmaya
karar verdim.
Geçmişime doğru bir yolculuğa diyelim.
Geçmişine.
Tanıdığım bazı kadınları ziyaret edersem
nasıl bu hale geldiğimi anlayabilirim diye düşündüm.
Vay.
Vay. Oldukça ilginç bir yolculuktu.
Bayanların bazıları bırak benimle konuşmayı,
beni görmeye bile pek istekli değillerdi ama...
Birgün şansım döndü.
Bir tanesi bana açıldı.
Söylediklerini dinlemek kolay değildi ama direndim
ve dinledim. Ve daha dikkatle dinledim.
Ve farkettiğim şeylerden biri şu oldu:
kuşaklar dolusu kadına kapatma şansı veriyordum.
Kendi hakkında aynı hikayeyi defalrca dinlediğinde,
hayatın toparlanmaya başlıyor.
Hepsini bulmam aylarımı aldı.
Bir düzine eyalet gezdim ama...
En uzun yolu seni görmek için yaptım.
Buna inanamıyorum.
Ben de.
-Doktor?
-Harry?
-Nasılsın?
-İyi.
Seni gördüğüme sevindim.
Ben de.
Sana onun da geleceğini söylemeliydim
ama hikayene öyle dalmıştım ki...
Özür dilerim.
Ne hikayesi?
Belki başka bir sefer anlatırım.
Galiba oyununu görmeliymişim.
O zaman bu hikayenin sonunu bilirdim.
-Evet. Beklenmedik bir son, değil mi?
-Evet.
Burada ne yapıyorsun?
Tatile çıktım.
Ocak ayında Paris'i hiç görmemiştim.
Seninle karşılaşmak inanılmaz birşey.
İyi görünüyorsun, Harry.
Öyle. Harika görünüyorsun.
Altı aydır sedyeye yatmadım,
bu da birşey.
-Şehirdeki bütün mağazalara girip çıktım.
-Ne?
Bu kadına uygun bir hediye bulmak imkansız
ama sanırım sonunda doğru hediyeyi buldum.
Mutlu yıllar, bebeğim.
-Yatarken açacağım.
-Hayır, hayır. Siz...
-Ben gideyim de, başbaşa kutlamanızı yapın.
-Harry, lütfen, hayır. Kalabilirsin.
-Yemekte bize katıl.
-Yapamam. Gerçekten.
Neden?
Gideceğin biryer mi var?
Mutlu yıllar sana.
Mutlu yıllar sana.
Mutlu yıllar sevgili Erica.
Mutlu yıllar sana.
Bir dilek tut.
-Bu gece biz bir araya getiren kaderin güçlerine.
-Kaderin güçleri. Çok güzel.
Ne yapıyorsun?
Sen sigara içmezsin ki.
Kulüpteyiz.
Nasılsa zaten pasif tiryakilikten öleceğiz.
Bu kadın mükemmel ama
içkiye karşı dayanıksız.
Böyle yapmayı seviyorum.
-Ben de.
-Ben de.
Eğer bu hikayeyi yazıyor olsaydım,
tam burayı yazardım. Zor bir durum.
Tatlım, bunu yazıyor olsaydın,
ben ölmüş olurdum.
Bu onu her zaman eğlendirmiştir.
-Hayır, Harry. Lütfen.
-Hayır, hayır, hayır.
-Lütfen, izin ver.
-Doktor, ısrar ediyorum.
Partinizi bastım.
En azından doğum günüde yemeği ben ısmarlıyayım.
Teşekkürler.
Saat kaç?
-En ufak fikrim yok.
-Bir dakika...
Ben de. Ben de.
-Sen sanki benimkiyle güzel mi görünüyorsun?
-Ne zamandır o gözlüğü aradığımı biliyor musun?
Evet, biliyorum.
Çok teşekkür ederim.
Özür dilerim.
Teşekkür ederim.
Bir kez daha.
Kapatma.
-Şey...
-Harry, buna sen binsene.
Hayır, hayır. Ben yürüyeceğim.
Siz, ikiniz, binin.
-Harry.
-Doktor... Herşey için teşekkürler.
Kendine iyi bak.
Çok eğlendim ve seni gördüğüme çok sevindim.
Seni görmek çok güzeldi.
-Bak... Erica... Eğer...
-Hayır.
-Kendine iyi bak, Harry.
-Bakacağım. Sen de kendine iyi bak.
Soğuk, değil mi?
Bak, kim kız oldu?
Başka?
-Julian nerede?
-Otelde.
Beni seninle gördüğünde
hala sana aşık olduğumu anladığını söyledi.
Buna ne diyeceksin?
Eğer bu doğruysa,
artık bir hayatım var.
Neden buraya geldin, Harry?
Kalp krizini atlatmak kolaymış.
Sen...
hiç kolay değilsin.
Sonunda herşeyi anladım.
63 yaşındayım ve...
aşığım...
hayatımda ilk kez.
Buraya bunu söylemeye geldim.
Harry!
Teşekkür ederim.
-Sanborn.
-Bay Sanborn.
Dört...
buçuk.
Masanız hazır.
http://groups.yahoo.com/group/izmirdivx