Tip:
Highlight text to annotate it
X
Çeviren=Dante66
www.paylashturk.com
1930'larda Çin sivil savaş
nedeniyle bölünmüştü.
Japonlar kısa sürede, ülkenin
büyük kısmını işgal etmişti.
Avrupa'nın lüks ama gözden düşmüş şehri
Şanghay’ın merkezine dokunmadılar.
1937'de, Japonlar Şanghay’ın birkaç saat
batısındaki başkent Nanjing'e kanlı bir...
...saldırı başlattılar.
Dünya savaş muhabirleri Japon
ordusunu geçip, Nanjing'e bir giriş...
...yolu bulma umuduyla
Şanghay’a hü*** ettiler.
Onlardan biri George Hogg idi,
genç, tecrübesiz bir İngiliz.
Bu film de onun hayat hikayesine
dayanıyor.
"Genç Hıristiyan Erkekler Birliği
Şanghay, 1937 Aralık"
Birkaç atış yapmaya ne dersin?
Delirdin mi?
Belki de.
Gemide beş gün tıkılı kaldım.
Senin için üzgünüm, dostum,
ama ben gücümü korumalıyım.
Ben... salı günü evleniyorum.
Harika.
Nanjing'ten zamanında dönersem tabii.
Kızıl Haç için araç
kullanacağım.
Gerçekten mi?
Nanjing'e mi gidiyorsun?
Evet. Düğünümden 2 gün önce.
Buna içmek için bahane derim.
- Tamam.
- Belki de planlarına yardım edebilirim.
Tamam.
Tekrarlıyorum. Nanjing basın'a kapalı.
Japonlara sor. Onların kararı.
Bizim değil.
Barnes!
Bu benim iyi bir arkadaşım, Andy...
...Fisher.
- Fisher. Harika biri.
Kız arkadaşını görmek için geldi.
Ben George Hogg.
- Merhaba, Papatya.
- Roger Appsley ile tanış.
İngiliz elçiliğinden nankör
bir pislik.
Bay Fisher'la ben
daha önce karşılaşmıştık.
Hey, işte buradasınız!
Pardon, beyler.
Bu kız arkadaşı mı?
Salı günü onunla evlenecek.
Salı günü burada olmayacak.
Sabah doğrudan kendini
cehenneme götürüyor.
Seni piç! Ona Nanjing'e
geçiş izni mi ayarladın?
Barnes!
Ne kadardır birbirimizi tanıyoruz
pislik herif? 10 yıl mı?
Affedersiniz, Bay Appsley?
Hadi, Barnes.
O basından değil.
Andy Fisher. Kızıl Haç.
Bu yüzden geçiş izni var.
Andy Fisher ile bir anlaşma yaptım.
Kızıl Haç kağıtlarını
ve kamyonunu bana verdi.
Bunlar bizi Nanjing'e sokacak.
Barnes, haber bizim.
Ben Andy Fisher.
Sen de David Barcley.
Biz Kızıl Haç'ın
yetkili şoförleriyiz,
Nanjing'e tıbbi malzeme getiriyoruz.
Bunun içinde...
Andy Fisher aşık, Barnes.
Evlenmek istiyor.
Şimdi herkes mutlu.
Tanrım, siz delisiniz!
Kahretsin! Eddie!
Eddie?
Eddie Wei. Arkada.
Biliyorsun. Ulusal Basın'dan
fotoğrafçı.
Kim olduğunu biliyorum.
Ama burada ne arıyor?
Bizimle gelmeye can atıyordu.
Saatini bir saat ileri al, Papatya.
Şimdi Tokyo zamanındayız.
Tokyo'da ne derler bilir misin?
Çinlilere yardım etmeye
çalışıyorlarmış.
Ama burada herşey karışık.
Savaş lordları, ahlaksızlık,
sivil savaş.
Milliyetçiler komünistlere karşı.
Yeniden düzeni kurmaya
çalıştıklarını söylüyorlar.
Hepsi saçmalık.
Çin'e savaş açmadılar.
Neden Çin'e savaş açmadıklarını
söyleyeyim.
Çünkü savaş ilan etmedikçe,
yakaladıkları Çinli askerlere savaş
esiri muamelesi etmek zorunda değiller.
Hiçbir lanet kurala bağlı
olmadan oynuyorlar.
Japonlar zalim değiller.
Ama Çinlilerin öyle
olduğuna karar verdiler.
Şunlara uzunca ve iyice bak, Papatya.
Binlercesi,
ve hepsi Nanjing'ten geliyor.
Sıradaki büyük savaş başladı bile.
Bizimkilerin hala haberleri yok.
Dur!
Kağıtlarda ikimizin de
Amerikalı olduğu yazıyor.
Amerikan şivesi konuşmaya çalış.
Elbette, yaşlı dostum.
Kızıl Haç'a ait...
İngiliz Hükümetinin gönderdiği
malzemeleri taşıyoruz.
Bunlar aranmalı.
Asker.
Araca geçin.
Affedersiniz, teğmen.
Bu malzemeler sterile edilmiş.
Adamlarınızın...
bu malzemelerin...
sağlam teslim edilmesi gerektiğini
anladıklarını sanmıyorum.
Bu kadar yeter. Çekilin.
Devam edin.
Yarın gece 09.00'dan
önce dönmezseniz,
siz olmadan giderim.
Tamam.
İyi şanslar, Eddie.
Hazır ol!
Bana bir sigara ver.
Artık güvendesin.
Adın ne?
Milliyetin ne?
İngiliz?
Ve sen gazetecisin?
Bunu nasıl bildin?
Gazeteciler dışında kimse
Nanjing'e gelip de
silah olarak spor ceketten
başka birşey taşımaz.
Düşman birlikleri 6 blok ötemizde.
Burası neresi?
Neler oluyor, siz kimsiniz?
Burası vergi dairesi.
Ve benim adım Chen. Han-Sheng Chen.
Han-Sheng Chen?
Jack diyebilirsin, istersen.
Seni neden öldüreceklerdi?
Japonlar aslında İngilizlere dokunmazlar.
- Görmemem gereken bir şey gördüm.
- Anladım.
Fotoğraf çektim ve onları buldular.
Şüphem yok.
Cehaletimi mazur görün,
ama vergi dairesinde ne yapıyorsunuz?
Dışarıda insanları öldürüyorlar.
Burada sayımız zaten az.
Ayrıca Japonların daha
iyi silahları var.
Bu yüzden, başka bir gün savaşacağız.
Tut şunu...
Ama gitmeden önce birkaç
binayı bombalamayacağız.
Japonlar çok tertiplidir.
Şehrin sicilini değiştirmemizden
nefret ediyorlar.
Hadi gidelim. Çabuk...
Teşekkür ederim.
Beni orada bekle.
İngiliz Konsolosluğu'na
gitmeye çalışacağız.
Belki onlar seni Nanjing
dışına çıkarabilir.
Gitmek zorundasın.
Dünyaya burada neler
olduğunu anlatmalısın.
Bu kısma bayılıyorum.
Hadi. Arkadaşların bu tarafa gelmeli.
Sakin ol, Papatya.
İznim var.
İznim var, cebimde.
Vur onu!
Yapabileceğimiz birşey yok.
Vur onu!
Çok sabırsızsın, George.
Vur onu... Vur onu...
Hey...
Oldukça kötü vurulmuşsun.
Öyle mi? Hiçbir şey hissetmedim.
Soğuk acıyı kesmiş olmalı.
Kanının çoğu Yangtze nehrine
gitti. Ama...
yaşamana karar verdim.
Hayatını kurtardığı için
ona teşekkür edersin umarım.
Bir kere daha teşekkürler.
Bana diyordu. Değil mi Lee?
Demek. Oxford mezunusun.
- Ne?
- Uykunda çok konuşuyorsun.
Peki ya sen?
İngilizceni Berlitz'de öğrenmemişsin,
doğrusunu söylemek gerekirse.
West Point Askeri Akademisi.
- Seni komünist sanmıştım.
- Öyleyim.
Kendin bul.
Ve bunu yaparken de Çin hakkında
daha çok şey öğrenirsin.
Senin yabancılara yardım edecek
bir tip olduğunu hiç düşünmemiştim.
En azından erkeklere.
Onu orada bırakamazdım, değil mi?
Çok fazla hareket edemeyecek,
en azından bir ay.
Onu Şanghay’a geri götüremem.
Tamam, Bayan Pearson.
Allah aşkına söyler misin,
1.80 boyunda Oxford mezunu,
tek kelime Çince bilmeyen,
biri ile ne yapacağım?
Jack!
Hiç Huang-***
diye bir yer duydun mu?
Biliyorsun Çin'e mühendislik
öğretmek için dönmüştüm.
Şimdi köylülere herşeyi
havaya uçurmayı öğretiyorum.
Doğrusunu istersen, bu daha eğlenceli.
Gerçekten mi?
Gerçekten. Etrafı dolaşıp
direnişi organize ettim,
ve Japon ordusundan önde
olmaya çalıştım.
Yarın gitmem gerek.
Beni de yanında götür.
Daktilo yazmak için ne kadar
sağlıklı olmam gerek, tanrı aşkına?
Senin için endişelenmiyorum.
Seni etrafta taşımak zorunda
olan zavallıları düşünüyorum.
Ama kuzeybatıda bir yer var.
Adı Huang *** olan.
Orada oldukça iyi malzeme
bulabilir,
Ve iyileşirken Çincen üzerinde
çalışabilirsin,
ön saflara gitmeden önce.
Kendimi tanıtmama izin ver.
Adım Balkabağı.
Çok iyi.
Anladın mı?
Kesinlikle anladım. Dedin ki;
"Kendimi tanıtmama izin ver"
"Ben bir balkabağıyım"
Bu bölge komünistlerce
kontrol ediliyor,
burası da milliyetçi
kardeşlerimiz tarafından.
Sen Pao-Chi'ye kadar
trenle gideceksin,
ve Huang *** buralarda bir yerde.
Gideceğin yer burası.
- Chen?
- Hey! Yere yat!
Sorun ne?
Bunlar Japon değil
Hayır, değiller.
Çan Kay Şeyk'in hükümet kuvvetleri.
- Milliyetçiler mi?
- Evet.
- Kardeş olduğunuzu sanıyordum.
- Bazen.
Japonlara karşı birlikte
savaştığınızı sanıyordum.
Onların işine gelince,
ya da bizim.
Bu da o anlardan biri. Ya da...
...belki değil.
Burada ne yapıyorlar?
Onlar askere alınanlar.
Güneyden.
Onları evlerinden uzağa
götürüyorlar,
böylece kaçma ihtimalleri
düşük oluyor.
Kapana kısıldılar...
Koş. Çabuk!
Bayım, sigara lazım mı?
Merhaba!
Merhaba!
Burada sorumlu kim?
Bu sorumlu kişi için.
Dedim ki,
bu sorumlu kişi için.
Saygıdeğer Efendim...
Zevkle size tanıştırmak isterim ki...
büyük Oxford Üniversitesi mezunu...
George...
Domuz.
Burada sorumlu benim, Bay... Domuz.
Burada "domuz" diyor
Nasıl oluyor da İngilizce konuşuyorsun?
Diğerleri gibi köylü değilim ben.
Adım Liu ***-Kai.
Babam hükümette memur.
Merhaba!
Sadece tencere yemek yapmaya yeter mi?
Gel, bak.
Hiçbir şeyim yok... bak.
Bütün olan bu.
Yetişkinler.
Öğretmenler.
Nerede?
Gittiler... hepsi gitti.
Pirincin var mı?
Kalk!
Kalk!
Hadi!
Kim var orada?
Bayan Lee.
Çocuklar İngiliz'i incitecekler.
Bu kadar yeter!
Ona bir daha dokunursanız,
buradan sonsuza dek giderim.
Blöf yapıyor.
Blöf yapmam için bana
iyi bir sebep söyle, ***-Kai.
Burası. Bırak da bir bakayım.
Sen şu hemşiresin, değil mi? Lee...
Lee Pearson.
Nasılsın? Ben George.
Kim olduğunu biliyorum.
Seni buraya göndermek benim fikrimdi.
"Büyük Oxford Üniversitesi mezunu"
Jack Chen iyi bir tanıtım yapmış.
Sana "Domuz" demesinin dışında.
O kadar komik değil.
Çok kötü bir çocuk, oradaki.
Sebebini biliyorum sanırım.
Babasının başının kesildiğini gördü,
annesi tecavüze uğradı
ve başı kesildi,
kız kardeşi de tecavüze
uğradı ve başı kesildi.
Sonra da onu makineli tüfeğin
önüne koydular.
Çok zeki bir çocuktur.
Yanındaki adamın vurulduğunu
hissedene kadar beklemiş...
Yeter, lütfen.
Nanjing. Ben oradaydım.
Jack söyledi.
Bu yüzden burada
iyi olacağını düşündüm.
Sana bir Çinli ismi lazım.
Onlarında kolayca söyleyebileceği.
Ho-ke.
Burada kalacağımı düşünüyorsan
aklını kaybetmişsin.
Dünyanın öbür ucundan...
...vahşi çocuklara bakıcılık
yapmaya gelmedim.
- Peki.
- Sabahleyin,
eğer savaşın nerede olduğunu
gösterirsen, ben de giderim.
Tamam dedim.
Neden sana itaat ediyorlar?
Burada her zaman insanlar ölür.
Tifüs, kolera, tetanoz.
Herhangi birisi bana bulaşırsa,
Onlara diyorum ki:
'Bir gün yaralanırsınız.'
'Önemsiz olduğunu sanırsınız.'
'Ertesi gün ateşle uyanırsınız.'
'Üşüttüğünüzü sanırsınız. Hepsi bu.'
'Kısa bir süre sonra kemikleriniz ağrır,
çeneniz kilitlenir,
dişleriniz birbirine geçer... '
'... ve yavaşça, çok,
çok yavaşça, tetanozdan ölürsünüz.'
Burada olduğum zamanlarda çantamda
onlar için aşı var.
Gidersem, benimle
birlikte çantam da gider... Yani...
Kim benimle uğraşabilir ki?
Neden okulu kapatıp,
çocukları evlerine,
ailelerinin yanına göndermiyorlar?
Burası bir okul değil.
Okul gibi gözüküyor.
Burası bir yetimhane.
Buradaki herkesin,
*** Kai gibi bir hikayesi var.
Şimdi savaşını bulmak mı istiyorsun,
Mr. Hogg? Etrafına bir bak.
Çünkü onların bir öğretmene
ihtiyacı yok.
Onlara hayata önem vermelerini sağlayacak
biri lazım, yaşasalar da, ölseler de.
Yataklar bit dolu.
Çocuklarda.
Ne kadar güzel.
Şaka değil.
Bitler tifüs taşıyor.
Tamam. Şimdi çocuklar için.
Ne yapacaksın?
Onları kaynatacak mısın? Ne güzel!
Pire tozu.
Daha önce hiç elime almadım,
ama onlara acıtmayacağını anlatmanın
bir yolunu bulmalıyız.
Eminim bir yolunu bulursun.
Ho-Ke'nin biti var.
Kaşın.
Bu bitler onu hasta edecek.
Bu pudra bitleri öldürecek...
ama onun canı yanmayacak.
Gülümse.
Ho-Ke çok mutlu.
Şimdi kıyafetlerini çıkar.
Tanrı aşkına, daha
önce görmediğim bir şey değil.
Ne yapıyor?
Eller...
Yavaşla.
Yapma sakın, su çok soğuk.
Bu senin için, George.
Şanghay’ dan beri gerçek
bir kahve içmemiştim.
Neden, Çin peki?
Çünkü başı dertte.
Çünkü bizim orada herkes
her an çıkabilecek...
sıradaki savaş haberini bekliyor.
Tavan arasında sıkışıp
fırtınanın geçmesini beklemek gibi.
Önce Amerika'ya gittim.
2 kere ülkeyi otostopla gezdim.
Ama onlar deliklerinde bizden daha
derine saklanıyorlardı.
"Savaş mı? Ne savaşı bayım?
Burada bunalımdayız biz."
Ve sonra Japonya'ya gittim.
Biraz Japonca öğrendim.
Ve onlar da savaş istemediklerini
söylüyorlar.
Sadece onlara sor.
Ve sonra da Nanjing'e gittim.
Ve konuşulamayacak şeyler gördüm.
Chen'e o adamı öldürmesi için
yalvardım.
İçimde bu kadar nefret
olduğunu bilmiyordum.
Herkes bazen nefret hisseder.
Hayır, biz hissetmeyiz.
Benim ailem barışseverdir.
Ve öyle, bildiğin normal
barışseverler gibi değiller,
bu konuda ünleri bile var.
Annem Ghandi ile çay içmişti.
Ve babam da son savaş sırasında
hapse girdi.
Tanıdığım en cesur adamdı.
Ve şimdi yanıldıklarını düşünüyorum.
Sanırım kavga edilmesi gereken
zamanlar da var.
Uyuyamadın mı?
Ben de.
Çocuklardan biri ishal.
Ortalık batmış.
- Bu arada, katır sende kalabilir.
- Gidiyor musun?
Uğramam gereken birkaç
tıbbi merkez var.
Buraya sadece tahılları bırakmak
için gelmiştim.
Tahminimce size 3 hafta yeter.
Ondan sonra, onlara başka
bir şey bulmalısın.
Sana bağlı.
Ama, ne zaman döneceksin?
Mayıs.
Ama Marttayız!
Çocukların hepsi aynıdır, George.
Sıcak, temiz, güvende ve
tok olmaları gerekir.
Şimdi bunlardan birini başarabilirsen,
oyunda öne geçersin.
Şimdi, beni dinle.
Ben burada kalmıyorum.
Başka birini bul!
Başka kimse yok.
Kalmak zorundasın, George.
Baş belası.
Buraya gel.
Al işte.
"Donanımlı ama silahsız da büyük
savaşlar kazanılabilir. - Tao Ching-"
Rüzgardan korur.
Yırt şunu.
Sen! Gel ve bana yardım et!
Evet, sen. Gel.
Teşekkürler.
Taşlar.
Sandalye.
Sandalye.
Öğrenci.
Öğrenci.
Öğrenci. Bu sensin.
Öğretmen.
Sanırım bu da benim.
Öğrenci. Öğretmen.
Tüccar ***'ı arıyorum.
Tüccar ***'ı nerede bulabilirim?
- Az ileride evi var
- Teşekkürler.
Merhaba, adım Hogg
Tüccar ***'ı arıyorum.
Lütfen evimin sefil durumunu
mazur görün, Bay Hogg.
Kötü günler geçirdi.
Savaş mı?
Savaş. Devrim.
Ayrıca kumar. Ayrıca afyon.
Para harcamanın birçok yolu var,
ama geri kazanmanın yok.
Sadece geçerli paraları alıyorum.
Sadece Çin dolarları ile
ödeyebiliyorsanız, o zaman fiyat,
korkarım, iki katına çıkacaktır.
Sebze olarak ödemek isterim.
Sebzeler geçerli bir para birimidir.
- İngiliz espri anlayışı.
- Bize yemek ve tohum verin,
bütün işi biz yapalım.
Siz de mahsulden payınızı alın.
Mahsul bozulabilir, Bay Hogg.
Bu nedir?
Durham buğdayı.
Geçen seneki ürün.
Kırmızı mercimek.
Bu iklimde bunlar yetişmez sanıyordum.
İş yapabiliriz.
Lütfen tekrar gelin, Bay Hogg.
Ve Bayan Pearson'a da
selamlarımı iletin.
Evet, elbette.
Umarım Tanrı bizi duyar,
ve mahsulümüz verimli olur.
Geri dönmek güzel.
Eminim memnun olacaksınız.
Wei-Ping.
'Dohh'
İngilizce söyle.
Bu köpek.
Doh.
Köpek.
Kö-pek.
Köpek.
Köpek.
Köpek.
Köpek.
Korkmayın.
Köpek...
Köpek...
Köpek...
Işıklar niye gitti?
***-kai! Yapma!
***-Kai...
Onu kurtaramayacaksın, biliyorsun.
Sadece vereceği zararı
azaltabilirsin.
Fazlası olmaz.
Seni neyin buraya getirdiğini
bana söylemedin, Lee.
Özgürlük, sanırım.
Ve sonra ne oldu?
Karanlık bir mezbelede,
kafama yüzyılların birikintisi
kurumlar dökülürken...
...mum ışığında organ kesiyordum.
O zaman cerrahsın?
Bir adam kangrenden ölürken,
kim olduğunun pek önemi yok.
Hele de kimse yokken,
yapılması gerekeni sen yapıyorsan.
Gerçekten hemşire de değilim.
Tıpkı senin gibi. Sen de gerçek bir
öğretmen değilsin.
Çin'de hepimiz farklı bir şeyiz.
Bu yüzden geldik.
Manila'da bir asker karısı olacaktım,
ama briç oynamayı bilmiyordum.
Hayat çok garip.
Vay canına?
Tek hazinem.
- Dans eder misin George?
- Hayır.
Hadi ama. Eminim edersin.
Seni görmek güzel, Lee.
Kalacak mısın?
Sanırım.
Bir süre. Ya sen?
Sanırım.
Evet.
Hiçbir şey bilmiyorsun!
Seni aptal Gansu köylüsü.
Şuna bir bakalım.
Bırak bakayım...
Bu korkunç.
Dişlerini her gün fırçalamalısın.
- Ching...
- Yapabilirsin, iyisin. İyisin.
"Yaşlı ve amaçsızdım."
"Vadilerde ve tepelerde"
Ho-Ke...
"Nereye gittiğini bulup,"
"Ellerine sarılıp, dudaklarını öpecek..."
"Ve çimenlerde onunla yürüyecektim."
Ching?
Tamam.
Güvendesin.
Kimse sana zarar vermeyecek, Ching.
Jing Amca bugün nasıl?
Tümörü daha kötü,
ve daha fazla afyon istiyor.
Bu artık onu öldürür.
Belki bu o kadar
kötü bir şey olmaz.
Bugün,
Milliyetçilerin afyon sorunumuza
bir çözüm bulduğunu duydum.
Bütün bağımlıların başını keseceklermiş.
Ben de aynı şeyi duydum.
Bağımlıları ve ticaretini yapanları.
Japonlar, Çinli olduğun
için başını kesiyor.
Evet, Bayan Pearson.
Sizin için ne yapabilirim?
Biraz sülfür tozunuz vardır
diye ummuştum.
Kimsede sülfür tozu yok.
Japonlarda bile.
Arkadaşın için üzücü olmalı.
Çocuklar dışında konuşacak
kimsesi yok.
Sanırım, yalnız hissediyordur.
Sanırım, iyi hissediyordur.
Öyle söylüyorsun, çünkü
hiç yalnız kalmamışsın.
Eğer yalnız olduğunu düşünüyorsanız,
gidip ziyaret etmelisiniz.
Sorunları olmayan insanların
problemleri için hiç vaktim yok.
Morfine benzer neyiniz var?
Hepsi bu kadar mı?
Hayır. Ama tek müşterim sen değilsin.
Onun yerine afyon al.
Afyon için ne dediklerini bilirsin.
Acıyı hala hissedersin,
ama artık canını yakmaz.
Altı ay önce kirliydiler,
açtılar, hastaydılar...
ve kimse onları umursamazdı.
Ama şimdi...
Çok etkilendim.
İtiraf etmeliyim ki, Bay Hogg,
başarabileceğinizi ummuyordum.
İtiraf edeyim ki Bayan ***,
ben de ummuyordum.
Umarım küçük bir hediye verme
onurunu bana bağışlarsınız.
Tanrım, bu İngilizce.
Nereden aldınız?
Misyoner vermişti bana,
iyi bir kız olduğum için.
"İpek yolu"
2000 yıldan uzun bir süredir
Batı ve Doğu'nun bağlantısı.
Size uygun gibi gördüm.
Teşekkür ederim.
Dostluğumuzu mühürlesin.
Evet.
Nereden geliyorsunuz?
Lingbao.
Lingbao?
İki gündür yürüyoruz.
Japon uçaklarından nefret ediyorum.
Korkma, geçip giderler.
Adı ne?
- 4 numara.
- 4 numara.
Ve bunlar... bakalım...
1 numara.
2 numara.
3 numara.
4 numara!
Yatın!
Geri geliyor, onlar da kim?
Uyumaya çalış.
Hayır. Hayır.
Lao Si.
- Ching?
- Çok ufakmış.
Evet, öyle.
Yaralı değil!
Yaralı değil!
Götürün buradan!
Yiyecek bir şey verin!
Bugün, burada 40 tane, hayır,
50 tane adam vardı,
Üniformalara yapışmış kemik yığınından
başka birşeye benzemeyen adamlar.
Açlıktan ölüyorlar,
vurularak değil, Jack.
Milliyetçiler kendi ordusunu
aç bırakıyor.
Burada olmamızın ne anlamı var?
Yok.
Japonların Lingbao'yu
ele geçirmesine izin verdiler.
Tahliye için emir aldım.
Bazı yaralılar hareket edemeyebilir.
Edebilecek olanları al.
Neden üniformanı çıkarıyorsun?
Sanırım etrafta biraz daha takılıp,
Japonlar'a hoşgeldin
partisi hazırlayacağım.
Çabuk.
Onları mümkün olduğu kadar rahat
ettireceğim. Şüphen olmasın.
Dikkatli ol.
Jack!
Bırak onu.
Ölüyor. Bırak.
George!
Tanrım, Chen!
Chen!
Altına mı işedin?
Tanrım, çocuk yatağı ıslatmış.
O nasıl?
Çok bitkin.
Lingbao. Oldukça kötüydü.
Şanslıydım.
En kötü duruma gelmeden az önce
orayı terk etti.
Japonlar buraya kadar gelir mi?
Belki.
Belki gelmezler.
Sorun şu ki,
geldiklerinde ne olduğunu gördüm.
Girebilir miyiz?
Bu da kim?
Merhaba, Ching.
Bu da... Lao Si.
Bir kurt gördüm, ama ağlamadım.
Tanrım.
Kahve?
Ve ballı kızarmış ekmek.
Bal?
Hadi, Lao Si.
Gözünü kapattığın anda,
o ekmeği elinden kapar.
Hayattaki en büyük
amacı en şişman olmak.
Bunlar sana yeter mi?
Evet.
Ching...
Hoşça kal.
Hoşça kal.
Lee...
Jack Chen burada.
Geçen hafta hastaydı.
İnanılmazsın. Biliyor musun?
Seni öldü sanmıştım.
Sıtma bu.
Yıllardır çekiyor. Hepsinde var.
Hiç ayağa kalkamayabilir.
Başına ödül koydular, biliyor musun?
Öyle mi? Ne kadar?
10.000 yuan
Söylemiştim, Jack.
30 Amerikan doları ediyor, George.
Duygularım incindi.
Buralarda o para bir servet.
6...
7...
Sessiz.
Milliyetçi ziyaretçilerimiz var.
Oyalayabilirsen oyala.
Ders bitti. Sessiz.
Japonlar avantajlı ve bize
gittikçe yaklaşıyorlar.
Eğer askerlerimiz Xian'dan
geri çekilirse...
burayı askeri üs olarak kullanma
emri verilebilir.
O zaman bu konuyu kapatabilir miyim?
Henüz emir gelmedi.
Peki, beyler, hepsi bu kadarsa,
şimdi gidebilirsiniz.
Yapacak çok işim var.
Bir şey daha var.
O işçiler...
Burada işçi yok.
Sadece çocuklar var.
Çocuklar mı?
Burası yetimler okulu.
Gerçekten mi?
Onlar çocuk mu?
Beni komünist ilan ederlerse,
okulu kapatıp, çocukları askere alırlar.
Tabii.
Ve korkarım ki bu birkaç gün
içinde olabilir.
Burada kalın.
Çıkın buradan!
Gidin. Sadece gidin!
Neler oldu?
Haydutlar.
Bugünlerde onları
kontrol edecek kimse yok.
Satacak afyonları olduğunu söylemişler,
ama paketler pislik içindeymiş.
Belki afyon satmamak daha güvenlidir.
Güvenli mi?
Hiçbir şey güvenli değil.
Sen dahi.
Senin güçlü, askerliğe müsait
çocukların var.
Bir sürü şişman koyunu olan
çiftçi gibisin.
1, 2, 3...
Dur. Geriye dön.
Onları nereye götürmeliyiz sence?
İpek yolu'na.
Dağlardan mı?
Kar ve çocuklar,
4000 metrede?
Bu delice.
Aslında, onları daha da ileri götürmeyi
kastetmiştim. Lanzhou'dan da ileriye.
Shandan'ı duydun mu hiç?
Shandan, Gobi Çölü'nün yanında.
Buradan 1.000 km. Kadar uzakta.
1.000 km.
Hogg, orada hiçbir şey olmayabilir.
Kesinlikle. Orada hiçbir şey yok.
Kimsenin gitmek isteyeceği
bir yer değil.
Güvende olabilecekleri bir yer.
Chen, Yellow River'a
kadar bizimle gelecek.
Sonra komünist arkadaşlarına
katılmak için Yenan'a gidecek.
Ya sen?
Ne olmuş bana?
Jack ile gidecek misin,
ya da bizimle kalıp
Shandan'a mı geleceksin?
Bana bunu mu soruyorsun?
İçinde muhteşem bir hırs var,
şuradakinin.
Birliğime katılırken onu da
beraberimde götürmek isterim.
Hayır.
O çocuk değil.
Haklısın. Çocuk değil.
Uzun bir zamandır, çocukluğunu yaşamadı.
İnanıyorum ki her biriniz,
tanıdığım en güçlü insanlarsınız.
Tanrım, bir keresinde beni bile
korkutmuştunuz.
Burayı bırakmak çok zor.
Biliyorum.
Ama, bir şeyi hatırlamanızı istiyorum.
Bunu kendiniz başardınız.
Tekrar yapabilirsiniz.
Her yerde, her zaman.
Sargı bezleri.
Japonlardan ele geçirildi.
Her bir tanesi, kolaylık için,
bir tablet morfinle steril edilmiş.
Kolay iş, ha?
Bizden kimse yaralanmayacak.
Bu bir emirdir.
Hayır. Onu ben alırım.
Takas için bir şeylerimiz
olduğu sürece hayatta kalırız.
Evet, bence de.
Ama, yine de, bu çok azim ve
cesaret isteyen bir şey.
Çok olağanüstü bir adamsınız, Bay Hogg.
Sizinle iş yapmaktan çok memnun kaldım.
Bu adetlerinizden midir?
Önemli bir bayana veda ederken.
Hoşça kalın Bay Hogg,
ve elveda.
- Hang-Ger!
- Burada.
- Zuien-ze!
- Burada.
- Xiao ***!
- Burada.
- Rou-Ding...
- Burada.
- Lao Tung...
- Burada.
Muriel!
- Lao Da...
- Burada.
- Lao San...
- Burada.
- Lao Er...
- Burada.
- Lao Si?
- Burada.
Yu-Lin...
- ***-Kai...
- Burada.
Yu-Lin!
Oh, Yu-Lin...
Yu-Lin?
Yu-Lin. Önemli değil.
Yeni bir bahçe kurarız.
Yu-Lin?
Yu-Lin...
Ching...
Mutlu olduğunu sanıyordum.
Gerçekten.
Ama en son mutlu olduğu zaman
neler olduğunu bilemeyeceğiz.
Belki birisi, annesi veya babası
veya kız kardeşi ya da her kimse,
"Ching, buradan gitmeliyiz" dediğinde,
kötü birşeyler olmuş.
Hayal bile edemeyeceğimiz
kötülükte bir şey.
Ayrıca silinmiyor.
Asla silinmiyor, bu duyguyu bilirim.
Ama tüm bunlar,
Çiçekler ve bal, ve...
Unuttum.
Özür dilerim, Ching. Unuttum.
Sessiz olun...
Hadi, çocuklar. Hadi!
Sessiz, çocuklar. İşte böyle.
Eğer kurt seni uyandırırsa,
sakın korkma.
- Ona sana söylediğimi söyle.
- Tamam.
Biliyorum. Hadi gidelim.
Ver, ben alayım.
Gel bakalım uykucu. Sshhh...
O silahı sen mi verdin ona?
Bırak kalsın, George.
Onun özü bu.
Diğer tarafta mı?
Diğer tarafta. Köyün girişinde.
Teşekkür.
Köyün diğer tarafında terk edilmiş
bir çiftlik evi varmış.
Orada kamp yapabiliriz.
Ayrıca, 2 gün önce, Japon askerleri
gördüğüne yemin ediyor.
***-Kai. Uyumaya git.
Nöbeti ben alırım.
Shikai, beni duydun mu?
Oradalar.
Kokularını alabiliyorum.
Silahlarınızı atın!
Silahlarınızı atın!
Eller yukarı!
***-Kai!
***-Kai! Kapı!
Onları öldürmek zorundayız,
biliyorsun.
Hayır.
Aptal olma, George.
Onlar keşifçi.
Eğer kaçarlarsa,
tekrar birliklerine katılırlar.
Ben yaparım.
Olmaz dedim!
***-Kai!
Devam et. Yürü.
Silk Road'a vardığımızda,
bizden ayrılmanı istiyorum.
Hadi, çocuklar!
Devam edin!
Senin olsun.
Devam edin.
Neden durdunuz?
Tamam.
Saygılarımı sunarım, Sayın komutan.
Bu gördükleriniz mülteci. Onları
kuzeyde güvenli bir yere götürüyoruz.
Belgeleriniz?
Belgemiz yok.
Yüklerini arayın.
Tanrım...
Komutanım, şuna bakın!
Bizim birliğe ait.
Hayır!
Hayır!
Hayır!
Onu bulduk.
Doğru söylüyor.
Orada ölü bir askerden aldık.
Lütfen bize inanın.
Almamalıydı.
Hata yapmış, tamam.
Ama o sadece bir çocuk.
Lütfen bu çocuğu affedin.
Nerede buldunuz?
***-Kai! Hayır.
***-Kai! Silahı bırak!
Sessiz!
***-Kai!
***-Kai! Araba!
***-Kai!
***-Kai!
Buraya gelmeyin.
Gidelim!
Lee, bunların içinde
morfin var dememiş miydin?
Lee!
Lee, neredesin?
Buradayım.
Acele et!
Sadece bunlar kaldı.
Ne?
Uyuyor mu?
Artık uyanmayacak.
1 ya da 2 saat içinde ölecek.
Uyu, ***-Kai.
Her şey yolunda şimdi.
Git onları bul. Tamam mı?
Git aileni bul.
Uyu... Uyu...
Tamam. Yavaş... yavaş...
İyi olacaksın.
Ortak bir yönümüz var seninle, George.
İkimiz de iyi ailelerden geliyoruz.
İdeallerimizi uygulama lüksüne sahibiz.
Lee... farklı olan o.
İdeallerin onun için bir anlamı yok.
Kalbinde bir yerde birşey saklı.
Acılarını hissetmeden, bu insanlara
bakamıyor.
Ama bunları çok izleyince,
kendi ağrısı için afyon alıyor.
Hiç "Acı Denizi" sözünü duydun mu?
Çin'in eski ismi.
Çinliler en iyi yaptığı şey, katlanmaktır.
Kafamızı su üstünde tutmaya çalışıyoruz.
Hepsi bu.
Ne zaman acı denizi bizi içine çekerse,
Katlanırız.
Ama biliyor musun,
Lee ikimizden de daha fazla Çinli.
Geleceğe inanmıyor,
çünkü Çinliler gibi,
o da bir gelecek hak ettiğini düşünmüyor.
George, ona bir gelecek
hak ettiğini göster.
Benim lanet bir aziz olduğumu sandın,
değil mi, George?
Ama, şimdi biliyorsun.
Şimdi biliyorsun.
Kesinlikle bir hanımefendi değilsin.
Cesur ve güzel bir kadınsın.
Tanıdığım en cesur ve en güzel
kadın sensin.
Benden ona elveda de.
İşte Sarı Nehir.
Ve hemen yanında da, Lanzhou.
Çok büyük.
Durun!
Durun, siz ikiniz benimle gelin.
Bekleyin.
Ben Lanzhou'nun Valisiyim.
Bu Bay Chang Shengyi...
polis şefi.
60'dan fazla çocuğu alıp...
Liupan dağını tırmanmış
ve 800 km. Yürümüşsünüz.
Hedefinize varmak için?
İnanması çok güç.
Ama doğru.
Ne kadardır yoldasınız?
3 aydır!
3 ay mı?
300 km. Daha yürüyüp Shandan'a
gitmek istiyorsunuz.
Doğru.
Shandan'a yürüyerek
gitmenize izin veremem.
Söz konusu bile olamaz.
4 tane Dodge kamyonum var.
Ödünç alabilirsiniz.
Teşekkür ederim.
- Ne oldu?
- Teker patladı.
Hogg, şunu görüyor musun?
Hogg?
Hogg!
Herkes iyi mi?
Hogg, sen iyi misin?
Sadece bir sıyrık.
Tamam...
Tanrım, bizi nereye getirdin?
14. yüzyıla mı?
Bak!
İşte, şu kulenin ötesinde
Shandan.
Bay. Hogg, bu tarafa lütfen.
Bay. Hogg, beni takip edin.
Vali aradı.
Size bir bina bulmamı söyledi.
Burası "King Ashoka'nın
Saçı Tapınağı" diye bilinir.
Keşişler yıllarca önce terk etti.
Burası işinizi görür mü?
Daha yavaş...
Yanlış, böyle yapmalısın.
Kahve?
Nereden buldun bunu?
Sürpriz.
Kaybettiğimi sanmıştım...
yol boyunca dokunulmadı.
Kutlama için.
Sen iyi misin?
Grip, galiba.
Yorgunum.
Al, iç bunu, sonra seni
bir kontrol edeyim.
Aslında, ben...
Hogg!
Hogg?
Rou-Ding. Lanzhou'da bundan var,
tamam mı?
Bizde kalmadı.
Biliyorum... Ho-Ke tetanoz oldu.
Tamam, çabuk! Lütfen çabuk!
Lütfen! Çabuk!
Acelem var, çekilin.
Bekle.
Açın kapıyı!
Lee? Lee?
Evet?
Korkmuyorum.
Elbette, hayır.
Rou-Ding's serum ile geliyor.
İyileşeceksin.
Hayır.
Ama önemli değil.
İnkarcı olmayı sevmem, Hogg.
Bilirsin.
Çok şanslıydım, Lee.
Çok şanslıydım.
*** KAI
Ching...
CHING
Uzak bir ülkeden geldi...
ama ruhu bizimle kalmak istedi.
Ho-Ke bizi terk etmedi,
çünkü kendini bize verdi...
ve şimdiden sonra ne yaparsak yapalım...
her zaman...
sesini duyacağız.
Jack...
Tanrım, Jack...
Bir hafta önce öğrendim.
Lanzhou'dan birisi geldi.
Ben iyiyim, Jack.
Sana ihtiyacımız var.
Çocuklar artık güvende.
Kendi kendilerini idare edebilirler.
Lee, ben ciddiyim.
Belki bu çocukların
bana ihtiyacı yok, Jack.
Ama benim onlara ihtiyacım var.
Evet, onlara ihtiyacım var.
Yatağa işemedim,
çünkü büyüdüm artık.
Eğer Kurt gelirse...
ona "defol git, aptal" diyeceğim..."
ve o korkup kaçacak.
Ho-Ke içmeni söyledi.
Ben kahve sevmiyorum.
Ho-Ke senin içmeni söyledi.
Cesur çocuksun, Lao Si.
Cesur çocuk.
"Hogg'un çocuklarının çoğu hala yaşıyor."
"Laosi ve üç kardeşi de buna dahil."
Dördümüz Hogg olmadan
asla başaramazdık.
Bu kesin.
Kardeşlerim doğum günlerini bilmiyor.
En büyüğümüz bile bilmiyor.
Sorulunca, hepimiz "22'si" diyoruz.
Bu George Hogg'un öldüğü tarih.
Ho-Ke bize bir konuşma yapmıştı.
Tahtaya İngilizce 3 kelime yazmıştı.
Nereye gitmek istiyoruz?
"Neden?" ve "Nasıl?"
Metotları vardı.
Sonra Shandan'ın ne kadar uzak
olduğunu anlattığında,
1,000 kilometreden fazla.
Oraya kadar yürürdük;
Eşyalarımız toplanmış ve
katırlara yüklenmişti.
Hep Shandan'ın çok
soğuk olduğunu duyuyorduk.
Öyle ki, dokunsanız burnunuz koparmış.
Ve işeseniz buzdan çubuk olurmuş.
Ama Hogg o kadar kötü olmayacağına
bizi ikna etti.
Çok soğuk bir kıştı.
Ve hep buzlu ve karlı yollarda yürüdük.
2 aydan fazla sürdü.
Daha sonra insanlar buna,
"Küçüklerin uzun yürüyüşü" demişti.
Kusursuz bir adamdı.
Herkesin kusuru olur,
ama Hogg'da bir tane bulamamıştım.
Bizimle konuşurken hep gülümserdi.
Biliyordu... ve bize sevginin ve
nefretin ne olduğunu anlatmıştı.
Çin halkı, direniş esnasında...
...Çin'e yardım eden yabancıları
hatırlayacaktır.
Dünya ne kadar değişirse değişsin,
biz Çinliler, onları asla unutmayacağız.
Çeviren=Dante66