Tip:
Highlight text to annotate it
X
Andrew, ben baban.
Alo!
Beni geri aramadığın için
bunu nasıl söyleyeceğimi bilmiyorum.
Eğer beni geri aramazsan iletişim
kurmamıza olanak kalmaz.
Bunu nasıl söyleyeceğimi bilmiyorum
ama eve gelmek zorundasın.
Dün gece...
Annen dün gece öldü Andrew.
Boğuldu.
Dün gece banyoda boğuldu.
Sadece bugün on özgeçmiş geldi. Idaho'dan,
Milwaukee'den ya da Florida'dan geliyorlar.
Ve Everybody Loves Raymond'da konuk
oyuncu olmaktan daha çok istedikleri şey...
Senin işin. Bu tekrarlanamaz.
Bu bir daha olmayacak.
İki masaya bakıyorsun, otuz dakika geciktin
ve eğer bunları tekrar söylersem...
İşin Deluke Minnesota'dan
Todd Waltson'a gidecek.
Soda mı su mu?
10 numaralı garson, kulaklığını taktın mı?
101 numaralı masanın siparişini unuttun.
Neler oluyor dostum?
Mola mı verdin?
Sadece dalga geçiyordum.
Dört karorebles alacağız ve...
ben de bir redbull'la katocosmo alacağım
ve biraz da ekmek, en çabuk tarafından.
Ekmeğimiz yok.
-Ekmeğimiz yok da ne demek?
Nasıl ekmeğiniz olmaz?
-Burası bir Vietnam restoranı. Ekmek yok.
Ama sen Vietnamlı değilsin.
Hayır, değilim.
Çiğneyebileceğim bir şey var mı?
Kahretsin! Bambu mesela. Ne olursa.
Bir şeyler bulmaya çalışırım.
12 numaralı garson, 121 sefer sayılı uçak
Newark Uluslararası Havaalanına doğru...
32 numaralı geçişte harekete hazırdır.
Şuraya bak!
Tanrım!
-N'aber dostum?
Largeman, burada ne arıyorsun?
O annem.
-Kahretsin!
Üzüldüm!
-Evet.
Eve hoş geldin.
-Sağol.
Neler yapıyordun?
Hala oyunculuk işinde falan mısın?
Evet.
-LA'deydin değil mi? -Evet.
Çok iyi!
-Oranın çok çılgın bir yer olduğunu duydum.
Kuzenim orada yazarlık yapıyor.
Oranın delirmiş olduğunu söylüyor.
Snowboard'cularla ya da öyle bir şeylerle
ilgili bir senaryo yazıyor. Tam bilmiyorum.
Ama seni onunla tanıştırmalıyım Largeman.
Belki birlikte bir şeyler yapabilirsiniz.
Evet, kesinlikle!
-Bu gece ne yapacaksın dostum?
Aslında hiçbir şey. Birkaç gün daha
buradayım bu yüzden hiç plan yapmadım.
Bizimle dışarı çıkmalısın.
Gleason'ların evine gideceğiz.
Büyük bir parti gibi bir şey veriyorlar.
Sözde!
-Evet sözde...
Tepede oturuyor. Aslında anneni
gömdükten sonra oraya gideceğiz.
Benim önce duş almam gerek.
-Benim de.
Annenin holdeki banyoyu
yenilediğini biliyor muydun?
Ne? Affedersin, ne dedin?
-Tanıyalı beri hiçbir şeye ilgi duymamıştı.
Geçen ay bir gün uyandığında
banyosunu yenilemek istedi.
Ona yardım ettim.
-Eğlenceli olmuştur.
Evet öyleydi.
Senin için bir şey yaptım.
Bir gömlek.
Çok hoş! Teşekkürler.
Şimdi dener misin?
Şimdi mi? -Düzeltmem gerekirse ve sen
yine gidip 9 yıl geri dönmezsen diye.
Üstüne uyduğundan emin olmak istiyorum.
Pekala.
-Kumaşına bayılacaksın.
Annenin tasarımlarından arta kalan
malzemeleri kullandım, harika oldu.
Merhaba!
Merhaba!
-Nasılsın?
Bayan Linkin hariç
şovun kalanı nasıldı?
Ne demem gerektiğini bilemiyorum baba
bu yüzden üzgünüm.
Nasılsın?
İyiyim.
Ama berbat baş ağrıları çekiyorum.
Çok çabuk geçiyorlar. Bir saniye için
sanki kafamın içinde şimşek çakıyormuş gibi.
sonra da geçiyor. Belki hazır buradayken
bir baktırmama yardım edersin diye düşündüm.
Sabah ilk iş gidip Dr. Cohen'i gör.
Benim binamda çalışan bir nörolog.
Onu ararım, sana bir randevu ayarlar.
Eminim önemli bir şey değildir.
Ev güzel gözüküyor.
-Evet, çok hoş.
Evet, üstünde çok çalıştık.
-Gerçekten mi?
Aslında hayır.
Bunu neden söylediğimi bilmiyorum.
Birisi holdeki banyoyu yenilemiş.
Orayı gördüm.
Evet. O yeni.
Burada olmana sevindim.
Veda etmek önemlidir.
Bunu programına sıkıştırabildiğine
sevindim.
Ellerini başının üstüne koy lütfen.
-Ne?
Kahrolası ellerini başının üstüne
koy dedim sana!
Lütfen!
Şehir içinde 85'le gidiyordun.
Bana ne söyleyeceksin? Geç mi kalmıştın
yoksa yorgun muydun? -Ben...
Kapa çeneni!
Largeman!
-Kenny!
Şu işe bak!
Nasılsın dostum?
-Harikayım!
Annen yeni öldü. -Biliyorum.
-Yani bu yüzden eve döndün.
Evet, evet.
Polis mi oldun Kenny?
-Evet. Biliyorum, biliyorum.
Neden? -Bilmem.
Yapacak daha iyi bir şey bulamadım.
Aslında gerçekten de sıkı bir iş.
İnsanlar seni gerçekten dinliyor.
Yani... Dinlemek zorundalar.
Şuna bir baksana!
Bu emniyet kilidi! -Çok sıkı!
-Ayrıca sigortası iyi eğer vurulursam...
zengin olurum. -Kenny seni son
gördüğümde tuvalette kokain çekiyordun.
Büyümek zorundaydım, vakti gelmişti
ve balık pazarında bir bok kazanmıyordum.
Kimse beni tanımıyordu,
kimseyle yatamıyordum.
Bu durum benim için çok daha iyi.
Bu arada...
nasıldım?
-Nasıl yani?
Bilmem bütün şu...
-Yani şey mi demek istiyorsun...
bir polis olarak mı?
-Evet. Şu 'kapa çeneni' falan...
Bok herifin teki olduğunu düşündüm,
sanırım bu iyi demek.
Güzel! Peki neler oluyor dostum?
Büyük bir film yıldızı mı oldun?
Ünlü bir futbolcuyu mu oynamıştın?
İzleyememiştim.
Evet, aslında...
-De Niro'yla falan.
Ne? -O inanılmaz.
-Evet.
Dear Hunter!
Oturup konuşmalıyız, dostum.
Filmlerle ilgili harika fikirlerim var.
Sen beni oynayabilirsin.
Polis kuvvetlerinden öyküler!
Kesinlikle! İyi fikir!
Tanrım! Nasılsın dostum?
-İyidir? Ya sen?
Nasılsın?
-Bu adama bir bira verin.
Bu adamı bira kesmez.
O bir film yıldızı.
Jersey'in DeNiro'su gibi bir şey.
Largeman dostum, burada ne arıyorsun?
Ben....
-Kafa bulmaya gelmiş.
Gerçekten mi? Tabi ya bütün
o Serpico numaraları falan...
Silahını bırak!
-Kapa çeneni.
Bu hoşuna gider mi?
Kafayı bulmak ister misin?
Şu anda tam yerindesin.
Bundan faydalanabilirsin.
Pekala!
Sana bir şey göstereceğim.
Largeman, n'aber dostum?
Nasılsın dostum?
Ne var ne yok dostum? Uzun zamandır
görüşmedik ama çok iyi olduğunu duydum.
Adamın biri sessiz cırt cırt
fikrimi satın aldı.
Ne? -Küçük bir şey geliştirdim.
Tıpkı cırt cırt gibi ama ses çıkarmıyor.
Peki kaç para verdiler?
-Çok para dostum.
Peki ne yapıyorsun?
Hiçbir şey! Hiçbir şey! Hayatım
boyunca hiç bu kadar sıkılmamıştım.
Başta iyiydi, onu satmak falan.
Ama şimdi hiçbir şey yapmıyorum.
Benim için bir cigaralığın var mı?
Al bakalım!
Hayır dostum, sağol.
-Gerçekten mi?
Senin ünlü bir film yıldızı olduğunu
sanıyordum. -Hayır.
Öyleyse al bakalım!
Bunu yut!
Evine hoş geldin.
Sonra görüşürüz çocuklar.
Oyun oynayalım mı?
-Hadi şişe çevirmece oynayalım.
Şişe çevirmece mi?
Kaç yaşındayız abi?
Daha önemlisi onlar kaç yaşında?
-Hepsi reşit.
Sanırım.
-Bu lanet X'leri yuttuk, yani...
ne yapmamamız gerekebilir ki?
-Kız haklı!
Başlıyorum.
-Ben varım.
Large!
Largeman, bu Dana!
-Selam.
Selam!
Sıra kimde?
Bu güzel bir gece olacak.
Güzel, değil mi?
Hep sona birkaç marshmallow ayırmaya
çalışırım ama asla beceremem.
Hep sona kırıntılar ve pembe süt kalır.
Dalıp gidiyorum.
Söylesene Tim, ne zamandır Ortaçağ
şovunda çalışıyorsun?
Üç yıldır ama sadece iki yıldır
şövalye olarak çalışıyorum.
Önce bunu haketmen gerekiyor,
ahırlarda ve mutfakta çalıştım.
Ben başladığımda o lahana
salatası yapıyordu.
Sen şövalye olduğundan beri
salatalar o kadar güzel değil.
Elimden geleni yapıyordum.
-Mütevazı olma.
Dün geceki düelloyu kazanmanı
sağlayan mütevazılığın değildi.
Tebrik ederim.
-Önemli değil, önceden belliydi.
Lisedeyken olan şey neydi?
Sana bir şey olmuştu ama unuttum.
Onu eşek sudan gelene dek dövmüşlerdi.
-Hayır dövülmemişti.
Sen nereden bileceksin ki?
Tyron Flayman onu fena benzetmişti.
Ben de onu feci dövmüştüm.
-O senin dişlerini kırmıştı.
Sadece bir dişimin kenarı kırılmıştı.
Sen şimdi neler yapıyorsun Mark?
Mezar mı kazıyordun?
Mark emlakçılık işine giriyor.
Tim Clingonca konuşabilir.
-Ne?
Hayır konuşamam.
-Evet, konuşabilirsin.
Clingonca da ne? -Uzay yolundaki gibi.
-Evet, onların dilini konuşabiliyor.
Hayır, şaka yapıyor.
-Hayır yapmıyorum. Neden utanıyorsun ki?
Evet, utanma Tim.
-Bu sadece uydurma bir şey.
İşte büyücüyü oynayan adam biraz tuhaf...
-Utanma, dün bana söylediklerini tekrarla.
Hayır.
-Dün ona söylediklerini söyle.
Dalga geçiyor olmalısın.
Savaştan sonra sevişmeyi severim, demek.
-Ben böyle demedim.
Evet.
-Hayır, hayır.
Söylediğim bu değildi.
Bu ''Kirk'ü öldür'' demek.
Ayrıca bağlama göre ''Tanrı'ya
şükür'' anlamına da gelir.
Bunu şununla karıştırmış olmalısın...
Çok güzel!
-Bu ne demek biliyor musun Tim?
Ben biliyorum. Kahrolası kafanı kesmeden
evimden defol demek.
Mark, o bir şövalye.
-O sadece bir fast-food şövalyesi.
Gitsem iyi olacak.
Tahıl gevreği için teşekkürler.
Harika bir gece geçirdim.
Bu arada suratında ''taşak'' yazıyor.
Göt herif!
-Annem yazmış.
Largeman'a kasetleri göstersene.
-Hayır anne aptal kasetlerini izlemeyeceğiz.
Ne kasetleri? -Emlak.
İlk yılında yüz bin dolar kazanabilirsin.
Şu Asyalı herifin teknesini görmeliydin.
Çin'de kendi adına bir yarışması
bile varmış. Çok zengin biri.
Bence Mark bu işi çok iyi yapar.
Anne, kaset konusunu kapat oldu mu?
O bir dolandırıcılık numarası.
-Ben bu işi yapacağım, para biriktiriyorum.
Biraz çaba göstersen
neler yapabileceğini biliyorum.
Ben her gün çaba gösteriyorum anne.
Ölüleri gömmekten canım çıkıyor.
Anladın mı?
Ben sadece 26 yaşındayım,
hiç acelem yok, senin acelen niye?
Beni rahat bırak.
Ben seni sıkboğaz etmiyorum.
Tamam.
Öyleyse kendi başıma yaparım.
Pekala! Öyle yap!
Tamam.
Ama seni yatıma bindirmeyeceğim.
Large! Sen istediğin zaman gelebilirsin
sadece şu arkadaşını getirme.
Kahretsin!
Toplantıma gitmem lazım.
Pekala!
Seni seviyorum.
Ben de seni seviyorum.
-Seni seviyorum.
Large seni gördüğüme sevindim.
-Ben de seni gördüğüme.
Çocuklar bütün gün burada kalmayın,
karbonmonoksit dedektörünün pilini çıkardım.
bütün gece ötüp durdu.
Beni deli ediyor.
O kadar yaltaklanıyor ki onu
etkilemem gerekiyormuş gibi hissediyorum.
Ve ne var biliyor musun?
Etkileyici olmamaktan memnunum.
Daha iyi uyuyorum.
Saat kaç?
-Hiçbir fikrim yok.
Gitmem gerek!
Merhaba, ben Andrew Largeman.
Üzgünüm, randevuma geciktim.
Benim için şu formları doldurmanız
gerekiyor, tamam mı?
Hazır olur olmaz sizi çağıracağız.
-Tamam, teşekkürler, üzgünüm.
Sorun değil. Oturun.
Merhaba Bn. Lubin.
Merhaba!
-Lütfen oturun sizinle hemen ilgileneceğiz.
Teşekkürler.
-Bir şey değil.
Nasıl gidiyor?
İn üstümden!
İn üstümden!
Otur!
Bir önerin var mı?
-Ne?
Bir önerin var mı?
-Evet taşaklarını tekmele.
Taşaklarını tekmele.
Ama geleceğin hayırsever köpek
nesillerini yok etmek istemem.
Merak etme. Üç tane dobermanım var.
Taşaklarını tekmelemezsem...
hiçbir şey yapmalarını sağlayamam.
-Sanırım artık bitirmek üzeredir.
Henüz değil.
İşte bayan ruj geliyor.
Bn. Lubin, şimdi sizi alacağız.
-Tamam.
Haydi Arthur.
Kendimi kullanılmış hissediyorum.
Yardımın için teşekkürler.
En azından iyi niyet gösterdin.
Seni tanıyorum.
-Sen de mi Columbia lisesindensin?
Liseden değil, televizyondan.
Zihinsel engelli bir savunma
oyuncusunu mu oynamıştın? -Evet.
Gerçekten zihinsel engelli misin?
Hayır, değilim.
-Güzel!
Çok iyi oynamışsın.
Gerçekten geri zekalı olduğunu sandım.
Şu Corky denilen çocuk kadar iyisin.
Ve o gerçekten de geri zekalı.
Eğer gerizekalılara verilen bir oskar
olsaydı sen bunu açık arayla kazanırdın.
Teşekkürler. Sağol.
Ama şu formu doldurmalıyım, bu yüzden...
Devam et.
-Sağol.
Kuzenim bir aktör. Jake Ranwinners.
Adını duymamışsındır.
Birkeresinde Zeyna'da oynamıştı.
İlkel bir adamdı ya da öyle birşey.
Ama bu çok sıkı.
-Sağol!
Aman tanrım! O son sahne! Senin bütün
stadyuma karşı konuştuğun o sahne...
ve baban da... Baban da sana
baş parmağıyla onay veriyor. Tanrım!
Bu çok...
Çok duygusaldı.
Sırada yeni bir şey var mı?
-Bilirsin işte denemelere katılıyorum.
Gerçekten geri zekalı olmadığına
inanamıyorum. Jake iyi bir oyuncu değildir.
Zeyna'da pek anlaşılmıyordu çünkü
o tüylü kostümü falan giymişti.
Küçükken tavanarasında Andy Lloyd Weber
müzikallerinin taklitlerini yapardı.
Ve hepsi de berbattı.
Öyle kötüydüler ki.
Ama aslında bu çok kötü çünkü
küçük insanların yapabileceği çok iş yok.
Her neyse! Çok konuşuyorum.
Bırakayım da formlarını doldur.
Ne dinliyorsun?
The Shins.
Tanıyor musun?
Hayır.
Bu şarkıyı dinlemelisin.
Hayatını değiştirecek, söz veriyorum.
Affedersin.
Senin formların vardı.
Bir bilmecem var.
Sence doldururken dinleyebilir misin?
-Sanırım bunu başarabilirim.
Öyle mi? Tamam.
Güzelmiş, sevdim.
Burada ne işin var?
-Senin ne işin var?
Bir arkadaşımı bekliyorum.
Ya sen?
Kahretsin bu beni hiç ilgilendirmez.
Üzgünüm. Herşeyi merak ediyorum.
Sormak istemezdim. Üzgünüm.
Hayır, sorun değil. Baş ağrıları çekiyorum.
Bir kontrol ettirmek isteedim.
Güzel!
-Andrew Largeman!
Şimdi sizi alabiliriz.
-Pekala!
Teşekkürler! Tanıştığımıza sevindim.
-Tanışmadık. Adım Sam.
Andrew.
-Tanıştığımıza sevindim.
Başın için iyi şanslar.
-Sağol!
Endişelenme Sam,
birazdan seni alacağız.
Bay Andrew Largeman!
-Evet, merhaba.
Sizin kesinlikle hiçbir sorununuz yok.
-Ne?
Sadece şaka yapıyordum.
Nereden bilebilirim ki?
Ben Dr. Cohen.
Senin için ne yapabiliriz Andrew?
Çok şiddetli baş ağrıları çekiyorum.
Sadece bir an sürüyorlar.
Sanki şimşek çakıyor gibi, elektrik
akımı gibi ve sonra kesiliyor.
Lithium'mu kullanıyorsun?
Ne kadar zamandır?
10 yaşından beri çeşitli
türevlerini kullanıyorum.
Peki Paxol, Zoloft, Celexa...
Depicot?
Bunların sana bir yardımı oldu mu?
Hayır.
Yani bilemiyorum. Yakınlarda belki de
hiçbir sorunum olmayabileceğini düşündüm.
Ama bunu asla bilemem çünkü hatırladığım
tüm zamanı ilaçlarla geçirdim.
Ama ilaçları LA'de bıraktım. Uzun zaman
sonra ilk kez vücuduma ilaç girmiyor.
Bunlar vücuttan çabuk atılır biliyorsun
değil mi? İstersen reçete yazabilirim.
Aslında biraz ara vermeyi düşünüyordum.
Bunu psikiyatristinle konuştun mu?
Psikiyatristim babam.
Bu yüzden bunları kullanmaya
devam etmemi tercih eder.
Bunların beni mutlu ettiğini
düşünmekten hoşlanıyor.
Bedenlerimiz stres ve endişe yüklü
olduğunda çok tuhaf şeyler yapabilir.
Eski en iyi dostumun kol düğmelerini
karımın el çantasında buldum.
Bir buçuk yıl boyunca
ereksiyon yaşayamadım.
Misal olarak.
Ama sorunun bu olduğunu sanmam. Kendimi
stresli ya da endişeli hissetmiyorum.
Lithium yüzünden.
Şu anda beni duyabilmen bile şaşırtıcı.
Dinle Andrew, bence öncelikle babandan
başka bir psikiyatrist bulmalısın.
Bunun yılar önce halledilmiş
olması gerekirdi.
Bunu düşünebilmesi gerekirdi.
Ve ikinci olarak da...
ilaçlara devam edip etmemen gerektiğini
söyleyemem çünkü hikayeni bilmiyorum.
Ama benim fikrime kalırsa...
bunun karşılığını ödediğine göre...
bu ilaçlar sana yardımcı olabilir.
Ama eğer terapi görmezsen aklında saklanan
her neyse er ya da geç yüzeye çıkar.
İyi misin? -Evet, evet.
-Evet, iyisin. Yaşıyorsun.
Gel hadi, seni bir muayene edeyim.
Gel!
Ayakkabılarını çıkarman gerekiyor,
ayaklarını kaşımam lazım.
Gerçekten neden oradaydın?
-Şarj olmak için. Ben bir robotum.
Çok sık yalan söyler misin?
-Çoktan neyi kastediyorsun?
İnsanların sana yalancı demesine
yetecek kadarını.
İnsanlar bana pek çok şey der.
-Bunlardan biri de yalancı mı?
Hayır derdim ama yalan söylemediğimi
nereden bilebilirsin ki?
Sana güvenmeyi seçebilirim.
-Bunu yapabilir misin?
Denerim.
-Motosiklet kimin?
Büyükbabama aitti. Ailemden birine bıraktığı
tek şe bu ve bunu da bana bıraktı.
Onu seviyorum.
Burası konuşmanın bana eve bırakılmayı
ister miyim diye soracağın kısmı.
Öyle mi?
-Evet.
Seni eve bırakmamı ister misin?
Tamam.
Ama arabaya binmem.
Nedenmiş?
-Onlar sürtükler içindir.
Ona binen herhangi biri otomatik
olarak senin sürtüğün olur.
Ayrıca arkada gitmek istiyorum.
Sıkı tutun!
-Tamam, tutundum.
Saçım rüzgarda uçuşuyor.
Nesin sen gizli bir sürücü mü?
-Sevgilim beni alacak diye getirmiştim.
Ama sonra gelemedi.
-Nedir yani çift kişilik bisikleti mi var?
Hayır bir ninjası var.
Bundan çok daha hızlı.
Ne biçim bir kask bu?
-Arkaya dönüp durma.
Bu arada başın nasılmış?
-Daha çok yaşayacakmışım.
Güzel.
Buradan sağa dön.
Şu anda bir şey yapıyor musun?
-Seninle motorda olmak dışında mı?
Birini tanıyorum, adı Jesse.
Buralarda bir malikane aldı.
Ve gidip onu ziyaret etmemi istiyor
ama ben orada çok kalmak istemiyorum.
Düşündüm de eğer sen de gelirsen...
canım gitmek istediğinde
seni eve bırakabilirim.
Vay be!
Bu oldukça iyi bir hamle Andrew.
Memnun oldum, seni kullanabilir miyim?
-Hayır, hayır.
Hiç de öyle değil.
Haydi, eğlenceli olacak, gel.
Bak ne diyeceğim,
bir sinyal belirleriz.
Mesela sen kulağını çektiğinde
bu işaret olur.
Ben de onu eve bırakmam gerek derim.
Sonra da gideriz.
Kod isimlerimiz de olabilir mi?
-Elbette.
Tamam. Ama beni kaçırmaya falan
kalkışma çünkü...
üvey babam çok tehlikelidir
seni buldurur ve öldürtür.
Sen tam bir yalancısın.
Pekala!
Hazır mısınız?
Ben iyiyim.
Seni eve getiren ilk erkek ben miyim?
Hayır. Ama erkek arkadaşımın ninja
kullandığını söylediğimde yalan söyledim.
Motosikleti yok mu?
-Erkek arkadaşım yok.
Ama bir ninjası olabilir.
Her neredeyse...
Harika bir başlangıç yaptık.
-Tamam! Bazen yalan söylüyorum.
Bu çok tuhaf.
Ağzımdan o anda çıkıveriyor.
Neden yaptığımı bile bilmiyorum.
Bu bir tik gibi.
Bazen bir şey söylediğimi duyuyorum sonra...
bunun gerçekle uzaktan yakından
alakası yok diye düşünüyorum.
Peki insanlar neyi doğru
söylediğini nasıl biliyor?
Sonrasında kendimi kötü hissedip
yalan söylediğimi itiraf ediyorum.
Buna güvenebilir misin?
Kapıyı aç.
İnin aşağı!
Anne!
Taşaklarına tekme at! Hadi!
Anne!
Tamam! Hemen aşağı inin!
Yemek isteyen varsa aşağı insin!
Hemen gidin buradan!
Çok üzgünüm, onları eğitecek vaktimiz yok.
Kimin onları eğitmeye vakti var ki?
Anne, bu Andrew.
-Hoş geldin, hoş geldin.
Kusura bakma ortalık çok dağınık.
Tatlım! -Evet.
Senden hampster'ın kafesindeki metal
çemberi çıkarmanı istemiştim. -Unutmuşum!
Unuttun ve şimdi de Jelly öldü.
Şansımıza Peanut Butter'ı
vaktinde kurtardım.
Gezegendeki aptal bir hampster çemberini
çözemeyen hampsterı buluyoruz.
Mutfak tezgahının üstünde teneke bir kutu
var gömme işini sen yapabilirsin.
Tanıştığımıza çok sevindim.
Andrew'du değil mi?
Evet, Andrew.
Tanıştığımıza çok memnun oldum.
Samantha, giysileri kurutucuya koy
ve Jelly'i göm.
İşte burası!
Güzelmiş.
-Hayır değil.
Böyle söylemenin tek sebebi
söyleyecek başka bir şey bulamaman.
Hayır, hayır.
Çok sıcak bir yer.
Ağacı biraz erken çıkarmışsınız ama.
Süsleri bir türlü sökemedik,
sonra da orada bırakmaya karar verdik.
Tanrım! Kafayı yiyorsun değil mi?
Kesinlikle kafayı yiyorsun.
Gitmek için can atıyorsun.
-Hayır, hayır, hoşuma gitti.
Çok güzel.
-Odamı görmek ister misin?
Elbette.
Merhaba! -Selam!
-Titenbe bu arkadaşım Andrew.
Andrew bu kardeşim Titenbe.
-Merhaba, tanıştığımıza memnun oldum.
Ben de öyle.
Jelly için üzgünüm.
-Dert etme!
Senin için makarna ve peynir ayırdım.
Dolaptalar. -Sağol.
Her neyse!
Derse geç kaldım.
Tanıştığımıza sevindim.
-Ben de öyle.
Sonra görüşürüz.
İşte buradayız, çok özel bir
yer değil ama bilirsin işte.
Ne var?
Adı Titenbe'ydi değil mi?
-Evet. Tuhaf değil mi?
Kafayı yedin değil mi? Gitmek istiyorsun.
Durma git! Buna bozulmam.
Bunu yapma! -Neyi?
-Yaptığını! Bunu yapma!
Burada olmak istiyorum eğer
istemeseydim olmazdım.
Güven bana! Benim ailem seninkine
göre çok daha berbat durumda, tamam mı?
Tamam.
-Pekala! Titenbe...
Evet, o kardeşim.
-Evlatlık mı?
Sayılır. Yıllar önce annem onu
Sally Strutters'dan evlat edindi.
Şu günde bir fincan kahve fiyatına
denilen şeylerden, bilirsin.
O da nasıl orada öylece oturup
çocuklara yardım etmezsiniz diyordu.
Biz bunu yapamadık. Orada öylece
oturup çocuklara yardım etmemek olmaazdı.
Yıllarca ona resimler, mektuplar ve
çeşitli şeyler gönderdik ama...
sonra buz patenine kendimi kaptırdım
ve onu unuttuk sayılır.
Ve sonra bir gün...
Bir telefon aldık. Arayan Titenbe'ydi.
Köşedeki kuru temizlemecideydi.
Dedi ki Rockers'ta okuyorum
ve yatakhanelerde kalıyorum...
Ama bir kabileyle yaşamaya alışkınım
ve bir aileyle yaşamayı tercih ederim.
Ve o zamandan beri bizimle yaşıyor.
Vay be!
-Evet, biliyorum.
İnanılmaz bir adam.
Hikayelerinin bazılarını duymalısın.
Öğrenme isteği adına o kadar çok
şeyle mücadele etmek zorunda kalmış ki.
Onun başardıklarını düşündüğümde kendimi...
Kendimi çok tembel hissediyorum.
Rockers'ta ceza hukuku okuyor.
Ve bebekken yüzünün etrafında sinekler
uçuşan çocuklardan biriymiş.
Vay be!
Çok çılgın bir öykü!
-Evet biliyorum.
Bu gerçek bir hikaye!
O kadar iyi bir yalancı değilim.
Bu Tickle! -Tickle da ne?
-Tickle dünyada en çok sevdiğim şey.
Tickle bebeklik battaniyemden
geriye kalan tek parça.
Demek sadece tickle kaldı.
-Evet.
Hortuma falan mı yakalandınız?
-Kapa çeneni!
Hayır. Bu bebekliğimden beri var.
Beni hastaneden eve bununla getirmişler.
Ağlama duvarı gibi.
-Ne?
Ağlama duvarı şeydir...
İsrail'de Yahudiler'in dua etmeye
gittiği en kutsal yerdir.
Romalılar'ın yıktığı bir tapınaktan
geriye kalan tek şey odur.
Sen gerçekten Yahudisin.
-Ne?
Öylesin, öyle değil mi?
Yahudisin.
Evet Yahudiyim ama gerçekten Yahudi
değilim, dinle ilgili hiçbir şeyi yapmam.
Havraya gitmem.
Havraya giden bir Yahudi de tanımıyorum.
Tanıdığım Yahudiler havraya sadece bir gün
giderler. Yom Kippur'da, kefaret gününde.
Çoğu havranın duvarlarının
hareket ettirilebildiğini biliyor muydun?
Herkesin tövbe etmeye geldiği gün salonu
herkes sığsın diye genişletebilmeleri için.
Ben Tanrı'ya inanmam.
Sadece Tickle'a.
-Tickle'a inanıyorum.
Sevişecek falan değiliz.
-Ne?
Üzgünüm, o anı mahvettim değil mi?
-Yo! Hayır.
Sadece sevişmeyeceğiz, tamam mı?
-Hayır, böyle bir şey planlamadım.
Tanrım, çok salağım.
Affedersin. Bu söylediklerimi unut gitsin!
Çok aptalcaydı.
Kendimi çok sıradan hissettğimde
ne yaparım biliyor musun? -Ne?
Kimsenin yapmadığı bir şey yapar
ya da bir ses çıkarır...
ve kendimi yeniden biricik hissederim,
sadece bir an için bile olsa.
Yani bunu kimse daha önce yapmadı.
-Tam bu noktada hayır.
İnsanlık tarihinde son derece orijinal
bir ana tanıklık ettin az önce.
Bu çok iyi geliyor, denemelisin.
-Yo! Yo! Hayır! -Hadi!
Bence bu ikimize de yeter.
-Hadi ama!
Nedir? Utanıyor musun? Bu daha önce
hiç kimsenin yapmadığı bir şey yapma şansı.
Ve insanlık varolduğu sürece
hiç kimsenin tekrarlamayacağı bir şey.
Başka hiçbir şey olmasa bile bunu
yapan tek kişi olarak anımsanacaksın.
Bu biricik şeyi.
Nasıldı?
-Bunu yapmıştım.
Köpekler yemeden gidip şu hampsterı
gömmem gerekiyor.
Yardım etmek ister misin?
Vay!
-Evet.
Yani bu...
-Biliyorum.
Kötü hayvan sahipleri olduğumuzdan değil
sadece yıllar içinde o kadar çok aldık ki...
Ayrıca bunların çoğu balık.
Önden buyurun.
Pekala!
Otursana!
Ne düşünüyorsun?
Şimdi mi?
-Evet. -Tam şu anda mı?
Evet.
Şu anda son zamanlarda
bu şeylere çok katıldığımı düşünüyordum.
Ne gibi şeyler?
Çıkmak gibi mi?
Biz çıkıyor muyuz?
Bu bir randevu değil ki.
Cenazelere.
Neden? Başka kim öldü?
Aslında burada olma sebebim bu.
Galiba sana bunu bile söylemedim.
Annem yeni öldü.
Tanrım, bunu yüksek sesle söylemek
çok tuhaf ama..
Annem yeni öldü ve...
buraya dönme sebebim bu.
Çok üzüldüm.
Tanrım, çok üzüldüm.
Ben de burada seni bir tane daha...
Yani Jelly annenle kıyaslanamaz...
Yani Jelly'i severdik ama...
çok üzüldüm.
-Sorun değil, sorun değil.
Ben iyiyim.
Zaten sanırım istediği de buydu.
Nasıl öldü?
Aslında boğuldu.
Belden aşağısı tutmuyordu,
tekerlekli sandalyedeydi ve o...
ve...
Banyo yapıyormuş,
galiba kaymış...
Böyle olduğunu söylüyorlar,
bilmiyorum ama...
orada boğulmuş.
İşte böyle öldü.
Ne zaman?
-Bu... Eee...
Pazar günü olmuş.
Aman tanrım!
Sen neden ağlıyorsun?
-Bilmiyorum, üzgünüm.
Genellikle böyle değilimdir.
Bu...
Bu çok üzücü.
Tıpkı şey gibi...
Çok trajik, öyle değil mi?
Evet öyle. Yani..
Gerçek hayattan bir trajedi gibi.
Her neyse! Haydi konuyu değiştirelim
olur mu? Tekrar Jelly'e odaklanalım.
Yakın bir dostu gömerken başka
birinin ölümünden konuşmak kabalık olur.
Ne yapmalıyız? -Bilmem ben sadece
bir cenazeye gittim, sense uzman gibisin.
Biz genellikle bir şeyler söyleriz.
Pekala, ilk ben konuşayım.
Seni pek tanımazdım Jelly ama iyi bir
evcil hayvan olduğunu duydum.
Çemberle biraz sorunun olmuş ama...
-Bu hiç komik değil.
Jelly sen harika bir hayvandın.
Çemberi kafesinden çıkarmayı unuttuğum
için üzgünüm. Gerçekten çok üzgünüm.
Hoşçakal!
Umarım benden hoşlanmışsındır.
Kahretsin! Ödümü patlattın! Bunu
hep yapıyorsun. Neden böyle yapıyorsun?
Seni pek göremedim.
-Biliyorum, eski arkadaşlarımı görüyorum.
Dr. Cohen aradı.
Hiçbir şeyin yokmuş.
Evet, ben de bunu farketmeye başladım.
Ne zaman gitmeyi düşünüyorsun?
-Muhtemelen yarın.
LA'de halletmem gereken
bir sürü iş var, biliyorsun.
Yeni bir iş bulmam gerekiyor.
-Konuşmamız gerek.
Evet. Nasıl?
Yani ne zaman?
Şimdi bir işin var mı?
Şimdi olmaz çünkü arkadaşım Mark'a
onunla buluşacağımı söyledim ama...
bu akşama ne dersin?
-Tamam. O zaman konuşuruz.
Evet.
-Birbirimize bu kadarını borçluyuz.
Evet.
-Ona bunu borçluyuz.
Evet.
Güzel.
Korkuttuğum için üzgünüm.
O kadar lityumu nasıl bırakırsın?
Mutlaka bir yerden patlak verecektir.
Kahretsin! Dönmene sevindim.
Bu şehir öyle boktan bir halde ki.
Herkesin tercih ettiği bir uyuşturucu var,
tıpkı Cesur Yeni bir Dünya'daki gibi.
O kitabı okumuş muydun?
Neydi adı? Aldous bir şey...
Aldous...
Her neyse...
Huxtable!
Aldous Huxtable!
İşte böyle birader.
Andrew, Sam'in buz pateni bantlarını
izlemek ister misin? -Hayır, anne.
Kesinlikle!
-Zamanının çok ilerisindeydi.
Olimpiyatlara katılabilirdi.
-Hayır, hayır. Katılamazdım.
Hayır, katılabilirdin. Suçu epilepsiye
yükleme, senin yeteneğin vardı.
Hadi, görmeme izin ver.
-Ona sadece Florida'daki açılışı gösterelim.
Timsah kostümlü olanı.
-Anne, rica ederim. Çok ciddiyim.
Haydi, utanma! Göster bana!
-Görmeni istiyor.
Nasıl olur da ne kadar yetenekli
olduğunu görmesini istemezsin?
Geçmişte olduğumu.
-Haydi!
Tatlım ne yapıyorsun?
-Parmak izi alıyorum.
Suç mahalini mutfağa taşıyabilir miyiz?
Andrew'a Sam'in bantını izletmek istiyorum.
Ama birisi ''Game Cube''uma işiyor ve
ben de davayı sonuçlandırmak üzereyim.
Ben yapmadım sayın yargıç.
-İzler bir köpeği gösteriyor.
Andrew gel, koltuğa otur.
-Ona bunu izlettirdiğine inanamıyorum.
İşte orada!
Sen timsah mısın?
-Ellerinden anlaşılıyor.
İşte ikili axel geliyor!
-Ve iniş!
Haydi ama! Çok iyi değil miymiş?
Pekala!
Vay be!
-Kes sesini!
Hayır, annen haklı.
Gerçekten de iyiymişsin.
Bu harikaydı ama gitmemiz gerek.
Sadece ona ne kadar yetenekli olduğunu
göstermek istedim. -Yapma anne!
Bebeğim! Pekala tamam, hadi gidin.
Uzaklaşın!
Bir dakika! Sarıl bana!
Seni çok seviyorum.
Seninle gurur duyuyorum.
Ben de seni seviyorum.
-İyi geceler.
Yemek için teşekkürler.
-Gel buraya! Sen de sarılacaksın.
Anne! Yapma!
-Sarılmak isterim.
İyi geceler. Sonra görüşürüz Tim.
-Hoşçakal Tim.
İiy eğlenceler.
Bu yapmayı sevdiğim tek şey.
Başka biri gibi davranmak.
Ama sadece özürlü rollerini
alabiliyorum.
Bu hiç de komik değil.
-Yapma! Bunun komik yanını görmelisin.
Eğer kendine gülemezsen hayat dayanılmaz
derecede uzun geçecektir.
Pekala! Öyleyse seninle ilgili
neye güleceğiz?
Yine yalan söyledim.
Epilepsim var.
Bunun nesine gülüyoruz?
Çalıştığım ofiste kriz geçirdim.
Koruyucu kaplama kullanmadığım sürece
sigorta kapsamında olmayacağımı söylediler.
Koruyucu kaplama ne?
-Taktığım o kask...
Yapma! Bu komik!
Gerçekten çok komik.
Ben işe giderken kask takan
tek insanım.
Tabi ne yangın söndüren ne de
Nascar'da yarışan biri olarak...
Ama ne yapabilirim ki? İşten çıkamam.
Sigortaları çok iyi. Ne yapabilirim?
Güler geçersin.
Ağlamadığımı söylemiyorum ama...
arada da gülüyorum ve...
çok ciddi olmanın ne kadar
aptalca olduğunu farkediyorum.
Ayrıca ağlamayı da severim.
Kendini iyi hissedersin.
Ben çocukluğumdan beri ağlamadım.
Annemin cenazesinde ağlamadım.
Ama denedim.
Aklıma gelebilecek bütün üzücü
şeyleri düşündüm.
Filmlerden parçaları. Life dergisinde
gördüğüm, beni hep sarsan bir resim vardı.
Ona odaklandım ama
hiçbir şey olmadı.
Bu beni daha da çok üzdü kendimi
son derece hissiz hissettim.
Ne demek istiyorsun? -Sadece...
-Hey! Vajina!
N'aber çocuklar? Sam bunlar Mark,
Dave ve Jesse'yi tanıyorsun.
Selam, tanıştığımıza sevindim.
Az önce vajina dediğim için
affedersin, burada olduğunu bilmiyordum.
Sorun değil.
-Güzel.
Hadi dağıtalım!
Bir! İki! Üç!
Atla!
Ne yapıyorsun?
-Largeman, havuza gir hemen!
Öyle sıcak ki.
-Yüzme biliyor musun?
Elbette yüzebilirim.
Belki de basamaklarda durmalısın.
Yüzebildiğinden emin değilim.
Islak bir kunduza benziyorsun.
Normal çocukların yaptığı
bir sürü şeyi kaçırdım diyebilirim.
Benim de kaçırmış olmayı dilediğim
bir sürü normal çocukların yaptığı şey var.
Hayatında bir an geliyor içinde büyüdüğün
evin artık senin olmadığını farkediyorsun.
Bir anda içinde bir sürü şey yaptığın
bir yer olsa da o yuva fikri yok oluyor.
Ben kendi evimde kendimi
hala yuvamda hissediyorum.
Bir gün taşındığında sen de göreceksin.
Bir anda o his yok olacak.
Bunu asla geri kazanamazmışsın gibi.
Sanki var olmayan yerlerin
özlemini çekiyormuşsun gibi.
Bu bir tür geçiş ritüeli gibi.
Kendine yeni bir yuva fikri yaratana
dek o hissi tekrar yaşayamazsın.
Kendi çocukların, kendi kurduğun aile
için, bu bir tür çevrim gibi bir şey.
Bilmiyorum ama bu fikri özledim.
Belki de aile sadece bu demek.
Aynı hayali yeri özleyen
insanlar topluluğu.
Belki!
Biraz mobilya almaya ne dersin ahbap?
-Bir sandalye aldım ama hoşlanmadım.
Nerede?
-Şu anda bizi ısıtıyor.
Sessiz cırt cırt.
Seni şanslı piç kurusu!
Eğer okulda çıkıp sessiz cırt cırt
fikrini sunsam beni daha önce gönderirlerdi.
Seni neden gönderdiler?
Şu kıza kulak verin!
-Beni göndermediler.
Az önce kendin öyle söyledin.
-Yani beni yatılı okula gönderdiler.
Göndermek deyince akla tımarhane
geliyor, okulda bağlanmak falan yoktu.
Seni neden yatılı okula gönderdiler?
Beni yatılı okula gönderdiler çünkü
tehlikeli olabileceğimi düşündüler.
Kafayı yedin değil mi? Kafayı yedin!
Kaçıyorsun! Gidebilirsin, sorun değil.
Çok komik!
Gerçekten çok komik!
Neden tehlikeli olabileceğini düşündüler?
-Küçük bir dedektif gibisin.
Bilmiyorum.
-Öyle mi?
Eşcinsel olduğun için.
Hayır.
Asla tahmin edemezsiniz.
Tekerlekli sandalyeye mahkum
olmasının sebebi bendim.
Onu ittim.
İşte duydunuz.
Kapa çeneni! -Siktir git!
-Hayır, bu doğru.
Neden?
-Tam anlamıyla saçma bir kazaydı.
Kafanda binlerce kez tekrar oynattığın ve
ne kadar saçam olduğunu gördüğün şeylerden.
Bütün yaşamım boyunca
sebepsiz yere deprosyandaydı.
Ve bir gün... Küçük bir çocuktum,
dokuz yaşındaydım.
Ve ondan bu yüzden nefret ettim ve...
onu ittim. Çok masumcaydı.
Sadece çaresiz durumdaydım çünkü...
Onu mutlu edemediğin için.
-Evet, kesinlikle evet.
Bbaşka bir zaman olsa bana bağırır
ve odama gönderirdi ama...
o gün...
o belirli günde...
bulaşık makinasının kapağı açılmıştı.
Kilidi bozuktu ve açılıp dururdu.
Kahrolası kilit işte!
Hayatımın büyük bir kısmını bir parça
plastiğin belirlemiş olması inanılmaz ama...
Her neyse, kapağa takılıp düştü
ve boynunu tezgaha çarptı...
ve belden aşağısı felç oldu.
Hala berbat durumdaki aileleri
kıyaslamak istiyor musun?
Amma annen sen gitmeden
çok önce tekerlekli sandalyedeydi.
Evet, ben dokuz yaşındayken...
Beni terapiye yolladılar ve öfkemi
dizginlemesi için ilaçlar verdielr.
Ve o zamandan beri
sürekli bu ilaçlardan kullanıyorum.
Ve onaltı yaşındayken psikiyatrist olan
babam buranın benim büyümem için...
çok uygun bir ortam olmayabileceğine
kanaat getirdi ve böylece...
beni yatılı okula gönderdi.
Ve o zamandan beri eve dönmedim.
-Şu ana dek!
Onun cenazesi içim.
-Şimdiye dek, onun cenazesine.
Geri zekalı savunma oyuncusunun
bir hapçı olduğuna inanamıyorum.
Jesse!
Sauna nerede?
Ben gösteririm. -Hayır, ben ilgilenirim.
-Sen yerini söyle yeter.
Seni götürelim mi tatlım?
Şu anda oradasın öyle değil mi?
-Nasıl yani?
Annem öyle der, bir şey düşündüğümü
gördüğünde, şimdi oradasın değil mi der.
Ve sen de az önce bana
bu hikayeyi anlattın ve...
şu anda kesinlikle oradasın.
Galiba haklısın, oradayım.
Her neyse! Konuyu değiştirebilir miyiz?
Haydi iyi şeylerden bahsedelim.
İyi şeyler mi?
Evet bardağın yarısını
dolu görmek hikayesi...
Elinde ne var? Biraz çakırkeyifim.
Elimde bu var.
Senin elinde ne var?
-Ben de biraz çakırkeyifim.
Ve senden hoşlanıyorum.
Bir de bu var.
Sanırım elimde bu var.
Tap dansı yapabilirim,
dansetmemi görmek ister misin?
Dansetmeni izlemeye bayılırım.
Ne yapıyorsun? -Çöl Fırtınası
kartlarından mı biriktiriyorsun?
Evet, elbette.
Bunlar koleksiyon nesnesi dostum.
Bunların bir gün ne kadar değerli
olacaklarını biliyor musun?
Gerçekten mi?
-Tabii ki! Bu bir tür yatırım.
Bir sürü küçük yatırımım var.
Bir gün satıp, paralarıyla yaşayacağım.
Pekala! Bunun değeri ne?
Hangisi?
-Gece görüşü gözlükleri.
Bilmem, 2 belki 3.
Dolar mı?
-Evet.
Henüz çok erken, şimdi satılmaz.
Sen yatırımdan anlamaz mısın?
Bunlarla yaşayacağım. Eğer bir seti
tamamlarsan binlerce dolar ediyor.
Peki seti tamamladın mı?
-Neredeyse.
Quenters bir arkadaşıma gitti,
biri de Wolf Blitzer'ımı çaldı.
Baksana! Bugün ne yapacaksın?
Çünkü sana bir veda hediyem var ama...
önce onu ele geçirmem gerek.
Beni götürebilir misin?
Evet ama ben...
Ne?
Hiçbir şey ben sadece...
-Hadi söyle! Konuş!
Sam'e bugün onunla takılacağımı
söylemiştim bu yüzden...
O da gelebilir.
Önemli değil.
Handy World'e geldiğimize inanamıyorum.
Burada olmak istemiyorum .
Hediyen için para kazanacağız.
Bu kadar suçlu gözükme, yeter.
Neden suçlu gözükeyim ki?
-Andrew Largeman!
Olamaz! Benson!
-Hayır! -Kim ki o?
Sakın ona telefon numaranı verme!
-Hey dostum! N'aber?
Tanrım! -Nasıl gidiyor?
-Seni Lise 1'den beri görmedim.
Kendini öldürdüğünü sanıyordum.
-Ne?
Kendini öldürdüğünü sanıyordum.
O sen değil miydin?
Hayır, hayır, ben değildim.
-Kim kendini öldürmüştü?
Gleason'ların oğlu ve bir de Tina.
Hangi Tina?
-Tina'yı hatırlarsın.
Anoreksi hastasıydı, jimnastik yapardı.
-Jimnastikçi Tina mı?
Nasıl yapmış?
-Bilmem, Yahudi değildi, onu ben gömmedim.
Galiba uyku hapıylaydı.
Ya da garaj ve araba numarası...
Unuttum.
Affedersin! Bu Sam! Sam, Carl!
Carl, Sam! -Merhaba.
Selam!
-Gidip şu şeyi bulmalıyım.
Siz bekleyin hemen gelirim.
-Ağır mı? Yardım... Neyse...
Sen televizyon dizisinde mi oynamıştın?
-Evet, sadece bir bölüm.
Burada mı çalışıyorsun? İyiymiş!
-Sadece bir süreliğine.
Kendi işimi kuracağım.
Aslında seninle bu konuyu konuşmalıyım.
Senin gibi zeki insanlar
arıyorum Large.
Telefon numaranı almalıyım.
-Tabi, kesinlikle! Bu iyi olur.
Seninle, ikinizle de iyi bir fırsat
hakkında konuşmak isterim.
Siz ve sevdikleriniz için.
Hepimizin hayalleri vardır.
Benim hayallerim olduğunu biliyorum.
Size insanların hakkında konuştuğu heyecan
verici bir fırsattan söz etmek istiyorum.
Gitmemiz gerek!
-Tamam! Görüştüğümüze sevindim Carl.
Hey! Telefon numaranı almalıyım.
-Tabi! Ben seni ararım. Numaram onda!
Tanıştığımıza sevindim.
-Neden piramit tuzaklarına zavallılar düşer?
Neden seni katılmak için zorlayan
çekici ateşli bir kız olmaz?
Yaptığı şey bu mu?
Evet, deterjan mı ne satıyor?
Neden bıçak alıyorsun?
Bıçağa ihtiyacım yok.
Bunları iade etmek istiyorum.
Faturanız var mı?
-Aslında hayır, hediye gelmişlerdi.
Bunları neden iade ediyorsunuz?
-Yeterince keskin değiller.
Yeterince keskin değiller mi?
-Hayır, kullanacağımız şey için değiller.
Teneke kutuları kesemiyorlar.
-Teneke kutu kesmek için mi aldınız?
Hayır ama reklamda istersem teneke kutu
kesebileceğimi söylüyorlardı.
Ama bu bıçaklarla kesemiyorum.
-Ama yanında biley de var.
Denediniz mi?
-Evet.
Onları istemiyorum,
yeterince keskin değiller.
Pekala!
Handy World'ün iade politikasında
önemli bir gedik var.
40 doların altındaki parçaları
faturası olmadan geri alıyorlar.
Ne sıklıkla gidiyorsun?
-Her çalışana bir kez.
Sonra yeni elemanlar almalarını bekliyorum.
Şansıma kimse Handy World'de
çok uzun süre kalmıyor.
Carl Benson hariç.
Biliyor musun Mark, bugün şehirde
son günüm, ihtiyacın varsa borç verebilirim.
Parana ihtiyacım yok,
ben kendi paramı kazanıyorum.
Jesse'den alabilirsin, adam milyoner.
-Kimsenin parasına ihtiyacım yok.
Anladın mı Andrew?
Ben kendi paramı kazanıyorum.
İyilik istemek kötüdür. Bir iyilikten daha
beteri parayla ilgili bir iyiliktir.
Tamam mı?
Hadi gidelim.
Bir nitrojen tankı için
görmem gereken bir adam var.
Burası da ne böyle?
-Galiba otel odalarını izleyebiliyorsun.
Hey! N'aber dostum?
Biraz acelemiz var.
-Bekleyebilir. Gelmek üzere.
Gelmek üzereyim!
Kadın çok ateşliydi! Çok ateşliydi!
Gidip ondan bir şeyler kapmalıyım.
Fahişe olduğunu nereden biliyorsun?
Elbetteki bir fahişe. Onun gibi
kızlar öyle heriflerle yatmaz.
Bunu sadece kokain, para
ya da şöhret için yaparlar.
Julia Roberts Llyle Lewitt'le yattı.
Sen de kimsin?
-Bu Sam, bu da Large.
Alınma dostum ama neden bu insanları
buraya getiriyorsun?
Bu o şeye ihtiyacı olan adam.
Sana tankı getirdim.
Şimdi bize nereye gideceğimizi söyle.
-Bu şeyin balonu var mı?
Neyim ben, doğumgünü palyaçosu mu?
Hayır, balonu yok.
Vanasından çekeceksin. Ayrıca işin bitince
tankı isterim, adam 39 dolarımı tutuyor.
Pekala! Dur biraz!
Dur biraz!
Az önce kim meme gördü?
Eğer meme gördüyseniz
elinizi kaldırın.
Teşekkürler.
Öyleyse herkes sakinleşsin.
Şimdi!
Kiernans'ın taş ocağı nerede
biliyor musun?
Newark'ta öyle değil mi?
-Evet.
Rivington tepelerinin alt kısmında.
Sokaktan görülmez ama oradadır.
Aracınızı girişte park edip,
çitin üstünden atlayın.
Taş ocağının dibinde, Albert adında
birinin işlettiği bir çöplük var.
Aradığın parçayı bulan adam o.
Tamam mı?
Şimdi onu arayıp seni
beklemesini söyleyeceğim.
Tamam! Dur!
Burada ne arıyoruz?
-Sabırlı ol dostum.
Bütün gün sabırlı olduk. Ama bu şehirde
son günüm ve sen ne aradığımızı söylemedin.
Eğer kokain çekmek için altı saatlik
yolculuk yapacağımızı söyleseydin gelmezdim.
Yapma lütfen! Sana kokain alacak olsam
lise futbol takımının antremanına giderdik.
Beş saat önce çekmeye başlamış ourduk.
Bence bu masum kızı yeterince bozduk.
-Ben masum değilim.
Evet öylesin ve ben bu yanını seviyorum.
Ve bu herifin bizi...
tanrının unuttuğu bir taş ocağında crack
bağımlısı fahişelerin neftyağı içişini...
ya da pitbulların birbirine tecavüz edişini
seyretmeye götürmesini istemiyorum.
Vay be! Seni hiç böyle
öfkeli görmemiştim.
Beni korumaya çalışıyordu.
Ne olmuş?
-Benden hoşlanıyor.
Sevimlilik yapma!
-Benim zırhlı şövalyem o!
Mark'ın önünde şövalyelerden bahsetme,
yarası var.
O puştu öldüreceğim.
kasten mi böyle söyledin?
Aman tanrım!
-Vay canına!
Bunun burada olduğunu bilmiyordum.
Ben duymuştum.
Alışveriş merkezi yapacaklarmış.
Evet okumuştum, burayı kazıyorlarmış
sonra bu doğa olayıyla karşılaşmışlar.
Bir yeralı Great Canyon'u gibi bir şey.
Şu anda inşaat için
büyük bir dava sürüyor.
İşi, jeolojik bir fenomenin üstüne...
bir alışveriş merkezi yapılmasını savunmak
olan adamı hayal edebiliyor musunuz?
Burada alışveriş merkezlerine
bayılıyorlar dostum.
Hadi şu adamı bulup,
buradan gidelim.
Nereye gittiğimizi söylemeyecek misin?
-Bu bir sürpriz, göreceksiniz.
Galiba yağmur yağacak.
İşte burası!
Öyleyse kapıyı çal! Kapıyı çal
ve çöl fırtınası kartlarını değiştir.
Hobilerimle dalga geçme ben senin
pisliğin teki olmanla dalga geçmiyorum.
Pekala!
Mark!
-Evet. Albert?
Hadi içeri gelin!
Donuyor olmalısınız.
Ateşin yanında ısının.
Ben bebeği yatırıp
hemen döneceğim.
Bizi götürdüğün her yerin bir öncekinden
tuhaf olmasından etkilendiğimi söylemeliyim.
Ne demek istiyorsun? Burası çok hoş.
Tabi canım! Newark'ta eski bir ocağın
dibindeki bir gemideyiz.
Dibinde olduğumuz söylenemez.
Şuradaki uçuruma baktın mı?
Bu karım Fay.
Merhaba, hoş geldiniz.
Lütfen, oturun.
Rahatınıza bakın.
Gökyüzü aşağı iniyor.
-Evet, bir anda yağmaya başladı.
Kötü fırtınlarda bu teknenin benim
için Nuh'un gemisi olduğunu varsayıyorum.
Ne yazık ki eğer bugün kıyamet
kopuyorsa yüzeceğinden emin değilim.
Evet, bilemiyorum.
Çay isteyen var mı?
Çok isterim, teşekkürler.
-Sen de ister misin? Hemen dönerim.
Burası neresi?
Burada ne yapıyorsunuz?
Buraya Kiernan Yarığı diyoruz. Kimse ne
olduğunu bilmiyor, henüz araştırılamadı.
Bu arada araştırma yapılana dek
kimseyi sokmamam için beni tuttular.
Ama bilmedikleri şeyse geceleri
aşağıya indiğim.
Peki derinliği ne kadar?
Aslında kimse bilmiyor ama ben
sonsuz olduğunu düşünmeyi seviyorum.
Fena bir iş değil.
Sonsuz bir boşluğu korumak...
Evet, sanırım öyle. Ama aynı zamanda
antika mücevher ticareti de yapıyoruz.
Sanırım burada yaşamamız biraz tuhaf.
-Hayır, hayır. -Hiç aklıma gelmedi.
Bizim için bu önemli.
-Neden?
Burada ne bulacağınızı düşünüyorsunuz?
Sanırım bir şey keşfetmek
fikri beni cezbediyor.
Tamamen özgün, hiç kimsenin asla
yapmadığı bir şey yapmak fikri...
Albert'ın çukuru.
-Belki, kim bilir?
Ama biliyor musunuz
bu egoyla ilgili.
Bunun hiçbir önemi yok.
Yanımdaki bu insanla ve güzel
bebeğimizle birlikte olabiliyorsam...
ihtiyacım olan tel şey bu.
Sanırım uğruna buraya kadar
geldiğiniz şeyi istiyorsundur.
Evet, bu harika olur.
Bunu bulmak biraz vaktimi aldı.
Aam Diego'ya çok şey borçluydum.
Bu aradığım şey.
Çok teşekkürler!
Gerçekten.
-Yağmurda bol şanslar.
Çöp torbası falan ister misiniz?
Evet.
Aslında bu harika olur.
Hoşçakalın!
Hey Albert!
-Evet?
Sonsuz boşluğu araştırmanda
iyi şanslar dilerim.
Teşekkürler.
-Hey!
Sana da!
Herhalde seni içeri geçirmeyeceğim.
Torbada ne olduğunu
öğrenmek istiyor musun?
Açıkçası artık umurumda bile değil.
Nedir bu?
Annemim en sevdiği kolyesi.
Başından beri bunu planladığımı
söylersem yalan olur ama...
bunu sana geri verdim değil mi?
Bir değeri olsa gerek.
Bütün gün bunun için miydi?
Bunun onunla oraya gömülmesini
istemezdin. Sende kalması daha iyi.
Pekala!
Hey! Bir katoya ihtiyacın olursa
beni nerede bulacağını biliyorsun.
Çok komik! Bu kolye annemle ilgili
bir anımı aklıma getirdi.
Küçük bir çocuktum ve bir şeyler
yüzünden ağlıyordum ve...
o da beni beşiğimde sallıyordu.
Bu şeyin içindeki küçük topların
ileri geri sallandığını görebiliyordum.
Ve burnumdan sümükler akıyordu.
Bana giysisinin kolunu uzattı ve
burnumu sümkürmemi söyledi.
Ve küçük bir çocukken bile
şöyle düşündüğümü hatırlıyorum...
Vay be!
Bu gerçek sevgi.
Bu sevgi.
Large! Galiba bir tane gördüm.
-Kapa çeneni!
EVet. Dur biraz.
Bunu saklamamız lazım.
Pekala! Kıpırdama!
Eğer bir hatıra defterim olsaydı
bunu ona koyabilirdik.
Hepsi bu kadar mı?
-Sanırım, başka hissetmiyorum.
Eğer hissedersen bana haber ver,
kabı tutarım tamam mı?
Bu çok iyi bir fikirdi.
-Sen kimsin?
Senin yeni arkadaşın, Sam.
Selpak?
Gel buraya!
Tanrım! Bu çok acı verici.
-Biliyorum.
Ama hayat bu.
Bu hayattan başka bir şey değil.
Bu gerçek ve
bazen canını yakar.
Sahip olduğumuz tek şey bu.
Kendini nasıl hissediyorsun?
Emniyette.
Seninleyken kendimi
emniyette hissediyorum.
Yuvamda.
Baba!
Gel hadi! -Uyandırdığım için üzgünüm.
-Yo! Yo! Gazete okuyordum.
Nerelerdeydin?
Pek çok yerde.
Şu son birkaç gündür tuhaf
bir yolculuğa çıkmıştım.
Benden kaçıyordun.
-Hayır. Yapma!
Tamam belki de öyleydi ama...
Eminim ki hayatında öfke duyabileceğin
pek çok şey bulabilirsin.
Ama anlamadığım şey,
neden bana bu kadar kızgınsın?
Benim tek istediğim hepimizin yeniden
mutlu olmasıydı, tek istediğim buydu.
Biz ne zaman çok mutluyduk baba?
Bunu hep söylüyorsun.
Ne zamandı? Senin aklında hepimizin
mutlu olduğu zaman ne zamandı?
Benim anılarımda böyle bir şey yok.
Belki olsaydı buna saygı duyabilirdim.
Ama ben...
Sen ve ben iyi olmanın
bir yolunu bulmak zorundayız.
Bunu bir deneyebiliriz.
Eğer yaptığın şey için
kendini affedebilirsen.
Yaptığım şey!
Benim yaptığım şey!
Pekala! Hadi bunu yapalım!
Buradayız, değil mi? Hadi halledelim bunu.
Yaptığım şey için kendimi affedeceğim.
Hazır mısın?
Ben küçük bir çocuktum ve biri
boktan bir kilit yapmıştı.
İşte böyle düşünüyorum.
Olanlar hakkında böyle düşünüyorum.
Ve artık o ilaçları kullanmayacağım.
Beni tamamen hissizleştiriyorlar.
Hayatım boyunca yaşadığım her şeye
karşı öyle hissiz kaldım ki.
Ve bunun için...
buraya seni affetmeye geldim.
Her zaman bizim istediğimiz neyse
onu istediğini söylerdin.
Belki de annemin her şeyden çok
istediği şey bütün bunların sona ermesiydi.
Ve benim içinse...
hayatta en çok istediğim şey seninle
aramın iyi olması, yeniden hissetmek.
Bu acı bile olsa.
Doktorunun tavsiyelerine karşı gelmek
oldukça ağır bir deney değil mi?
Bu benim hayatım baba.
Hepsi bu.
26 yıl başka bir şeyin başlamasını
bekledim bu yüzden bunun...
çok ağır geleceğini sanmıyorum.
Çünkü bundan başka bir şey yok.
Şimdi görüyorum ki bir tek bu var.
Seninle aramız düzelecek,
bunu biliyorsun değil mi?
Senin hep düşlediğin kadar
mutlu olmayabiliriz ama...
hayatımızda ilk kez kendimize her
ne isek o olma fırsatını verelim.
Bu kesinlikle daha iyi olacaktır, tamam mı?
Bence bu daha iyi olacaktır.
Ne düşünüyorsun?
Geri dönmeyeceksin, değil mi?
-Yapma Sam, elbette döneceğim.
Hayır dönmeyeceksin.
Bunun güzel olduğunun farkında değilsin.
Bu hayatta insanın başına
çok gelmez. Yani...
Bunu yürütebiliriz.
Sana yardım etmek istiyorum.
Birbirimize ihtiyacımız var.
İki gündür yalan söylemedim.
Bu doğru mu?
Hayır.
Bu konuşma aramızdaki şeyin
bitmesi hakkında değil ki.
Buna bir ara veriyorum,
biraz uzaklaşmam lazım.
Çünkü gidip kendimi bulmazsam,
ayaklarım üstünde duramazsam...
bunu mahvedeceğimden endişeleniyorum.
Ve bu benim için çok önemli.
Gitmek zorundayım.
Gitmem lazım.
Psikiyatristimi kovdum.
Gidip yeni bir tane bulmalıyım.
Oraya varınca seni ararım.
Seni ararım ve...
Bana bak!
Bana bak!
Sen hayatımı değiştirdin.
Seni dört gündür tanıyorum ve
hayatımı değiştirdin.
Bu gerçekten büyük
bir şeyin başlangıcı.
Ama şimdi gitmeliyim.
Gel buraya.
Ne yapıyorsun?
Kendi başıma kalıp içimdeki iyi
şeyleri bulma fikrim vardı ya!
Uzaklaşmak mı?
-Evet. Bu çok aptalca! Aptalca!
Berbat bir fikir.
Bunu yapmayacağım, tamam mı?
Çünkü senin de söylediğin gibi
hepsi bu.
Hayat bu.
Ve ben sana aşığım Samantha.
Sanırım bu hayatım boyunca
emin olduğum tek şey.
Şu anda berbat durumdayım.
Halletmem gereken bir sürü şey var.
Hayatımı, sen içinde olmadığın için daha da
berbat bir hale getirmek istemiyorum.
Evet. -Ve bence bunu başarabilirim.
Bunu başarmak istiyorum.
Bunu başarmak zorundayız değil mi?
-Evet. -Evet, öyle.
Peki ne yapacağız?
Ne yapacağız?