Tip:
Highlight text to annotate it
X
Bu muhteşem parça, bu giriş müziği --
Aida'dan "The Elephant March" -cenazem için seçtiğim parça-
(Kahkahalar)
-- nedenini anlayabilirsiniz. Zafer dolu.
Öldüğümde hiçbir şey hissetmeyeceğim, fakat hissedebilecek olsaydım
zafer kazanmış gibi hissederdim-- sadece yaşayabildiğim
ve bu muheşem gezegende yaşamış olduğum için
ve buralardan gitmeden önce, en başta
burada olma nedenime dair bir şeyleri anlayacak kadar şanslı olduğum için.
Tuhaf İngiliz aksanımı anlayabiliyor musunuz?
Herkes gibi ben de hayvanlarla ilgili dünkü bölümden çok etkilendim.
Robert Full, Frans Lanting ve diğerlerinin
gösterdikleri şeylerin o güzelliği!
Bana ters gelen tek şey Jeffrey Katzenberg'in 'mustang'lerden bahsederken
"Tanrının bu dünyada yarattığı en muhteşem yaratıklar" demesiydi.
Elbette biz onun gerçekten bunu kastetmediğini biliyoruz,
fakat bu ülkede ve bu zamanda ne kadar dikkatli olsanız azdır.
(Kahkahalar)
Ben bir biyologum, ve ilgi alanımızın temel teoremi: tasarım teorisi,
ve Darwin'in doğal seçilimle evrim teorisi.
Bu, tabii ki tüm profesyonel çevrelerde herkesçe kabul görmüş bir teorem.
Amerika dışındaki profesyonel olmayan çevrelerde, büyük oranda yok sayılmakta.
Amerika'daki profesyonel olmayan çevrelerde ise
o denli düşmanlık uyandırmakta ki --
(Kahkahalar)
-- bu yüzden, Amerikalı biyologlar bir savaşın içindeler, dersek haksızlık etmiş olmayız.
Bu savaş şu sıralar o kadar endişe verici ki,
her eyalette davalar birbirini takip ederken
kendimi bu konuda bir şeyler söylemek zorunda hissettim.
Darwinizm hakkında söyleyeceklerimi merak ediyorsanız
korkarım yazmış olduğum kitaplara bakmanız gerekecek --
-- bu kitapları dışarıdaki kitapçıda bulmayacaksınız.
(Kahkahalar)
Güncel dava konuları
genellikle yaratılışçılığın sözde yeni versiyonu olan
Akıllı Tasarım -yani A.T.- hakkında.
Sakın kanmayın. A.T. yeni birşey değil.
Sadece yaratılışçılığın başka bir isimle ifadesi.
Yaratılışçılığın yeniden vaftiz edilmiş hali -- bu sözü özenle seçtim --
(Kahkahalar)
politik ve taktik nedenler yüzünden.
Sözde A.T. teorisyenlerinin iddiaları,
Darwin'den bu yana tekrar tekrar
çürütülmüş olan aynı eski iddialardır.
Bilim adına savaş veren
etkili bir evrim lobisi mevcut ve
ben onlara yardım etmek için elimden geleni yapmaya çalışıyorum.
Fakat onlar, benim gibi hem evrimci hem de ateist olduğunu
söylemeye cesaret edebilen insanlardan huzursuz oluyorlar.
İşlerine çomak soktuğumuzu düşünüyorlar, ve neden böyle düşündüklerini de anlamak zor değil:
Görüşlerini tutarlı herhangi bir bilimsel argümanla savunamayan yaratılışçılar,
ateizme karşı yaygın olarak duyulan korkunun arkasına sığınıyor.
"Çocuklarınıza fen derslerinde evrim teorisini öğretirseniz
ilerde uyuşturuya, hırsızlığa ve cinsel sapkınlığa yönelirler".
(Kahkahalar)
Aslında, Papa dahil, tüm eğitimli ilahiyatçılar
evrim teorisini kesin bir şekilde desteklemektedir.
Kennet Miller tarafından yazılmış bu kitap, "Finding Darwin's God",
benim bildiğim kadarıyla A.T.'ye karşı yazılmış
en etkili kitaplardan biri--
-- özellikle dindar bir Hristiyan tarafından kaleme alındığı için.
Kenneth Miller gibi kişilerin Tanrı'nın evrim lobisine bir armağanı olduğunu söyleyebiliriz --
(Kahkahalar)
-- çünkü onlar 'evrimci demek ateist demek' gibi iddiaların
yalan olduğunu ortaya koyuyorlar.
Öte yandan, benim gibi insanlar "çomak sokuyorlar".
Fakat bu noktada, yaratılışçılar hakkında iyi bir şey söylemek istiyorum.
Bunu çok sık yapmam; o yüzden iyi dinleyin.
(Kahkahalar)
Bence bir konuda haklılar.
Bence evrimin
temelde dinin karşısında olduğu konusunda haklılar.
Daha önce, Papa gibi, evrime inanan pek çok kişinin
aynı zamanda dindar olduğunu söylemiştim; fakat bence kendilerini kandırıyorlar.
İnanıyorum ki, Darwinizm'in özü
dinî inancı derinden sarsmaktadır.
Şimdi ateizm hakkında vaaz verecekmişim gibi gelebilir; ama
sizi temin ederim ki yapacağım şey bu değildir.
Bu kadar kültürlü dinleyicilerle birlikteyken
bu, "kilise korosuna vaaz vermek" gibi olacaktır.
Hayır, size dayatmaya çalıştığım şey --
(Kahkahalar)
-- aslen size dayatmaya çalıştığım şey ateizm militanlığıdır.
(Kahkahalar)
(Alkışlar)
Fakat bu çok olumsuz bir deyiş.
Eğer isteseydim -- eğer dinî inancını gözeten biri olsaydım
evrimsel bilimin ilham veren ve büyüleyen gücünden korkardım;
-- ve genel olarak bilimden korkardım; ama özellikle evrimden--
çünkü evrim bilimi tanrıtanımazdır.
Bütün biyolojik tasarım teorilerinin önündeki en önemli sorun
yaşayan varlıkların istatistiksel açıdan neredeyse olanaksız olmalarıdır.
Yani iyi bir tasarımın, istatistiksel olarak olanaksızlığı --
başka bir deyişle, karmaşık olması.
Yaratılışçıların standart argümanı -sundukları bütün argümanlar buna indirgenebilir-
istatistiksel olanaksızlıktan yola çıkar:
"Canlılar tesadüf sonucu ortaya çıkmış olamayacak kadar karmaşıktırlar;
öyleyse birisi tarafından tasarlanmış olmalılar".
Tabii bu argüman kendisini çürütmektedir.
Karmaşık herhangi bir şey tasarlayabilecek herhangi bir tasarımcının
kendisinin daha da karmaşık olması gerekecektir -- ve daha ondan beklenen
günahları bağışlaması, evlilikleri kutsaması, duaları dinlemesi
savaşta bizden yana olması gibi
diğer şeylerden bahsetmiyoruz bile!
(Kahkahalar)
-- cinsel yaşamımızı onaylamaması gibi şeylerden...
(Kahkahalar)
Karmaşıklık, bütün biyoloji teorilerinin açıklaması gereken bir sorundur
ve bunu, daha da karmaşık bir etmen ortaya atarak çözemezsiniz --
bu şekilde sadece sorunu daha da karmaşık hale getirmiş olursunuz.
Darwinci doğal seçim büyüleyici derecede mükemmeldir;
çünkü karmaşıklık sorununu, sadelikle ilişkilendirerek açıklar --
-- başka hiçbir şeyle değil.
Bunu özetle, yavaş yavaş,
aşama aşama artan ilerlemeyle açıklar.
Ama ben burada şuna dikkat çekmek istiyorum:
Darwinciliğin mükemmelliği din için sarsıcıdır; çünkü
son derece kusursuz, yalın,
etkili ve ekonomiktir.
Bir asma köprünün ekonomik ve sade yapısına sahiptir.
Tanrı teorisi sadece kötü bir teori değildir.
Aynı zamanda, kendisinden istenileni yerine getiremediği görülmektedir.
Taktiklere ve evrim lobisine dönecek olursak,
"çomak sokmanın", tam da yapılması gereken şey olduğunu düşünüyorum.
Ben yaratılışçılığa, evrim lobisininden farklı bir şekilde saldırıyorum.
Benim yaratılışçılığa saldırma biçimim, topyekûn dine saldırmaktır;
ve bu noktada dinle ilgili kötü sözler söylemeyle
ilgili bir tabuyu ikrar etmek istiyorum.
Bunu, merhum dostum Douglas Adams'tan bir alıntıyla yapacağım --
-- TED'e hiç gelmediyse de,
kesinlikle davet edilmesi gereken biriydi.
Richard Saul Wurman: Davet edilmişti.
Richar Dawkins: Edilmişti, güzel. Edilmiş olmalıydı.
Ölümünden kısa bir süre önce, Cambridge'te
kaydedilen bir konuşmasında
önce bilimin yanlışlanabilir hipotezleri
sınayarak nasıl işlediğinden bahseder ve şöyle devam eder.
Aynen alıntılıyorum: "Anlaşılan, din böyle işlemiyor.
"Temelinde, kutsal -veya mukaddes- dediğimiz belli bazı düşünceler var.
"Bu şu demek: Ortada, hakkında hiçbir
"kötü söz söyleyemeyeceğiniz bir düşünce var.
"Söyleyemezsiniz. Neden? Söyleyemezsiniz işte!
(Kahkahalar)
"Neden Cumhuriyetçiler ve Demokratlar'dan birini desteklemek;
"falanca ekonomi modelini, filanca modele; veya Macintosh'u Windows'a yeğlemek kurallara aykırı değil de
"evrenin nasıl başladığı, evreni kimin yarattığı
"ile ilgili fikir sahibi olmak kurallara aykırı? Yo, o kutsal.
"Yani, dini fikirleri tartışmamaya alışkınız;
ve Richard bunu yaptığı zaman öfke uyandırması çok ilginç".
Burada beni kastediyor, onu değil.
"Herkes zıvanadan çıkıyor,
"çünkü böyle şeyler söylemeniz yasak; ama düşünecek olursanız
"bu fikirlerin, diğer fikirler gibi tartışılmaması için hiçbir neden yok.
"Tek fark, her nasılsa, bu konuların
"tartışılamayacağını kendi aramızda kabul etmişiz". Douglas'tan yaptığım alıntı böyle bitiyor.
Bence, sadece bilim, dinin temelini sarsmıyor;
din de, bilimin temelini sarsıyor.
Din insanlara abes, doğaüstü ve değersiz açıklamalarla yetinmelerini öğretiyor;
ve her yönüyle anlayabileceğimiz, hakiki ve mükemmel açıklamaları görmelerini engelliyor.
İnsanlara otoriteyi, inayeti ve ona itikati öğretiyor --
her zaman kanıt aramayı öğretmek varken.
Bu, Douglas Adams; "Last Chance to See" adlı kitabından harika bir fotoğraf.
"Quarterly Review of Biology" adında tipik bir bilimsel dergi var;
Ve ben, konuk editör olarak,
dinazorları bir asteroid mi öldürdü, sorusuyla ilgili özel bir sayı hazırlayacağım.
İlk makale de, kanıt sunan, standart bir bilimsel makale:
"Yucatan'da Potasyum-Argon yöntemiyle tarihlendirilmiş kraterde
"K-T sınırındaki İridyum Tabakası,
"dinazorların, bir asteroid çarpması sonucu öldüğüne işaret ediyor".
Son derece tipik bir bilimsel makale.
Bu da bir sonraki: "Kraliyet Akademisi'nin başkanına
"dinazorların, bir asteroid yüzünden öldüğü inancı -- (Kahkahalar) --
"ihsan edildi".
(Kahkahalar)
"Profesör Huxtane'e, dinazorların bir asteroid
"yüzünden öldüğü malum oldu".
(Kahkahalar)
"Profesör Hordley, dinazorların bir asteroid çarpması
"sonucu öldüğüne, hiç şüphe duymadan inanmak --
(Kahkahalar)
"-- üzere yetiştirilmişti".
"Profesör Hawkins, bütün sadık müritlerini bağlayan
"resmi bir dogmayla, dinazorların
"asteroid çarpması sonucu öldüğünü neşretti".
(Kahkahalar)
Böyle bir şey elbette düşünülemez.
Ama farz edelim ki --
(Alkışlar) -- "Asteroid Teorisi'ne inananlar vatansever yurttaşlar olamazlar".
1987'de bir muhabir, Baba George Bush'a,
ateist Amerikalılar'ın, vatandaşlıklarını ve yurtseverliklerini
tanıyıp tanımadığını sordu.
Bay Bush'un cevabının rezilliği bugün nam salmıştır:
"Hayır; ateistleri yurttaştan sayamayız;
"ya da vatansever olarak.
"Bu, Tanrı'nın hükmünde bir ulustur".
Bush'un bağnaz sözleri, bir defalığına
ağzından kaçırıp sonra geri aldığı sözler değildi.
Sözlerini geri alması veya açıklaması istendiğinde de aynı görüşü savundu.
Sözlerinin arkasındaydı.
Daha önemlisi, bunun seçimi kazanması açısından zararlı değil, tersine, faydalı olacağını biliyordu.
Demokratlar da, Cumhuriyetçiler de, seçilmek için
dindarlıklarıyla caka satarlar. İki parti de "Tanrı hükmündeki ulus"a seslenir.
Thomas Jefferson ne derdi? -- "Her ülkede ve her devirde, din adamları özgürlüğe düşman olmuştur".
Ben de genelde İngiliz olmakla çok gurur duymam;
ama kıyaslama yapmamak elde değil.
(Alkışlar)
Bir ateist fiilen nedir?
Bir Hristiyan; Thor, Baal veya Altın Buzağı hakkında
ne düşünüyorsa, bir ateist de Yehova hakkında aynı şeyleri düşünür.
Daha önce söylendiği gibi, insanlığın bugüne kadar inandığı tanrılar
söz konusu olduğunda hepimiz ateistiz. Bazılarımız sadece bunun bir tanrı için daha böyle olduğunu düşünüyor.
(Kahkahalar)
(Alkışlar)
Ve ateizmi nasıl tanımlarsak tanımlayalım; bu kimsenin vatanseverliğine,
seçilme hakkına veya vatandaşlığına kötü söz söylemeyi
gerektiren bir tercih değildir.
Bununla birlikte, bir ateist olduğunuzu söylemek
kendinizi Bay Hitler veya Bayan İblis olarak tanıtmaktan farklı değil.
Bu da, ateistlerin garip, acayip bir azınlık
olduğu düşüncesinden kaynaklanmaktadır.
Natalie Angier, New Yorker'da çıkan bir yazısında
bir ateist olarak kendini nasıl yalnız hissettiğini yazdı.
Kendisini sürekli taciz edilen bir azınlıktan sayıyor;
peki, ama Amerikalı ateistleri hesaba döksek karşımıza ne çıkar?
Son anket sonuçları şaşırtıcı derecede cesaret verici.
Hristiyanlık, doğal olarak, 160 milyonla
nüfusun büyük bir kısmını elinde tutuyor.
Peki 2. en büyük grup kimdir dersiniz--
2.8 milyon Musevi, 1.1 milyon Müslüman, ve Hindular'ın, Budistler'in,
ve diğer tüm dinlerin toplamından daha büyük olan grup?
İkinci en büyük grup, 30 milyonla,
"dindar olmayan" veya "dinle ilgisi olmayan" olarak tanımlanan grup.
İnsan sormadan edemiyor: Niye oy peşindeki politikacılar,
söz gelimi, Musevi lobisinin gücü altında eziliyorlar?
İsrail devleti, varlığını Amerikalı Museviler'in
oylarına borçlu görünüyor; ve aynı zamanda
dindar olmayanları siyaseten yok sayıyor.
Bu dindar olmayan kesim, örgütlü bir şekilde hareket etse,
Musevi oylarının dokuz katı eder.
Daha büyük olan bu azınlık grubu
neden politik gücünü göstermek için çaba sarf etmez ki?
Nicelikten bu kadar bahsettiğimiz yeter. Niteliğe gelelim.
Zekâ ve dindarlık arasında, olumlu ya da olumsuz,
bir bağıntı var mı?
(Kahkahalar)
Az önce bahsettiğim ARIS anketi
verileri sosyo-ekonomik sınıf, eğitim durumu
veya IQ'ya göre bölümlendirmemiş.
Ama Paul G. Bell'in, Mensa dergisinde yeni yayınlanan makalesi
geleceğe dair fikir veriyor.
Mensa, bildiğiniz gibi, yüksek IQ'lu insanlara yönelik
uluslararası bir organizasyon.
Konuyla ilgili kaynakların analizini yapan Bell şu sonuca vardı:
"1927'den beri, dini inançla zekâ veya eğitim durumunun ilişkisini araştıran
"43 çalışmadan -dördü hariç- hepsi
"ters bir bağıntı buldu.
"Yani, bir kişi ne kadar zeki veya iyi eğitimliyse,
"dindar olması o kadar düşük olasılıklıdır".
Bahsi geçen 42 araştırmayı görmedim ve bu meta-analiz üzerine de yorum yapamam,
ama bu yönde daha çok araştırma yapılmasını isterim.
Ve biliyorum ki,
bu seyircilerin arasında
böyle büyük bir araştırma anketini rahatlıkla finanse edebilecek insanlar var.
Ben önermiş olayım -artık ne işe yararsa...
Şimdi size özel bir grupla ilgili
-en iyi bilim insanlarıyla ilgili-
yayınlanmış ve incelenmiş verileri sunmak istiyorum.
1998'de, Larson ve Witham,
National Academy of Sciences'a seçilerek onurlandırılmış
en iyi Amerikalı bilim insanlarıyla bir anket yaptı.
Ve bu seçkin grupta
kişisel bir tanrıya inananların oranı % 7'ye düştü.
Yaklaşık % 20'sinin bilinemezci; diğerlerinin de ateist rahatlıkla olduğu söylenebilir.
Ölümden sonra yaşama olan inançları hakkında da benzer sonuçlar elde edildi.
Biyologlar arasında ise, oranlar daha da düşük:
sadece % 5.5'i Tanrı'ya inanıyor. Fizikçiler: yaklaşık % 7.5.
Tarih ve felsefe gibi diğer alanlardaki,
seçkin bilim insanların inançlarına ilişkin oranları bilmiyorum --
ama bunlardan farklı olursa şaşarım.
Böylelikle, gerçekten kayda değer bir noktaya geliyoruz:
Amerikan aydın sınıfıyla, seçmenleri arasındaki
tuhaf uyumsuzluğa.
En iyi Amerikalı bilim insanlarının -ve muhtemelen aydın sınıfının- çoğunun,
evrenin doğasıyla ilgili benimsediği felsefi görüş;
Amerikalı seçmenler için
o kadar nefret uyandırıcı ki, genel seçimlerde
hiçbir aday açıkça bu görüşe destek vermiyor.
Eğer haklıysam, bu demektir ki,
dünyanın en önemli ülkesinin
üst makamları, o makamları en çok hak edenlere -aydınlara- yasaklıdır--
şayet inançları hakkında yalan söylemeye hazır değillerse.
Açık açık söylemek gerekirse,
Amerika'daki politik olanaklar
Zeki ve dürüst insanların aleyhinedir.
(Alkışlar)
Ben buralı değilim; o yüzden, umarım bu konuda
bir şeyler yapılması gerektiği söylemem yakışıksız bulunmaz.
(Kahkahalar).
Yapılmsı gereken o şeye zaten daha önce değinmiştim.
TED'de gördüklerime bakarak, burası, bunu başlatmak için ideal bir yer, diyebilirim.
Yine, korkarım maliyetli olacak.
İhtiyacımız olan, Amerikalı ateistler için
bilinçlendirici bir "tercihini açıklama" kampanyasıdır.
(Kahkahalar)
Bu, eşcinsellerin birkaç sene önce düzenlediği
kampanyaya benzeyebilir;
ama biz -maazallah- kimsenin kimliğini, kendi rızası olmadan
açıklamaya kalkmamalıyız.
Çoğu durumda, tercihlerini açıklayanlar
ateistlerin sorunlu olduğu inancını ortadan kaldıracaklardır.
Aksine,
ateistlerin, genelde, çocuklara örnek gösterilecek
türden insanları olduğunu göstereceklerdir.
Bir reklam ajansının, bir ürünü tavsiye ederken kullanacağı türden insanlar.
Burada oturan türden insanlar.
Öyle bir çığ etkisi, öyle olumlu bir geri bildirim olmalı ki,
çoğaldıkça, çoğalmalıyız.
Ani artışlar, eşik etkisi gözlenebilir.
Kritik kitleye ulaştığımızda,
katılım aniden ivme kazanır.
Ve, yine, bu maliyetli olacak.
Ateist kelimesinin, asıl anlamıyla alakasız,
kötü bir çağrışımının,
normalde tercihleri rahatça açıklayacak insanlar için
bir handikap olduğunu düşünüyorum.
Peki bunu değiştirmek için, daha başka
hangi kelimelerini kullanabiliriz? Darwin "bilinemezci"yi tercih etmişti--
sadece bu kelimeyi bulan arkadaşı Huxley'e bağlılığından değil.
Darwin, "Ben, hiçbir zaman ateist olmadım;
"şayet bu bir tanrının varlığını inkâr etmek anlamına geliyorsa."
"Sanıyorum 'bilinemezci', benim hâlimi
"en doğru şekilde tanımlayan ifade olacaktır", demişti.
Hatta Edward Aveling'e karşı, kendisinden beklenmeyecek kadar alınganlık göstermişti.
Aveling, ateizmle ilgili kitabını
Darwin'e ithaf etmek istemiş;
ama Darwin'i bunu kabul etmeye ikna edememiş militan bir ateistti.
Bu olay daha sonra, Karl Marx'ın, "Das Kapital"i,
Darwin'e ithaf etmek istemesi ve Darwin'in bunu reddetmesi
şeklini alarak efsaneleşti. O kişi aslında Edward Aveling'ti.
Olay şuydu: Aveling'in metresi, Marx'ın kızıydı;
ve Darwin ve Marx öldükten sonra,
Marx'ın makaleleri, Aveling'in makaleleriyle karışmış; Darwin'in,
"Sayın Bayım, çok teşekkür ederim;
ama kitabınızı bana ithaf etmenizi istemiyorum", dediği
mektubun Marx'a hitaben yazıldığı sanılmıştı;
ve bu da, muhtemelen duyduğunuz o efsaneye kaynaklık etti.
Bir tür şehir efsanesi;
Marx'ın, Kapital'i Darwin'e ithaf etmeye çalışması.
Neyse, o Aveling'ti; ve karşılaştıklarında Darwin, Aveling'e
"Niye kendinize ateist diyorsunuz?", diye sordu.
"Bilinemezci", dedi Aveling, "ateistin kibarcası;
"ateist de, bilinemezcinin kaba hâlidir".
"Peki ama niye kaba olmak zorundasınız?", diye söylendi Darwin.
Darwin, ateizmin aydın kesimler için uygun ve iyi olabiliceğini; ama
sıradan insanların ateizm için "yeterince olgun olmadığını" düşünüyordu.
Bu da, daha önce bahsettiğimiz, "çomak" argümanının aynısı.
Aveling'in Darwin'e, kibirli olmayı kesmesini söyleyip söylemediği kayıtlarda yok.
(Kahkahalar)
Ama zaten bunun üzerinden yüz yılı aşkın zaman geçmiş.
O zamandan beri büyümüşüzdür herhalde.
İbadet etmeyen; ama kültürel dayanışma gereği
Cumartesi yasağına uyan
akıllı bir Musevi arkadaşım
kendisini, "diş perisi bilinemezcisi" olarak tanımlıyor.
Kendisini ateist olarak tanımlamıyor;
çünkü, olmayan bir şeyin varlığı kanıtlanamaz;
ama bilinemezci kelimesi, Tanrı'nın varlığının
yokluğuyla eşit olasılıkta olduğunu ima eder.
Yani, diş perisi söz konusu olduğunda, arkadaşım bilinemezci;
ama bu çok olası değil, değil mi? Tanrı gibi.
"Diş perisi bilinemezcisi" sözü buradan gelir;
ama aynı şeyi, Bertrand Russell da
Mars etrafında dönen varsayımsal bir çaydanlıktan bahsederek söyler.
Mars'ın yörüngesindeki bir çaydanlık söz konusu olduğunda
kesinlikle bir bilinemezci olmanız gerekir;
ama bu, onun var olma ihtimaliyle,
olmama ihtimalini eşit görmenizi gerektirmez.
Hakkında bilinemezci olmamız gereken şeylerin listesi
periler ve çaydanlıklardan ibaret değildir; sonsuza kadar uzar.
Eğer bunlardan bir tanesine inanmayı seçerseniz,
-tek boynuzlu atlara, diş perilerine, demliklere veya Yehova'ya-
neden inandığınızı açıklamakla mükellefsiniz.
Biz neden inanmadığımızı açıklamakla mükellef değiliz.
Biz tanrıtanımazlar, aynı zamanda "peri-tanımaz" ve "çaydanlık-tanımaz"ız da.
(Kahkahalar)
Ama bunu açıklamaya zahmet etmiyoruz,
ve arkadaşım bu yüzden birçoklarının
ateist dediği şeye "diş perisi bilinemezcisi" diyor.
Yine de, daha derinlerdeki ateistleri, bu tercihlerini açıklamaya ikna edebilmek için
sancağımıza, diş perisi veya
demlik bilinemezcisinden daha iyi bir şey iliştirmeliyiz.
Öyleyse, "hümanist" nasıl?
Bu söz, dünya çapında hâlihazırda çok iyi örgütlenmiş derneklerin,
dergilerin avantajına sahip.
Benim bu sözle tek alıp veremediğim, insanmerkezci olması.
Darwin'den öğrendiğimiz şeylerden biri
insan ırkının; kimisi yakın, kimisi uzak
milyonlarca kuzenden sadece bir tanesi olduğudur.
"Doğalcı" gibi başka seçenekler de var;
ama bunun da karışıklığa yol açma ihtimali var;
çünkü Darwin, doğalcının,
"doğaüstücü"nün karşıtı olduğunu düşünürdü.
Ve bazen bu anlamda kullanılır.
Darwin de bir doğalcıydı tabii, ama kelimenin diğer anlamı
kafasını karıştırabilirdi ve sanıyorum bunu
nüdizmle karıştıracak başka insanlar da vardır.
(Kahkahalar)
Bu tip insanlar, "pediatrist"le "pedofil"i karıştırıp, geçen sene
bir çocuk doktorunu dövmeye kalkan İngiliz linç güruhundan olabilir.
(Kahkahalar)
Bence ateist kelimesinin en iyi alternatifi dinsizdir.
Bu söz, Tanrı inancını tamamen reddetmeyi çağrıştırmaz;
ve bu sayede demlik veya diş perisi bilinemezcileri tarafından rahatça kabul görür.
Fizikçilerin tanrısıyla da tamamen uyumludur.
Şey gibi insanlar --
Stephen Hawking ve Albert Einstein gibi ateistler tanrı kelimesini kullandıklarında
bunu mecazi anlamıyla kullanıyorlar ve bununla
fiziğin henüz anlamadığımız gizemli alanlarını kastediyorlar.
"Dinsiz" bu anlamları karşılamaya yeter; ama ateist kelimesinin aksine
korku ve histeriyle karşılanmaz.
Ama ben asıl seçeneğin
ateist kelimesine cesaretle yaklaşmamız olduğunu düşünüyorum --
tam da histerik bir korkuya
sebep veren bir tabu olduğu için.
Kritik kitleye, ateist kelimesini kullanarak ulaşmak, "dinsiz"le
veya kışkırtıcı olmayan diğer
kelimelerle olduğundan daha zor olacaktır.
Ama bunu, bu feci kelimeyi, "ateist"i, kullanarak becerirsek,
politik etkisi daha da büyük olur.
Demiştim ki, eğer dindar biri olsaydım, evrimden korkardım. Daha da ileri giderdim.
Genel olarak bilimden korkardım.
Çünkü, bilimsel dünya görüşü
çok daha heyecan verici, daha şiirsel ve
dinin yokluk çeken tasavvurundaki her şeyden
daha eksiksiz harikalarla doludur.
Carl Sagan'ın, yeni kaybettiğimiz başka bir kahramanın, dediği gibi
"Nasıl oldu da hiçbir büyük din, bilime bakıp,
"'bu bizim düşündüğümüzden de iyiymiş;
"'evren, peygamberimizin söylediğinden de büyük,
"'daha incelikli ve daha zarifmiş', dememiştir? Onun yerine, 'hayır, hayır!
"'Benim tanrım küçük bir tanrıdır ve öyle kalmasını istiyorum', derler.
"Bir din -eski veya yeni-
"evrenin, modern bilimin ortaya çıkardığı
"mükemmelliğine vurgu yapsa
"geleneksel inançlarının hiçbirinin görmediği
"saygıyı ve hayranlığı kazanır."
Bu, seçkin bir seyirci kitlesi;
ve bu yüzden yaklaşık yüzde 10'unuzun dindar olduğunu tahmin ediyorum.
Çoğunuz muhtemelen dine saygı duyulması gerektiğini yönündeki kibar düşünceyi benimsiyorsunuz;
ama sanıyorum ki önemli bir kısmınız da içten içe
dinden benim nefret ettiğim kadar nefret ediyor.
(Kahkahalar)
Eğer onlardan biriyseniz, ve tabii ki olmayabilirsiniz de,
ama onlardan biriyseniz, sizden kibarlığı bir kenara koymanızı ve
suskunluğunuzu bozmanızı; ve bir de zenginseniz
nasıl fark yaratabileceğinizi düşünmenizi istiyorum.
Bu ülkedeki dinci lobi,
Templeton Vakfı ve Discovery Enstitüsü gibi kurumlardan
inanılmaz maddi yardım alıyor -vergi indirimlerine girmiyorum bile.
Bizim bir "anti-Templeton"ın öne çıkmasına ihtiyacımız var.
Eğer kitaplarım, Richard Dawkins'in kitapları kadar değil de,
Stephen Hawkins'in kitapları kadar satsaydı, bunu ben yapardım.
İnsanlar sürekli, "11 Eylül sizi nasıl değiştirdi?", diye sorup duruyor.
Beni nasıl değiştirdi, söyleyeyim:
Artık şu lanet saygıyı bir kenara bırakalım.
Çok teşekkürler.
(Alkışlar)