Tip:
Highlight text to annotate it
X
Sayın Başkan, Sayın Genel Sekreter,
sayın delegeler, bayanlar ve baylar;
Bugün konuşmamı, size Chris Stevens isimli bir Amerikalı'dan bahsederek açmak istiyorum.
Chris Grass Valley, California'da, bir avukatın
ve müzisyenin çocuğu olarak hayata gelmiş biridir.
Gençliğinde, Chris Amerikan Barış Gönüllüleri Organizasyonu'na katılmış ve Fas'ta İngilizce öğretmiştir.
Bu sırada Kuzey Afrika ve Orta Doğu'da yaşayan insanları sevmiş, onlara saygı duymuş ve
ve bu bölgeye karşı, hayatı boyu süren bir gönül borcu hissetmiştir.
Sonra diplomat olarak, Mısır'dan Suriye'ye, Suudi Arabistan'dan Libya'ya, çeşitli yerlerde görevlendirilmiştir.
Kendisi görevlendirildiği yerlerde sokaklarda yürümesiyle, oranın yerel yemeklerini yemesiyle,
mümkün olduğunca çok insanla tanışmasıyla, Arapça konuşmasıyla ve koca bir gülümsemeyle tanınmıştır.
Chris, Libya'daki devrimin ilk günlerinde, bir yük gemisiyle Bengazi'ye gitmiştir.
Bir Amerikan temsilcisi olarak, Libya halkına, vahşi çatışmalarla boğuşmalarında yardım etmiş,
yaralı insanlara bakmış ve tüm Libyalı insanların haklarına saygı duyulan
bir gelecek hayali yaratmıştır.
Devrim bittiğinde, Libyalılar'ın seçim düzenlemeleri, yeni kurumlar oluşturmaları ve onlarca yıl süren
diktatörlük rejiminden sonra, ülkelerini ilerletmeleri sırasında, bu yeni demokrasinin doğuşunu desteklemiştir.
Chris Stevens işini severek yapmıştır. Hizmet ettiği ülke ile gurur duymuş
ve tanıştığı insanların onurlu insanlar olduğunu düşünmüştür. İki hafta önce, Chris, yeni açılacak olan bir kültürel merkezin
ve modernleştirilecek olan bir hastanenin planlarını incelemek üzere Bengazi'ye seyahat etmiştir.
İşte o sırada Amerikan elçiliğine bir saldırı düzenlendi.
Üç diğer meslektaşıyla birlikte, Chris de yardım etmeye çalıştığı şehirde öldürüldü.
52 yaşındaydı.
Size bu hikayeyi anlatıyorum çünkü Chris, Amerika'nın en iyi özelliklerini bünyesinde taşıyordu.
Diğer Yabancı Hizmet görevlileri gibi, o da okyanuslar ve kültürler arasında köprüler kurmuş ve
Birleşmiş Milletler'in temsil ettiği uluslar arası işbirliği için çok emek sarf etmişti.
Yaptığı şeyleri alçak gönüllülükle yapıyordu ancak, ilkelerinden de ödün vermiyordu: bireylerin kendi kaderlerini belirlemekte
özgür olmaları gerektiğine ve özgürlük, onur, adalet ve fırsat sahibi olarak yaşamaları gerektiğine inanıyordu.
Bengazi'de vatandaşlarımıza düzenlenen saldırı, Amerika'ya düzenlenen bir saldırıdır.
Biz, Libya hükümetinin ve Libya halkının bize göstermiş olduğu destek için teşekkür ediyoruz.
Ve bizim pes etmeden, katilleri bulacağımıza ve onları adilce yargılayacağımıza karşı şüphe duyulmamalıdır.
Ben ayrıca, geçen bir kaç gün içinde, aralarında Mısır, Tunus ve Yemen'in bulunduğu , diğer bölge
liderlerinin, bize ait diplomatik tesisleri güvenlik altına almak için önlemlerde bulunmalarından dolayı ve ortamı sakinleştirmeye
çalıştıkları için, teşekkür ederim. Dünyanın bir çok yerindeki dini liderler de aynısını yaptılar.
Ancak son iki hafta içinde gerçekleşen saldırıların, yalnızca Amerika'ya yapılan saldırılar olmadığını anlamamız gerekli.
Bu saldırılar, Birleşmiş Milletler'in kurulu olduğu ideallere karşı düzenlenmiş saldırılardır; yani insanların aralarındaki farklılıkları
barış içinde çözebileceklerine; diplomasinin savaşın yerini alabileceğine; birbirine bağlı ülkelerden oluşan ve liderlerin,
vatandaşları için daha fazla fırsat ve güvenlik yaratmak istediği bir dünya olabileceğine karşı düzenlenmiş bir saldırı.
Eğer biz bu idealleri korumak istiyorsak, o halde bizlerin büyükelçilikler önündeki güvenlik görevlilerinin sayısını
artırmaktan veya üzüntü beyanlarımızı bildirip, ortalığın yatışmasını beklemekten daha fazlasını yapmamız lazım.
Eğer bu idealler konusunda ciddiysek, bu krizin kaynağındaki sebepler hakkında dürüstçe konuşmamız lazım.
Çünkü biz, bizleri ayıran güçler ile, ortak umutlarımız arasında bir seçim yapmak durumundayız.
Bugün geleceğimizin, Chris Stevens'in katilleri gibi değil, Chris'in kendisi gibi insanlar tarafından belirleneceğini onaylamalıyız.
Bugün bu şiddetin ve anlayışsızlığın, Birleşmiş Milletler'de yeri olmadığını beyan etmeliyiz.
Tunus'ta bir satıcının, ülkesindeki zorba yozlaşmayı protesto etmek amacıyla kendini yaktığı ve Arabh Baharı olarak anılan
hareketi başlattığından beri neredeyse iki yıl geçti. Ve o günden beri,
dünya ortaya çıkan değişiklikleri şaşkınlık içinde seyrediyor ve
Amerika Birleşik Devletleri, bu değişimi yaratan güçleri desteklemekte.
Biz Tunus'ta bir diktatörü alaşağı eden protestolardan ilham aldık çünkü bizler,
sokaklara dökülen adam ve kadınların hayallerinde, kendi inançlarımızı gördük.
Biz Mısır'da değişiklik olmasını destekledik çünkü demokrasiyi destekliyor olmamız, bizi otomatik olarak halkın yanına koydu.
Yemen'de liderliğin el değiştirmesini destekledik çünlü
halkın çıkarları, yozlaşmış idare tarafından gözetilmiyordu.
Libya'da, BM Güvenlik Konseyi'nin direktifi altında, diğer ülkelerde güçlerimizi birleştirerek, müdahalede bulunduk,
çünkü masum insanların katledilmesini durdurma gücümüz vardı ve halkın isteklerinin,
zorba yöneticinin isteklerinden daha güçlü olduğuna inanıyorduk.
Bugünkü buluşmamızda da, Başar Al-Assad'ın yönetiminin sona erdirilmesi gerektiğini söylüyoruz ki,
Suriye halkının çektiği zulmün bitsin ve yeni bir gün doğsun. Biz bu pozisyonları
almış bulunmaktayız çünkü özgürlük ve kendi kaderini tayin etme hakkının, belirli bir kültüre özgü olduğuna inanmıyoruz.
Bunlar yalnızca Amerika'ya, ya da Batı'ya özgü değerler değildir. Bunlar evrensel değerlerdir.
Ve her ne kadar demokrasiye geçiş sürecinde karşılaşılacak büyük sorunlar olsa da, ben halkın
seçtiği ve halka hizmet eden bir hükümetin, eninde sonunda daha büyük istikrar,
başarı ve şahsi fırsat doğuracağına ve bu sayede dünya barışına katkıda bulunacağına inanıyorum.
Bu yüzden, bizim bu mevsimi, gelişim mevsimi olarak düşünmemiz gerekmektedir.
Onlarca yıldan sonra, Tunuslular, Mısırlılar ve Libyalılar, seçimlerde
güvenilir, rekabetçi ve adil liderler seçtiler.
Ve bu demokrasi ruhu, yalnızca Arap Dünyası'yla sınırlı kalmadı.
Geçen yıl, Malawi ve Senegal'de barışçıl iktidar değişimleri yaşandı,
ayrıca Somali'de de yeni bir Başkan göreve getirildi. Burma'da, Başkan politik mahkumları özgürlüğe kavuşturdu ve kapalı
olan toplumu açık hale getirdi; cesur bir mualif Meclis'e seçildi ve
insanlar sonraki değişiklikleri dört gözle bekliyorlar. Dünyanın dört bir yanında,
insanlar seslerini duyuruyorlar, doğuştan sahip oldukları onurlarını ve geleceklerini belirleme haklarını savunuyorlar.
Ancak geçen haftalarda yaşanan karışıklıklar, demokrasiye giden yolun, seçim düzenlemekle bitmediğini gösteriyor.
Nelson Mandela'nın dediği gibi, " Özgür olmak, yalnızca insanın zincirlerinden kurtulması anlamına gelmez,
diğer insanlara saygı duyan ve onların özgürlüklerini de artıran bir şekilde yaşamak anlamına gelir." [Alkış]
Gerçek demokrasi, vatandaşların inançları yüzünden ceza evine atılmamalarını ve
işletmelerin, rüşvet vermeden açılabilmesini gerektirmektedir.
Demokrasinin sürdürülebilmesi, vatandaşların korkmadan düşüncelerini beyan edebilmelerine ve korkmadan
birlik olabilmelerine ve halkın hakkını güvence altına alan, kanunlara ve yargı sürecine bağlıdır.
Yani, gerçek demokrasi, gerçek özgürlük, çok emek ister.
İdaredeki kişilerin, muhaliflere karşı aşırı önlem alma arzularını bastırmaları gerekir.
Ekonominin kötüleştiği durumlarda, yönetimler, ülkeyi yeniden yapılandırma işine eğilmektense, halklarını kendi
içlerinde veya yurt dışındaki hayali düşmanlara karşı kışkırtma eğiliminde olabilirler.
Ayrıca, insani gelişimi reddeden kişiler her zaman var olacaktır; örneğin gücü bırakmak istemeyen diktatörler,
mevcut durumdan yararlanan yozlaşmış çıkar sahipleri ve nefret ve ayrımcılık alevlerini körükleyen ekstremistler.
Kuzey İrlanda'dan Güney Asya'ya, Afrika'dan Amerika'ya,
Balkanlar'dan Pasifik'teki Doğu Asya Ülkeleri'ne kadar, yeni politik
rejime geçiş dönemine eşlik eden karışıklıklara şahit olduk.
Çatışmalar bazen ırksal ya da kabilesel farklılıklar sebebiyle gerçekleştiyse de, çoğunlukla geleneklerin ve
inançların, modern dünyanın çeşitliliği ve ülkelerin karşılıklı bağımlılığıyla uyumsuz olması sebebiyle ortaya çıktı.
Her ülke de, farklı dini inançları tehlikeli bulan kişiler vardır, her kültürde, kendileri için
özgürlük isteyen kişilerin, kendilerine, diğerlerinin özgürlüğünü nereye kadar tolere edebileceklerini sormaları gerekir.
İşte son iki hafta içinde, kaba ve iğrenç bir video Müslümanlık dünyasında öfkeyle karşılaşıldığında,
bizim bu soruyu sormamız gerekir. Ben Amerikan Birleşik Devletleri hükümetinin bu videoyla uzaktan yakından
bir ilişkisi olmadığını net olarak belirttim ve videonun mesajının,
ortak insanlığımıza saygı duyan herkes tarafından reddedilmesi gerektiğine inanıyorum.
Bu yalnızca Müslüman'lara değil, Amerika'ya da yapılmış bir hakarettir; çünkü bu duvarların arkasındaki şehirde açıkça
görülebileceği gibi, biz, her tür ırktan ve inanç sisteminden gelen insanlara kucak açmış bir ülkeyiz.
Biz, ülkemizde ibadet eden Müslüman'ların da ülkesiyiz.
Biz din özgürlüğüne saygı göstermekle kalmıyoruz; kişileri, görünüşlerinden
veya inançlarından ötürü zarar görmekten koruyan kanunlara da sahibiz.
İnsanların neden bu videodan ötürü güceneceklerini anlayabiliyoruz, çünkü vatandaşlarımızın milyonlarcası Müslüman.
Biliyorum ki, bazı insanlar, bizim bu tür videoların çekilmesini neden yasaklamadığımızı merak ediyor.
Bunun yanıtı, kanunlarımızda saklıdır: Anayasamız, ifade özgürlüğü hakkının koruma altına almıştır.
Amerika'da, bir sürü yayın hakaret içeriyor olabilir.
Benim gibi, Amerikalılar'ın çoğunluğu Hristiyan'dır ancak biz
en kutsal inançlarımıza karşı sövülmesini yasaklamıyoruz.
Ben ülkemizin başkanı ve ordumuzun Başkomutanı olarak, her gün benim hakkımda
korkunç şeyler söyleneceğini kabul etmiş bulunmaktayım. [Güler] Ve onların bu haklarını her zaman savunacağım. [Alkış]
Amerikalılar dünyanın bir çok yerinde, insanların fikirlerini beyan edebilme hakkını korumak için
savaşmış ve hayatlarını kaybetmişlerdir. Hem de bu fikirler, kendi fikirlerine tamamen ters düşse de.
Biz bunu, nefret söylemlerini savunduğumuz için değil, Kurucu'larımız, ifade özgürlüğü korunmadığı sürece,
bireylerin kendi fikirlerini beyan edebilmesinin ve kendi inançlarına göre ibadet edebilmesinin
tehdit altında olacağını anladıkları için yapıyoruz. Biz bunu yapıyoruz, çünkü çeşitli grupları bünyesinde barındıran
toplumlarada, konuşmayı kısıtlandırma, kolaylıkla, eleştirenleri susturma ve azınlıklara baskı uygulama aracı haline dönüşebilir.
Biz bunu yapıyoruz çünkü, inancın hayatımızda bize sağladığı gücü ve dini farklılıkların yol açabileceği tutkular göz önünde
bulundurulursa, nefret söylemlerine karşı en güçlü silah, onları baskılamak değil, daha fazla
konuşmanın yer almasına izin vermektir. Bağnazlık ve dine karşı sövenlere karşı
hoşgörü ön plana çıkacak ve anlayış ile
karşılıklı saygı değerlerini ortaya çıkaracaktır.
Ben, BM'deki her ülkenin, ifade özgürlüğünün savunulması konusunda aynı fikirde olmadığını biliyorum.
Ancak cep telefonu olan herkesin bir tuşa basarak, dünyanın her yerine insanları rencide edici görüşlerini gönderebileceği
2012 senesinde, bilgi akışını kontrol edebileceğimiz fikri, geçersiz bir fikirdir.
O halde soru, bizim bu tür olaylar karşısında nasıl yanıt vereceğimizdir.
Ve bizim şu konuda hemfikir olmamız gerekir: hiç bir konuşma, anlamsız vahşeti haklı çıkaramayacaktır.
Masum insanların öldürülmesini mazur gösterebilecek hiç bir kelime yoktur.
Bir büyük elçiliğe düzenlenen saldırıyı haklı çıkaracak hiç bir video da yoktur.
Hiç bir hakaret, insanların Lübnan'da bir restoran yakmalarının, Tunus'ta bir okulu yok etmelerinin
ya da Pakistan'da ölümle sonuçlanabilecek vahşet yaratmalarının arkasındaki haklı sebep olamaz.
Modern teknolojilere sahip, modern dünyada, bizim nefret söylemlerine bu şekilde tepki vermemiz,
bu tür söylemlerde bulunan kişilere, dünyanın her yerinde kaos yaratma gücü vermektedir.
Eğer böyle yanıt verirsek, aramızdaki en kötü kişilere güç vermiş oluruz.
Daha genel hatlarıyla, geçen iki hafta içinde gerçekleşen olaylar, hepimizin, demokrasi yolunda ilerleyen
Arap Dünyası'yla, Batı Dünyası arasındaki gerilimleri dürüstçe ele almamız gerektiğini gösterdi.
Ve bu konuda net olmak istiyorum: nasıl dünyadaki her sorunu çözemezsek, ABD bugüne dek
yurt dışındaki demokrasiye geçiş süreçlerini sonuçlandırmaya çalışmamıştır ve bundan sonra da çalışmayacaktır.
Biz, tüm ulusların, bizimle her konuda aynı fikirde olmasını beklemiyoruz.
Ve nasıl o nefret videosunu yapanlar, Amerikalılar'ın görüşlerini temsil etmiyorsa,
geçen haftalarda ortaya çıkan vahşetin ya da bazı kişilerin beyan ettiği nefret söylemlerinin,
Müslüman'ların büyük çoğunluğunun fikirlerini temsil ettiğine inanmıyoruz.
Ancak ben, bütün ülkelerdeki liderlerin, vahşeti ve ekstremizmi
kınamalarının onların sorumluluğu olduğuna inanıyorum. [Alkış]
Her ne kadar direk olarak şiddete başvurmasalar da, Amerika'ya Batı'ya veya İsrail'e karşı nefreti,
politikalarının merkezi ilkesi haline getirenleri, dışlamamızın zamanı geldiğine inanıyorum.
Çünkü bu tavır, şiddete başvuran kişiler için bir bahane ya da sebep oluşturmaktadır.
Doğu'yu Batı'yla, Güneyi Kuzey'le, Müslümanlar'ı Hristiyanlar'la,
Hindu'ları Musevi'lerle yarıştıran türden politikalar, özgürlük sağlayamazlar.
Bu tür politikalar, gençlere ise, yalancı umut sağlarlar.
Bir Amerikan bayrağı yakmak, çocuğuna eğitim sağlamaz.
Bir restoranı yerle bir etmek, aç bir insanı doyurmaz.
Bir elçiliğe saldırmak, tek bir insana iş sağlamaz.
Bu türden politikalar, yalnızca bizim birlikte yapmamız gereken şeylere ulaşmamızı zorlaştırır:
çocuklarımız eğitmek ve onlara hak ettikleri fırsatları sağlamak;
insan haklarını savunmak ve demokrasinin verdiği sözleri çoğaltmak.
Anlayınız ki, Amerika hiç bir zaman geri çekilmeyecektir.
Biz, vatandaşlarımıza ve dostlarımıza zarar veren kişileri adilce yargılayacağız ve
müttefiklerimizle birlikte hareket edeceğizdir. Dünyanın dört bir yanındaki ülkelerle ortalık kurarak,
halklarımız için ekonomik gelişim sağlayan ve demokrasiye geçiş sürecinde istikrar sağlayan
ticaret ve yatırım, bilim ve teknoloji ve enerji ve gelişim bağlarımızı güçlendireceğiz.
Ancak bu tür eylemler, karşılıklı çıkar ve karşılıklı saygı ruhuna dayanmalıdır.
Hiç bir hükümet veya şirket, hiç bir okul veya STK, çalışanlarının
tehlike altında olduğu bir ortamda güven içinde işleyemez. Ortaklığın verimli olması için
vatandaşlarımız güvende olmalı ve emeklerimiz saygıyla karşılanmalıdır.
Kızgınlık üzerine kurulu bir politika- dünyanı "onlar" ve "biz" olarak ayırma üzerine kurulu bir politika-
hem uluslar arası işbirliğine mani olmakta, hem de bu politikayı kabul eden kişilere uzun vadede kötülük yapmaktadır.
Bizim, bu kuvvetlere karşı koymamız hepimizin çıkarına olacaktır.
Müslüman'ların ekstremizm dolayısıyla acı çektiklerini unutmayalım.
Bengazi'de bizim sivil çalışanlarımızın öldürüldüğü gün,
İstanbul'da bir Türk polis, düğününe bir kaç gün kala öldürülmüştü,
Sana'a'da ondan fazla Yemeni, arabaya yerleştirilen bir bombada katledildi
ve Kabul'deki bir intihar saldırısında hayatını kaybeden bir kaç
Afgan çocuğun ailesi, onların yasını tuttu.
Hoşgörü eksikliği ve vahşet en başta Batı'yı hedef alıyor olabilir ancak
zaman içinde, kontrolden çıkacaktır. Aynı aşırıcı tutum,
Sunni ve Şii'ler veya aşiretler arasındaki savaşı haklı göstermek için kullanılıyor.
Bu güce ve başarıya değil, kaosa sebep oluyor.
Neredeyse son iki yıldır, çoğunluğu Müslüman'lardan oluşan ülkelerde,
geçen on yılda görülen şiddetin yerini, barışçıl protestolar almış durumda.
Ve aşırıcılar bunun farkındalar.
Ve onlar insanların hayatlarına bir şey katamayacakları için,
şiddet, onların dikkat çekebilmelerinin tek yolu. Onlar inşa etmiyorlar, yalnızca parçalıyorlar.
Artık şiddet çağrısını ve ayrılık politikasını geride bırakma vakti geldi.
Bir çok konuda, geleceğin verdiği sözlerle, geçmişin hapishaneleri arasında bir seçim yapmamız gerekiyor.
Ve hata yapma lüksümüz yok. Anı yakalamalıyız.
Amerika, daha iyi bir geleceği arzulayan herkesle çalışmaya hazır.
Gelecek, Mısır'daki Koptik Hristiyan'ları hedef alanların değil,
Tahrir Meydanı'nda, "Müslümanlar, Hristiyanlar, hepimiz biriz" diye bağıranların olmalıdır.
Gelecek, kadınları ezenlere ait olmamalı;
gelecek, okula giden kızlar tarafından ve
kızlarımızın, oğlanlarımız gibi hayallerini gerçekleştirebileceği bir dünyayı savunanlar tarafından şekillendirilmeli.
Gelecek, ülkelerinin kaynaklarını çalan bir kaç yozlaşmış kişiye ait olmamalı,
öğrenciler, girişimciler ve herkes için başarıyı hayal eden işçiler ve iş sahipleri
tarafından fethedilmeli.
İşte Amerika, bu tür kadın ve erkeklerin yanında yer alacaktır; onların hayat görüşü desteklenecektir.
Gelecek, İslam'ın peygamberine iftira atanlara ait olmamalıdır.
Ancak inandırıcı olmak için, bu iftirayı kınayanların, ayrıca İsa Mesih'in hakarete uğradığı görüntüleri ya da
yıkılan kiliseleri veya kabul edilmeyen soykırımı da kınamaları gerekir. [Alkış]
Şimdi Sufi Müslümanları'na e Şii hacılarına karşı yapılan tahrikleri de kınayalım.
Gandhi'nin söylediklerini dinleme vakti:
" Hoşgörüsüzlük bir vahşet türüdür ve gerçek demokrasi ruhunun gelişmesine engel oluşturur." [Alkış]
Birlikte, farklarımızın bizi tanımladığı değil, güçlendirdiği bir dünya için
çaba göstermeliyiz. İşte bu, Amerika'nın bünyesinde topladığı inançtır
ve işte bu, bizim destekleyeceğimiz görüştür.
İsrail ve Filistinliler arasında, gelecek,barış ihtimaline sırt çevirenlerin olmamalıdır.
Anlaşmazlıklardan yarar görenleri, İsrail'in var olmasını
reddedenleri geride bırakalım.
Yol zor olsa da, varış yeri kesindir- güvenli bir Musevi ülkesi olan İsrail
ve bağımsız, refah içinde bir Filistin.
Bu tür bir barış, taraflar arasında imzalanacak adil bir anlaşma sayesinde gerçekleşeceğinden,
Amerika, bu yola baş koymaya hazır olan herkesin yanında olacaktır.
Suriye'de, gelecek, kendi halkını katleden bir diktatöre ait olmamalıdır.
Eğer bugün dünyada, barışçık yollarla protesto edilmeyi hak eden bir durum varsa, o da
çocuklarına işkence yapan ve apartman binalarına roketler atan bu rejimdir.
Ve biz, vatandaşların haklarını talep etmeleri üzerine başlayan bu değişimin,
mezhepler arası şiddet döngüsüne dönüşmemesi için, tetikte olmalıyız.
Birlikte, çocukların kendi hükümetlerinden korkmalarına gerek duymadığı ve halkın- Sunni, Alevi, Kürt ve Hristiyanların,
nasıl yönetileceklerine ait fikirlerini beyan edebildikleri bir Suriye versiyonuna inanlarla, yani birlik içinde ve dahil edici bir ülke
olan versiyonuna inanlarla birlikte yer almalıyız. İşte Amerika bunu savunuyor;
işte biz bu sonuç için çaba sarf ediyoruz. Acı çektirenleri cezalandırarak ve eylemlerinin sonuçlarına katlanmalarını
sağlayarak, bu ortak iyi niyet için emek verenleri ise destekleyerek.
Çünkü biz, bu vizyonu kucaklayan Suriyeli'lerin, ülkelerine liderlik
yapma güçleri ve hakları olduğuna inanıyoruz.
İran'da, vahşi bir yol ve anlaşılmaz ideolojik bir liderlik görüyoruz.
İran halkı olağanüstü ve kadim bir tarihe sahiptir
ve bir çok İranlı, komşularıyla birlikte barışın ve refahın tadını çıkarmak istemektedir.
Ancak, İran hükümeti kendi halkını sınırlamanın yanı sıra, Şam'daki
diktatörün düşmesini engellemekte ve yurt dışında terörist grupları desteklemektedir.
Defalarca, nükleer programlarının barış amaçlı olduğunu gösterme fırsatlarını tepmiş
ve Birleşmiş Milletler'e karşı olan sorumluluklarını yerine getirmemiştir.
Bu yüzden net olmak istiyorum: Amerika bu sorunu diplomasiyle çözmek istemektedir
ve şu anda, bunu yapacak kadar yeterli zaman ve mekan olduğuna inanmaktadır.
Ancak bu zaman sınırsız değildir.
Biz, ülkelerin barışçıl nükleer güce erişime sahip olmalarına saygı duyuyoruz,
ancak Birleşmiş Milletler'in amaçlarından biri, bu gücün barış amaçlı olduğunu kontrol altında tutmaktır.
Şundan emin olabilirsiniz: nükleer silahlı bir İran, kontrolümüz altında olan bir sorun değildir.
Bu durum, İsrail'in yok edilmesi riskini doğurur,
Basra Körfezi çevresindeki ulusların güvenliğini ve küresel ekonominin istikrarını tehdit eder. Bölgede bir nükleer
silahlanma yarışı başlatabilir ve nükleer silahların yayılmasını engelleme anlaşmasını geçersiz hale getirebilir.
Bu yüzden İran hükümeti, bir grup ülkeden oluşan bir koalisyona karşı hesap vermek durumundadır.
Ve işte bu yüzden Amerika Birleşik Devletleri, İran'ın nükleer silah
sahibi olmasını engellemek için yapması gerekeni yapacaktır.
Biz acı dolu deneyimler sayesinde biliyoruz ki, güvenlik ve refaha giden yol,
uluslararası kanunların ve insan haklarının sınırları dışında bulunmamaktadır.
Bu yüzden bu kurum, çatışmaların küllerinden doğmuştur ve
Soğuk Savaş sırasında, özgürlük, zorbalığa karşı galip gelmiştir ve
son yirmi yıla baktığımızda, karşımıza bu ders çıkmaktadır.
Tarih bize, barışın ve gelişmenin, doğru seçimleri yapanların karşılaşacakları sonuç olduğunu göstermektedir.
Dünyanın her bir yanındaki uluslar, bu zorlu yoldan geçmiştir.
Avrupa, yani 20. yüzyılın en kanlı savaş alanı, birlik, barış ve özgürlük içinde.
Brazilya'dan, Güney Afrika'ya, Türkiye'den Güney Kore'ye, Hindistan'dan Endonezya'ya kadar,
farklı ırklardan, dinlerden ve geleneklerden yönetimler, milyonlarca insanı fakirlikten kurtarmış ve
bunu, vatandaşlarının haklarına saygı duyarak ve uluslarının sahip oldukları sorumlulukları yerine getirerek yapmışlardır.
Ve işte hayatım boyunca şahit olduğum ve neredeyse dört yıl boyunca başkan olarak
şahit olduğum gelişmelere bakınca, ben içinde yaşadığımız dünya için umutluyum.
Irak'taki savaş sonlandı. Amerikan askerleri evlerine döndüler.
Afganistan'da bir geçiş dönemi başlattık ve
Amerika ve müttefiklerimiz, 2014'te, savaşı planlandığı gibi sonlandıracaklar.
El Kaide zayıflatılmış halde ve Usama bin Ladin yok edildi.
Ulsular, nükleer malzemeleri kilitlemek üzere bir araya geldiler
ve Amerika ve Rusya, arsenallerini azaltmakta.
Biz, Nayipidiav'da, Kahire'de ve Abidjan'da, gücü vatandaşlarının
eline vermeye ilişkin zor kararların alındığını gördük.
Ekonomik zorluklar sırasında, dünya refahı yaymak için bir araya geldi.
G-20 ile, gelişmekte olan ülkelerle ortaklıklar kurarak, dünyayı iyileşme sürecine soktuk.
Amerika, büyümeyi destekleyen ve bağımlılığı sona erdiren bir kalkınma planı izledi
ve Afrika'daki liderlerle birlikte çalışarak, onların halklarını beslemelerine yardım etti.
Yozlaşmayla savaşmak ve açık ve şeffaf yönetimi teşvik etmek için yeni ortaklıklar oluşturuldu.
Eşit Gelecek Ortalıkları ile, kadınların ve kızların politikada tamamen yer alabilmeleri
ve fırsat peşinde koşabilmeleri için yeni adımlar atıldı.
Ve bugün ilerleyen saatlerde, insan trafiği belasına karşı savaşırken verdiğimiz emekleri anlatacağım.
Ve bütün bu şeyler bana umut veriyor, ancak bana umut veren bizlerin emekleri
ya da liderlerin emekleri değil, gördüğüm insanlardı.
Dünyanın diğer ucundaki insanlar için hayatlarını tehlikeye atıp, uzuvlarını feda eden Amerikan askerleri.
Bilgilerini insanlığa hizmet etmek için kullanmaya hazır olan Cakarta veya Seul'deki öğrenciler.
Prag meydanındaki yüzler veya Gana'daki mecliste, demokrasinin hayallerine ses kazandırdığını gören kişiler.
Rio'daki favelalarda yaşayan veya Bombay'daki okullarda, gözleri umutla parlayan genç insanlar.
Her ırktan ve inançtan gelen bu kadın, erkek ve çocuklar
bana, ne zaman televizyonda kızgın bir grup protestocu görsem,
onlarla aynı hayalleri ve umutları paylaşan milyarlarca başka insanlar olduğunu hatırlatıyorlar.
Onlar bize, insanlığın ortak bir kalp atışı olduğunu söylüyorlar.
Dikkatimiz genellikle, bizleri ayıran şeyler üzerine yoğunlaşıyor.
Haberlerde bunları görüyoruz; politik tartışmalarımızı besleyen bu farklılıklar oluyor.
Ancak bunları bir kenara atarsanız,
dünyanın her yerindeki insanlar, alın yazılarını gerçekleştirmek için özgürlüğü,
çalışmayla birlikte gelen onuru, inançla birlikte gelen huzuru ve
hükümetler halklarına hizmet ettiklerinde- ve bu durumun tersi olmadığında- ortaya çıkan adaleti arıyorlar.
Amerika Birleşik Devletleri her zaman bu hayalleri, gerek kendi
halkı, gerekse dünyanın dört bir yanındaki insanlar için, destekleyecektir.
İşte bu bizim ülkemizin kuruluşundaki amaçtır. Bu, bizim tarihimizin yansıttığı gerçektir.
İşte bu, Chris Stevens'ın hayatı boyunca uğruna çalıştığı şeydir.
Ve ben size söz veriyorum ki, katilleri adalete teslim edildikten çok uzun bir süre boyunca,
Chris Stevens'ın mirası, yarar sağladığı insanların hayatında yaşayacaktır.
Bengazi sokaklarında vahşeti protesto eden on binlerce kişide,
Facebook'taki resimlerini Chris'in resmine değiştiren Libyalılar'da
ve "Chris Stevens tüm Libyalılar'ın dostuydu" diyen pankartta...
Onlar bize umut vermeliler. Onlar bize, biz uğruna
savaştığımız sürece, adaletin yerine getirileceğini,
tarihin bizim tarafında olacağını ve
yükselen bir özgürlük dalgasının, geriye çevrilemeyeceğini hatırlatmalıdır. Çok teşekkürler. [Alkış]